Quantcast
Channel: KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) » tefsir
Viewing all 114 articles
Browse latest View live

İslamoğlu Tef. Ders. HAKKA SURESİ (01-52)(180-B)

$
0
0

231

{{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”}}

{{“BismillahirRahmanirRahıym”}}

 

Şimdi yeni bir sureye giriyoruz. Elimizde ki Mushafın 69. suresi olan Hakka suresi. Sure adını hakikatin bütün çıplaklığıyla gerçekleşmesi, kaçınılmaz gerçek manasına gelen hakka dan almış ki ilk ayeti olur. ElHakkatü (1) MelHakkatü (2) Ve ma edrake melHakka (3) diye devam ediyor sure. Sadece burada kullanılıyor bu formla bu Hakka. Kelimesi. Hz. peygamber de sureyi bu isimle anmış, kaynaklarda bunu görüyoruz.

Surenin indiği yer Mekke, yani Mekke de nazil oluyor sure. Hz. Osman’ın nüzul tertibinde Mülk suresinden sonraya yerleştirilmiş. Muhteva esas alındığında Mülkten önceye yerleştirilmesi gerek. Yani biz en azından surenin içeriğini dikkate aldığımızda bunu söyleyebiliriz.

Kıssalar özet olarak veriliyor bu surede, çok özet. Yani ad kıssası, Semud kıssası ve birkaç değini daha yapılıyor ama çok özet bir biçimde. Firavuna bir atıf var. Bundan yola çıkarak Necm ile başlayıp Taha ile son bulan meydan okuyan sureler arasına katabiliriz, onlardan biri.

Yaklaşık nübüvvetin 6 – 7 yılına tekabül ettiğini düşünebiliriz ki bu boykot öncesi sureler diye adlandırdığım sureler kısmına giriyor. Boykot öncesi fakat fetret-i vahiy sonrası nazil olan surelerden biri.

Surenin konusu son saat ve ahiret. Ahireti inkar eden geçmiş kavimlerin helak kıssaları anlatılıyor zaten. 4-12 ayetler arasında. Hesap günü dile getiriliyor hemen arkasından 13-18 ayetler arasında. tabii ki hesap günü dile getiriliyorsa hesabın arkasından ödül ve ceza gelecektir doğal olarak. 19. ayetle başlayıp 37. ayete kadar da ödül ve ceza ele alınıyor. Sure vahiyle son buluyor, vahye atıfla. Zira vahiy kesin gerçek, kesin hakikattir 51. ayet. O halde insan Allah adına hareket etmelidir, surenin son ayeti de bu. Fesebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym (52) o halde artık azamet sahibi rabbin adına hareket et denilerek sure son buluyor. Şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

[Ek bilgi; Ahmed b. Hanbel efendimizin rivâyetine göre Hz. Ömer efendimiz şöyle diyor. Ben Müslüman olmadan önce Hz. Peygamberle tartışmak üzere evimden çıktım. Mescid-i Haram’a vardığımda baktım ki Resûl-i Ekrem benden önce gelmiş. Arkasında durdum, o Hâkka sûresini okumaya başladı. Kur’an’ın üslubuna hayran kalmıştım. Kendi kendime Kureyş’in dediği gibi bu bir şairdir diye düşündüm. Tam bu sırada Resûlullah; “O bir şair sözü değildir” (âyet 4) âyetini okudu. Bu sefer içimden öyleyse sihirbazdır dedim. Hemen “O bir sihirbaz sözü değildir” (âyet 42) âyetini, ardından da sonuna kadar bu sûreyi okudu. İşte o günden itibaren İslâm sevgisi benim içime girmeye başladı. (Müsned, 1, 17-18)

İbn Kesîr de bu hadiseye dayanarak Hz. Ömer efendimizin Müslüman olmasını sûrenin nüzul sebepleri arasında gösterir. (Besâiru-l Kur’an/ Ali Küçük)]

 

1-) ElHakkatü;

El Hakka (ölümle birlikte ortaya çıkacak mutlak hakikat)! (A. Hulusi)

01 – O Hâkka. (Elmalı)

 

ElHakka kesin gerçeğin tahakkuk etmesi manasına gelir. O zaman kesin gerçeğin tahakkuk eden olay diyebileceğimiz gibi gerçekleşecek hakikat te diyebiliriz, öyle de çevirebiliriz. Hatta 3. bir mana da çevirebiliriz; gerçek olan son saatin tahakkuku. Bunu da diyebiliriz. Nedir? ElHakka gerçekleşecek olan hakikat, mücerret olarak böyle gelmiş.

[Ek bilgi; O Hâkka. Bu, isim cümlesinin mübtedâsı, bundan sonra gelen kısım haberdir. "Ahid lâmı" ile el-Hâkka, el-Vâkıa, es-Sâa gibi kıyamet gününün isimlerinden olduğunda bir anlaşmazlık yoktur. Fakat ve gibi kavramlarla ilgisine ve sıfatlıktan isimliğe geçirilmesine göre bu kelimenin ne gibi bir anlam ifade ettiği hakkında on kadar izah şekli nakledilmiştir.

1. Hakk kelimesi "sabit ve gerekli" mânâlarında alındığı takdirde el-Hâkka; meydana gelmesi gerekli olan, geleceği hiç kuşkusuz sabit ol an saat demektir.

2. Hakk kelimesi, bir şeyi hakikati üzere tanımak ve tanıtmak mânâsına mastar olarak düşünüldüğünde "el-Hâkka", kendisinde durumların hakkıyle tanınacağı, yani eşyanın hakikatini açıp ortaya çıkaracak saat demektir.

3. el-Hâkka, "işlerin hakikatlerini kapsayan" demektir. Yani içinde, doğruluğu ve gerçekleşmesi gerekli işlerin ve hallerin meydana geldiği şey demektir ki, Kıyamet'te meydana gelmesi ve varlığı gerekli olan sevap, ceza ve diğer kesin işleri ifade eder.

4. Hâkka, hakka demektir. Hakka ise, hukûk kelimesinin tekili olan hak tan daha özeldir. "Bu benim özel hakkımdır." mânâsına denir.

5. Hâkka, şaşmaksızın inen ve yapacağını yalansız yapan bela demektir ki "Onun oluşunu yalanlayan yok."(Vâkıa, 56/2) mânâsınadır.

6. Bir toplum üzerine meydana gelmesi hak olan vakit demektir ki birinci mânâya yakındır.

7. Her bir doğruluk ve eğriliğe, iyilik ve kötülüğe ceza ve mükâfatın hak olduğu, başka bir deyişle her çalışana çalışmasının karşılığının verilmesinin hak olduğu vakit demektir ki, bu da kıyamettir.

8. Yükümlü ve sorumlu kişilerin yaptığı işlerin bütün eserleri gerçekleşip artık bekleme sınırından çıkıldığı hak saat demektir. Çünkü bütün sevap ve ceza o gün ortaya çıkar.

9. Ezheri'nin gör üşüne göre, yenmeye ve üstün gelmeye çalışmak mânâsına, onunla karşılaştım da onu hakladım, yani "yenişmek üzere karşılaştım da ben yendim" denilmesinde olduğu gibi "haklamak" yani hakkından gelmek mânâsınadır. Çünkü bu kıyamet günü, dini hususunda Allah ' la batıl yoldan yarışa kalkanları hep hakları, yenilgiye uğratır.

10. Ebu Müslim'in görüşüne göre, el-Hâkka, "Rabbinin sözü hak oldu."(Yunus, 10/33; Ğâfir, 40/6) âyetinde geçen fiilinden türetilmiş fâile (etken ortaç)tır.

11. Âkıbet, âfiyet kelimeleri gibi mastardır ki, "sırf hakikat" demek olur.

12. Bu kelime, kıyametin ismi olması itibarıyla, başka herhangi bir anlamı düşünülmeden, türememiş isim olur.

Bunların her birinden bir mânâ anlaşılmakla beraber, demek oluyor ki el-Hâkka, "O Hâkka’nın ne olduğunu sana ne bildirdi?" buyrulduğu üzere akıl ve düşünceyle bilinen bir şey değildir. (Elmalı-Tefsir)]

 

2-) MelHakkatü;

Nedir El Hakka? (A. Hulusi)

02 – Ne Hâkka? (Elmalı)

 

MelHakka sen bilir misin o kesin gerçeğin dehşetini. Ne dehşet gerçekleşeceğini veya. Veya nasıl tahakkuk edeceğini sen bilir misin?

 

3-) Ve ma edrake melHakkatü;

El Hakka’yı sana bildiren nedir? (A. Hulusi)

03 – Ve ne bildirdi sana dirayetle? Nedir o Hâkka? (Elmalı)

 

Ve ma edrake melHakka sahi, sen nereden bileceksin ki onun ne dehşet bir gerçek olduğunu. Bu bir üslûp. Kur’an ın ara sıra kullandığı bir üslûp. Muhatabında bir dikkat uyandırmaya çalışan ve onun tüm duyargalarını açmasına ve tüm hücreleriyle hitaba kulak kesilmesine meydan veren bir üslûp. Sahi sen nerden bileceksin ki onun ne dehşet bir gerçek olduğunu.

 

4-) Kezzebet Semûdu ve ‘Adun Bilkari’ati;

Semud ve Ad, o Karia’yı (ölüm sonrası yaşanacak sonsuz yaşamı) yalanladılar. (A. Hulusi)

04 – İnanmadı Semud-ü Âd o kariaya (ansızın gelen bela, kıyamet). (Elmalı)

 

Kezzebet Semûdu ve ‘Adun Bilkari’a Semud ve Âd son vuruşu inkar ettiler. Dehşet vuruş, el kari’ah. Evet onu inkar ettiler. Aslında Semud ve Âd ın ilk defa birlikte zikredildiği yer, Necm suresinin 50-51. ayeti. Belki buraya 2. diyebiliriz. Tam emin değilim ama Kur’an da birlikte 2. geçtiği yer burası olsa gerek. Bu önemli, Semud ve Âd neden ikisi birlikte geçer sualine biraz sonra cevap vereceğim.

 

5-) Feemma Semûdu feühlikü Bittağıyeti;

Semud’a gelince, yüksek sesli depremle helâk edildiler! (A. Hulusi)

05 – Amma Semud ilhâk (Yok) ediliverdiler o tâgıye ile, (Elmalı)

 

Feemma Semûdu Semûd’a gelince. Bittağıyeh Tağıye aslında haddi aşmak, haddi aşan, sınırı aşan. Ama burada ses duvarını kat kat aşan bir belâ ile helâk edildiler. Diye çevirebiliriz. Neden böyle çevirmemiz lazım? Çünkü aynı hadisenin anlatıldığı başka ayetlerde bunun ses ile gelen bir bela veya sesli bela olduğunu anlıyoruz. Onları birlikte okuduğumuzda, yani parçaları bütünleştirerek tüme varım yöntemiyle istikrai bir yöntemle okuduğumuzda bu sonuca varıyoruz.

Olayın geçtiği yer Hadramevd. Yemen’le Umman arasında bir bölge. Rubül Hali denilen, yani ¼ boşluk Arap yarımadasının en büyük çölünün alt, güney ucunda, okyanusa bakan kıyı şeridi boyunca uzanan bir toprak parçası burası. Hadramevd ölü yeşil demek zaten. Yani ismi bile bela kokuyor. Burada bir uygarlık kurulmuş fiy tarihinde, çok çok eski zamanlarda. İrem bağları meşhur işte bu uygarlığın bir unsuru.

İreme zâtil ‘ımâd. (Fecr/7) sütun sahibi irem diye geçer Kur’an da. Burada muhteşem bir uygarlık kurulmuş ve bu uygarlık etrafına örnek olmuş. Fakat Allah’ı unuttukları için, yani ekmeğin sahibini unutup ta ekmeğe döndükleri için, ekmeğin sahibini bırakıp ta ekmeğe tapmaya başladıkları için başlarına öyle bir felaket gelmiş ki uygarlık yerle bir olmuş. Bugün o uygarlığın kalıntıları 12 – 17 m. Kum deryasının altından bu yüzyılda çıkarıldı. Yani tarihsel verilerde, arkeolojik verilerde artık vahyin anlattığı bu belayı teyit etti. Ha o teyit etmese hiçbir şey değişmezdi aslında, ama bu ilave bir unsur olarak anılabilir. Fakat asıl vahyin bize verdiği öğüt farklı, o öğüdü devamında ki ayeti okuduktan sonra söyleyeyim.

 

6-) Ve emma ‘Adun feühlikû Biriyhın sarsarin ‘atiyetin;

Ad’a gelince, şiddetli bir kasırgayla helâk edildiler! (A. Hulusi)

06 – Ve amma Âd onlar da ihlâk ediliverdiler bir sarsar rüzgârı, azgın bir fırtına ile. (Elmalı)

 

Ve emma ‘Adun Âd a gelince feühlikû Biriyhın sarsarin ‘atiyeh onlar da değdiği yeri, değdiği şeyi, değdiği insanı sesiyle çarpan dizginlenmez bir kasırgayla helak edildiler.

 

7-) Sahhareha ‘aleyhim seb’a leyâlin ve semaniyete eyyamin husumen feteralkavme fiyha sar’a keennehüm a’cazu nahlin haviyeh;

Onu (kasırgayı) onlara, yedi gece ve sekiz gün musallat etti! O toplumu orada içi boş hurma kütükleri gibi yere yıkılmış görürsün! (A. Hulusi)

07 – musallat etmişti Allah onun üzerlerine yedi gece sekiz gün huşûm halinde: köklerini kesmek üzere müstemirren. Bir de görürsün ki o kavmi o müddet zarfında yıkıla kalmışlar. Ve sanki içleri kof hurma kütükleri imişler. (Elmalı)

 

Sahhareha ‘aleyhim seb’a leyâlin ve semaniyete eyyamin husuma Allah üzerlerine o kasırgayı 7 gece 8 gündüz kesintisiz bir biçimde estirdi. Husum; kesintisiz manasına gelebileceği gibi Hasmudda’ kullanımından yola çıkarak yarayı dağlamak manasına gelir bu. Dağlayan, dağlayıcı bir bela. Veya 3. bir manası daha var; kesmek, yani husum el katl manası vermiş lügatlar. Kökünü kesen, kökünü kazıyan, köküne kibrit suyu döken bir bela kasırgasıyla onları helak etti.

feteralkavme fiyha sar’a keennehüm a’cazu nahlin haviyeh ne dehşet bir manzara, öyle ki tıpkı kökten kopup savrulmuş hurma kütükleri gibi o kavmin orada çırpınıp kaskatı kesildiğini, taş gibi kesildiğini gözünde canlandırabilirsin diyor. Yani donmuş kalmışlar her kim ne yapıyorsa. Hatta tefsirlerde ifade edildiğine göre çoban donmuş, koyunlar da donup kalmış, taş kesilmiş. Böyle bir bela.

 

8-) Fehel tera lehüm min bakıyeh;

Onlardan geriye kalan ne görüyorsun? (A. Hulusi)

08 – Bak şimdi görebilir misin onlardan bir bakıyye. (Elmalı)

 

Fehel tera lehüm min bakıyeh şimdi geriye kalandan onların lehine bir şey görüyor musun? “Lâm”ı leh manası vererek veya onlardan geriye kalan bir kişi görüyor musun? Biraz takdir ilavesi ile. Ankebut/38. ayetinde onların kalıntılarından söz edilir. O halde onlardan geriye kalan bir şey görüyor musun denildiğinde aslında beladan geriye kalan kalıntılar değil, insan, veya birinci mana daha doğru onlardan geriye lehlerine bir şey kaldığını görüyor musun. Manası.

Değerli dostlar neden Kur’an 30 a yakın yerde bu iki kavmi bir arada ibret olarak sunar? Bu iki kavim birbirinin devamı aslında. Âd ve Semud. Âd güneyde yaşamış Yemen’le Umman arasında, Semud kuzey Arabistan da yaşamış, Arabistan la Ürdün arasında şimdi Medain-i Salih denilen, hicr denilen bölgede yaşamış bir kavim. Âd helake uğradıktan sonra Âd’ın kalıntıları artık bize burada dirlik, dışlık yok diye Kuzeye doğru göçüyorlar, Kuzey Arabistan’a. Geliyor oraya konuyorlar, konmakla kalmıyorlar, ders alacakları yere.

Biz orada medeniyetimizi çöle, kumun içine yaptık, başımıza bela geldi. Burada öyle bir medeniyet kuralım ki bir daha gelmesin diyerek taşlardan, yani dağların içinde ki kayalardan oyulu apartmanlar yapıyorlar. Dağlar gibi kayaların içine oyarak apartman yapıyorlar. Yani kaya gibi bir mimari geliştiriyorlar. Artık buna kimse dokunamaz, kimse bir şey yapamaz demiş olmalılar sanırım.

Ve ne oluyor? Onlar aslında suçu inşaat malzemesine bulacaklarına, suçu yaşanan ahlaksızlığa bulmaları lazımdı. Yanlış baktılar, yanlış gördüler. Allah’ın gör dediği yerden bakmadılar. Allah’ın gösterdiğini görmediler. Yani suçu davranışlarında arayacaklarına inşaat malzemesinde aradılar ve malzemeyi değiştirdiler. Dünyanın en sağlam malzemesiyle yaptılar binalarını. Yani granit kayaları oydular. Bugün hala şahit olarak ayaktadır. Peki ne oldu? Allah’ın belası gelince kayalar da işe yaramaz oldu. Yani ibret almadılar, ders almadılar, Allah’ın belası orada da buldu, Semud’u da orada mahvetti, kahretti.

 

9-) Ve câe fir’avnu ve men kablehu velmü’tefikatu bil hatıeti;

Firavun, ondan öncekiler ve helâk olmuş şehirler, hep o hatayı yapanlar! (A. Hulusi)

09 – Firavun de geldi, ondan evvelkiler de, mü’tefikeler de hep o hatâ ile. (Elmalı)

 

Ve câe fir’avnu ve men kablehu velmü’tefikatu bil hatıeh bir de Firavun, ondan önce gelenler ve alt üst olmuş şehirler vardı. Ne olmuştu bunlar? hepsi de günaha gömülüp gitmişlerdi. El mü’tefikât; Lût kavminin yaşadığı Sodom, Gomore ve diğer 4 şehir. Onları kastediyor. Alt üst olmuş şehirler. Altı üstüne gelmiş anlamına geliyor.

 

10-) Fe’asav Rasûle Rabbihim feehazehüm ahzeten rabiyeten;

Rablerinin Rasûlüne âsi oldular da (Rableri) onları şiddetle yakalayıverdi! (A. Hulusi)

10 – Hep rablerinin Resulüne âsî oldular o da onları alıverdi mütezayid bir tutuş (kahir bir kabza) ile. (Elmalı)

 

Fe’asav Rasûle Rabbihim rablerinin elçilerine sonunda isyan ettiler, karşı geldiler. Elçiye zeval olmazdı. Ama onlar elçiye isyan ettiler. Çünkü elçiye isyan etmek, elçiyi gönderene isyan etmektir. Allah’a isyan ettiklerinin farkına bile varmadılar. Elçinin ne suçu var ki. Elçiyi Allah göndermiş. Eğer bir itirazınız varsa elçiyi gönderen kapıya yapın. Yok, uyanıklık yapmaya kalktılar, hesapta Allah’ı bir tarafa koyup elçiyi taşa tuttular, elçiye hakaret ettiler. Elçiyi yalanladılar ama Allah’ı yalanladıklarının farkına varmadılar.

feehazehüm ahzeten rabiyeh işte sonunda da ne oldu? Rableri onları günahlarıyla büyüttükleri bir belaya çarptırdı. Bir bela ile aslında ehazehüm, enseledi, yakaladı. Rabiyeh, riba ile aynı kökten. Artan büyüyen günah, günahı katlamak anlamına geliyor. Demek k günah katlandıkça bela da katlanıyor. Günah katlandıkça ceza da katlanıyor. Aslında bu onu veriyor.

 

11-) İnna lemma tağal mâu hamelnaküm fiylcariyeti;

Muhakkak ki o su, kontrol dışı yükseldiğinde, sizi akıp gidenin içinde biz taşıdık! (A. Hulusi)

 11 – Halbuki biz o su tuğyan ettiği vakit sizi akan gemide taşıdık. (Elmalı)

 

İnna lemma tağal mâu hamelnaküm fiylcariyeh o su taştığında, tufandan söz ediyor. Hz. Nuh kavmine getirdi sözü Kur’an. Fakat Hz. Nuh’un kendisinden söz etmeden. O su taştığında sizi gemide taşıyan bizdik. Burada ilk muhataplar içinden iman edenlere hitap var. Hitap onlara. Zımnen şunu diyor bu ayet; İnsan tuğyan ederse, tabiatsa tuğyan eder. Yani tuğyan edip çığırından çıkınca su da çığırından çıkar ve insanı boğar. Tuğyan olan yerde tufan olmaz mı? Tuğyan haddi aşmak demek, Allah’ın emrinden çıkmak demek, Allah’a karşı gelmek demek. Tuğyan olan yerde tufan olur. Tufan nankörler için bir felaket sadıklar için bir necattır, kurtuluştur, nitekim öyle de olmuştur.

 

12-) Linec’aleha leküm tezkireten ve te’ıyeha üzünün va’ıyeh;

Onu, sizin için bir hatırlatma ve iyi algılayan kulak da onu iyi kavrasın diye (naklettik)! (A. Hulusi)

12 – Onu sizlere bir anid yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye. (Elmalı)

 

Linec’aleha leküm tezkireh size bir öğüt olsun diye aktardık biz bütün bu kıssaları  ve te’ıyeha üzünün va’ıyeh dahası işittiğini anlayan herkesin kavraması için aktardık bütün bunları. Kavramaya konu olan nedir peki? Günahla eşya arasında ki bağdır dostlar. İnsanın davranışlarıyla varlık arasında girift bir ilişki var. Davranışlarınız varlıktan bağımsız değil, davranışlarınızla ya etrafınızda kendi aleyhinize şahit biriktiriyor, ya da lehinizde şahit biriktiriyorsunuz. Dahası Davranışlarımızla eşyayı ya dost ediyoruz ya düşman. Bela ve musibetlerin gelişiyle insan davranışları alakasız değildir. Seküler bakışı Kur’an burada reddediyor ve halk irfanı bunu çok güzel yoğuruyor değil mi?

Hak belasın yazmaz kul azmayınca, Kula bela gelmez Hakk yazmayınca. (Atasözü) Yani hangisi? Hakk yazdığı için mi bela geldi, yoksa kul azdığı için mi hak yazdı. İkisi de, Kul azdı hak yazdı ve ondan öyle oldu. Aslında halkın irfan imbiğinden süzülen bu sözlerin arka planı bu ayetlerdir.

 

13-) Feizâ nufiha fiysSuri nefhatun vahıdetun;

Sur’a (sûretlere – o anki bedenlere) nefha-i vahide (tek bir üfürüş) üflendiğinde (bilinçler hakikatlerini bedensiz fark ettiklerinde)… (A. Hulusi)

13 – Çünkü sur üfürülüp de bir tek nefha. (Elmalı)

 

Feizâ nufiha fiysSuri nefhatun vahıdeh sûra, yat borusu bu. Çünkü ilk sûr bu. İlk sûra tek bir defa üflendiğinde,

 

14-) Ve humiletil’Ardu velcibalu fedükketa dekketen vahıdeten;

Arz (bedenler) ve dağlar (benlikler) kaldırılıp da tek darbeyle darmadağın edildiklerinde; (A. Hulusi)

14 – O yer ve dağlar yükletilip arkasından da bir çarpılış çarpıldılar mı bir defa. (Elmalı)

 

Ve humiletil’Ardu velcibal yer yüzü ve dağlar yerlerinden oynayacak. Daha doğrusu yerlerinden edilip, taşınıp, humiletil’ard ı öyle şey yapabiliriz fedükketa dekketen vahıdeh ardından da tek bir seferde un ufak edildiğinde, toz haline dönüştürüldüğünde, Devam ediyor Ayet;

VelMelekü ‘alâ ercaiha (17) melekler onun enkazı başında duracaklar. İşte bu zaman melekler onun enkazı başında duracaklar. fedükketa dekketen vahıdeh ardından da tek bir seferde un ufak edildiğinde, param parça edildiğinde

 

15-) Feyevmeizin veka’atilvakı’atü;

İşte o süreçte, o vâkı’a (herkesin mutlak hakikati fark edip yaşaması) oluşmuştur! (A. Hulusi)

15 – İşte o gün o vâkıa vukua gelmiştir. (Elmalı)

 

Feyevmeizin veka’atilvakı’ah işte o gün olay olup bitmiştir. Olay gerçekleşmiştir. İzâ vekâ’atil vâkı’ah (Vâkıa/1) ayetini hatırlayalım; Olay olduğu zaman. O müthiş, o dehşet olay işte o zaman olmuş, gerçekleşmiştir.

 

16-) Venşakkatis Sema’u fehiye yevmeizin vahiyeh;

O semâ (benlik bilinci) yarılmıştır! O süreçte o, göçmüştür! (A. Hulusi)

16 – Ve Semâ yarılmış o da o gün sarkmıştır, (Elmalı)

 

Venşakkatis Sema’ gök yarılmıştır, parçalanmış, paramparça olmuştur fehiye yevmeizin vahiyeh zira o gün bütün direncini yitirmiş olacaktır. Gök bütün direncini belki bu direnç yer çekimi ve merkezkaç kuvvetlerinin tuttuğu kâinat tespihinin ana ipliğidir cazibe ipliği.

[Ek bilgi; “…Yarılır…” hayvani nefis seması, ruh ayrılıp çıktığı için sıyrılıp açılır. “Ve artık o gün, çökmeye yüz tutar.” Ölüm halinde, fiil işlemeye güç yetiremez, hareket etmeye, idrak etmeye güç bulamaz.(İbn. Arabi-Te’vilât)]

Bu birinci sûr olsa gerektir, ki zaten bağlamdan o anlaşılıyor. Birinci sûr yat borusudur, ikinci Sûr kalk borusu. Birinci sûr öl borusudur yani. Vakıa suresinde, Neml/87. ayetinde özellikle de hacc suresinin girişinde 1 – 2. ayetlerinde  bu manzara öyle dehşetli bir biçimde anlatılmıştır ki, gerçekten oraya müracaat etmek lazım. Evet, İçmediği halde sarhoş olup, anneler emzikli yavrularını unutacaklar diyor. Yani bir anne yavrusunu nasıl unutur, süt emen yavrusunu. İşte böyle bir dehşetten bahsediliyor. Hacc suresinin ilk ayetlerinde, Yasin/14-50. ayetlerinde. Tekvir/1-6. ayetleri arasında, Enbiya, Tâhâ ve daha bir çok surede bu manzaradan söz edilir.

Değerli dostlar aslında depremler, bu ayetlerin bize ifade ettiği hakikatin küçük bir hatırlatıcısı. Onun büyüğünü düşünmek lazım. Mesela işin uzmanlarının söylediğine göre 14 şiddetinde bir deprem karalar ve denizleri yerinden oynatıyor. 15 şiddetinde bir depremde dağlar yıkılıyor, yani harita değişiyor. 17 şiddetinde bir depremde kıtalar hareket ediyor. 18 ve üzeri derecede ki bir depremde yer yörüngesinden kayıyor. 20 derecenin üzerinde ki bir depremde ise yer patlıyor. Buyurun, başka söylenecek ne kaldı. Allah ile güç yarıştıranlar, Allah herkesten güçlüdür, bunu ispat etmesini mi bekliyorsunuz veya bekliyoruz. Kork Allah’tan korkmayandan diyen ne güzel demiş değil mi. Aslında rabbimiz eğer isterse onun için derecelerin ne hükmü var ki, ne kıymeti var ki.

 

17-) VelMelekü ‘alâ ercaiha* ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh;

Melek de onun etrafındadır! Rabbinin arşını ise o süreçte onların (mahlûkatın) üstünde (boyutsal üstünde – derûnî yüceliğinde) bulunan sekiz (kuvve) taşır. (A. Hulusi)

17 – öyle ki melekler, kenarları üzerindedir ve üstlerinde o gün rabbinin Arşını sekiz hâmil olur. (Elmalı)

 

VelMelekü ‘alâ ercaiha melekler onun enkazı başında dururlar, duracak ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh ve onların da üstünde o gün rabbinin arşını 8. taşıyacak. Yani mücerret bir biçimde nasıl geldiyse öyle tercüme ettim şu anda, 8.i taşıyacak. 8 Melek demiş müfessirlerimiz, bilmiyoruz, müteşabih bir haber bu. Tıpkı ‘Aleyha tis’ate ‘aşer. (Müddesir/30) onun üzerinde 19 vardır ayeti gibi. İmtihan kılınmıştır bu tip şeyler Kur’an ın da ifade ettiği gibi. İmtihandır. Üzerinde konuşmak spekülasyon yapmaktır, Allahu ‘alem Bimuradihi Bihi demek lazım. Bununla neyi murad ettiğini en iyi Allah bilir demek en doğrusu.

ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh (sonraki ayetle birlikte)

 

18-) Yevmeizin tu’radune lâ tahfa minküm hafiyeh;

O süreçte, hiçbir gizliniz gizli kalmaksızın arz olunursunuz (apaçık ortada olursunuz)! (A. Hulusi)

18 – O gün arz olunursunuz, öyle ki gizli bir haliniz kalmaz. (Elmalı)

 

ve yahmilu ‘Arşe Rabbike fevkahüm yevmeizin semaniyeh (17) Yevmeizin tu’radun O gün O’nun huzuruna, yani Allah’ın huzuruna arz olunacaksınız. Mahkeme için çıkacaksınız. lâ tahfa minküm hafiyeh en gizli saklınız bile gizli kalmayacak. Yani gizli saklı olmayacak ki orada. Hiçbir gizliniz kalmayacak. Eliniz, ayaklarınız söyleyecek, diliniz dudaklarınız söyleyecek. Allah’tan saklayacak neyiniz olabilir ki. Dolayısıyla hiçbir gizliniz olmayacak. Basıyr olan Allah’a dünya da iman etmeyenler, orada utançlarından yüzlerinin etleri dökülecek.

 

19-) Feemma men ûtiye Kitabehu Bi yemiynihi feyekulu hâumukreû Kitabiyeh;

Kitabı (yaşam bilgi kayıtları) sağından oluşmuş olana gelince; o şöyle der: “İşte alın, okuyun bilgilerimi!” (A. Hulusi)

19 – İşte o vakit kitabına sağıyla irdirilmiş olan kimse der ki: ha alın okuyun kitabımı. (Elmalı)

 

Feemma men ûtiye Kitabehu Bi yemiynih fakat karnesini sağ elinden alanlara gelince, karnesi sağ elinden verilmiş olanlara gelince feyekulu hâumukreû Kitabiyeh O, (sevinerek şakıyacak, heyy..! millet hâumukreû Kitabiyeh alın işte okuyun karnemi, bakın karneme, yani gözünüz karne görsün ey millet diye mahşerde o sınıf geçtiği), tabir caizse hayat dersini geçip cenneti hak ettiği karnesini sallayacak. Ey millet gözünüz bir karne görsün, okuyun karne nasıl olurmuş görün diyecek. Sevinç içinde şakıyarak.

 

20-) İnniy zanentu enniy mülakın hısabiyeh;

“Gerçekten ben, yaptıklarımın sonucuna kavuşacağımı düşünüyordum!” (A. Hulusi)

20 – Çünkü ben sezmiştim ki ben kavuşacağım hesabıma. (Elmalı)

 

İnniy zanentu enniy mülakın hısabiyeh kesinlikle ben hesabımla yüzleşeceğime gönülden inanmıştım diyecek. Yani bir gün gelip hayatımın hesabını verebileceğime, vereceğime iman etmiştim: Burada İnniy zanentu gelmiş İnniy amentü gelmemiş. Neden zanentu gelmiş? Aslında zanne fiili enne ile birlikte kesinlik, eniy muhaffafe ile birlikte de şüphe ifade eder. Burada enne ile birlikte te’kit edildiği için zanne, zaten yakıyne en yakın fiil olduğu için sanki yakıyn gibi, iman gibi anlaşılmalıdır ki, aslında burada enne ile birlikte kesinlikle inanmıştır manasını verir.

 

21-) Fehüve fiy ‘ıyşetin radıyeh;

Artık o, mutlu bir seyir içindedir; (A. Hulusi)

21 – Artık o, hoşnut bir hayatta. (Elmalı)

 

Fehüve fiy ‘ıyşetin radıyeh o razı olunmuş bir hayat yaşayacak. Bu sanki tevriyeli gibi. Madem dünyada Allah’ın razı olduğu bir hayat yaşadı, ahirette de Allah ona razı olduğu bir hayat bahşedecek. Cennet hayatı bu.

 

22-) Fiy cennetin ‘aliyetin;

Âli (yüce) bir cennette! (A. Hulusi)

22 – Yüksek bir Cennettedir. (Elmalı)

 

Fiy cennetin ‘aliyeh yüce bir cennetin ta ortasında, ta göbeğinde yaşayacak.

 

23-) Kutufuha daniyeh;

Onun yaptıklarının getirisi nimetler, elinin altındadır! (A. Hulusi)

23 – Devşirimleri yakında. (Elmalı)

 

Kutufuha daniyeh hemen yanında, yani elini uzatsa alacağı kadar yakınında (Amellerinin meyveleri) olacak. Daniyeh; meyveleri, Fakat tabii ki amellerinin meyveleri. Kişi aslında ahirette karşılaşacağı bir şeyi dünyada ekiyor. Eğer tuba ağacını ekmişse orada onun meyvelerini devşiriyor. Yok cehennem ağacını, şeceretüs zakkumu ekmişse, zıkkım ekmişse orada onun yemişlerini devşiriyor. Yani dünya bir tarla, ed dünya mezra’a, dünya bir tarla. Dolayısıyla ahiretin tarlası. Dünyada neyi ekersek ahirette onu biçeceğimizi söylüyor bu ayet.

 

24-) Külu veşrebu henien Bima esleftum fiyl’eyyamilhaliyeh;

Geçmişinizde yaptıklarınızın sonucu olarak şimdi afiyetle yeyip için! (A. Hulusi)

24 – Yiyin için afiyet olsun, takdim ettiklerinize mukabil geçmiş günlerde. (Elmalı)

 

Külu veşrebu henien Bima esleftum fiyl’eyyamilhaliyeh bu günler için geçmişte peşinen takdim ettiklerinize karşılık yiyin, için, afiyet olsun. Bu günler için geçmişte peşinen takdim ettiklerinize karşılık. Demek ki bir mü’min dünyadayken peşin olarak yapıyor. Aslında bu rabbimizin bize ikramı. Yoksa rabbimizin daha peşin olarak verdiklerine eğer ödeyecek olsaydık ahirette hiçbir şey almazdı, alamazdı. Çünkü elimiz dilimiz, dudağımız, aklımız, ömrümüz, nefesimiz, ayağımız ne diyorsanız, neye sahipsek hepsi Allah’tan aldıklarımız değil mi? O’nun nimeti değil mi?

O halde biz ekstradan neyi hak etmiş oluyoruz. Demek ki cömertliği Allah’ımızın, başka bir şey değil. Onun içinde mü’min sanki Allah’a borçlu değilmiş gibi rabbimiz keremiyle davranıp peşinen ödeyen diyor. Peşinen ödediğimizi varsayıyor.

 

25-) Ve emma men ûtiye Kitabehu Bişimalihi feyekulu ya leyteniy lem ûte Kitabiyeh;

Yaşam bilgisi kayıtları (kitabı) solundan oluşmuş olana gelince; o da şöyle der: “Keşke bana kayıtlarım hiç verilmeseydi!” (A. Hulusi)

25 – Amma kitabına soluyla irdirilmiş olan da der ki: eyvah keşke erdirilmese idim kitabıma. (Elmalı)

 

Ve emma men ûtiye Kitabehu Bişimalih fakat karnesi sol elinden, solundan verilenlere gelince, aslında bu kaybedenlere, imtihanı kaybedenlere, hayat sınıfında imtihandan sınıfta kalanlara şeklinde de anlaşılabilir.

feyekulu ya leyteniy lem ûte Kitabiyeh o da diyecek ki nolaydım da keşke bugün karne almaz olaydım. Yani hiç imtihanı da görmeseydim, karne alma gününü de görmeseydim, öldükten sonra dirilmeseydim, toprak olsaydım. Öyle diyecek. ya leyteniy küntü turaba. (Nebe’/30) keşke toprak olup gitseydim diyecek diyor.

 

26-) Ve lem edri ma hısabiyeh;

“Hesabımı (yaptıklarımın sonucunun ne olduğunu) hiç bilmeseydim!” (A. Hulusi)

26 – Ve vâkıf olmasa idim ne imiş? Hesabıma. (Elmalı)

 

Ve lem edri ma hısabiyeh keşke hesabımın ne olduğunu hiç bilmeseydim.

 

27-) Yaleyteha kânetilkadıyete;

“Keşke (bu aşamaya gelinmeden) iş bitmiş olsaydı!” (A. Hulusi)

27 – Ne olurdu iş bitiren olaydı o ölüm. (Elmalı)

 

Yaleyteha kânetilkadıye ah..! keşke işimi tamamen bitirip bir yok oluş olsaydım. Yani benim işimi bitirseydi de ben yok olsaydım. Kânetilkadıyeh kesin bir vuruşla vurup işimi bitirmiş olsaydı, ölüm bir yok oluş olsaydı. Lâ ted’ul yevme süburen vahıden ved’u sübure..(Furkan/14) ayetini hatırlatıyor değil mi? bugün bir ölümü çağırmayın, bir tek ölü yetmez size ölümleri çağırın ölümleri diyordu ya ayeti kerime kaybedenler için. Ölümleri çağırın işte o.

 

28-) Ma ağnâ ‘anniy maliyeh;

“Servetim bana hiçbir fayda sağlamadı!” (A. Hulusi)

28 – Hiç bir şey’e yaramadı benden yana malım. (Elmalı)

 

Ma ağnâ ‘anniy maliyeh malım, başıma gelen hiçbir belayı benden defetmedi.

 

29-) Heleke ‘anniy sultaniyeh;

“Bütün gücüm de yok olup gitti.” (A. Hulusi)

29 – Mahvoldu benden saltanat-ü sâmanım. (Elmalı)

 

Heleke ‘anniy sultaniyeh gücüm elimde patladı veya beni güçlü kılan belgeler hiçbir işe yaramadı.

 

30-) Huzûhu feğulluhu;

“Tutun da bağlayın onu!” (A. Hulusi)

30 – Tutun onu hemen bağlayın onu. (Elmalı)

 

Huzûhu feğulluhu (meleklere denilecek ki) alın onu, bağlayın.

 

31-) Sümmel cahıyme sallûhu;

“Sonra Cahîm’e (cehenneme) atın onu!” (A. Hulusi)

31 – Sonra ancak Cahîme yaslayın onu. (Elmalı)

 

Sümmel cahıyme sallûhu sonra cehenneme yollayın.

 

32-) Sümme fiy silsiletin zer’uha seb’une zira’an feslukûh;

“Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincir içine sokun onu;” (A. Hulusi)

32 – Sonra bir zincirde, ki boyu yetmiş arşın, yollayın onu. (Elmalı)

 

Sümme fiy silsiletin zer’uha seb’une zira’an feslukûh sonra bir zincire vurun, uzunluğu 70 arşın olan bir zincire ve sıkıca bağlayın. Burada ki 70 rakamının kinaye olduğunu Zemehşeri söylüyor, gerçekten de 70 rakamı Kur’an ın bir çok yerinde kinaye olarak kullanılır. Uzun upuzun bir zincir. Zincirin uzunluğu aslında tutuklunun ya da hükümlünün biraz daha hareket serbestisine kavuşması gibi algılanabilir. Aslında burada ki vurgu o değil, zincir uzadıkça hükümlünün ağırlığı artar, yani taşımak zorunda kaldığı ağırlık artar. Onu ifade ediyor. Aslında buradaki zincirin uzunluğundan belki de şunu anlamak lazım Allah’a her isyanımız orada ki zincire bir halka ekletiyor. Allah korusun hafizanAllah ve iyyaküm diyelim Allah sizi de bizi de korusun.

 

33-) İnnehû kâne lâ yu’minu Billâhil’Azıym;

“Çünkü o, Esmâ’sıyla hakikati olan Aziym Allâh’a iman etmiyordu!” (A. Hulusi)

33 – Çünkü o Allah u azîmüşşana inanmıyordu. (Elmalı)

 

İnnehû kâne lâ yu’minu Billâhil’Azıym çünkü o, yüce Allah’a inanıp güvenmedi, suçu oydu. Yani Allah’a güvenmedi, Allah’a inanmadı. Allah ona güvendi ama El Mü’min olan Allah ona güvendiği için ona bir çok kredi açtı. Dünyaya gelirken hiçbir şey yoktu, ona bir çok şey verdi. Kendi varlığını verdi, yokluktan varlığa getirdi. Böyle cömert bir Allah’a karşı böylesine nankör nasıl cezalandırılacaksa şimdi öyle cezalandırıldı.

 

34-) Ve lâ yehuddu ‘alâ ta’amil miskiyn;

“Yoksulları doyurmak konusunda hiç çabası yoktu (cimriydi)!” (A. Hulusi)

34 – Ve fukaranın yiyeceğine hiç bakmıyordu. (Elmalı)

 

Ve lâ yehuddu ‘alâ ta’amil miskiyn yoksulu doyurmak için hiçbir çaba harcamadı, elini kıpratmadı. Yani doyurmadığı bir tarafa doyurmak için çaba da harcamadı.

 

35-) Feleyse lehülyevme hahuna hamiym;

“İşte bu süreçte onun hiçbir candan dostu yoktur.” (A. Hulusi)

35 – bu gün de ona yok kanı sıcak bir hısım. (Elmalı)

 

Feleyse lehülyevme hahuna hamiym işte bu yüzden burada ne bir can dostu,

 

36-) Ve lâ ta’amun illâ min ğısliyn;

“İrinli artıklardan başka yiyecekleri olmaz;” (A. Hulusi)

36 – Ne de bir taam, bir «gıslîn» den başka. (Elmalı)

 

Ve lâ ta’amun illâ min ğısliyn ne de, devam ediyor çünkü; ne de pis bir atıktan başka. Ğıslıyn pis bir atıktan başka yiyeceğe sahiptir. Ğıslıyn yıkantı anlamına, zaten yıkadı anlamına gelen ğasele den, yıkantı. Türkçe de özellikle eskiler çok kullanırlar kirlenen şey yıkandıktan sonra geriye kalan artık anlamına kullanılmış. Sanki günah kirleriyle beslenecekler gibi bir mana çıkıyor. Cehennemlikler ahirette günah kirlerini yiyerek beslenecekler. Oranın hayatı manevi bir hayat, bambaşka bir hayat olduğu için tabii ki ahiretteki tüm durumlar zorunlu olarak mecazi bir dille, mecazla ifade edilmek zorunda. Dünyada ruhunu hangi gıda ile doyurmuşsa orada onu bulacak biz buradan bunu anlıyoruz.

 

37-) Lâ ye’küluhu illelhatıun;

“Suçlular sadece onu yer!” (A. Hulusi)

37 – Ki onu kimse yemez hatâkâr canîlerden başka. (Elmalı)

 

Lâ ye’küluhu illelhatıun o sadece günahkarların yediği bir yiyecektir.

 

38-) Fela uksimu Bima tubsırun;

Yemin olsun görmekte olduklarınıza, (A. Hulusi)

38 – Artık yok, kasem ederim ki gördüklerinize. (Elmalı)

 

Fela uksimu Bima tubsırun bakın gördüğünüz her şeye yemin ederim. Rabbimiz yemin ediyor. Bu sıradan bir yemin değil.

 

39-) Ve ma lâ tubsırun;

Ve görmediklerinize! (A. Hulusi)

39 – Ve görmediklerinize. (Elmalı)

 

Ve ma lâ tubsırun görmediklerinize de yemin ederim. Şahadet- gayb. İç-dış, dünya – ahiret. Vahyin görüneni görünmeyeni belki. Bütün bunlara delalet eder. Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim.

 

40-) İnnehu lekavlu Rasûlin keriym;

Muhakkak ki O, Keriym bir Rasûlün kavlidir (sözüdür). (A. Hulusi)

40 – O hiç şüphesiz kerîm bir Resulün getirdiği sözdür. (Elmalı)

 

İnnehu lekavlu Rasûlin keriym bu yemin neden edildi? Yeminin cevabı geldi şimdi; Şüphe yok ki o keriym bir elçinin sözüdür. Bu ayeti nasıl anlayacağız? Keriym bir elçinin. Elçi peygamberdir buradaki. Elçinin sözü ne demek peki? Kur’an vahiy peygamberin sözümü, böyle mi anlayacağız. Açık dostlar, elçiye ait söz değil, elçiye emanet edilen, git şunu söyle diye emanet edilen söz. Öyle değil mi? Yoksa neyin elçisi. O sözün elçisi. O sözü taşıyor. Onun için taşıdığı söz kendine ait değil ki. O sözü taşıyan bir elçi. Yani elçiye emanet edilmiş. Keriym sıfatı cinsinin kamil örneği oluşuna delalet eder burada. Cinsinin kâmil örneği olmak, yani ihaneti düşünülemeyecek olan demektir.

 

41-) Ve ma hüve Bikavli şa’ır* kaliylen ma tu’minun;

O bir şair sözü değildir… İmanınız çok kısıtlı! (A. Hulusi)

41 – Ve o bir şâir sözü değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)

 

Ve ma hüve Bikavli şa’ır* kaliylen ma tu’minun ve o bir şair sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz diye çevirmeyeceğim. Bir önceki çeviride olduğu gibi, ne kadar azınız inanıyor.

 

42-) Ve lâ Bilkavli kâhin* kaliylen ma tezekkerun;

Bir kâhin sözü de değildir… Hatırlayıp düşünmeniz de çok kısıtlı! (A. Hulusi)

42 – Bir kâhin sözü de değildir, siz pek az düşünüyorsunuz. (Elmalı)

 

Ve lâ Bilkavli kâhin O bir kahin sözü de değil kaliylen ma tezekkerun ne kadar azınız öğüt alıyor. Bu iki ayeti kerime bu surenin sebebi nüzulünde anlatılan Hz. Ömer’le ilgili bir hikayeyi akla getiriyor. Bu ibretlik hatıra da Hz. Ömer’in ağzından şöyle bir nakil gelir bize;

Müslüman olmadan önceydi. Bir gün çıktım kâbe ye vardım. Kâbe ye gittiğimde ortada kimse yoktu ama orada Allah resulü bu sureyi, Hakka suresini okuyordu. Ve ben surenin o iç sesi beni bürüdü, öylesine etkilendim ki “Bu bir şair olmalı” dedim. Hemen arkasından şu ayeti okudu; Ve ma hüve Bikavli şa’ır (41) o bir şair sözü değildir. Ben bu sözü içimden söylemiştim. Ama cevabını dışımdan aldım. Bunu duyunca dedim ki “o zaman bir kâhindir.” Ve lâ Bilkavli kâhin gelmesin mi arkasından. Artık bana inanmaktan başka çözüm yolu kalmadı. Ahmed Bin Hambel’in bize kadar naklettiği bu rivayet gerçekten de ilginçtir.

 

43-) Tenziylun min Rabbil’alemiyn;

Rabb-ül âlemîn’den bir tenzîldir (tafsile indirme)! (A. Hulusi)

43 – O rabbül’âlemînden bir tenzildir. (Elmalı)

 

Tenziylun min Rabbil’alemiyn Alemlerin rabbinden indirilmedir.

 

44-) Velev tekavvele ‘aleyna ba’dal’ekaviyl;

Uydurup bize atfetseydi; (A. Hulusi)

44 – O bize isnaden bazı lâflar uydurmağa kalkışsaydı. (Elmalı)

 

Velev tekavvele ‘aleyna ba’dal’ekaviyl eğer peygamber kısmen dahi söylemediğimiz sözleri uydurup bize isnat etseydi,

 

45-) Leehazna minhu Bilyemiyn;

Elbette O’ndan sağ elini (gücünü) alırdık. (A. Hulusi)

45 – Elbette biz onu ondan dolayı yemîniyle yakalar (kuvvetle tutar hıncını alır) dık. (Elmalı)

 

Leehazna minhu Bilyemiyn onu sağ kolundan şiddetle yakalar veya sağ kolumuzla, sağ elimizle, ki güçle, güce yemin aynı zamanda güce tekabül eder, güçle şiddetle yakalar,

 

46-) Sümme lekata’na minhülvetiyn;

Sonra, elbette O’nun şah damarını (carotis arter) keserdik! (A. Hulusi)

46 – Sonra da ondan vetînini (iliğini) keser atardık. (Elmalı)

 

Sümme lekata’na minhülvetiyn ve şah damarını kesip başını koparırdık. İfadeye bakın. Eğer o bizim söylemediğimiz bir sözü vahyin arasına kendisi uydurup ta katmış olsa, bize atfederek söylemiş olsaydı onu sağ kolundan şiddetle yakalar şah damarını keser, kafasını koparırdık.

 

47-) Fema minküm min ehadin ‘anhu haciziyn;

Sizden hiçbir kimse de buna engel olamazdınız. (A. Hulusi)

47 – O vakit sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız. (Elmalı)

 

Fema minküm min ehadin ‘anhu haciziyn sizden artık hiç kimse buna engel olamazdı. Hiç kimse, eğer o böyle yapsaydı biz onun kafasını keserdik, sizin içinizden de buna engel olacak hiç kimse çıkamazdı.

 

48-) Ve innehû letezkiretun lilmüttekıyn;

Muhakkak ki O (Kur’ân), korunmak isteyenler için düşündürücü hatırlatmadır! (A. Hulusi)

48 – Ve o hiç şüphesiz unutulmayacak bir öğüttür korunacaklar için. (Elmalı)

 

Ve innehû letezkiretun lilmüttekıyn ve hiç şüphe yok ki o yani Kur’an muttakiler için, sorumluluğunun bilincinde olan herkes için bir uyarı, bir öğüttür.

 

49-) Ve inna lena’lemu enne minküm mükezzibiyn;

Muhakkak ki biz, yalanlayanlarınızı elbette biliyoruz. (A. Hulusi)

49 – Bununla beraber biz biliyoruz ki sizden inanmayanlar var. (Elmalı)

 

Ve inna lena’lemu enne minküm mükezzibiyn ama biz çok iyi biliyoruz ki sizden yalanlayanlar da çıkacak.

 

50-) Ve innehû lehasretun ‘alelkafiriyn;

Muhakkak ki O (kıyamet süreci), hakikat bilgisini inkâr edenler için elbette büyük pişmanlıktır! (A. Hulusi)

50 – Ve her halde o, kâfirler üzerinde bir hasrettir. (Elmalı)

 

Ve innehû lehasretun ‘alelkafiriyn yani sizden yalanlayanlar da çıkacak, biz bunu çok iyi biliyoruz. Şu da kesin ki bu durum kafirler için derin bir pişmanlık kaynağı olacak. lehasretun ‘alelkafiriyn inkara gömülüp giden kimseler için derin bir pişmanlık kaynağı olacak.

 

51-) Ve innehû leHakkulyakıyn;

Muhakkak ki O (kıyamet süreci), elbette Hakk-el Yakîn’dir (hakikatin en açık seçik yaşantısıdır)! (A. Hulusi)

51 – Ve o hiç şüphesiz hakkul yakîndir. (Elmalı)

 

Ve innehû leHakkulyakıyn zira o mutlak hakikattir. Tartışılmaz hakikattir.

 

52-) Fesebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym;

Öyleyse, ismi Aziym olan Rabbin namına (Esmâ’sına kullukla) işlevine devam ederek O’nu tespih etmiş ol!(A. Hulusi)

52 – Haydi tesbih et rabbinin azîm ismiyle. (Elmalı)

 

Fesebbih Bismi Rabbikel ‘Azıym o halde sözün özü neticesi şudur; sen ey muhatap, ey mü’min muhatap, ey insan. Eğer akıllıca bir iş yapmak istiyorsan rabbin adına, hem de azıym olan, muazzam olan yüce olan rabbin adına hareket et. Herkes bir şey adına hareket eder.

Bu ayet inince Resulallah; Bunu namazlarınızın rükûuna koyun diye emir buyurmuş. Onun için o gün bu gündür ulema namazın rükûunda sübhane rabbiyel azıym demeyi müstehap görmüşler. Her ne kadar bunun bir istisnası imam Malik bunun farz zannedileceği endişesiyle bunun sürekli yapılmasını hoş görmemiş. Ama efendimizin bu tavsiyesi namazlarımızın rükûuna bu ayeti, daha doğrusu bu ilahi emrin karşılığını taşıyarak tm mü’minin namazına girmiş. Rabbimizin adına hareket ettiğimizi namazlarda böyle ifade etmişiz.Yani namazda rükûa eğilmek Allah’ın önünde eğilmektir. Bunun manası Allah’tan başkasının, yani kulun önünde eğilmemektir. Allah’ın önünde eğilince de söylediğimiz söz şu oluyor;

Muazzam olan, muhteşem olan, yüce olan rabbimizin adına hareket ederiz. Sübhane rabbiyel azıym. Yüce rabbimiz adına hareket ederim.

Eğer bunu demişsek rabbimizin şanı ne yücedir diye tefsir etmek biraz daha şey geliyor bana. Daha açıklayıcı olan benim yaptığım bu tercüme gibi. Yüce rab adına hareket etmek. Eğer namazda bu sözü veriyorsak namazdan sonra sözümüzü yiyecek şeyler yapmamamız gerekiyor. Ki namazda söylediğimiz doğru olsun.

Rabbim ömrümüzü namaz kılsın inşaAllah. Rabbim kendi adına hareket edenlerden, şeytan adına hareket etmeyenlerden kılsın.

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.



İslamoğlu Tef. Ders. ME’ARİC SURESİ (01-44) (181)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

Rahman, rahiym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli olan Allah adına. Zatı merhametin mebaı olan, fiili merhametin tohumu olan Allah adına.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları bugün 181. dersimizde Me’aric suresini işleyeceğiz. Me’aric suresi elimizde ki Mushafta 70. sırada yer alan bir sure. Vahiy hiç şüphesiz insanın konuştuğu bir dille indirilmiştir, bu dil Arapça dır. Vahiy kendisinden önce muhataplarının konuşa geldiği Arap dilinin kelime ve kavramlarına yönelik 3 tür tasarrufta bulunur.

1 – Bu dilin sıradan kelimelerini aynen alır ve kullanır.

2 – Bu dile ait bazı kavramları alır, ona bir takım ilaveler yapar. Onu zenginleştirir, ya da onu dönüştürür.

3 – En önemlisi ise vahiy; kökü bu dilde bulunan ama gerek o formda, gerek o anlamda bu dilde daha önce kullanılmayan bir takım kavramlar vaz eder. Ya da daha önce kullanılan bazı kavramların içini tamamen boşaltır yepyeni bir mana ile doldurur. Yani kelimelerin kalbine mana inzal olur.

İşte me’aric kelimesi de vahyin tedavüle soktuğu kelimelerden, kavramlardan biridir. Yükseliş yolları, yükseliş basamakları. Veya kısaca yükselişler. Ki mertebelerden bahseden bir yükseliş bu. Veya yücelme basamakları, mastar olarak da anlayabiliriz, yücelme mertebeleri anlamına gelir. Allah’ın mutlak aşkınlığını ifade eder bu kavram aynı zamanda. Çünkü mi’rac mi’rıc veya ma’rec kökünden gelebilir, iki köke atfedilebilir.

3. ayetinden alır ismini sure. Sureye başka isimler de verilmiş mesela, seele sâilun. Ki ilk kelimeleri bunlar. Veya vakı’ yani olacak olan manasına, gerçekleşen, tahakkuk eden manasına vakı’ ismi de verilmiş.

Sure Mekkidir.ünlü tertipte ki bu tertip Hz. Osman’a nispet edilir, sebebi nüzul tertibi tabii ki. Haakka suresi ile Mülk suresi arasına yerleştirilir. Bu 91. sıraya tekabül eder nüzul sıralamasında tabii ki. Haakka ile muhtevası arasında bir benzerlik var. Onun içinde ünlü nüzul tertibinde ki bu yerini yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum.

Necm ve İsra surelerine mücavir olmalı bu sure. Yani necm ve İsra surelerine komşu bir zamanlaması olabilir diye düşünüyorum. İsra’nın genellikle 8. yılda indirildiği kabul edilir. Fakat 5. yılda indirildiğine dair de görüşler vardır. Ki bu görüşleri de göz önüne alarak, dikkate alarak bu surenin; nübüvvetin, peygamberliğin 6. veya 7. yıllarında indirildiğini düşünebiliriz me’aric suresinin. Bu da bu fakirin nüzul sıralamasını ifade ederken surelere ilişkin, özellikle Mekke döneminin gizli davet, açık davet, boykot öncesi, boykot sırası ve boykot sonrası diye taksimat yaptığını daha önce biliyorsunuzdur. Bu çerçevede bu sureyi boykot öncesi sureler arasına yerleştirebiliriz.

Surenin ana teması hiç şüphesiz ahiret. Yani Allah’tan başka bize hiç kimsenin haber veremeyeceği ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Furkan/14) her şeyden haberdar olanın verdiği gibi haberi hiç kimse veremez diyen ayetin de ifade ettiği gibi Allah’tan başka hiç kimsenin bize haber veremeyeceği bir alemden, ahiretten haber verir.

Surenin maksadı adalet tasavvurumuzu inşadır. Girişte inkârcıların yürek yangınını, yani Allah’tan mahrum kalmanın insana vereceği o dehşet azabı ifade eder. 1 ve 2. ayetlerinde. İlahi kudretin büyüklüğünü dile getirir ve tabii ki ilahi müdahalenin insan hayatına, insana, insan topluluklarına ilahi müdahalenin sürat hızlılığını dile getiren ayetler gelir müteakiben. 3 ve 4. ayetler.

İnkarcı aklın, daha genelde inkârcıların yalnızlığını ve mahrumiyetini ifade eder. 6. ile 18. ayetler arası. İnsan hakkında genel bir tespit yapılır bu surede. Ki Kur’an da buna benzer tespitler yer alır. İnsanı Allah’tan öğrenmek en doğru kapıdan öğrenmektir. Onun için insanı yaratan Allah’ın insan hakkında bir ifşası dile gelir burada. O da nedir?

İnnel’İnsane hulika helû’a (19) hiç şüphe yok ki insan tatminsiz, doyumsuz bir varlıktır. Bu hem bir fırsattır, iyi kullanılırsa, hem de bir zaaftır kötü kullanılır terbiye edilmezse. İnsan tatminsiz yaratıldı. İnsan doyumsuz yaratıldı. Niye doyumsuz yaratıldı yarabbi diye sorduğumuzda, tekâmül etsin diye yücelsin diye. Yani me’aric ile, yükselişlerle, yükseliş basamaklarına basarak mi’rac etsin diye cevabını verebiliriz.

Manevi hastalıkların manevi ilaçları vardır. Bu surede Allah’ın yaratılıştan bize verdiği yetenekler hastalanırsa Allah’ın yaratılıştan bize yerleştirdiği o temel güdüler hastalanırsa hangi ilaçlarla tedavi edeceğiz sorusuna bu surede cevap buluruz. 22. – 35. ayetler arası işte bu cevaplardır.

Bu kısa özetten sonra şimdi me’aric suremizi tefsire geçebiliriz.

 

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym Allah adına. Herkes biri adına okur bildirileni. Herkes biri adına konuşur. Ya nefsidir, ya amiridir, ya hükümetidir, ya başka bir odaktır. Ama ey insan sen bu vahyi Allah adına oku. Allah adına al, Allah adına ilet. Bu mesajı verir besmele. Besmele aynı zamanda; ben Allah sayesinde bu işi yapıyorum demektir. Buna ilaveten ben Allah’ın açtığı krediyle, verdiği güçle bu işi yapıyorum demektir. Buna ilaveten eğer Allah bana bu gücü vermezse, benden bu gücü alırsa bunu, yani okuma işini, yani vahyi anlama işini, veya vahyi yaşama işini yapamam demektir.

 

1-) Seele sâilun Bi’azâbin vakı’;

Sorgulayan, gerçekleşecek azabını sordu! (A. Hulusi)

01 – İstedi bir sâil bir azâbı ki olacak. (Elmalı)

 

Seele sâilun Bi’azâbin vakı’ herhangi bir soru veya istek sahibi ahirette vuku bulacak veya vuku bulması kesin olan tarifsiz azabı hemen burada isteyebilir, sorabilir.azab’ın “b” ile geçişli yapılması, müteaddi yapılması hem sordu, hem istedi, hem de acele etti, tez canlı davrandı manalarını verir. An gibi anlaşılır. Yani seele seeilün, Biazâbin vakı’ biçiminde de anlaşılabilir. Bu “ba”nın içinde an manası da vardır. Onun için seele; hem sordu, hem istedi, hem de seele “bi” ile beraber acele etti, tez canlı davrandı manasına gelir.

Soruyu soran iyiler mi kötüler mi. Biz 5. ve 6. ayetten soruyu soran kafanın kötülere ait bir kafa olduğunu, inkârcılara ait bir kafa olduğunu anlıyoruz. Vakı’; ayetin sonunda ki kelime kesinliği belli olan inkârcılara meydan okuyan bir kelime aslında. Kesinliği belli olan demek. Onun için kesin gerçekleşecek olan, hatta hatta, vakı’ bizabin vakı’ gerçekleşmiş gibi bilmeleri gereken. Olup bitmiş gibi bilmeleri gereken vurgularını içerir.

 

2-) Lilkâfiriyne leyse lehû dafi’;

Hakikat bilgisini inkâr edenler içindir (azap olan ölüm)! Onu savacak yoktur. (A. Hulusi)

02 – Kâfirler için yok onu defi’ edecek. (Elmalı)

 

Lilkâfiriyne ki o azab kâfirlere hastır. Buradaki “lâm” lam-ı milk manası verirsek (bireyin tasarrufa yetkili olduğu mal varlığı) eğer, kâfirler o azabı mülk edinmiştir. Azab da mülk edinilir mi değerli Kur’an dostları, mülkiyete geçirilir mi? Demek ki insan azabı mülkiyetine geçirebiliyor, yani azabı satın alabiliyor. Allah korusun. leyse lehû dafi’ kimsenin O’na karşı kendini savunmaya mecali yoktur. Asla o azaba karşı hiç kimse kendini savunamaz.

 

3-) MinAllâhi Ziylme’aric;

Zül Mearic (pek çok urûc edeni olan) Allâh’tandır! (A. Hulusi)

03 – O, mi’racların sahibi Allah dan. (Elmalı)

 

MinAllâhi Allah’tan gelen o azaba karşı kimse kendini savunmaya mecal bulamaz Ziylme’aric öyle bir Allah’ki miraclar sahibi, yücelişler sahibi yükselme vesileleri sahibi. Yükselme basamaklarının sahibi. Evet işte böyle bir Allah’tan gelen azaba karşı hiç kimse kendini savunmaya mecal bulamaz.

Bu hiçbir yüceliş, yükselişin, hiçbir büyüme, hiçbir manevi gelişmenin Allah sız gerçekleşmeyeceğini açık ve net bir ifadesi. Allah anlam demektir. Allahsızlık anlamsızlıktır. Dolayısıyla nasıl yücelecek insan yüce bir kulpa tutunmadan. İnsan manen nasıl yücelecek bir referans noktası olmadan. İnsan içine düştüğü şu benlik kuyusundan, eğer yüreğinin parmakları, yüreğinin ellerinin kolları yoksa nasıl tırmanıp ta çıkacak. Mi’rac veya ma’rac; cemisi me’aric gelir. İki manaya birden gelir. hem vahyin birden çok yoluna, ki vahyin birden çok geliş yolu vardı, hatırlayalım Şura/51. ayetinde vahyin geliş biçimlerinden 3 biçimi dile getirilir. Rü’ya, meleğin asli suretinde gelişi, ya da ilahi bir ilham. Dolayısıyla yani vahiy edilme yoluyla.

İşte vahyin bu 3 suretine delalet edebileceği gibi bu ayet, bir başka delaleti de Allah’a ulaşan yolların çokluğuna delalet eder. Yani Velleziyne cahedu fiyna lenehdiyennehüm sübüleNA (Ankebut/69) yolumuzda, bizim uğrumuzda var gücünü harcayıp cihat edenleri yollarımıza kılavuzlarız. Yollarımıza çıkarırız. Yollarımıza çıkarmak için rehberlik yaparız. lenehdiyennehüm sübüleNA sebiylena değil. yolumuza değil, yollarımıza. Demek ki ana caddeye çıkan tali yollar var. herkesin şimdi ve buradasından o ana caddeye bir cılga, bir patika yol çıkar. Allah o yoldan ana yola, ana caddeye çıkan bir yol yaratmıştır. Dolayısıyla yollarımıza yönlendiririz, yollarımıza döndürürüz, yollarımıza kılavuzlarız buyurması, aslında Allah’a ulaşan yolların, yani usulün, yöntemin birden fazla olabileceğini, ama aslın tek olduğunu gösterir.

Asıl tek, usül çok olabilir. Allah’a ulaşan yolda kimisi tıpkı dünyada ki varacağı menzile kara yoluyla, kimisi hava yoluyla, kimisi deniz yoluyla varması gibi Allah’a da ulaşma yöntemi farklı olabilir. minküm şir’aten ve minhaca. (Maide/48) ayetinde de ifade buyrulduğu gibi Allah’a ulaşan yollara yönlendirilmesi anlamına gelir.

 

4-) Ta’rucül Melaiketu verRuhu ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhû hamsiyne elfe senetin;

Melekler ve ruh, miktarı (size) elli bin sene gibi olan bir süreç içinde urûc ederler (hakikatlerindeki Allâh’a ermek için yöneliş süreci) O’na. (A. Hulusi)

04 – Ki ona Melâike ve Ruh uruc eder, bir günde ki miktarı elli bin sene tutar. (Elmalı)

 

Ta’rucül Melaiketu verRuhu ileyhi fiy yevmin kâne mikdaruhû hamsiyne elfe senetin bütün melaike, veya melekler. Bazı müfessirler melaike ile melekler arasında fark gördüğü için ikisini de zikrediyorum. Melekler ile birlikte dünyaya göre 50.000 yıl olan bir günde ona yükselir. Yani bütün melaike ruh ile birlikte dünyaya göre 50.000 yıl olan bir günde ona yükselir.

Nasıl anlayacağız bunu? bir günü 50.000 yıl olan bir zaman. Burada özellikle verRuh var. Buna vahiy meleği diyenler olmuş veya miraca çıkan ruh diyenler de olmuş. Doğrusu melaike geldiğine göre miraca çıkan ruhlar diye anlamak daha doğru. Çünkü verRuh’u da ki “lâm” cins içindir ve bu tekil olmakla birlikte çoğul manasını kapsar. Çünkü türünün tüm bireylerini içine alır. Onun içinde ruhlar diye anlamakta hiçbir beis yok. Onun için melekler beraberinde ruhlar olduğu halde bir günü 50.000 yıl olan bir zaman parçasında çıkarlar, yücelirler.

Hac/47. ayetinde bir gün 1.000 yıl olarak verilir. ve inne yevmen ‘ınde Rabbike keelfi senetin mimma te’uddun. (Hac/47) rabbinin katında bir gün 1.000 yıl gibidir sizin saydıklarınız cinsinden 1.000 yıl rabbinin katında bir güne bedel. Yani bu aslında neyi gösteriyor? Zaman mefhumunun göreceliğini gösteriyor. 50.000 yıl mı, 1.000 yıl mı. Kur’an da ikisi de geçiyor. Allah katındaki bir gün dünya da ki 50.000 yıla mı bedel, 1.000 yıla mı bedel diye sormaya gerek yok.

Her ikisi ve daha fazlası. Çünkü Zaman görece bir şeydir, durduğunuz yere göre değişir. Unutmayalım samanyolunun bir günü 250.000.000 yıldır. Yani kendi etrafında bir kez dönmesi Samanyolu galaksisinin 250.000.000 yılda gerçekleşir. Dünyanın kendi etrafında bir kez dönmesi 24. saatte gerçekleşir. Buyurun. Zamanın göreceliğine bundan daha güzel delil olur mu? Onun için burada da zaten vahyin söylediği bu. Zaman sabit ve standart değil, nispidir, görecedir. Belki asıl biz bu ayetten neyi anlayacağız o önemli mealen çok hızlı yükselir. Allah katına eğer yükselmeyi hak etmişse bir insan, bir ruh çok hızlı yükselir. Veya melek.

Ben bu ayeti okuyunca bir başka ayeti hatırladım Fatır/10. ayeti. Ona sadece güzel sözler yükselir. Onları, o güzel sözleri salih ameller yüceltir diyordu ya; ileyHİ yas’adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfe’uhu.(Fatır/10) O’na sadece güzel sözler yükselir, o güzel sözleri ise ameli sahih yükseltir. Yani ameli salih adeta ona yükselen güzel sözlerin bir vasıtasıdır. Onu taşıyan bir füze gibi algılayalım. Onun için çirkin sözler O’na yükselmez. Demekle aslında dualar güzel olursa, dualar ameli salih füzesinin başlığının içine yerleştirilirse O’na yücelir. Biz böyle de anlıyoruz bunu.

[Ek bilgi; Melekler ve Ruh, Allah-u Zü’l-Celâl’e öyle bir günde ulaşırlar ki bu sizin bildiğiniz, saydığınız elli bin yıla bedeldir. Yani eğer bu işi siz yapmaya kalksaydınız, elli bin yıl uğraşırdınız da beceremezdiniz. Bu âyetin manasını şu iki şekilde anlamaya çalışacağız:

            1- Buradaki Ruh’tan kasıt Cebrâil’dir. Çünkü Kur’an’da Cebrâil’in (a.s) bir adı da Ruh’tur. Öyleyse şöyle diyeceğiz:  Melekler ve Ruh, melekler ve Cebrâil Allah katına öyle bir günde çıkarlar ki, bu sizin bildiğiniz saydığınız elli bin yıla bedeldir.

            2- Buradaki ruhtan kasıt ölmüş insanların ruhlarıdır. Buna göre de şöyle diyeceğiz: Melekler sizden ölmüş birinin ruhunu Allah katına öyle bir günde çıkarıp ulaştırırlar ki, bu sizin bildiğiniz elli bin yıldır.(Besâiru-l Kur’an – Ali küçük)]

            [Ek bilgi-2; …Tek bir varlık ve nesne olan âlem yönünden zaman parçalarından söz etmek mümkün değildir. Her nesneye göre, ya o nesnenin yapısı bakımından izafî zamanlar söz konusudur, ya da evrensel tek bir an söz konusudur. Bu açıdan da devam edilince, zaman denilen şeyin olayların birbiri ardınca sıralanması olduğu ortaya çıkar.İnsan ve sırları – A. Hulusi)]

           

5-) Fasbir sabren cemiyla;

O hâlde güzel bir sabır ile sabret. (A. Hulusi)

05 – O halde sabret biraz bir sabrı cemîl ile. (Elmalı)

 

Fasbir sabren cemiyla artık güzel bir sabırla sabret. Hiç şüphesiz bu ayetin ilk muhatabı efendimiz. Efendimizin bu ayeti indiğinde neler çektiğini anlamamız için Mekke’nin 6 ve 7. yıllarını şöyle bir göz önüne getirmemiz lazım. Boykotun hemen öncesi veya boykotun belki de ilk yılı. Yer demir gök bakır. Doğduğu toprakları kendisine zindan etmeye yemin etmiş Mekke’nin kafir soyluları, müşrikler ve alemlere rahmet olarak gönderilmiş olana alemleri dar getirmeye çalışıyorlar. Alemlere rahmet olarak gönderilene alemler içinde bir küçücük kasabada hayat hakkı tanımıyorlar. Ona her şeyi zehir etmeye çalışıyorlar. Hayat alanını daralttıkça daraltıyorlar. Herkesin doya doya kullandığı haklardan onu mahrum etmeye çalışıyorlar ve boğmaya çalışıyorlar.

İşte böyle bir ortamda Fasbir sabren cemiyla. O halde artık güzel bir sabırla sabret ayeti bu bağlamda niye gelir? Hemen üstteki ayetlerin muhtevasını hatırlayacak olursak, yani rabbinin katına yücelmek için rabbinden başkasından izin alacak değilsin. Eğer rabbin seni yüceltecekse bunları çekmen gerekiyor. Onun içinde sabret.

Hz. Ali de öyle diyordu ya, dert yanma sabret. Sabret yani diren El ceze’u et ‘ab’ı mines sabr. Yakınma. Yakınmak sabretmekten daha çok yoruyor. Onun için dert yanma sabret. Hem de güzel bir sabırla sabret. Güzel bir sabır, sabretmek direnmek ve direnişin faturasını çıkarmamaktır.

 

6-) İnnehüm yeravnehu be’ıyda;

Muhakkak ki onlar onu (azap günü olan ölümü) uzak görüyorlar! (A. Hulusi)

06 – Çünkü onlar onu uzak görürler. (Elmalı)

 

İnnehüm yeravnehu be’ıyda hiç şüphe yok ki onlar hesap gününü çok uzak olarak görüyorlar. Yani hiç gelmeyecek, hiç kavuşmayacakmış gibi zannediyorlar, görüyorlar.

 

7-) Ve nerahu kariyba;

Biz ise onu yakın görüyoruz! (A. Hulusi)

07 – Bizse onu yakın görürüz. (Elmalı)

 

Ve nerahu kariyba bizse yakın görüyoruz. Yani müşriklerin gördüğü mü, Allah’ın gördüğümü, kimin gördüğü gerçek? Dolayısıyla burada bir kinaye de var adeta. Hani onlar öyle diyorlardı ya; Eizâ mitna ve künna turaba* zâlike rec’un be’ıyd. (Kaf/3) şimdi ne yani diyorlardı biz ölüp toza toprağa karıştıktan sonra yeniden diriltilecek miyiz? Zalike rec’un be’ıyd; Bu geri dönüş çok uzak bir ihtimal diyorlardı ya, Kur’an bize haber veriyordu. Onları ret sadedinde geliyor.

 

8-) Yevme tekûnüsSema’u kelmühl;

O gün semâ, erimiş maden gibi olur. (A. Hulusi)

08 – O gün ki olur sema’ erimiş bir maden gibi. (Elmalı)

 

Yevme tekûnüsSema’u kelmühl o gün gökyüzü yanmış yağ tortusu gibi kıp kızıl olacak. Manzaranın dehşetini gözümüzde canlandırabiliriz. Rahman/37. ayetini hatırlayalım, çok benzer bir ayet. Feizen şakkatis Semau fekânet verdeten keddihan. (Rahman/37) gök yarıldığı zaman görülen manzara kızarmış kıp kızıl bir yağ gibi açılmış güle döner o görüntü diyor. Müthiş bir ifade tarzı, insanın tüylerini diken diken eden bir ifade tarzı. Hem açılmış bir gül gibi, hem de kızarmış, kıp kızıl bir yağ gibi. Bilemiyoruz.

 

9-) Ve tekûnulcibalu kel’ıhn;

Dağlar renkli yün gibi olur. (A. Hulusi)

09 – Dağlar da atılmış elvan yun gibi. (Elmalı)

 

Ve tekûnulcibalu kel’ıhn bu ayetler hiç kimsenin haber veremeyeceği, hiçbir haber kaynağının haber alamayacağı bir ana ait, yani son saate, yani kıyamet diye bildiğimiz yer yüzünün son nefesine ait. Kainatın belki de son nefesine ait. Bütün dağlar hallaç pamuğu gibi atılmış olacak. Yani şu dağ da yerinden oynar mı, bu dağı kim kaldırabilir yerinden diye soran ey insan. Allah gücünü öyle gösterecek ki dağlar pamuk gibi atılacak, toz duman olacak. Dün gördüğün dağ, bir gün sonra yerinde yeller esecek.

 

10-) Ve lâ yes’elu hamiymun hamiyma;

Dostların birbirini arayacak hâli kalmaz! (A. Hulusi)

10 – Ve bir hısım bir hısıma halini sormaz. (Elmalı)

 

Ve lâ yes’elu hamiymun hamiyma asıl belki bizi can evinden vuran da bu ayet. Ve ne de herhangi bir dost, dostundan yardım isteyebilecek. Yani hiç kimse, hiçbir dost, bir diğer dosttan yardım alamayacak, isteyemeyecek.

 

11-) Yubassarûnehüm* yeveddülmücrimu lev yeftediy min ‘azâbiyevmeizin Bibeniyh;

Birbirlerine gösterilirken insanlar. Suçlular, o sürecin azabından kendini kurtarmak için oğullarını fidye olarak (ateşe) vermeyi düşünür. (A. Hulusi)

11 – O günün azâbından oğullarını. (Elmalı)

 

Yubassarûnehüm peki yardım alamaması uzak oldu, ulaşamadı, sesini duyuramadığı için mi? Yo..! birbirlerinin görüş alanında olacaklar. Buna rağmen hiçbir can dost, can dostuna yardım edemeyecek. Nasıl etsin ki. Yardım istenen de kendisi yardıma muhtaç, kim kime yardım edebilir ki. Allah resulü sevgili kızı Fatıma-tüz- Zehra’ya öyle demiyor muydu, Kurtubi naklediyor; Kızım Fatıma, işterî nefseki minallah Allah’ın elinden nefsini satın al. Vallahi yarın senin içinde bir şey yapamam. Bize Allah resulünün bir tefsiri olarak naklediliyor. Aslında ResulAllah bu ayetleri böyle anlıyor.

Dostlar birbirine uzak olduğu için yardım edemeyecek değil, aksine bir birlerinin gözünün önünde duruyorlar diyor bu ibare Yubassarûnehüm* yeveddülmücrimu lev yeftediy min ‘azâbiyevmeizin Bibeniyh o gün günahı tabiat edinmiş kişi, mücrim sadece günahkar değil. Birinin mücrim olması için günahın ona ad olması için günahı ahlak haline getirmiş olması lazım. Onun için günahı ahlak haline getirmiş kişi azaptan kurtulmak için fidye vermek isteyecek. Nesini? Neyi fidye verecek Bibeniy; öz evladını. Evet, öz evladını gözünü kırpmadan kendisini azaptan kurtarmak için fidye, yani alın bunu yakın, alın bunu beni bırakın diye fidye verecek, vermek isteyecek.

 

12-) Ve sahıbetihi ve ahıyh;

Karısını, kardeşini; (A. Hulusi)

12 – Ve refikasını ve biraderini. (Elmalı)

 

Ve sahıbetihi ve ahıyh bitmedi onun yanında eşini, kendini kurtarmak için fidye verecek kurtuluş akçesi olarak. Yine kardeşini verecek. Bu ayetleri okurken insan satmak deyimi aklıma geliyor, yakınını satmak. Hani insanlar şikayet eder bazen ya. Bunca yıllık dostum beni sattı arkadaş. Buyurun kişi kendini kurtarmak için öz yavrusunu satmaya kalkacak, eşini satmaya kalkacak, kardeşini satmaya kalkacak. Devam ediyor daha bitmedi;

 

13-) Ve fasıyletihilletiy tü’viyh;

Aralarında yaşadığı tüm yakınlarını; (A. Hulusi)

13 – Ve kendini barındıran fasîlesini. (Elmalı)

 

Ve fasıyletihilletiy tü’viyh kendisine sığınak olmuş bütün yakınlarını, bütün akrabayı taallukatını, bütün aşiretini satmaya kalkacak. Yine bitmedi;

 

14-) Ve men fiyl’Ardı cemiy’an sümme yünciyh;

Yeryüzünde yaşamış olanların tümünü (fidye verse) de kendini kurtarsa! (A. Hulusi)

14 – Ve Arzda bulunanların hepsini de sonra kendini kurtarsa. (Elmalı)

 

Ve men fiyl’Ardı cemiy’an sümme yünciyh yer yüzünde yaşayan herkesi fidye vermek isteyecek. Yeryüzünde, sanki kendininmiş gibi. Yani Allah’ın tek beni bırak ta yer yüzündeki herkesi al. Evladını vermesi yetmedi. Eşini vermesi yetmedi, kardeşini vermesi yetmedi. Dostunu vermesi yetmedi. Akrabayı taallukatını vermesi yetmedi, aşiretini vermesi yetmedi. Yeryüzünde ki herkesi, yani sanki herkes akrabası olsa hepsini vermek isteyecek. Sümme yünciyh ki kendisi kurtulsun. Tek kurtulayım da her şeyi vereyim diyecek. Fakat;

[Ek bilgi; Hz. Ebu Bekir efendimize isnat edilen bir yalan vardır ya, buradaki onun tam tersi. Ebu Bekir efendimiz “aman ya Rabbi, beni o kadar büyüt, o kadar büyüt ki, benim vücudumu o kadar büyük yarat ki, cehennemi sadece benim vücudum doldursun ve oraya gidecek başka insan olmasın. Beni cehenneme koy ki, kimse cehenneme gel-mesin. Cehennemi yalnız ben doldurayım da herkes cennete gitsin” demiş (!). Der mi böyle bir şeyi Ebu Bekir efendimiz? Kesinlikle de-mez değil mi? Hz. Ebu Bekir efendimizin  onu demediğine delil çokta, birkaç tanesini söyleyeyim:

Yani hâşâ Ebu Bekir efendimiz şöyle mi diyecekti: “Ya Rabbi ben Ebu Cehil’i çok seviyorum. Ben Hz. Mûsâ’ya kan kusturan Firavunları çok seviyorum. Ben İbrahim’e (a.s) dünyasını zindan eden Nemrut’u çok seviyorum. Veya ben Müslümanları bir kaşık suda boğmak isteyen, Seninle, Senin dininle, Senin kitabınla, Senin sisteminle savaşa tutuşan yirminci asrın kâfirlerini, ateistlerini, dinsizlerini çok seviyorum. Onların cehenneme gitmesine vicdanım dayanmaz. Binaenaleyh sen cehennemini benimle doldur da onların tamamı cennete gitsin” mi diyecekti Ebu Bekir efendimiz? Bunu mu diyecekti hâşâ? Kitap-sünnet bilgisine sahip olan bir sahabenin böyle bir şey söylemesi kesinlikle mümkün değildir. (Besairu-lKur’an/ Ali küçük)]

 

15-) Kellâ* inneha Lezâ;

Hayır, asla! Muhakkak ki o Leza’dır (dumansız alev). (A. Hulusi)

15 – Hayır, çünkü o salgın bir lezâ, etrafı soyan nari ceza’. (Elmalı)

 

Kellâ yo..! asla ama asla kabul edilmeyecek inneha Lezâ Lezâ lehebin alemiye olmuş şekli. Yani Leheb alev manasına gelir. Lezân, aslı bunun idi temyinli, o cins isimdi. Cins ismi aleme yani özel isme çevirmek için Arap dilinde bir kuraldır, arkasına elifi maksure gelmiş. Lezâ alemiye olmuş, yani türü içinde çok özel bir çeşit alev. Öyle bir alev ki değdiğini kavuran. Öyle bir alev ki tanımsız, yani bizim gördüğümüz cins, gördüğümüz tür bir alev değil. Belki göze bile görünmeyen ama hücrelere sızan, arkasını da okuyalım;

 

16-) Nezza’aten lişşeva;

Derilerini kavurup soyan! (A. Hulusi)

16 – Etrafı soyan nari ceza’. (Elmalı)      

 

Nezza’aten lişşeva derisini kavuran bir alev. Kavuran ama acı verdiği halde orayı yok etmeyen. Yani sürekli acı veren ama hücrelerin acı verme hassasını yok etmeyen. Acıyı hissettiren, ta hücrelere işleyen bir alev veya ışın.

[Ek bilgi; “RUH”, yani “holografik ışınsal beden”

Güneş’in içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz! Bunun misali, rüyada, bedeninin ezilip büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir. İşte “cehennem” denen Güneş’in (1) içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner. Ve bu durum tekrar tekrar sürer gider. (1) Bu konudaki hadisler ve bilgiler İNSAN ve SIRLARI isimli kitabımızda tetkik edilebilir. (A. Hulusi/ HAZRETİ MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI “ALLÂH”)]

 

 

17-) Ted’u men edbere ve tevella;

(O Leza) çağırır (hakikatine davet olunduğunda) arkasını dönüp, yüz çevirip gideni! (A. Hulusi)

17 – Çağırır arkasını dönüp tersine gideni. (Elmalı)

 

Ted’u men edbere ve tevella o sırt dönen ve yüz çevirenleri kendine davet eder. Öyle bir alev ki, adeta bir özne gibi kendine davet edecek. Kimleri? Hakikatten yüz çevirenleri, (vahye sırt dönenleri. Bunlara böyle birer takdir yapabiliriz.) Vahye sırt dönenleri, haktan yüz çevirenleri gel gel edecek. Öyle bir alev. Yani can alıcı, adeta bu alev hani ellat diye çöllerde varlığı bilinen ve Arabın görünce ne kaçabilirsin, ne koşabilirsin diye tarif ettiği o kadar albenili, o kadar cazip, üstündeki pulları öyle muhteşem renklere sahip ki insan bakmaktan gözünü alamaz. O kadar cezp edici ki yılanı bağrına basasın gelir, gözünü alamazsın o kadar güzel. Ama aynı zamanda o kadar zehirli, o kadar tehlikeli. Ne gidebilirsin, ne yürüyebilirsin. İşte bu alevde böyle bir alev çeşidi.

 

18-) Ve ceme’a feev’a;

Toplayıp da servet yığanı! (A. Hulusi)

18 – Ve toplayıp toplayıp kasaya yığanı. (Elmalı)

 

Ve ceme’a feev’a zira o serveti toplayıp kokuttu, ağzını bağladı, yani servetin ağzını bağlayıp kimseye koklatmadı. Böyle de çevirebiliriz  feev’a hem toplamak, hem de irin, cerahat manasına gelir. Onun için kokuttu diye anlamak sanırım doğru bir anlam olur. Hani Kur’an söylüyor ya Ve tühıbbûnelmâle hubben cemma. (Fecr/20) malı üst üste yığmayı çok seviyorsunuz. Malı biriktirmeyi çok seviyorsunuz. Burada adeta insanın biriktirme tutkusuna bir kinai atıf var.

Kur’an; Elhakümüt tekâsür – Hattâ zürtümülmekabir – (Tekâsür/1-2) derken de bu tutkuya atıf yapmıyor mu? Ölünceye kadar, kabirlere girinceye kadar çoğaltma, biriktirme tutkusu sizi helâke sürükledi. İnsanoğlunun kadim zaafı bu. Biriktirme, biriktirip ağzını bağlama. Aslında insanın paylaşmama hastalığına dikkat çekiyor. İnsan biriktirmeye başladığı zamanda kokutacak demektir. Çünkü duran su kokuşur. Eğer paylaştırmaya başlarsa akan suya benzer servet, kokmaz, kokuşmaz. Pırıl pırıl içimlik bir su olur. Hatta eğer bu paylaşmayı Allah’ın razı olduğu biçimde yaparsa o zaman bu su kaynak suyuna, hatta daha ileri aşamada kevsere dönüşür. İşte kevserin hayrun kesiyrun yani çok hayır olması da bu anlama gelir.

 

19-) İnnel’İnsane hulika helû’a;

Muhakkak ki insanın yaratılışında hırs ve doyumsuzluk mevcuttur! (A. Hulusi)

19 – Hâkikat o insan helu’ yaratılmıştır. (Elmalı)

 

İnnel’İnsane hulika helû’a yeni bir pasaja girdi suremiz. Hiç şüphe yok ki insan pek tatminsiz yaratılmıştır. İnsan tabiatını tanıtan bir ayet bu. Kur’an da böyle çok ayet buluruz. İnsan kimdir sualine cevap sadedinde gelen çok ayet. Mesela ve kânel İnsanu eksere şey’in cedela. (Keyf/54) insan bir çok hususta cedelcidir, polemikçidir, tartışmayı sever der. Bir başka ayet; insan acelecidir der. (İsra/11) Bir başka ayet insan nankörlük yapar der. (‘Adiyat/6) yani aslında bunlar insanın yaratılıştan kaynaklanan bir takım güdülerinin terbiye edilmeyince nasıl zaafa dönüştüğünü de gösterir. Burada da insana yaratılıştan verilen bir güdü, yani helû’ doyumsuz, tatminsiz. Ferra acur manasını vermiş buna, yakınan demek, tatminsiz olan demek, sürekli dert yanan demek Fe’ul vezninden gelmiş hatta bu. Fe’ul vezni hem fail hem mef’ul manalarını içerir. Yani hem tatminsiz olan, hem de tatminsiz kılan.

Çok ilginç hem özü itibarıyla tatminsiz, hem de elini değdiğini tatminsiz kılan. Ama tatminsizlik özü itibarıyla insan için bir bela değil dostlar. Eğer insana tatmin verilseydi insan bir adım daha ilerleyemezdi. İnsan elde ettiği ilk şeyle kalır, tekâmül gerçekleşmezdi. Bir adım daha atmazdı. Hiçbir şeye yorulmazdı. İlk hedefini elde ettiği zamanda ikinci bir hedef gözetmezdi. Hele hele hedeflerin en büyüğü olan cenneti ve onun da üstünde ki Allah rızasını hiç gözetmezdi.

Aslında insana verilen tatminsizlik bir imkân olarak kullanıldığında insanını Allah rızasını elde etmesinde muhteşem bir itici güç rolü oynuyor. Cenneti elde etmesinde muhteşem bir itici güç rolü oynuyor. Çünkü tatmin olsaydı Allah rızasını arar mıydı. Rızayı aramak için hayırdan hayra, sevaptan sevaba, ibadetten ibadete, güzellikten güzelliğe koşar mıydı. Güzellikler arasında maraton yapar mıydı. Onun için bu tatminsizlik ilk bakışta sanki insana bir reziletmiş gibi geliyor, hayır. İnsan için bir imkândır.

Aslında şöyle söyleyebilir miyiz? Bana ne ile tatmin olduğunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Herkese bunu söyleyebiliriz. Ey insan bana, senin neyin tatmin ettiğini söyle sana kaç paralık adam olduğunu söyleyeyim. Sana değerini söyleyeyim. İnsan eğer küçük şeylerle tatmin oluyorsa küçük insandır. Onun için yetmemiş ve olgunlaşmamış çocuk akıllar şekerle tatmin olurlar. Onun içinde onları şekerle kandırırlar.

Dünya ile tatmin olanlar, küçük şeylerle tatmin olanlardır. Üst üste yığarak kendilerini tatmin ettiklerini düşünenleri yığdıkları servet tatmin ediyor mudur dersiniz? Gözleri doyuyor mu dersiniz. Onların da doymuyor, ama yanlış adreste arıyorlar tatmini. Asıl tatmin Allah kapısında aranır. Onun için Allah ile tatmin olmak ancak yüce insanların ve insan yüceldiğinde yapılacak bir şeydir ki me’ariç, yani miraçlar işte bunun içindir. Bunun için yükselişler gereklidir. Yani tatmin nesnesinde insan kalamaz. İnsan cennetten aşağısıyla tatmin olamaz. İnsan dünyalıkla tatmin olamaz.

Yükselişler sahibi olan Allah’a ulaşmak için, O’nun rızasına kavuşmak için miraçlara ermek zorundadır, yükselmek zorundadır. Miraçlara sarılmak zorundadır. Onun için bu sure bize aslında ana fikir olarak bunu veriyor. Cennetten aşağısıyla tatmin olan ucuza gitmiştir. Allah rızasından aşağısıyla tatmin olan ucuza gitmiştir. Çünkü insana bedelini ancak Allah verir. İnsanı ancak Allah alırsa hakkını verir. Başkasının hazinesinde insanın bedelini verecek bir fiyat yoktur. Onun içindir ki insan Allah ile tatmin olursa değerini bulmuş olur, daha aşağısıyla tatmin olursa fiyatlandırılmış olur. Fiyatı olanın değeri olmaz. Özellikle insan için geçerli bu.

 

20-) İzâ messehüşşerru cezû’a;

Ona hoşlanmadığı şeyle karşılaştığında feryat edip bağırandır (tahammülsüz)! (A. Hulusi)

20 – Şer dokundu mu mızıkçı. (Elmalı)

 

İzâ messehüşşerru cezû’a insana bir şer dokunacak olsa sürekli yakınır, vaveylayı basar.

 

21-) Ve izâ messehülhayru menû’a;

Ona hayır ulaştığında ise pinti, bencildir! (A. Hulusi)

21 – Hayır dokundu mu kıskanç. (Elmalı)

 

Ve izâ messehülhayru menû’a ama bu kez de insana bir hayır dokunacak olsa, bir başına hayır gelse onu herkesten kıskanır. Nasıl bir tabiatı var bu insanoğlunun? Şer dokunsa vaveylayı basar. Ama hayır dokunsa bu kez de onu herkesten kıskanır. Oysa herkesi kendi yerine koyup, onlarla empati yapıp, ona hayır dokununca sevineceğini, düşünerek hayrı paylaşması gerekmez mi? Yani öbürünün de dert yanacağını, öbürünün de vaveylayı basacağını, çünkü bir zaman kendisine şer dokunca veya mahrum kalınca nasıl kendisi acı çekiyorsa, başkasının da acı çekeceğini düşünerek hayrı paylaşsa da çoğaltsa olmaz mı? Ama yapmaz. Peki bu hastalıktan kurtulmak için ne yapmak lazım?

 

22-) İllelmusalliyn;

Sadece musallîn (bilfiil salât yaşayanlar) müstesna! (A. Hulusi)

22 – Müstesna ancak o musallîler. (Elmalı)

 

İllelmusalliyn namaz kılanlar müstesna. Musalliy olanlar müstesna. Yani namazla ayakta duranlar namazın kendisini dik tuttukları daha özel etimolojik anlamından yola çıkarsak Allah karşısında esas duruşunu bozmayanlar müstesna. Allah karşısında klas duruşunu takınanlar müstesna.

 

23-) Elleziyne hüm ‘alâ Salâtihim dâimun;

Onlar ki sürekli salâttadırlar (sürekli Allâh’a yönelişlerini muhafaza ederler)! (A. Hulusi)

23 – Onlar ki namazlarına müdavimdirler. (Elmalı)

 

Elleziyne hüm ‘alâ Salâtihim dâimun onlar namazlarında devamlıdırlar. Gök dikişi namaz. Dünya atlasıyla ahiret atlasını günün beş noktasından, beş yerinden gök iğnesiyle dikmektir namaz. Doyumsuzluğu namaz ile fırsata dönüştürmek mümkin. Hani; İnnel’İnsane hulika helû’a (19) buyurmuştu ya ayetimiz. İnsanoğlu tatminsiz ve doyumsuz yaratılmıştır, doyumsuzluğu namaz ile fırsata dönüştürebilir.

Nasıl yapabiliriz? Tatminsizlik bir nimet olur o zaman, o zaman doymayan gönlümüz namazla doyar ve Allah’ın rızasına yücelir, mirac eder. Çünkü namaz mü’minin miracıdır. Suremiz de me’aric suresi, miraçlar sahibi olan Allah’a atıf yapan bir ayetle devam eden bir sure. Onun için miraçlar sahibi olan Allah’ın kulpuna yapışırsak bizi de o yüceliş basamaklarını tırmandıracak bir güç verecektir, bişr güçle donatacaktır. İşte o güçlerden biri namazdır ve esselâtü mi’racul(Hadis) mü’min namaz mü’minin miracıdır peygamberi ifadesi, hadisi bu gerçeği ifade eder.

Doymayan gönüldür, göz değil. Dolayısıyla gönül doymadıkça göz doymaz. İnsanın gözünü doyurmaya kalkanlar boşuna çabalarlar o nedenle Allah insanın gönlünü doyurmak istiyor. Namaz da gönlü doyuran bir ibadettir. Yani aç gönülleri, aç kalpleri, aç ruhları doyurur. Tıpkı bedenin midesi nasıl acıkınca insan güçten düşüyorsa ruhun midesi de acıkınca ruh güçten düşer. Yani yükselemez olur, yücelemez olur. O halde namaz ruhun yakıt deposuna konulmuş bir yakıttır. O nedenle burada o zikredilmiştir. Ve 8 unsur sayılıyor zaten ilkine böyle başladık, namazla başladık. Devam edelim;

 

24-) Velleziyne fiy emvalihim hakkun ma’lum;

Onlar ki, onların mallarında bilinen bir hak vardır; (A. Hulusi)

24 – Ve onlar ki mallarında vardır bir hakkı malûm(Elmalı)

 

Velleziyne fiy emvalihim hakkun ma’lum yine o kimseler belirli kimselerin mallarında hakları olduğunu bilirler. Yani kendi mallarında belirlenmiş, o belirlenmiş kimselerin kimler olduğu Kur’an da ifade edilmiş 8 sınıftır. Yani adları sayılmış belirli kimselerin kendi mallarında hakları olduğunu bilirler, bilenlerdir onlar.

 

25-) Lissâili velmahrum;

Yardım talep eden ve mahrum için. (A. Hulusi)

25 – Hem sâil için hem mahrum. (Elmalı)

 

Lissâili velmahrum isteyebilen ve isteyemeyenlerin hakları olduğunu bilirler. Bu da ikincisi. Tatminsiz demiştik değil mi hep en büyüğü isteme, küçüğe iltifat etmeme şeklinde insanda bir ahlaka dönüşürse işte o zaman paylaşma bunun sonucu gerçekleşir. Yani dünyalıklarla tatmin olmaz insan. Bunların küçük şeyler olduğunu bilir, inanır ve anlar, artık servetini paylaştırmaya başlar. Servette yoksulun hakkı olduğunu bilir. Yoksulun hakkını verir. Adeta servetini kendi miracında ayağının altına bir yükseltici olarak koyar, verir. Tabir caizse sırtındakini hafifletir. Servetinin atı olmaz, servetini altında Burak a çevirir. Kendisini miraca çıkaran bir Burak a. Onun içinde sırtından alır altına yedirir, Burak a yedirir, yem yapar servetini, O zaman servetinin sırtında süvari olur. hem de bir gök süvarisi. Miraca yücelirken, Miraç basamaklarını tırmanırken. Zül me’aric olan, basamaklar sahibi olan Allah’ın kendisine sunduğu imkanları işte bu şekilde daha doğru ve tam bir biçimde kullanır.

 

26-) Velleziyne yusaddikune Biyevmiddiyn;

Onlar ki, din (ceza – yapılanların sonucunun yaşanacağı) süreçlerini tasdik ederler! (A. Hulusi)

26 – Ve onlar ki dîn gününü (ceza’ gününü) tasdîk ederler. (Elmalı)

 

Velleziyne yusaddikune Biyevmiddiyn yine onlar din gününü gönülden tasdik ederler. Tek dünyalı değildirler, çift dünyalıdırlar onun içinde tek dünyalılar gibi hareket etmezler. Tek dünyalı olan zaten paylaşamaz. Allah’a güvenemez ki Allah için tasadduk etsin. Allah’a güvenenler Allah yolunda harcarlar.

 

27-) Velleziyne hüm min ‘azâbi Rabbihim müşfikun;

Onlar ki, Rablerinin azabından endişe duyanlardır. (A. Hulusi)

27 – Ve onlar ki Rablerinin azâbından korkarlar. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm min ‘azâbi Rabbihim müşfikun yine onlar rablerinin azabından tir tir titrerler. Kelimenin kök manasıyla alırsak rablerinden mahrum olma korkusuyla tir tir titrerler. Müşfikun; yürekten titremek, ta kalp tellerinin tir tir titremesi.

 

28-) İnne ‘azâbe Rabbihim ğayru me’mun;

Muhakkak ki Rablerinin azabına karşı güvenceleri yoktur! (A. Hulusi)

28 – Çünkü rablerinin azâbından emîn olunmaz. (Elmalı)

 

İnne ‘azâbe Rabbihim ğayru me’mun çünkü hiç kimse, ama hiç kimse rabbinin azabından emin olamaz. Yani rabbinin azabına karşı dokunulmaz değildir. Bir garantisi yoktur. Allah resulünün titreyişini hatırlayalım. Vallahi diyordu değil mi, Osman Bin Maz’un un evinde vefat ettiği hanenin sahibesine ve tubâ lekel cenne ya Osman demişti de ev sahibesi, Cennet sana helal olsun ey Osman demişti de. Allah Resulü arkadan taziye için geldiğinde bu sözü duyup ona dönerek; Vallahi ma edriy ene resulullahi ma yüf’alu Biy. Ben Allah’ın resulü olduğum halde yarın bana ne yapılacağını ben bile bilmiyorum demişti.

Bir gece göz yaşlarıyla uykusundan Hz. Aişe’nin altında ki şilte ıslanmış ve uyuyan Aişe’yi bu ıslaklık uyandırmıştı da Allah resulünün saatler boyu hıçkırışına bakan Aişe dayanamayıp; Ya ResulAllah kendini helak ediyorsun deyince; Efelâ ekûnü abden şekûrâ ya Aişe Ben çok şükreden bir kul olmayayım mı ey Aişe demişti.

Hz. Yunus’un tevbesini hatırlayalım. lâ ilâhe illâ ente subhâneKE inniy küntü minez zâlimiyn; (Enbiya/87) Allah’tan başka tapılmaya layık varlık yoktur. Seni tenzih ve tespih ederin ey Allah’ım, ben nefsime zulmettim, ben nefsime zulmedenlerden oldum demişti, tevbe etmişti.

Onun için Ben-i Cezime olayında Halid Bin Velid bir gece baskınında suçlularla beraber suçsuzları da öldürmüştü de Allah Resulü onların kan bedellerini ödemekle kalmamış, yüzünün rengi atmış gözlerinden yaşlar boşalarak Halid’in yüzüne bakmayıp; Ya rabbi ben Halid’in yaptığından berîyim, ben onun yaptığından berîyim, ben onun yaptığından berîyim diye yüreğinden titremişti tabir caizse. Onun için buna benzer bir çok hadiseyi hatırlayacak olursak yürekten titremenin ne olduğunu anlarız.

 

29-) Velleziyne hüm lifurûcihim hafizun;

Onlar ki, cinsel organlarını aşırılıktan korurlar. (A. Hulusi)

29 – Ve onlar ki apışlarını korurlar. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm lifurûcihim hafizun yine onlar iffetlerini korurlar. Muhafaza ederler.

 

30-) İlla ‘alâ ezvacihim ev mameleket eymanuhüm feinnehüm ğayru melumiyn;

Eşleri veyahut tasarrufları altındaliler müstesna! Çünkü onlar (bundan dolayı) kınanmazlar! (A. Hulusi)

30 – Ancak zevcelerine veya milki yemînlerine başka, Çünkü bunda levm olunmazlar. (Elmalı)

 

İlla ‘alâ ezvacihim ev mameleket eymanuhüm ancak eşleri yani meşru şekilde sahip oldukları kimseler müstesna feinnehüm ğayru melumiyn onlar bundan dolayı asla kınanamazlar. Yani evlilikten dolayı sofuluk yapmadıkları için kınanamazlar. Meşru bir biçimde evlendikleri için kınanamazlar. Burada ki ev tefsiriyye olarak, yani manasına tercümeye geçti.

Burada ki mameleket eymanuhüm meşru biçimde sahip oldukları manasına gelen bu ibare, köle olarak anlaşılacak olursa eğer, yalnız kadın değil erkek köleleri de içermesi lazım çünkü dişiye ya da erkeğe herhangi bir tahsis edilmesine dair ibarede bir işaret yok. Üstelik aynı bu ayette geçen ezvac her iki eşi de birden kapsayan bir kelime. Mücahid’in İbn. Abbas’tan naklederek yaptığı yoruma dayanarak biz bunu meşru eşler, yani savaş esirlerinin sadece kadınlarına yönelik bir uygulama değil meşru eşleri kapsadığı ve ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani savaş esirlerini değil meşru eşleri ifade eden bir ibare.

[Ek bilgi; Ancak hanımlarına ve ellerinin kazandığı, mülkleri altında bulunan cariyelerine karşı başka. Çünkü onlara karşı kınanmazlar. Falancanın üç dört zevcesi var, mülkü altında şu kadar cariye var diye övülmeleri gerekmezse de kınanmazlar ve yerilmezler. Kimsenin onları edebe, hukuka ve şeriate aykırı davranıy o r görerek kınamaya ve yermeye hakkı yoktur. Zira hanımları nikah akdi, cariyeleri de onların mülkü olmalarıyle kendilerine helal olmuşlardır. (Elmalı – tefsir)]

[Ek bilgi 2; Hele hele câriye konusunu asla kabullenemiyoruz. Câriye kelimesini ağzımıza bile almaktan korkuyoruz. Câriye diye bir ortamı, yani savaş ortamını düşünmekten bile ürküyoruz. Çünkü câriye konusu gündeme geldi mi, savaş gündeme gelecektir, cihad, şahadet gündeme gelecektir. Böylece rahatımız kaçacak, iştahımız gırtlağımızda düğümlenecek diye câriye kelimesini ağzımıza bile almaktan korkuyoruz. Allah’ın apaçık âyetlerini sanki örtbas ediyor, küfretmeye çalışıyoruz.

Tabii böyle bir toplum pek çok nîmetlerden mahrum olmayı yudumlamak zorunda kalacaktır. İşte hayatımız belli, uzun lafa ne hacet? Halbuki Ebu Zerr efendimiz der ki: “Karnı aç olup da, ya da câriyeleri olmayıp ta kılıcı eline almayana şaşarım” der.

Câriyeyi bilmem. Nedir? Kimdir? Nasıldır? Bugüne kadar hiç görmedim. Ama câriye konusunda şöyle bir genelleme yapalım;

Bir kadına soracakmışsınız. Teyze, yenge, bacım, hanım, namusuna hiç helâl gelmeyecek. Boşandın diye, kocandan ayrıldın diye hiç ayıplanmayacaksın. Kimse sana tek kelime bile bir şey demeyecek. Malın-mülkün, evin-barkın, paran-pulun, ekmeğin, suyun verilecek. Bütün ihtiyaçların giderilecek. İstersen istediğin birisiyle evlenme imkânın da sağlanacak.

Bütün bunlara rağmen yine de kocanla beraberliğe devam mı? Yoksa tamam mı? Bitti mi? denilse. Eğer o kadın: “Aman! Ah!! Ah öyle bir şey olsa! Ah öyle bir fırsatım olsa bir gün bile bu adamla kalmazdım! Bir gün bile bu adama tahammül etmezdim!” diyorsa, işte bu kadın köledir, câriyedir. Değilse, hayır hayır, her şeye rağmen kocamla beraberliğe devam diyorsa o zaman da işte o kadın hürdür, hürredir, evliliğine devam edilecektir deniyor. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)]

 

31-) Femenibteğa verae zâlike feülaike hümül ‘adun;

Artık kim bundan ötesini isterse, işte onlar sınırı aşanların ta kendileridirler! (A. Hulusi)

31 – Fakat ondan ötesini arayanlar, işte onlar haddi aşan hâşarılardır. (Elmalı)

 

Femenibteğa verae zâlike feülaike hümül ‘adun kim bunun ötesine geçerse işte onlar haddi aşmış olanlardır.

 

32-) Velleziyne hüm liemanatihim ve ‘ahdihim ra’un;

Onlar ki (insanın yüklendiği) emanetlerine ve (Allâh’a) ahdlerine riayet edicilerdir! (A. Hulusi)

32 – Ve onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm liemanatihim ve ‘ahdihim ra’un ve yine onlar ki emanetlerine ve sözlerine riayet ederler. Sözlerinden caymaz emanete ihanet etmezler. Emanete ve ahte riayet aslında ahlak ile ilgili bir hüküm değil mi. bu ayetlerin hangi yılda nazil olduğunu hatırlayalım; Peygamberliğin 6. veya 7. yılında. Yani henüz daha oruç farz değil, zekat farz değil, hacc farz değil, faiz haram değil, örtü farz değil. Yani İslâm ın bir çok haramı ve bir çok farzı henüz daha konulmamış Bunların bir çoğuna daha 5 yıl, 10 yıl, 13 yıl, 12 yıl var. Ama ahlaki ilke olan söze riayet ve emanete riayet konusunda bir emir geliyor, bir ayet geliyor.

Bu neyin ifadesi? Ahlak din binasının temelidir. Bunun ifadesi. Hani efendimize adeta beni neden seçtin sorusunun cevabı olarak Ve inneke le alâ hulukın ‘azıym. (Kalem/4) deniyordu ya ayeti kerimede; Çünkü sen, zira sen muhteşem bir ahlaka sahipsin. Bu ayet kalem suresinde Allah resulünün seciyesine, ahlakına ilişkin bir ayet ve bu ayetin yanına bi,r başka ayeti getirip koyalım. O ayet de mâ künte tedriy melKitâbu ve lel iymân.. )Şurâ/52) sen bundan önceki kitap nedir, iman nedir bilmezdin.

İkisini birleştirip okuyalım: Sen kitap nedir iman nedir bilmezken muhteşem bir ahlaka sahiptin. Yani ahlak din binasının en temelinde yer alan katmış. Akideden de önce yer alması gerekiyormuş. Hatta bakara suresinin girişinde hüden lil muttekıyn (Bakara/2) ibaresinde muttakiler için hidayettir ibaresinin nasıl anlaşılacağı konusu da burada daha iyi anlaşılmış olmuyor mu? muttakiler için hidayettir bu vahiy, bu Kur’an. O zaman muttaki olmakla ahlak sahibi olmak eşitlenmiş oluyor.

 

33-) Vellezine hüm Bişehadatihimkaimun;

Onlar ki, şehâdetlerinde kaîmlerdir (“ŞehidAllâhu ennehu…”Âl-u İmran: 18. âyetine atıf. A.H.)! (A. Hulusi)

33 – Ve onlar ki şahitliklerinde dürüsttürler. (Elmalı)

 

Vellezine hüm Bişehadatihimkaimun yine onlar şahitliklerini dürüstçe tam olarak yaparlar. Yani şahadetlerini tam yaparlar. Bu sadece mahkemelerde şahitlik yapmak veya herhangi bir tanıklıkla ilgili değil, bu Müslüman’ın hayat düsturuyla ilgilidir değerli Kur’an dostları. Zira biz bu cihana sahip olmak için değil, şahit olmak için geldik. Var olmak, şahit olmaktır. Onun için Eşhedu en la ilahe illallah diyerek girilir İslam kapısından ve eşhed enne Muhammeden abduhu ve resulüh. Kelimei şahadet budur. Ben şahit olurum ki diye başlar bir mü’min iman kapısından girerken. Ben şahit olurum ki demek Allah’ın kulu kendine şahit tutmasıdır.

Allah’ın bizim şahitliğimize ihtiyacı mı vardır? Elbette hayır. Ama Allah bununla bizi onurlandırır, bize şeref verir, bizim haysiyetimizi artırır. Yani bana şahit olur musun ey kulum derken aslında Allah bizim şahitliğimize ihtiyacı olduğu için değil, bizi onurlandırmak için böyle yapar. O nedenle biz sahip olmaya değil, şahit olmaya geldik. Yani imanımıza hayatımızı şahit kılmaya, kanımızı canımızı şahit kılmaya, varlığımızı şahit kılmaya, ilmimizi şahit kılmaya, neye sahipsek her birini şahit kılmaya geldik.

 

34-) Velleziyne hüm ‘alâ Salâtihim yuhafizun;

Onlar ki salâtlarını muhafaza ederler (Allâh’a yöneliş hâllerini sürekli korurlar). (A. Hulusi)

34 – Ve onlar ki namazları üzerine muhafızlık ederler.. (Elmalı)

 

Velleziyne hüm ‘alâ Salâtihim yuhafizun yine onlar namazlarını korurlar. Namazları üzerinde muhafızdırlar. Namazlar üzerine muhafız olurlar yani. Namazlarının amacını gözetirler anlamına da alabiliriz bunu. Namazın amacı nedir peki? Elbette ki miractır. ve lezikrullahi ekber. (Ankebut/45) namaz insanı kötülüklerden ve her türlü ahlaki taşkınlıktan alıkoyar ama namazın en büyük maksadı Allah’ın zikridir ki o en büyük amacıdır. Nedir o? Allah kaygısı kazandırmak. İnsana Allah kaygısı kazandırır.

 

35-) Ülaike fiy cennatin mükremun;

İşte bunlar cennetlerde ikram olunanlardır. (A. Hulusi)

35 – İşte onlar Cennetlerde ikrâm olunanlardır. (Elmalı)

 

Ülaike fiy cennatin mükremun işte onlar cennetlerde ikram olunacaklardır.

 

36-) Femalilleziyne keferu kıbeleke muhtı’ıyn;

O hakikat bilgisini inkâr edenlere ne oluyor ki sana şaşkın düşkün geliyorlar? (A. Hulusi)

36 – Şimdi ne var o küfredenlere ki sana doğru boyunlarını uzatarak koşuyorlar. (Elmalı)

 

Femalilleziyne keferu kıbeleke muhtı’ıyn  şimdi yeni bir pasaja girdi suremiz. Şu kafirlere ne oluyor ki senden yana boyunlarını uzatarak,

 

37-) ‘Anilyemiyni ve ‘anişşimali ‘ıziyn;

Sağdan ve soldan bölük bölük! (A. Hulusi)

37 – Sağdan ve soldan fırka fırka. (Elmalı)

 

‘Anilyemiyni ve ‘anişşimali ‘ıziyn gruplar halinde bir sağa bir sola volta atıp duruyorlar. Hem mecaz, hem hakikat. Müşrik muhatapların şaşkınlık ve küstahlıklarına bir ifade, bir atıf var burada. Veya şeytan gibi bir sağdan bir soldan gelişlerine atıf var. yani şeytan gibi bir sağdan geliyor, veya içlerinde şeytanları bir sağdan geliyor ve diyor ki siz değil de bunlar mı girecek cennete, şu yoksul, fakir fukaralar mı girecek. Bir de soldan geliyor aman canım ahiret mi var ki diyor bunları düşünesin. İşte buna da bir atıf olabilir.

 

38-) Eyatme’u küllümriin minhüm enyüdhale cennete na’ıym;

Onlardan her bir kişi, nimet cennetine dâhil olunacağını mı umuyor? (A. Hulusi)

38 – Onlardan her kişi Naîm Cennetine sokulacağını Ümit mi ediyor? (Elmalı)

 

Eyatme’u küllümriin minhüm enyüdhale cennete na’ıym şimdi onlardan her biri tarifsiz nimetler cennetine gireceğini mi zannediyor. Yani onlardan her biri dediği dehriler dışında ki geniş kitlenin, müşrik kitlenin belli belirsiz bir ahiret inancı olduğunu burada görüyoruz bakın. Demek ki belli belirsiz, ki başka ayetlerde de vardı bendeniz onları yeri geldikçe ifade etmiştim. İllezzann” ve innezzanne (Necm/28) yani zannediyoruz. Yani zannetmiş olsak bile tutalım ki ahiret var o zaman biz cennete gireceğiz diye zannediyorlardı. Yani geniş müşrik kitle tümden ahireti inkar etmiyor, belli belirsiz bir kuşku var.

 

39-) Kellâ* inna halaknâhüm mimma ya’lemun;

Hayır, asla! Muhakkak ki biz onları bildikleri şeyden (spermden) yarattık! (A. Hulusi)

39 – Yağma yok, biz onları o bildikleri nesneden yarattık. (Elmalı)

 

Kellâ yo..! yani onlar tarifsiz nimetler cennetine gireceklerini zannediyorlarsa tabir caizse kaba bir ifadeyle böyle zannetmesinler, avuçlarını yalarlar. inna halaknâhüm mimma ya’lemun biz onları bildikleri bir şeyden yarattık. Yani basit bir sıvıdan yarattık basit bir sıvıdan. Fakat onlar Allah’a karşı basit bir sıvıdan yaratıp böylesine muhteşem bir şaheser yaptığımız halde döndüler ne yaptılar, küstahlık yaptılar.

 

40-) Felâ uksimu BiRabbilmeşarikıvelmeğaribi inna liKadirun;

Doğuların ve batıların Rabbi olarak kasem ederim ki, gerçekten biz her şeye gücü yetenleriz! (A. Hulusi)

40 – Artık o maşrıkların, Mağribilerin Rabbi için yemîne ne hacet, şüphesiz ki biz elbette kadiriz. (Elmalı)

 

Felâ uksimu BiRabbilmeşarikıvelmeğaribi inna liKadirun yo..! yemin olsun doğuların da batıların da rabbine ki inna liKadirun elbette biz kadiriz, güç yetiririz.

 

41-) Alâ en nübeddile hayren minhüm ve ma nahnu Bimesbukıyn;

Onların yerine onlardan daha hayırlısını getirmeye… Biz önüne geçilmeyen gücüz! (A. Hulusi)

41 – Onları kendilerinden hayırlısına tedbil edebiliriz ve bizim önümüze geçilmez. (Elmalı)

 

Alâ en nübeddile hayren minhüm ve ma nahnu Bimesbukıyn onlardan daha iyisini onlarla değiştirmeye bizim gücümüz yeter. Yemin olsun ki bizim gücümüz onları daha iyileriyle değiştirmeye yeter.

Buradan alacağımız ders nedir dostlar? Hiçbir varlık türü Allah için vazgeçilmez değildir. Fakat Allah her varlık için vazgeçilmezdir. Ne buyuruyordu Kur’an; İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (Fatır/16)(İbrahim/19) eğer istertse sizi götürür siler kökünüzü kurutur ve ye’ti Bi halkın cediyd. Yepyeni, bir hâlk veya hâlk aynı zamanda tür demektir insan dışında yepyeni bir tür getirir.

Doğuların ve batıların rabbi diyor ayeti kerimede bu bana Nur/35. ayetinde ki o ibareyi hatırlattı. Ne doğuya, ne batıya ait olmayan zeytin ağacından elde edilen bir yakıt. Bu ibare çok ilginç. Hakikat hiç kimsenin malı değildir, ne doğunun ne batının. Onun içinde Allah eğer doğu kendisine sırt dönerse hiç ummadığınız bir yerden batının batısından kendisine iman eden insanları bulur çıkarır, zımni mana budur.

 

42-) Fezerhüm yehûdu ve yel’abu hattâ yülaku yevmehümülleziy yû’adun;

Bırak onları, vadolundukları süreçlerine kavuşuncaya kadar (dünyalarına) dalsınlar ve oynasınlar! (A. Hulusi)

42 – O halde bırak onları dalsınlar ve oynaya dursunlar tâ o vaad olundukları güne çatacakları deme kadar. (Elmalı)

 

Fezerhüm artık onları kendi haline bırak. Yani bunun manası şu; işine bak. gündemini düşmanın belirlemesin. yehûdu ve yel’abu hattâ yülaku yevmehümülleziy yû’adun vaad edildikleri güne kavuşuncaya kadar lafa dalıp oyalansınlar. Yani burada I’lemu ennemelhayatüddünya le’ıbun ve lehvun.. (Hadid/20) ayetini tefsir eden bir ayet bu. Yani ümmül kitaba dahil olan bir ayet. Kitabın anası ayetlerden, tefsir eden ayetlerden, müfessir ayetlerden biri ile karşı karşıyayız.

Hani dünya hayatı tek başına oyun ve eğlencedir diyordu ya Kur’an; işte bu ayete göre tefsir edeceğiz. Eğer bir kafirin eline kafirce yaşanmış bir hayatsa oyun ve eğlence. Veya oyun ve eğlence olarak yaşanırsa ancak kafirin elinde oyun ve eğlenceye dönüşür. Biz bu ayetle bu tip ayetleri yan yana düşünüp onun tefsiri olarak anlamak zorundayız. Tek dünyalıların yaşadığı hayat oyun ve eğlencedir. Ama iki dünyalı biri yaşarda bir mü’min bu hayat ahiretin tarlasıdır.

 

43-) Yevme yahrucune minel’ecdasi sira’an keennehüm ila nusubin yûfidûn;

O gün kabirleri olan bedenlerden hızla fırlarlar! Sanki onlar dikilmiş putlara hızlıca koşuyorlar. (A. Hulusi)

43 – O günkü kabirlerden hızlı hızlı çıkacaklar, sanki çantalarıyla dikmelere (putlara) gidiyorlarmış gibi fırlayacaklar. (Elmalı)

 

Yevme yahrucune minel’ecdasi sira’an keennehüm ila nusubin yûfidûn yani sanki yarışıyorlarmış gibi birbirleriyle kabirlerinden fırlayıp putlarına doğru seğirtecekler. Niye seğirtecekler acaba. Veya putlarına doğru seğirteceklermiş gibi fırlayacaklar. Burada bir kinaye var aslında. Yoldan gelen müşrikler ilk defa putlarına koşar, eğer karlı bir seferden dönmüşlerse kârlarından bir miktarını putlarına verirlermiş. Eğer kârsız dönmüşlerse ziyaret etmezler, hatta putlarını yere çalanlar olurmuş. Ona bir gönderme, bir atıf var.

 

44-) Haşi’aten ebsaruhüm terhekuhüm zilletun, zâlikelyevmülleziy kânu yû’adun;

Gözleri dehşetten önlerine eğik, kendilerini de bir zillet kaplamış oldukları hâlde… İşte bu, vadolundukları o süreçtir! (A. Hulusi)

44 – Gözleri düşkün, kendilerini bir zillet saracak da saracak, o işte onların vaad olunup durdukları gün. (Elmalı)

 

Haşi’aten ebsaruhüm terhekuhüm zille gözleri yıkılmış, zillete bürünmüş bir halde olacaklar. Bir bitmişlik hali yani. Dünya da haşyetullah olmadan yaşayanın ahirette duyduğu haşyet, zillet olacak. zâlikelyevmülleziy kânu yû’adun işte bu onların daha önce defalarca tehdit edildikleri gündür.

Sadakallahul azim. [ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn.  dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." diye şükretmek olacaktır. (Yunus/10)]

 


İslamoğlu Tef. Ders. NÛH SURESİ (01-20) (181-B)

$
0
0

231

{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym”}

Mearic suresi burada bitti, şimdi mushafta ki 71. sure olan Nuh suresine geçiyoruz.

Nuh suresi ismini muhtevasından alıyor. Hz. Nuh’un ömürlük destani daveti. Mekki bir sure bu. Hicret sonrası ve hicret öncesine tekabül edebilir ki aslında kıssanın muhtevası, indiği dönemin havasını haber veriyor. İplerin koptuğu dönem. Ki bu dönemde hicretin öncesine tekabül ediyor.

Konusu tekdir, Hz. Nuh’un daveti. Tevhid ve adalet çağrısı. Bu konu bize şunu verir tuğyan olan yerde tufan olur, her tufanın bir Nuh’u, her Nuh’un bir gemisi vardır. O halde ey mü’minler karada gemi yapmaya devam edin. eğer günah okyanusuna düşseniz bile sevap adası olun, korkmayın. Tufan, tuğyan edenler için bir bela ve musibet, iman edenler içinse bir fırsattır unutmayın. Şimdi sureye geçebiliriz.

[Ek bilgi; Âlûsi şöyle der: "Nûh ismi aslında Arapça değildir, başka bir dildendir. Cüvâlikî bunun Arapçalaşmış olduğunu söylemiş, Kirmanî ise, Süryanicede Nûh kelimesinin "sâkin" mânâsına geldiğini söylemiştir.

Hakim'in Müstedrek'te "Asıl ismi Abdülgaffar olup çok ah çekip ağladığından dolayı Nûh denilmiş." olduğuna dair rivayeti sahih olmasa gerektir. Meşhur rivayete göre, Hz. Nûh'un nesebi, İbnü Melek b. Mettuşelah b. Ahnuh'tur. Ahnuh da İdris (a.s)'in ismidir. Buna göre Nûh, İdris ( a.s)'ten sonradır, Müstedrek'te ise sahabeden çoğunun Hz. Nûh'un Hz. İdris'ten önce olduğu görüşünde oldukları yazılıdır."

Hz. Nûh ile Hz. Âdem arasında bin sene kadar veya daha yakın bir zaman geçmiş olduğuna dair de aslı eski kitaplara dayandırılan yaygın bir rivayet vardır. Fakat Hz. Nûh'un kavmi, bu sûrede açıklandığına göre Vedd, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesir adlarında bir takım putları yapmış oldukları, bu ise Hz. Nuh'un gemisi gibi mucize türünden olamayacağı için o vakit sanayinin bunları yapabilecek kadar ilerlemiş bulunduğunu göstermesi bakımından bin sene içinde ilk insanların sanayide bu dereceye gelebilmiş olmaları, ilâhî hükümle bu âlemde görüle gelen aşamalı gelişme kanununa göre imkânsız değilse de garip ve uzak görünür. Bu bakımdan ya Âdem 'in yaratılışına dayandırılan tarihin yanlışlığına hükmetmek veya O Âdem'den maksadın, insanlığın babası olan Âdem olmadığına inanmak gerekir….

…Alûsî'nin açıklamasına göre denilmiş ki, Hz. Nûh'un kavmi Arap yarımadası ve ona yakın yerlerde oturuyordu. Meşhur ol a n da onu Kûfe topraklarında yani Irak'ta yaşadığı ve orada kendisine peygamberlik görevi verilmiş olmasıdır. Bundan Nûh tufanının da o bildiğimiz her tarafı sarmış olma özelliği Nûh kavmine ve onların hepsine ait demek olup bütün yerküresinin her tarafını kapsaması gerekmiyeceği ve o vakit yeryüzünde onlardan başka insan bulunup bulunmadığı da kestirilemiyeceği anlaşılıyor ki, Âlûsi'nin de tercihi budur…

... İbnü Esir "Kâmil"de ve Ebulfidâ "Tarih"inde: "Mecusiler, Tufanı tanımazlar. Bazıları da Tufanın varlığını ikrar eder ve fakat Bâbil bölgesi ile ona yakın yerlerde olduğunu ve "Küyümers" yani Âdem oğullarının meskenleri doğuda olduğundan onlara Tufan'ın ulaşmadığını iddia ve zanneder. Aynı şekilde Hind, İran, Çin gibi doğu ülkeleri Tufan'ı tanımazlar. Bazı İranlılar onu itiraf eder ve fakat "genel değildi, Hulvân geçidini geçmemişti" derler…

..İbnü Esir "Kâmil"de ve Ebulfidâ "Tarih"inde: "Mecusiler, Tufanı tanımazlar. Bazıları da Tufanın varlığını ikrar eder ve fakat Bâbil bölgesi ile ona yakın yerlerde olduğunu ve "Küyümers" yani Âdem oğullarının meskenleri doğuda olduğundan onlara Tufan'ın ulaşmadığını iddia ve zanneder. Aynı şekilde Hind, İran, Çin gibi doğu ülkeleri Tufan'ı tanımazlar. Bazı İranlılar onu itiraf eder ve fakat "genel değildi, Hulvân geçidini geçmemişti" derler.  (Elmalı- Tefsir)]

 

BismillahirRahmanirRahıym

 

1-) İnna erselnâ Nuhan ila kavmihi en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehüm ‘azâbun eliym;

Muhakkak ki biz Nuh’u: “Kendilerine feci bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye, halkına irsâl ettik. (A. Hulusi)

01 – Haberiniz olsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik, kavmini inzar et diye, gelmezden evvel onlara bir azâbı elîm. (Elmalı)

 

İnna erselnâ Nuhan ila kavmihi en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehüm ‘azâbun eliym hiç şüphe yok ki biz Nuh’u; elim bir azab kendilerine gelip çatmazdan önce kavmini uyar diye gönderdik. 30 ayrı yerde her biri farklı vurguyla gelir. Mesela Hud suresinde teselli için gelir ResulAllah’ı, Zariyat suresinde ki ise zalim kavmi, müşrikleri tehdit için gelir. Yani bu kıssa 30 yerde anlatılır ama 30 yerde tekrar edilmez, farklı vurgularla gelir.

 

2-) Kale ya kavmi inniy leküm neziyrun mubiyn;

(Nuh) dedi ki: “Ey halkım; kesinlikle size gelmiş apaçık bir uyarıcıyım!” (A. Hulusi)

02 – Dedi ki: ey kavmim! Haberiniz olsun ben size açık bir nezîrim. (Elmalı)

 

Kale ya kavmi inniy leküm neziyrun mubiyn Nuh dedi ki ey kavmim ben size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Mubiyn; Ebane den, hem müteaddi, hem lazım. Müteaddi gelirse açıklayan, açıklayıcı. Lazım olarak anlarsak eğer özünde açık. İki manayı da mündemiçtir aslında. Açık ve açıklayıcı bir uyarıcı.

[Ek bilgi. Dini açık anlatmak demek, dini Allah ve Resûlü’ne anlattırmak demektir. Dini Kur’an ve sünnete anlattırmalıyız. İnsanları uyarırken Allah’ın âyetleri ve ResulAllah’ın hadisleriyle uyarmalıyız. Direk âyet ve hadislerle uyarmalıyız. Çünkü dini en güzel anlatan Allah ve Resûlü’dür. Bir de uyarırken, dini anlatırken Allah ve Resûlü’ne raci anlatmalıyız. “Bu-nu ben değil Allah ve Resûlü istiyor, ben değil Allah ve Resûlü söylüyor,” diyerek anlatmalıyız.

Dini, doğrudan dinin kaynaklarıyla ortaya koymalıyız. Meselâ adam tiyatroyla din anlatmaya çalışıyor, şiirle, gazeteyle, dergiyle, radyoyla, televizyonla din anlatmaya çalışıyor. Bildiğim o ki bunların hiçbirisi açık ve net anlatım değildir. Çünkü din anlatımında muhatap karşımızda olmalı ve muhatabın dünyasına inebilmeliyiz.

“Put onu dikene kırdırılır” diye bir söz vardır. Peygamberimizin Kâbe’deki putları onları dikenlere kırdırmasının yansıması olarak şunu da ifade edebiliriz: İnsanların kafalarındaki, içlerindeki putları açığa çıkarıp onları kendilerine kırdırmak için, din ancak sözlü anlatılır, yazılı anlatılmaz. Çünkü bir adamla karşılıklı konuşacaksın, adam içindekileri mecburen dökecek, konuştukça açığa çıkaracak, o açığa çıkardıkça da siz onun müşahhas hale getirdiği putunu ona kırdıracaksınız. Yani kendisi bizzat onu kabullenecek, ondan sonra da değiştirecek bu işi.(Besairu-l Kur’an- Ali küçük)]

 

3-) Enı’budullahe vettekuHU ve etiy’un;

“Allâh’a ibadet edin, O’ndan korunun ve bana itaat edin;” (A. Hulusi)

03 – Şöyle ki Allaha kulluk edin ve ona korunun ve bana itaat eyleyin. (Elmalı)

 

Enı’budullahe vettekuHU ve etiy’un uyarım şu Eni mastariyenin burada ki karşılığı; Allah’a kulluk edin, yalnız Allah’a. Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve O’na itaat edin ve bana itaat edin. ve etiy’uni aslında, evet, bana itaat edin.

 

4-) Yağfir leküm min zünûbiküm ve yuahhırküm ila ecelin musemma* inne ecelAllâhi izâ câe lâ yuahhar* lev küntüm ta’lemun;

“Ki, hatalarınızdan bazılarını mağfiret etsin ve sizi tayin edilmiş ömrünüzün sonuna kadar yaşatsın. Muhakkak ki Allâh’ın eceli (yaşam süresi sonu) geldiğinde ertelenmez! Eğer bilseydiniz!” (A. Hulusi)

04 – Günahlarınızdan size mağfiret buyursun ve sizi müsemma bir ecele kadar tehîr eylesin, muhakkak ki Allahın takdir eylediği ecel gelince tehîr olunmaz eğer bilseydiniz! (Elmalı)

 

 

Yağfir leküm min zünûbiküm Allah’ta bunun üzerine ne yapsın? Sizin günahlarınızı kökten affetsin. Mağfiret affın en yücesi, üstünü tamamen kapatsın. ve yuahhırküm ila ecelin musemma adı konulmuş bir vakte kadar size süre tanısın. inne ecelAllâhi izâ câe lâ yuahhar Allah’ın belirlediği süre gelip çattığında asla ertelenemez, asla ötelenemez. lev küntüm ta’lemun keşke bunu olsun bilseydiniz, idrak etseydiniz.

Ecel, aslında li küllü ecelin hitap ayetinin ifade ettiği gibi her ecelin bir yasası vardır. Hayatın devamına veya bitimini getiren yasalar silsilesidir. Bir tür kullanım ömrü. İnsanı yaratan, mahlukatı yaratan, onlara da bir kullanım ömrü biçmiştir. Her yaratılanın bir kullanım süresi vardır ortalama süresi. Ama efendimiz “Dua” ömrü uzatır diyor. Sadaka ömrü uzatır diyor Hz. Ali’den gelen Ceyyid senetli bir hadiste.

Bütün bunları nasıl anlayacağız. Yani kullanım ömründen iyi kullanılırsa daha fazla yaşayabilir. Ama Allah yarattığına ortalama bir kullanım ömrü takdir etmiştir.

Ecelimmüsemma hem nekira, yani hem de adı konulmamış EcelAllah Allah’ın koyduğu ecel ise Allah’a nispet edilmiş. Gelince geciktirilmez. Biz bunu anlıyoruz.

 

5-) Kale Rabbi inniy de’avtu kavmiy leylen ve nehara;

(Nuh) dedi ki: “Rabbim… Muhakkak ki ben halkımı gece ve gündüz davet ettim.” (A. Hulusi)

05 – Dedi ki ya rab! Ben kavmimi gece gündüz davet ettim. (Elmalı)

 

Kale Rabbi inniy de’avtu kavmiy leylen ve nehara Nuh Dedi ki; Rabbim, kavmimi gece gündüz durmadan davet ettim.

 

6-) Felem yezidhüm du’aiy illâ firara;

“Benim davetim onların kaçışından başka bir şey arttırmadı.” (A. Hulusi)

06 – Fakat benim çağırmam onlara firardan başka bir şey artırmadı. (Elmalı)

 

Felem yezidhüm du’aiy illâ firara benim davetim onların kaçışından başka bir şeyi artırmadı, onları kaçırdı. Hani gelecekleri, koşacakları yerde kaçtılar. Allah’tan kaçtılar, vahiyden kaçtılar, imandan kaçtılar, sevaptan kaçtılar, cennetten kaçtılar.

 

7-) Ve inniy küllema de’avtühüm litağfire lehüm ce’alu esabi’ahüm fiy azânihim vestağşev siyabehüm ve esarru vestekberustikbâra;

“Muhakkak ki ben onları, senin mağfiretine davet ettikçe, parmaklarını kulaklarının içine tıkadılar, elbiselerine büründüler, (inançlarında) ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler.” (A. Hulusi)

07 – Ve ben onları mağfiret buyurman için her davet ettiğimde onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve esvaplarına büründüler ve ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler. (Elmalı)

 

Ve inniy küllema de’avtühüm litağfire lehüm ce’alu esabi’ahüm fiy azânihim senin bağışına layık olmaları için onları davet ettiğim her seferinde parmaklarını kulaklarına tıkadılar. vestağşev siyabehüm gözlerini hakikate kapattılar. Lafzi olarak elbiselerini başlarına çektiler manasına gelir ama mecazdır bu. gözlerini kapattılar. ve esarru vestekberustikbâra ve büyüklendikçe büyüklendiler ve küfürde ısrar ettiler. Hakikate karşı kibirlendiler. Yani şeytan gibi yaptılar.

 

8 – )Sümme inniy de’avtühüm cihara;

“Sonra, muhakkak ki ben onları açıktan davet ettim.” (A. Hulusi)

08 – Sonra ben onları yüksek sesle çağırdım. (Elmalı)

 

Sümme inniy de’avtühüm cihara sonra yer oldu gün geldi onları açıkça davet ettim.

 

9-) Sümme inniy a’lentu lehüm ve esrertu lehüm israra;

“Sonra, muhakkak ki ben onlara aleni davette bulundum ve ayrıca da kendilerine özel olarak anlattım.” (A. Hulusi)

09 – Sonra hem ilâm ederek söyledim onlara hem gizli gizli söyledim. (Elmalı)

 

Sümme inniy a’lentu lehüm ve esrertu lehüm israra gün oldu hem davetimi kendilerine ilan ettim, hem de gizliden gizliye davet ettim. Hani olur ya dışarıya bakarak açıktan davet edince bir takım mülahazalarla iman etmezlerse gizlice davet edeyim, bari orada iman etsinler diye. Ama gizli açık davetin tüm yöntemlerini denediğim halde küfürde ısrar ettiler. Benden kaynaklanmadı ya rabbi demeye getiriyor Hz. Nuh.

 

10-) Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara;

Dedim ki: “Rabbinizden mağfiret dileyin… Muhakkak ki O, Ğaffar’dır.” (A. Hulusi)

10 – Gelin dedim: rabbinizin mağfiretini isteyin, çünkü, o, mağfireti çok bir gaffardır. (Elmalı)

 

Fekultüstağfiru Rabbeküm inneHU kâne Ğeffara ve nihayet dedim ki onlara rabbinize istiğfar edin, rabbinizden bağışlanma dileyin. Hiç şüphe yok ki O çok bağışlayıcıdır, çok affedicidir.

 

11-) YursilisSemâe ‘aleyküm midrara;

“Üzerinize semâyı yoğun olarak irsâl eder.” (A. Hulusi)

11 – Bol hayır ile üzerinize semayı salsın. (Elmalı)

 

YursilisSemâe ‘aleyküm midrara göğü üzerinize cömertçe boşaltacaktır. Mübalağa vezni midrar. Dür inci demektir, inci gibi toprağa bereket getiren yağmura denir. Tersi seller ve toprağı sürükleyip götüren bela yağmurudur.

 

12-) Ve yümdidküm Biemvalin ve beniyne ve yec’al leküm cennatin ve yec’al leküm enhara;

“Mallar ve oğullar ile size yardım eder, sizin için cennetler oluşturur ve sizin için nehirler meydana getirir.” (A. Hulusi)

12 – Ve size mallar ve oğullarla imdat eylesin, ve sizin için Cennetler yapsın, sizin için ırmaklar yapsın. (Elmalı)

 

Ve yümdidküm Biemvalin ve beniyn mal ve evlat vererek dünyevi refahınızı artıracak, ve yec’al leküm cennatin ve yec’al leküm enhara dahası sizin için tarifsiz cennetler var edecek ve nehirler bahşedecektir.

 

13-) Maleküm lâ tercûne Lillâhi vekara;

“Size ne oluyor ki Allâh’ın yüceliğini ummuyorsunuz?” (A. Hulusi)

13 – Neye siz ummazsınız Allah için bir vakar. (Elmalı)

 

Maleküm lâ tercûne Lillâhi vekara size ne oluyor da Allah için vakarlı bir tavır takınmıyorsunuz. Vakar ağırbaşlılık, hafifliğin zıddı. İman insana vakar verir, ağır başlılık kazandırır. Küfür insanı hafifletir. Bu zımni ifadeyi anlıyoruz biz buradan.

 

14-) Ve kad halekaküm atvara;

“Hâlbuki (Allâh) sizi aşama aşama yarattı!” (A. Hulusi)

14 – Yaratmış iken o sizi tavır tavır bu tavra kadar. (Elmalı)

 

Ve kad halekaküm atvara oysaki sizi uzun süreçlerde halden hale geçirerek yarattı, O yarattı. Yani etvar; her halkası diğerinden farklı olan haller, çok aşamalı süreçler. Tekamül yasasının ifadesi aslında. İnsan/28. ayetinde ki tebdil ile birlikte okunmalı bu ayet.

 

15-) Elem terav keyfe halekAllâhu seb’a Semavatin tıbaka;

“Görmediniz mi, Allâh semâları yedi tabaka olarak nasıl yarattı?” (A. Hulusi)

15 – Görmediniz mi nasıl yaratmış Allah yedi Semayı uygun tabaka tabaka? (Elmalı)

 

Elem terav keyfe halekAllâhu seb’a Semavatin tıbaka görmediniz mi Allah 7 kat göğü nasıl tabaka halinde bir birine uyumlu olarak yarattı. Burada ki tıba; aslında etvar canlı organların dinamik kaderini ifade ediyor bir üstteki. Tıbak ta cansız varlıkların statik kaderini ifade ediyor. Mülk/3 ayetini bu ayetle birlikte okuyalım:

 

16-) Ve ce’alelKamere fiyhinne nûren ve ce’aleşŞemse siraca;

“Onların içinde Ay’ı bir nûr kıldı ve Güneş’i de ışık – enerji kaynağı kıldı.” (A. Hulusi)

16 – Kameri kılmış içlerinde bir nur, güneşi de kılmış bir lâmba. (Elmalı)

 

Ve ce’alelKamere fiyhinne nûren ve ce’aleşŞemse siraca güneşi de tarifsiz bir lamba yaptığını ve ayı sirayet eden bir yansıtıcı kıldığını hatırlasanıza, düşünsenize. Ayı yansıtıcı kıldı diye çevirdim bunu çünkü ay için nûr kullanılıyor, şems için sirac. Ama Yunus/5. ayetinde; HU”velleziy ce’aleş şemse dıyâen vel kamere nûra. (Yunus/5) güneş için dıya’ kullanılıyor. Dıya’; ışık kaynağından ışığın verilmesi, nûr ise yansıyan veya yansımayan ışıkların tümüne birden denilir, bu ilginç bir fark.

 

17-) VAllâhu enbeteküm minel’Ardı nebâta;

“Allâh sizi bir nebat bitirir gibi arzdan bitirdi.” (A. Hulusi)

17 – Ve Allah yetiştirdi sizi Arzdan nebat tarzıyla. (Elmalı)

 

VAllâhu enbeteküm minel’Ardı nebâta ve Allah sizi yerden tarifsiz bir bitirişle bitirmiştir. İnsanın hem elementer, hem de biyolojik kökenine bir atıf. Sözün özü şu; Hangi çiftçi ektiği ekine sırtını döner ki siz Allah’ın ektiği bu şahane ekine sırtını dönmesini istiyor, ekipte gitsin bir daha dönüp bakmasın diyorsun. Allah böyle yapar mı? İnsan gibi bir ekin ekmiş Allah. O’ndan bunu nasıl bekleyebilirsiniz. Allah sizi elbette gözetecek.

[Ek bilgi; Hak Telâ’nın, "nebâten" yerine "Inbâten" demesi beklenirdi. Fakat O, böyle dememiş aksine demiştir ki bunun takdiri "Allah sizi bitirdi, siz de bitiverdiniz" şeklindedir.

Burada şöyle bir incelik var: Allah Teâlâ eğer, demiş olsaydı, mana, "Sizi enteresan bir şekilde yetirip-bitirdi" şeklinde olurdu. Ama buyurunca, mana, "O sizi yetirip-bitirdi de, siz de böylece enteresan bir bitki olarak bittiniz" şeklinde olur.

Bu ikincisi daha uygundur. Çünkü "inbât" (bitirmek) Allah'ın sıfat ve fiilidir. Allah'ın sıfatları ise tarafımızdan görülmez. Dolayısıyla da bu bitirişin, Allah Telâ’nın haber vermesi olmasaydı, kâmil ve enteresan bir bitiş olduğunu bilemezdik. Halbuki burası, Allah'ın kudretinin mükemmelliğinin delillerinin getirildiği bir makamdır. Dolayısıyla bunun "semiyyât" (naklî deliller) ile ispatı mümkün olmaz.

Ama Hak Teâlâ, "O sizi yetirip bitirdi, siz de mükemmel ve enteresan bir bitişle bittiniz" manasında, buyurunca, bu, bitkiyi enteresan ve mükemmel olmakla tavsif etme olur. Bitkinin böyle olması ise elle tutulur-gözle görülür bir şeydir. Dolayısıyla da Allah'ın kudretinin mükemmelliğine, bununla istidlal yapılabilir. Binâenaleyh ayetteki ifade şekli buna daha uyundur. Dolayısıyla işte şimdi, bu incelikten ötürü, hakiki manadan mecazi manaya geçildiği ortaya çıkmış olur.

Hak Telâ’nın "Sonra sizi yine onun içine döndürecek" ifadesi, Kur'ân da alışılagelen "Allah sizi ilkin yaratmaya kadir olunca, yeniden diriltmeye de kadir olur" prensibine bir İşarettir.

Hak Telâ’nın, "Sizi yeni bir çıkarışla çıkaracak" ifadesini, mefûl-u mutlakla te'kîd etmiş, dolayısıyla da sanki, "Allah sizi, hiç şüphe yok ki kesinlikle yeniden çıkaracak" demek istemiştir. (Tefsir-i Kebir Mefatihu-l Gayb – Fahreddin Razi)]

 

18-) Sümme yu’ıydüküm fiyha ve yuhricüküm ihraca;

“Sonra sizi oraya iade edecek ve sizi bir çıkarışla çıkaracak.” (A. Hulusi)

18 – Sonra sizi onda geri çevirecek ve çıkaracak sizi bir çıkarış daha. (Elmalı)

 

Sümme yu’ıydüküm fiyha sonra orada sizi tekrar iade edecek, tekrar meydana getirecektir. ve yuhricüküm ihraca derken sizi tarifsiz bir çıkarışla yeniden çıkaracaktır.

 

19-) VAllâhu ce’ale lekümül’Arda bisata;

“Allâh, arzı sizin için bir sergi kıldı.” (A. Hulusi)

19 – Ve Allah sizin için Arzı bir sergi yapmıştır. (Elmalı)

 

VAllâhu ce’ale lekümül’Arda bisata Allah sizin için yeri bir döşek gibi yaymıştır. Burada yayarak genişletme. Sözün özü neden nankörlük ediyorsunuz. Size misafirhaneyi bu kadar dayayıp döşeyen Allah’a karşı. Bütün bu ayetler onu söylüyor.

 

20-) Liteslukû minha sübülen ficaca;

“Ondan geniş yollar edinip yürüyesiniz diye.” (A. Hulusi)

20 – Gidesiniz diye ondan geniş geniş yollarda. (Elmalı)

 

Liteslukû minha sübülen ficaca ki geniş yollar bulup onun üzerinden aşabilesiniz diye.

Pasajın ana fikri belli. İnançta da çeşitlilik tıpkı insan, gök gibi, insan gibi sünnetullahtır. Hz. Nuh’un bunca yıl davet edipte davetine icabet etmeyenlerin neden icabet ettiklerine dair bu konudaki sünnetullahı anlamaya çalışırsanız, hatta daha geniş bakıp şu yer yüzünde Allah insanı yaratıp ta neden küfrüne izin verdi, kafirlerin kafir olmasına neden izin verdi neden yer yüzünde kendine isyan edilmesine izin verdi. İnsan şirk koşacağını bile bile Allah neden irade verdi gibi soruları çoğaltıp gidebiliriz sorular soracak olursanız ey insanoğlu.

Allah’ın yasası budur bu yaratılışın yasasıdır. Karanlık olmasaydı aydınlığın, küfür olmasaydı imanın, kötü olmasaydı iyinin değeri nasıl bilinirdi. İşte rabbimiz bize, Nuh suresinde de bunu veriyor.

Rabbim küfürden, şirkten, tuğyandan bizi korusun rabbim davet edilince davete yürekten icabet edip imanın hakkını verenlerden kılsın.

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. NUH SURESİ (20-28) (182-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

BismillahirRahmanirRahıym

 

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.

Rabbim hayır ile başlat, hayırlısıyla tamamlat. Rabbim bize kolay getir, güç getirme. Amin.

Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Nuh sure-i celilesinin 20. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacaksınız tuğyan olan yerde tufan olmaz mı demiştik. Aslında Nuh suresi özetle bunu söylüyor. Tuğyan olan yerde tufan olur. Allah’a isyanın ayyuka çıktığı bir yerde tufan olur. Fakat aslolan sizin geminizi yapmanızdır. Siz geminizi yaparken herkes bir şey söyleyebilir. Tıpkı Hz. Nuh’a; bak, bak, seninki karada gemi yapıyor, nerede yüzdürecekse diye dalga geçenler gibi. Fakat suyun rabbi, göklerin rabbi, denizin rabbi geminizi yüzdüreceğiniz zamanı gelince denizi ayağınıza getirir. Eğer O’nun için yola çıkmış, O’nun için yaşamış, hayatınızı hakikate davet uğrunda geçirmiş ve samimiyetle iman etmiş, güvenmişseniz bunu yapar. Tüm çağlara bu kıssanın içinde bulunduğu Nuh suresinin verdiği ders budur. Her çağın Nuh’una; sen gemini yapmaya devam et. Deniz lazım olursa denizin rabbi ayağına getirir mesajdır. Şimdi kaldığımız yerden Nuh suresinin tefsirine devam ediyoruz.

 

Bismillah

21-) Kale Nuhun Rabbi innehüm ‘asavniy vettebe’u men lem yezidhu maluhu ve veleduhû illâ hasara;

Nuh dedi ki: “Rabbim… Muhakkak ki onlar bana âsi oldular; malı ve çocuğu kendisinin hüsranından başka bir şeyi artırmayan kimseye tâbi oldular.” (A. Hulusi)

21 – Nuh dedi ki: yarab! Malûmun onlar bana isyan ettiler ve malı ve veledi kendisine hasardan başka bir şey arttırmayan kimsenin ardınca gittiler. (Elmalı)

 

Kale Nuhun Rabbi innehüm ‘asavniy Nuh dedi ki; Rabbim onlar bana isyan ettiler. Açıkça, kuşkusuz, tereddütsüz onlar bana isyan ettiler. vettebe’u men lem yezidhu maluhu ve veleduhû illâ hasara malı ve nesli sadece hüsranını artıran bir takım kimselere uydular. Bana isyan ettiler, malı ve nesli çok olanlara uydular. Fakat mal ve nesil onların hüsranını artırdı. Yani onlar dünyevileştiler. Onlar Allah’ın gör dediği yerden değil, şeytanın gör dediği yerden baktılar. Onlar çok olana itibar ettiler. hak olana değil. Ben hakka davet ettim, fakat yanımda ne kadar dünyalık olduğuna baktılar, davet ettiğim hakikate değil. Onun içinde onlar dünyalığın yanında yer aldılar. Çok olanın yanında hakka karşı yer aldılar.

 

22-) Ve mekeru mekren kübbara;

“Çok büyük bir mekr ile mekr ettiler!” (A. Hulusi)

22 – Ve büyük büyük mekre giriştiler. (Elmalı)

 

Ve mekeru mekren kübbara koca koca, büyük büyük, dehşet tuzaklar hazırladılar. Mekr; aslında hile, desise, tuzak manasına gelir. Fakat düzen, düzenek manasını da içerir. Burada fiili ve fiziki bir tuzak mı, yoksa fikri ve zihni bir tuzak mı kastediliyor. Aslında sanki insanın en büyük tuzağının, insanın kendisini içine düşürdüğü en büyük tuzağın kendi kendine kurduğu zihni tuzaklar olduğunu söylüyor gibidir. Yoksa Hz. Nuh’un önüne tuzak kurup ta onu içine düşürdüler anlamını göremiyoruz.

Peki akla kurulan bu tuzaklar neler olabilir? Birincisi (Melek) peygamber istediler, biz onların kendi akıllarının önüne kurdukları tuzakları, bu kıssanın Kur’an da anlatıldığı diğer yerlerden öğreniyoruz. Bu kıssa Kur’an da 30 a yakın yerde, hatta otuz küsür yerde anlatılır. Mesela; Onlar kendi kendilerini düşürdükleri bir tuzak şuydu. İnsan peygamber istemediler. İnsan peygambere karşı geldiler, bir melek peygamber istediler. Araf/63. ayeti bunun delili. Nuh kavmi insan peygamber istemedi, çünkü insan soyundan ümit kesmişti.

Ama insan peygambere itirazın ikinci bir gerekçesi daha var. O da hayat tarzını değiştirmek istemediler. Çünkü insan peygamber olursa onu model almaları lazım. Melek olursa meleği model alamayız diye mazeret ileri sürebilirler. Onun için tüm helak olmuş kavimler insan peygambere itiraz ettiler. İşin özü insandan ümit kesmiştiler çünkü kendilerinden ümit kesmişlerdi. Adeta insandan iyi çıkmaz, insandan adam çıkmaz derecesine yaptılar bunu bu 1. tuzak.

İkinci tuzak yoksul kesimin, fakir kesimin, toplumun düşük kesimlerinin Hz. Nuh’a iman etmesini davete yönelik bir suçlama olarak kullandılar. Hud/27. ayetinin bize gösterdiği bu. Delili bu. Yani davete toplumun alt tabakaları iman etti diye kodamanlar, varlıklılar davetten, iman etmekten kaçındılar. Bu da bir bahaneydi. Aslında onların nasıl kibirli, nasıl küstah olduklarını gösteriyordu. Ki burada da Ve mekeru mekren kübbara derken onu söylüyor aslında. Kendi kendilerine öyle hileler, öyle tuzaklar kurdular ki, korkunç tuzaklar, belki kibre dayalı, tekebbüre datalı tuzaklar. Öyle bir ima da var.

Üçüncüsü mucize talep ettiler. Fakat talep ettikleri mucize gelse inanacaklar mıydı. Tufan geldi inandılar mı, yine inanmadılar. Gönlün görmediğini göz görmez Kur’an dostları. Mucizeler gözlere de hitap ediyordu. Oysa ki vahiy mucizesi gönüllerine hitap ediyordu. Ona kör kalınca diğer beşeri ve tabii mucizelere, yani diğer dışlarında gerçekleşen mucizelere nasıl itimat edeceklerdi ki. Bu bir iman meselesi. Gönülleri kör olduğu için gözleri de görmedi.

Dördüncüsü düzeni sarsmakla itham ettiler Hz. Nuh’u. Bunu da Mü’minun/25. ayetinden öğreniyoruz. Yani düzenimizi bozuyorsun, istikrarı bozuyorsun dediler. Tüm çağlarda ki inkarcıların ithamı bu, istikrarı bozuyorsun. Hakikate karşı hücum ederken bunu söylediler. Sanki düzenlerini alıp kaçan varmış gibi. Aslında onların düzen dedikleri, istikrar dedikleri, batılın, şirkin, küfrün, günahın istikrarıydı.

İşte bütün bunlar akıllarına kurdukları bir tuzaktı. Bu tuzağın içine kendileri düştüler. Çünkü kendi zihinleri kendilerine tuzak kurdu.

 

23-) Ve kalû lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerunne vedden ve lâ suva’an ve lâ yeğûse ve ye’ûka ve nesra;

Dediler ki: “Tanrılarınızı sakın bırakmayın! Vedd’i, Süva’i sakın bırakmayın… Yağüs’u, Yauk’u ve Nesr’i de (tanrılarının – putlarının adları)!” (A. Hulusi)

23 – Ve sakın ilâhlarınızı bırakmayın ve sakın bırakmayın ne Veddi, ne Suvâı, ne de Yeğûsü ve Ye’ûku ve Nesri dediler. (Elmalı)

 

 Ve kalû ve dediler ki; lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerunne vedden ve lâ suva’an ve lâ yeğûse ve ye’ûka ve nesra asla onların ilahlarına uymayın lâ tezerunne asla ilahlarınızı terk etmeyin, ilahlarınızı bırakmayın. Asla; veddi, suva’ı, yeğusü, ye’uku ve Nesr’i bırakmayın dediler.

Bu sayılan 5 put nüzül dönemi Araplarının da bildiği putlar. Hatta bölge civar kabilelerde tapınılan putlar bunlar. Mesela Yeğus isimli put erkek şeklindeymiş. Kitabu’l esnam dan öğreniyoruz. Suva’ putu dişi tanrıça şeklindeymiş. Ye’uk putu at suretindeymiş. Nesr putu ise isminde ifade ettiği gibi ak baba suretindeymiş. Demek ki bunlar birer totem gibi de anlaşılabilir bu putlar. Bunlar Nuh kavminin zamanında tapılan putlar olmasına rağmen Arap müşriklerinin de taptığı putlar olması nasıl izah edilir.

İşte bu sual çerçevesinde tefsirlerde bir çok söz söylenmiş. İşte Tufan da bu putlar yok olmadı mı, yok olduysa nasıl intikal etti vs. gibi. İbn. Abbas’tan bize gelen bir rivayete göre bu 5 put İdris peygamberin kavminden 5 veli imiş. Bu 5 veli nasıl putlaşmış, 5 Allah dostu nasıl putlaştırılmış sualine İbn. Abbas’tan gelen rivayet şu cevabı veriyor. Onlar öldüklerinde, onlara çok sevgi besleyen çocukları babalarının Aziyz insanlar, veliy insanlar olduğunu ifade için onlara görkemli birer kabir yaptırmışlar. Onların çocukları yani bu azizlerin torunları gelmişler bir şey yapalım bu büyük dedelerimize, biz de bir katkıda bulunalım onların namına, şanına, onların büyüklüğüne demişler, onlar da resimlerini yaptırmışlar kabirlerinin önüne. Onların torunları gelmiş, tabii merhumların torunlarının torunları, bu kez biz de dedelerimize bir şey yapmak isteriz. Madem bu kadar büyük dedelerin torunlarıymışız, biz de bir şey ilave edelim demişler onlar da heykellerini yaptırmışlar. Onların torunları da biz ne yapalım demişler. Bu büyük büyük dedelerimize biz de bir şey yapalım. Babalarımız şunu yaptı, dedelerimiz şunu yaptı, onların dedeleri bunu yaptı, biz de tapalım demişler. Ve böylece 5 aziz, 5 veli zatın üzerinden kuşaklar geçince 5 puta dönüşmüş. İbn. Abbas’tan gelen rivayet bu, gerçekten de çok manidar, üzerinde durulması gereken, ve ibret alınması gereken bir rivayet. Biz Hz. İsa örneğinde Hıristiyanların onu nasıl ilahlaştırdığına baktığımızda bu hikayenin daha sonraki bir versiyonunu görmüş oluyoruz.

Bugün içinde geçerli değil mi. Herkes işte bu konuda titiz olmalı, dikkatli olmalı. Bu ayetler bize sadece tarihi bir hadiseyi haber vermiyor, aynı zamanda bizi ibret almaya, bunun tekerrür etmemesi için ders almaya davet ediyor.

Tufan insanlığın ortak hafızasında var. Bu konuda yapılmış bir ilmi araştırma görmüştüm. Yer yüzünde ki en kapalı toplumlarda dahi tufan inancı var. Mesela Avustralya Aborjinlerin de, Gutamala da 3.000 me de yaşayan yerlilerde ve kendi adalarının dışına hiç çıkmamış olan Seylan yerlilerinde dahi araştırmacılar, sosyologlar ve sosyal antropologlar Nuh tufanı inancının olduğunu tespit etmişler. Yani yer yüzünden Nuh Tufanı inancının olmadığı bir toplum yok. Kapalı havza toplumları da ada toplumları dahi. O zaman bu tufan insanlığın ortak hafızasında yer ettiği anlaşılıyor. Demek ki insanlık henüz daha bu kadar dağılmadığı dönemlerde olup bitmiş bir olay olsa gerek ki insanlığın tamamının kapalı toplumlar da dahil ortak hafızasında yer etmiş bir hadise ve bize verdiği ders tuğyan ederseniz mutlaka tufana uğrarsınız dersidir. Bu tufanın gökten boşalan sularla olması şart değil, bazen toplumsal huzursuzluk, bazen ahlaki çöküş, bazen anarşi, bazen hiç aklımız gelmedik ailenin çöküşü, dağılışı, insanların erdemlerini yitirmesi, değerlerin yok oluşu vs. gibi bir çok surette gerçekleşebilir. Bunların hepsi aslında tufanın farklı versiyonlarıdır.

[Ek bilgi; {Kur’an; tufanı Allah’ın buyruklarına tam bir şekilde karşı çıkan suçlu toplumlara yöneltilen cezalandırmalardan ibaret olan genel bir muhteva içinde nakleder.

Tevrat top yekün inkârcı insanlığı cezalandıran evrensel bir tufandan bahsederken Kur’an bunun aksine olarak iyice belirlenen müteaddit toplumlara gönderilen çeşitli cezaları zikreder. (ör; Araf/59 -93 ayetleri Nûh, Ad, Semud, Sodom,(Lût) Meyden topluluklarına verilen cezaları ayrı ayrı hatırlatır.) Keza Kur’an Tufanı da özellikle Nuh kavmine mahsus bir felâket olarak bildirir.

Geminin içinde bulunanlar hakkında Kur’an oldukça açık ifade taşır. Allah tarafından Hz. Nuh’a emir verilir ve felaketten masum insanların kalacakların bindirilmesi emri olduğu gibi yerine getirilir.

“(Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır veya geminin kazanı) tutuşup parladığı zaman dedik ki; "Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle". Zaten beraberinde iman edenler çok az idi. (Elmalı) (Hud/40)”
Kur’an gemide kovulan nasipsiz oğul dışında Hz. Nuh’un ailesi ile Allah’a iman eden sayıları az olan yolcuların bulunduğunu bildirir.

Tevrat ise gemide “sayıları az olan mü’minlerin bulunduğunu bildirmez, gerçekte Tevrat’ta geminin içindekiler konusunda 3 rivayet mevcuttur.

1 – Din adamları metnine göre Nuh istisnasız olarak kendi ailesi be her türden bir çift.

2 – Yahvis’te metin pâk hayvanlar ve kuşlar ile murdar hayvanlar arasında ayırım yapar. (gemi, pak hayvanlarla kuşlardan erkek ve dişi olarak yedişer çift, murdar hayvanlardan ise birer çift barındırır.)

3 – Değiştirilmiş Yahvis’te bir cümleye (Tekvin/7-8) göre pak olsun murdar olsun her neviden birer çift. (Maurıce Bucaılle- Kitab-ı Mukaddes Kuran ve bilim)}]

 

24-) Ve kad edallû kesiyra* ve lâ tezidizzâlimiyne illâ dalâla;

“Böylece (bunlar) pek çok kimseyi saptırdılar… O hâlde sen de o zâlimlerin sapkınlığını artır!” (A. Hulusi)

24 – Ve çoğunu şaşırttılar, sen de zalimleri artırma ancak şaşkınlıkca artır. (Elmalı)

 

Ve kad edallû kesiyran doğrusu birçoklarını yoldan saptırdılar, çıkardılar. ve lâ tezidizzâlimiyne illâ dalâla ve sen de (ey Allah’ım) bu zalimlerin delaletini artır. Lafzen böyle çevirmem lazım ama daha bir açılımlı ve daha doğru kabul ettiğim bir çeviriyle çevirmek istiyorum bu zalimleri hedeflerinden daha fazla saptır. Yani onların gözettikleri hedefi tutturamasınlar. Diye dua etti.

 

25-) Mimma hatiatihim uğriku feudhılu naren felem yecidu lehüm min dûnillâhi ensara;

(Nihayet) onlar hatalarından dolayı suda boğuldular da ateşe dâhil edildiler ve kendilerine Allâh dûnunda yardımcılar bulamadılar. (A. Hulusi)

25 – Bir çok hatîatlarından dolayı suya boğuldular da ateşe atıldılar ve kendilerine Allahın dûnünden yardımcılar bulamadılar. (Elmalı)

 

Mimma hatiatihim uğriku onlar günahlarından dolayı boğulup gittiler. feudhılu naren felem yecidu lehüm min dûnillâhi ensara dahası ahirette ateşe atılacaklar ve Allah dışında kendilerine yardım edecek hiçbir kimse bulamayacaklar.

 

26-) Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara;

Nuh dedi ki: “Rabbim… Hakikat bilgisini inkâr edenlerden arz üzerinde hiç kimseyi bırakma!” (A. Hulusi)

26 – Nuh demişti ki: yarab, bırakma yeryüzünde kâfirlerden bir deyyar. (Elmalı)

 

Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara ve Nuh dedi ki, daha doğrusu Nuh ellerini açıp şöyle dua etti; Rabbim, onlardan yer yüzünde bir tane, bir tek kişi bile bırakma. Mostralık, deyyar. Evde kimse yok dediklerinde bir Arap bu kelimeyi kullanır onun için mostralık bir tek kişi dahi bırakma şeklinde anlayabiliriz.

 

27-) İnneKE in tezerhüm yudıllu ‘ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara;

“Zira sen, onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; hakikat bilgisini inkâr eden ve emirlere karşı çıkandan başkasını doğurmazlar. (Onların genlerinden ancak bu oluşur!)” (A. Hulusi)

27 – Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar. (Elmalı)

 

İnneKE in tezerhüm yudıllu ‘ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara eğer sen onlardan bir tane bırakırsan onlar kafirden başka bir şey doğurmayacaklar ve senin kullarını saptırmaya devam edecekler. Yani onlardan yer yüzünde bir tane mostralık bıraksan bile ya rabbi, o boş durmayıp senin kullarını saptıracak ve ondan da kafir doğacak, başka bir şey değil.

Duanın büyüklüğü emeğin büyüklüğünü gösteriyor değerli dostlar. Ben beddua demiyorum. Bu bir duadır. Küfrü ile azgınlaşmış kafirin artık yer yüzünden sökülüp alınmasını istemek, kendisinin de hayrını istemektir aslında. Çünkü yaşadıkça küfrünü sürdürecek, yaşadıkça azgınlığını artıracak, yaşadıkça günahını çoğaltacak. Onun için beddua demek istemiyorum. Fakat bir peygamber, Efendimiz öyle buyuruyor; Her peygamberin kabul olmuş bir duası vardır. Hz. Nuh’un da kabul olmuş duası bu olsa gerek. Ki emeğin büyüklüğünü biz burada görüyoruz.

Emeğinin büyüklüğünü biz biliyoruz aslında değil mi? ..elfe senetin illâ hamsiyne ‘amen, (Ankebut/14) diyor Kur’an bize. 50 eksiği ile 1000 yıl. Aslında Hz. Nuh’un daveti bu. 950 demiyor, 50 eksiği ile 1.000 diyor. Bunu şöyle de anlayabiliriz Allah’u alem. Bir insanın aklına gelebilecek en uzun ömrü aklınıza getirin. Zaten 1000 yı9l kesretten kinaye olarak kullanılır, Kur’an da da kinaye olarak kullanılmaktadır. İşte 1000 yıla bedel bir gün gibi.

Yine ..lev yu’ammeru elfe seneh. (Bakara/96) İster ki Yahudileşmiş mantık 1000 yıl yaşayayım. Burada olduğu gibi. Dolayısıyla 1000 yıl kesretten kinaye. Aklınıza bir insanın yaşayabileceği en uzun ömrü getirin, ondan, peygamberlikten öncesini düşün illâ hamsiyne ‘amen i (Ankebut/14) böyle anlayabiliriz. İşte bütün bir ömrü boyunca davet etsin o peygamber, fakat bir avuç dışında kimse davetine icabet etmesin. Hz. Nuh’un durumu bu.

Allah resulü Bedir esirleri ele geçtiğinde istişare etmişti. Hz. Ebu Bekir bu istişare sonuncunda; Bırakalım ya ResulAllah demişti. Hz. Ömer ise hepsinin boynunu vuralım demişti. Allah Resulü Ebu Bekir’e dönerek; Ey Ebu Bekir sen; İn tüazzibhüm feinnehüm ıbaduK. (eğer onlara azap edersen onlar benim değil senin kullarındır ya rabbi. ve in tağfir lehüm feinneKE entel Aziyzül Hakiym (Maide/118)eğer affedersen, bağışlarsan ya rabbi sen yücesin zaten. Hükmünde hikmet sahibisin. Yani bağışlasan daha iyi olur diyen İsa gibisin demişti. Ve Hz. Ömer’e dönmüş; sen de “bunların kellelerini vuralım diyen ey Ömer sen de tıpkı lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara (26) onlardan yer yüzünde bir tane bırakma İnneKE in tezerhüm yudıllu ‘ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara (27) diyen, yani eğer bir tane bırakırsan onlar insanları saptıracaklar ve onlardan facir, günahkar ve kafirden başka bir şey doğmayacak diyen Nuh gibisin. Demişti. Tirmizi, A. Bin Hambel naklediyor bu haberi bize.

 

28-) Rabbiğfirliy ve livâlideyye ve limen dehale beytiye mu’minen ve lilmu’miniyne velmu’minât* ve lâ tezidizzâlimiyne illâ tebârâ;

“Rabbim… Beni, ana-babamı, imanlı olarak evime gireni, imanlı erkekleri ve imanlı kadınları mağfiret et! O zâlimlerin, helâkından başka bir şeylerini artırma!”(A. Hulusi)

28 – Yarab! Mağfiret buyur bana, ve babama anama, mü’min olarak evime girene ve bütün mü’minîn, ve mü’minâta, zalimleri ise artırma ancak helâkça artır. (Elmalı)

 

Rabbiğfirliy ve livâlideyye ve limen dehale beytiye mu’minen ve lilmu’miniyne velmu’minât rabbim beni bağışla, anne babamı bağışla ve benim evime girenleri de bağışla. Tabii ki mü’min olarak girenleri. Ve tüm mü’minleri, iman eden mü’min erkekleri ve mü’min kadınları da bağışla diye en sonunda rahmet duası da yaptı. Yani sadece yukarıda ki bedduayı değil, aynı zamanda mü’minlere de dua etti, çünkü canı çok yanmıştı. Çünkü Allah’a davet etti, kendisine değil. Fakat onlar Allah’a karşı geldiler ve lâ tezidizzâlimiyne illâ tebârâ zalimlerin de sadece tükenişini artır ya rabbi dedi.

Rabbimiz bu duayı Hz. Nuh’un ağzından tüm zamanlarda yaşasın diye vahyin içine koyup bize aktardığına göre amin denmiş sayılır mı? Naçizane böyle sayılsa gerektir. Eğer rabbimiz bu duaya “Amin” demeseydi eğer tabir caizse, Hz. İbrahim’in babasına duayı reddettiği gibi bunu da reddederdi.

Peki sözün özü ne burada? Tuğyan olan yerde tufan kaçınılmaz olur. Günah okyanusunda bir sevap adası olun ey mü’minler, siz geminizi yapmaya devam edin. Herkes günaha batmış olsa bile siz sevabı sürdürün. Ne diyordu Hz. Nuh; Fede’a Rabbehu enniy mağlubun fentasır. (Kamer/10) ellerini kaldırdı ve rabbine şöyle dua etti. Ya rabbi ben bittim dedi, ben yenildim. enniy mağlubun fentasır sen bana yardıma yetiş ya rabbi.

Peki Allah ne buyurdu? Demek ki gücü biterse bir kulun, bittim derse, gücünün sonuna kadar mücadele eder ve bittim derse rabbi ona yettim kulum der. Ve işte cevabı da şöyle oldu.Fefetahnâ ebvabes Semai Bimain munhemir. (Kamer(11) biz de göğün kapılarını açtık, denizi onun ayağına getirdik. Onun duası üstüne dizginlenemez bir su denizini yer yüzüne indirdik. Bimain munhemir, yani denizi ayağına getirdik. Eğer inkarcılar karada gemisini yapan çağın Nuh’larına dalga geçercesine iyi de bunun denizi hani derlerse çağın Nuh’ları hiç tereddüt etmeden denizin rabbi deniz lazım olduğunda onu ayağıma getirir diyebilirler. Zaten bunu dememiz için bu kıssa bize anlatılıyor.

Rabbim kendi çağının Nuh’larından kılsın. Rabbim tuğyan olan yerde tuğyanı üretenlerden değil, tuğyana karşı çıkıp tufanı bir necat olarak kullananlardan kılsın. Rabbim Kenan gibi dağa kaçanlardan değil, Nuh’un gemisine sığınanlardan kılsın inşaAllah.

 

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. CİN SURESİ (01-28) (182-B)

$
0
0

231

{{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”}}

Değerli Kur’an dostları şimdi yepyeni bir sureye giriyoruz. Cin suresi. Elimizde ki mushafta 72. sırada.
Cin; görünmeyen varlık manasına gelir. Adını ilk ayetinden alır. Tirmizi de bu adla anılmış fakat Buhari de Kul ûhıye ileyye (1) yani ilk kelimeleri ile anılmış ki. Demek ki adı daha ilk dönemlerde henüz oturmamıştı.
Suremiz Mekki dir. Boykot dönemi sonrası surelerden sayabiliriz. Çünkü bu konuda elimizde delil var; Allah resulünün Taif dönüşünde gerçekleşen dinleme hadisesi üzerine nazil olduğuna dair hayli rivayet var. Biz Allah resulünün Taif seferinin boykotun hemen ardında ki veya boykotun son, 8 veya 9. yıl olduğunu biliyoruz. O zaman 9 veya 10. yıla yerleştirebiliriz bu sureyi ki, Taif seferinin 10. yılda olduğuna dair bir rivayet var.

Cin surenin konusu tevhid. Amacı cahiliye insanının cin tasavvurunu ret. Görünmez varlıklar bir vakıa, bir gerçek. Biz bu alemi sadece kendimiz oluşturmuyoruz. Görünmeyen varlıklarla paylaşıyoruz. Sadece bizden müteşekkil değil bu alem. İnanıyoruz ki göremediğimiz alemler de var.

[Ek bilgi: CİNLERİN VARLIĞI- KUR’AN
Kur'an-ı Kerim'de sadece bir yerde değil, müteaddid yerlerde ve insanların iki ayrı cins yaratık olduklarından bahsedilmektedir. Örneğin bkz. Araf: 38; Hud: 119; Fussilet: 25-29; Ahkaf: 18; Ez-Zariat: 56; en-Nas: 6; ve Rahman Suresi, cinleri insanoğlunun bir kısmı olarak saymaya yer bırakmayacak açıklıktadır.

Araf:12'de Hicr 26-27'de ve Rahman 14-15'de insanın çamurdan yaratıldığı, oysa cinlerin ateşten yaratıldıkları açık bir şekilde bildirilmektedir.

Hicr Suresi 27. ayette cinlerin insandan önce yaratılmış oldukları izah edilmektedir. Bunu, Kur'an da yedi yerde geçen Adem ve İblis kıssası da teyit etmektedir. Her yerde insan yaratılmadan önce İblisin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Kehf Suresi 50. ayette İblisin cinlerden birisi olduğu bildirilmiştir.
...

Kur'an-ı Kerim'de onlarca yerde, İblis'in, ta Adem'in yaratılışından beri insanı yoldan çıkartmaya azmettiği gerçeği açıklanmaktadır. O zamandan beri cinlerden şeytan olanlar insanları yoldan çıkarmaya çalışmaktadır. Ama insana musallat olarak ona zorla bir şeyi yaptırma gücüne sahip değillerdir. Fakat insanların kalbine vesvese verirler ve onları kötü yola teşvik ederek çirkin ve kötü şeyleri güzel gösterir, onları yoldan çıkarmaya çalışırlar. Mesela bkz. Nisa: 117-120; Araf: 11-17; İbrahim: 20; Hicr: 30-42; Nahl: 98-100; İsra: 65. (Mevdudi – Tefhimu-l Kur’an)]

Görünmez varlıklar Allah – İnsan arasında aracı değil, ilahi rehberliğe muhtaç varlıklardır. Bu sure bunu söylüyor. Oysa ki insanlar tarih boyunca görünmeyen varlıklara karşı zaaflı olmuşlar. Görünmeyenden korkmuşlar. Görünmeyene gizemli olana karşı bir merak olmuş hep. Bu merak korkuya dönüşmüş Bu korku ise onlara tapınmaya dönüşmüş, onları putlaştırmış tarihte insanlar. Görünmemelerinin sonucunda korku, korkunun sonucunda da putlaştırma gelmiş. İşte bu nedenle bu surenin iniş nedeni, Nüzul dönemi insanı her tür söz sanatını şiirle, şiiri de cinle irtibatlandırdığı için onların vahyi şiirle, dolayısıyla vahyi cinle irtibatlandırmalarına alaka kurmalarını ret için inmiştir.

Onlara göre cinler çarpardı. Onlar böyle inanıyordu. Hud/54. ayetine göre. Yine Enam/100. ayetinden öğrendiğimize göre ilahlık yakıştırıyorlardı nüzül dönemi müşrikleri cinlere. Yine bu surenin 6. ayetine göre cinlere sığınıyorlardı. Biz “Euzü Billahi mineş şeytanir racim” diyerek kovulmuş, taşlanmış, mel’un şeytanın şerrinden nasıl Allah’a sığınıyorsak onlarda cinlere sığınıyorlardı. İlginçtir, kime sığınıyorlarsa ona tanrılıkta yakıştırmış oluyorlardı. Yine cinlere tapanlar vardı. Sebe/41. ayetinin ifade ettiği gibi.

Surenin yarısı vahiy dinleyen cinlerle alakalı. Yani burada cinlerin vahiy dinledikleri aktarılıyor bu surenin yarısından fazlasında. Aynı zamanda bu bölüm Ahkaf/29-32 ayetleriyle karşılaştırılarak okunmalı. Çok büyük bir irtibat var. Ahkaf/29-32 ayetleri Allah u alem bu surede bahsedilen olayın ta kendisinden bahsetmektedir. Yani iki ayrı olaydan bahsedildiğine dair rivayet varsa da bu konuda kesin bir delil yoktur. Biz iki pasajı da okuduğumuzda benzer bir olaydan söz edildiğini düşünebiliyoruz.

Bu durumda Ahkaf suresinin ilgili ayetleri dikkate alınacak olursa bu cinlerin Yahudi olduğu orada açıkça söyleniyor. Yahudilerden olduğu. Çünkü Ahkaf suresinde ki ilgili pasajın hemen önü Yahudilerle ilgili. Dolayısıyla bizim zihnen cinlerle ilgili bu cin suresiyle müşriklerin arasında, daha doğrusu Yahudilerle müşriklerin arasında cin bahsi üzerinden bir irtibat kurmamız gerekiyor.

Nedir bu irtibat? Şu; Müşrikler Yahudilerin bu konuda esaslı bir bilgiye sahip olduğunu düşünüyorlardı cin konusunda ve vahye karşı bir destek sağlamak için, argüman geliştirmek için, vahye karşı savaşmak için kendilerince, kendilerinden çok daha iyi bilgiye sahip olduklarını düşündükleri Yahudilerden malzeme istiyorlardı, cephane istiyorlardı. Yani cephanelerini Yahudilerden aldılar ve Yahudiler de bu konuda bizim bildiklerimiz hava civa demiyorlar, bu onların bu zannını daha da kabartıyorlar ve şişiriyorlardı, istismar ediyorlardı.
Surenin ilk muhatapları açısından amacı açık. Müşriklerle Yahudiler arasında ki bu şeytani ittifakı bozmaktı bu amaç. bir de Allah resulü açısından amacı vardı ki o da Allah resulünü ve mü’minleri teselli etmekti. Bu teselliyi şöyle formüle edebiliriz. Ey peygamber seni yakındakiler dinlemezse, Allah çok, çok uzaklardan seni dinleyen birilerini yollar. Buydu, Allah resulü böyle teselli edildi. Bu girizgahtan sonra şimdi cin suresinin tefsirine geçebiliriz.

[Ek bilgi; Buhari ve Müslim'de Hz. Abdullah bin Abbas'tan rivayet edilir ki, bir gün Allah Resulü yanında arkadaşları ile beraber Ukaz panayırına gitmişti. Yolda Nahle denilen yerde Allah Resulü sabah namazını kıldırdı. Bu esnada Cinlerden bir grup oradan geçmekteydi. Kur'an ın tilavetini duyduklarında hemen durmuşlar ve dikkatle dinlemeye başlamışlardı. İşte bu hadisenin zikri bu surede geçmektedir.

Müfessirlerden çokları bu rivayete dayanarak bu hadisenin Rasulullah ın Taif seferi esnasında olduğunu söylemişlerdir ki bu hadise risaletin 10. yılında hicretten 3 sene önce vuku bulmuştu.
Fakat bu kıyas birçok nedenden dolayı doğru değildir. Rasulullah ın Taif seferi sırasında cinlerin Kur'an dinlemesi hadisesinin anlatıldığı Ahkaf Suresi'nin 29. ayeti ile 39. ayetleri arası göz önünde bulundurulursa, o cinlerin iman ehlinden oldukları anlaşılacaktır. Bunlar, Hz. Musa'ya ve diğer gelmiş semavi kitaplara inanmaktaydılar.
Halbuki bu surenin 2. ayetinden 7. ayetine kadar olan bölümden açıkça anlaşılmaktadır ki, bu sefer de Kur'an-ı Kerim dinleyen cinler müşrik idiler, ahireti ve peygamberliği kabul etmiyorlardı. Ayrıca tarihi kayıtlardan da anlaşılıyor ki Rasulullah ın yanında Hz. Zeyd bin Harise'den başka kimse yoktu.
Halbuki bu seferde İbn Abbas'ın rivayetine göre Rasulullah ın yanında birkaç sahabenin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Ve diğer rivayetlerden, Rasulullah ın Taif ten dönerken yolda Nahle'de konakladığı zaman cinlere Kur'an ı dinlettiği anlaşılmaktadır.
İbn Abbas'ın rivayetine göre, bu surede geçen seferde ise Allah Resulü Mekke'den Ukaz'a doğru gitmekteydi. Bu sebeplerden, bu surede geçen hadise ile Ahkaf Suresi'nde geçen hadisenin aynı olmadıkları ayrı ayrı zamanlarda vuku buldukları anlaşılmaktadır.(Mevdudi – Tefhimu-l Kur’an)]

[Ek bilgi; KURÂN’A GÖRE “CİN”
“CANN’I (cin sınıfını - görünmez varlıkları) DA DUMANSIZ ATEŞTEN (radyasyon-ışınsal enerji - elektromanyetik dalga bedenli) YARATTI.” (55.Rahmân: 15)

İnsanın yapısı için, umumi mânâda, görünüşünden yani bedeninin yapısından dolayı, nasıl ki “topraktan halk olunmuştur” denilmekte ise; burada da Cinin yapısı izah edilirken, gene aynı usülle, Cinin yapısı işaret edilerek “dumansız ateşten” yani “ışınlardan - radyasyondan - dalgadan” yaratılmıştır diye tarif edilmektedir.

“CANN’I DA DAHA ÖNCE SEMUM ATEŞTEN (gözeneklerden geçen, zehirleyici ateşten; ışınsal bedenle, cehennemdeki ateş, semum kelimesiyle tanımlanmıştır. A.H.) YARATTIK.” (15.Hicr: 27)

Nitekim bakınız bu konuda M.H.Yazır merhum da ne diyor:

“Hâsılı demek oluyor ki, insan yaratılmazdan evvel, Güneş’te ve arzın başlangıcında olduğu gibi, çalkalanıp duran (dalgalanan) muzdarip ve müteheyyiç bir hâlde bulunan hâlis bir ateş veya ELEKTRİK hâlinde olduğu gibi, her şeye karışabilen veyahut eşyayı birbirine karıştırmak ihtilat ettirmek hassasını haiz bir ateşten (yani ışınlardan) biz insanların gözlerine bermutad görünmeyen gizli birtakım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaratılmıştır ki bunlara “can” tesmiye olunur.”(Cilt: 6/ Sayfa: 4670)

“(Allâh) ONLARI TOPLUCA HAŞRETTİĞİ GÜN: “EY CİNN TOPLULUĞU, GERÇEKTEN İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞUNU HÜKMÜNÜZ ALTINA ALDINIZ (hakikatten uzaklaştırdınız)!” (der)...” (6.En’am: 128)

Bu âyet meâli ise, dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, günümüzde pek çok önemi olan bir konuyu açıklamaktadır... Çünkü bu âyet ile Allâhû Teâlâ, “Cin” adıyla tanınan varlıkların çok büyük bir özelliğini açıklamaktadır; ki bu özellik “CİNLERİN İNSANLARI KENDİLERİNE TÂBİ KILMA, İNSANLARI BAŞTAN ÇIKARTMA, KENDİ HÜKÜMLERİ ALTINDA YAŞATMA” olmaktadır. Yani, Cinler arasında, insanları aldatmak, onları kendi hükümleri altına almak başarı olarak değerlendirilmekte, birbirlerine karşı kendi üstünlüklerini bu şekilde ispatlamaya çalışmaktadırlar.
“BEN CİNNİ VE İNSİ YALNIZCA (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM!” (51.Zariyat: 56)
Bu âyet meâli ise Cinlerin de aynen insanlar gibi yaratıcılarına karşı kulluk görevi yerine getirmekle yükümlü olduklarını açıklamakta, yaratılma sebeplerinin de bu olduğunu kesin bir şekilde belirtmektedir... (Devam ediyor…)

CİNLERLE İLGİLİ BAZI HADİSLER
“O sırada Cinler, semâdan haberler alamaz olmuşlardı... Ve çıkmak istedikçe de üzerlerine şihablar salınır olmuştu. Bunun üzerine içlerinden ileri gelenler:

− Herhâlde yeni bir şey oldu ki, sizinle semâ haberleri arasında perde meydana geldi! Arzı dolaşın bakalım, oluşan olay nedir anlayalım. demişler. Ve bu sebeple de Cinler yeryüzünü araştırmaya başlamışlar. Nitekim Tihame tarafına gitmekte olan birtakım Cin, Sokukaz’a gitmekte olan Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem’in Nahle mevkisinde ashabıyla birlikte sabah namazı kılarken okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemişler. Ve dinledikten sonra da:
− İşte bu semâ haberlerine perde olan olaydır! Demişler ve derhâl kavimlerine dönerek anlatmışlar:

− Gerçekten bize hayranlık veren Kurân’ı işittik!

İşte bundan sonra Allâhû Teâlâ, Cinn Sûresi’ni inzâl etti; Cinlerin dediklerini Rasûlullâh bildirdi.
İbni Mes’ud (r.a.)’dan rivayet edilen ikinci hadis de şöyle:
“Rasûlullâh Aleyhisselâm:
− Ben Cin’e Kur’ân okumakla emrolundum. Beraberimde kim gelir? diye sordu.
Herkes sustu. İkinci defa sordu. Gene susuldu.
Üçüncü defa yine sordu, bu defa ben cevap verdim:
- Ben Abdullah! Mahiyetinde giderim yâ Rasulullah.
Bunun üzerine kalktık, yürüdük.

Düb Şib’inin yanında Hacune mevkisine gelince, benim önüme bir hat çizdi;

− Bunu tecavüz etme!.. dedi. Sonra da Hacune doğru geçti...

Derhâl üzerine keklikler gibi uçuştular. Sanki “Zud” ricaline benziyorlardı. Kadınların def çaldıkları gibi deflerini çalıyorlardı.

Nihayet etrafını sardılar ve gözümde kayboldu. Hemen yerimden kalktım. O zaman bana eliyle “otur” diye işaret etti. Sonra da Kur’ân okumaya başladı. Gittikçe sesi yükseliyordu. Hepsi yere yapıştılar. O derece ki, seslerini işitiyordum kendilerini göremiyordum. Sonra Rasûlullâh Aleyhisselâm yanıma geldiğinde;

− Gelmek istedin değil mi? diye sordu. Ben de:

− Evet yâ Rasûlullâh! dedim. Cevap verdi:
− Sana gerekmezdi! Onlar Cin! Kur’ân dinlemeye geldiler. Sonra da kavimlerini uyarmak üzere döndüler.”

BAZI ÖZELLİKLERİNDEN
Cinlerin gıdası kokudur!.. Cinlerin en çok sevdikleri koku da SİGARA kokusudur. Sigara içen bir kişiyi buldukları zaman, artık kolay kolay onun yanından ayrılmazlar ve onun peşini de bırakmazlar. Kişinin sigara bağımlılığının artmasında en büyük faktör Cinlerdir.

Cinler, sigaraya yönelik bir kişi buldular mı, hemen onun içine sıkıntı verecek şekilde beynine bir sinyal yollarlar. Kişi bu sıkıntı ile hemen bir SİGARA yakar! Dumanlarını üflemeye başladıktan kısa bir süre sonra içindeki sıkıntı kesilir!
Çünkü, yanındaki Cin, o dumandan gıdalanmaya başlamış ve onun içine sıkıntı veren etkileri göndermeyi kesmiştir. Böylece o kişi sigarasını bitirir ve bir süre rahatlar.

Sonra yanındaki Cin tekrar SİGARA kokusu istedi mi gene beynine içinde sıkıntı oluşturacak bir impuls yollar ve o kişi de elinde olmayarak tekrar bir sigara yakar. Ve bu durum böylece devam edip gider. Eğer, böyle devamlı SİGARA içen bir hoca veya mürşit, Gavs(!) yanına giderseniz, hemen Kur’ân-ı Kerîm’in Sâd Sûresinin 41, Mu’minûn Sûresinin 98-99 ve Sâffât Sûresinin 7’inci âyetlerindeki dualara devam ediniz.

Göreceksiniz ki, bu duaya devam suretiyle beyninizin yayacağı belli dalgalar o kişinin ilişkide olduğu Cin ile ilişkisinde kopukluk oluşturacak ve bu yüzden karşınızdaki kişide bazı dengesiz söz ve davranışlar ortaya çıkacaktır.
Ayrıca, ruh çağırma celselerinde, Cinci, falcı hocaların yanında da bu duayı okursanız, bunun böyle olduğunu görerek söylediklerimize kesinlikle inanabilirsiniz. Evet bu âyetleri okunuşu gibi yazıyorum:

“RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB; RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURÛN. VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD.” (38.Sâd: 41 – 23.Mu’minûn: 97-98 – 37.Sâffât: 7) (Ahmed Hulusi – Ruh İnsan ve Cin)]

1-) Kul ûhıye ileyye ennehüsteme’a neferun minelcinni fekalu inna semı’na Kur’ânen ‘aceba;
De ki: “Bana vahyolunana göre; Cin’den bir topluluk (Kur’ân) dinleyip de: ‘Muhakkak ki biz, hayrete düşüren bir Kur’ân işittik!’ demişler.” (A. Hulusi)

01 – Deki vahy olundu bana hakikat bir takım cin’nin dinleyip de şöyle dedikleri: inan olsun biz acayip bir Kur’an dinledik. (Elmalı)

Kul ûhıye ileyye de ki; bana vahy edildi. Bana vahy edildi ifadesi Allah resulünün cinleri görüp görmediğiyle ilgili tefsir kitaplarında uzun uzadıya yapılan tartışmaya cevap sadedindedir. Yani Allah resulüne vahy edildiği, ResulAllah’ın onları görmesinin şart olmadığını anlayabiliriz buradan. İblis Kur’an a göre cinlerden di. Kehf/50. ayeti bunu söyler. Cinlerin insanları gördüğü, fakat insanların cinleri görmediğini de biz Kur’an dan öğreniyoruz. Araf/27. ayetinden. İşte Araf/27 ile birlikte ve yine Kehf/50 ile birlikte düşünürsek Allah resulünün cinleri görmediğini, onların Allah resulünü dinlediği haberinin ResulAllah’a vahiyle verildiğini ifade eden bir cümle ile başlıyor sure.

[Ek biltgi; 5573 - Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: "ResulAllah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

"Cinlerden bir ifrit, dun aksam, namazımı bozdurmak icin üzerime atıldı. Allah ona galebe çalmama imkan verdi. Ben de onu boğazından yakaladım. Hatta onu, mescidin direklerinden birine bağlamayı arzu ettim, ta ki sabah olunca hepiniz onu göresiniz. Ancak, kardeşim Süleyman AleyhisSelâm’ın su sözünü hatırladım: ".Ve benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mulku bana ihsan et" (Sad 35). Allah da onu hor ve hakir olarak geri cevirdi."
Buhari, Salat 75, Amel fi's-Salat 10, Bed'ul-Halk 11, Enbiya 40, Tefsir, Sad; Muslim, Mesacid 39, (541). (Kütübü sitte/5573)]

[Ek bilgi; Cinlerin Görünmesi
İşte, görünmeyen varlıklar olan melek, cin ve ruhanîler de, her ne kadar kendilerine has yapılarıyla bu âlemde görülmeseler bile, bu âleme has vasıtaları kullanıp, kılıf ve elbise giyerek görünebilirler. Meleklerin ve cinlerin bu şekilde görünmelerine "temessül" diyoruz. Kur'ân, temessülü anlatırken;
"(Melek, Meryem Validemiz'e) "tastamam bir insan şeklinde temessül etti"(Meryem, 19/17) der.
Efendimiz (sav)'e vahiy getiren melek, bazen kendine has keyfiyetle, bazen bir muharip şeklinde, bazen de daha başka suretlerde geliyordu. Benî Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail (as), tozu toprağı üstünde bir muharip suretinde gelmiş ve -Ya Rasûlullah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık, demişti.

Yine aynı melek, bazı zaman oluyordu ki, Dıhye (ra) suretinde geliyor, bazı zaman da, dinî tâlim maksadıyla üzerinde hiç de yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde geliyor ve "İman, İhsan, İslâm nedir?" şeklinde suâller sorup, verilen cevapları "Doğru" diye tasdikleyip gidiyordu.
Cinler ve şeytanlar da, melek gibi temessül edebilir. Hüseyin Cisrî'ye göre, Allah'ın (cc) kendilerine verdiği yaratılış biçimi sayesinde havadan, esirden veya benzeri bir maddeden istedikleri kadar alıp yoğunlaştırarak istedikleri şekle sokar ve o şekli âdete bir elbise yapıp, o elbise içinde insanlara görünürler.]

[Ek bilgi; Metafizik Hastalıklar

1 - Aşırı unutkanlık,

2 - Dalgınlık,

3 - Kararsızlık,

4 - Geleceğe ait ümitsizlik duygusu hissetme,

5 - Basit sebeplerle yakınlarına karşı agresif davranışlar (anne, baba, eş, arkadaş vs.),

6 - İşlerinde anlaşılmaz aşırı kısmetsizlik ve irade dışı aksiliklerle karşılaşma,

7 - Sevdiklerinin her hareketinin kendisine ters gelmesi, sonra bundan pişman olması,

8 - Bir türlü evlenememe, sıklıkla nişandan dönme,

9 - Basit sebeplerden boşanma,

10 - Yalnızken yanından bir karartının geçtiğini hissetmesi,

11 - Banyo yaparken korkması ve gözü açık sabunlanması,

12 - Bazı yerlerden geçerken sebepsiz korku hissetme (özellikle geceleri)

13 - Rüyalarında sıklıkla kedi, köpek, yılan görmesi,

14 - Sıklıkla garip ve korkutucu rüyalar görme,

15 - Sabahları çok yorgun kalkması,

16 - Bazen uyku-uyanıklık arasında parmağını dahi kımıldatamayacak ağırlık hissetmesi.

Cinler En Çok İnsanlara Nerede Musallat Olurlar?

Cinler insanlara en çok tuvalet, banyo ve yatak odasında musallat olurlar. Bu yüzden tuvalete ve banyoya girerken ve yatmadan önce kişinin şeytanın şerrinden Allah’a sığınması sünnettir.

Cinler Fiziki Hastalıklara Sebep Olabiliyorlar mı?

Cinler; Sara, damar tıkanıklığına, çocuk düşmesine, şiddetli baş ağrılarına vb. rahatsızlıklara sebep olabilmektedirler.

Cinler İnsanlara Nasıl Vesvese Verir?

Cinlerin konuşması mümkündür. Çünkü o konuşma büyülenmiş kişiye sihirbazın telkin ettiği gibi ruhun meyil ettiği bir şey olabilir. O bir ses değil ama büyülenmiş kimsede bir etki meydana getirmektedir. Cinler yakıcı ateş değildir, sadece ilk baştaki yaratışları yani maddeyi asliyeleri ateştir. Dolayısıyla Âdemoğlunun cesedine girer. Şeytan latif bir cisim olup insana vesvese verir. Kişiye kötü düşünceler fısıldar yani Rabbimizin buyurduğu gibi insanların gönüllerine vesvese verir.(Volkan KemalErgenekon)]

Kul ûhıye ileyye ennehüsteme’a neferun minelcinni fekalu de ki bana vahy edildi ki cinlerden bir kısmı bu mesaja kulak vererek dostlarına şöyle dediler. inna semı’na Kur’ânen ‘aceba gerçekten de biz olağan üstü güzellikte bir hitap dinledik, bir Kur’an dinledik. Burada ki Kur’an isim değil, onun için de bir hitap diye çevirmeyi daha uygun buldum. Olağan üstü etkili, ‘aceba, yani şaşırtıcı, bizi hayrette bırakan, bizi çok etkileyen bir hitap, bir kelam dinledik.

2-) Yehdiy ilerrüşdi feamenna Bih* ve len nüşrike Birabbina ehadâ;

“(O,) rüşde (olgunluğa) yönlendiriyor. Bu sebeple iman ettik Ona! Rabbimize hiç kimseyi asla ortak tutmayacağız.” (A. Hulusi)

02 – Rüşte erdiriyor, biz de ona iman eyledik, rabbimize hiç kimseyi şerik koşmayacağız. (Elmalı)

Yehdiy ilerrüşdi feamenna Bih Yehdiy ilerrüşd, doğru bir bilinç inşa eden bir hitap. Feemenna, ve biz de derhal iman ettik.

Şimdi ayette geçen cinlere ilişkin Kur’an ın genelinden şöyle genel bir panorama sunmak isterim. Kur’an cin kavramını çok anlamlı olarak kullanır. Cinlerle ilgili Kur’an pasajları için Sebe suresini, ‘Araf suresini, Ahkaf suresine bakılabilir. Cin kelimesi ce ne ne kökünden gelir. Ce ne ne kökü ihtiva ettiği tüm anlamlarda duyulara kapalı olan, duyularla algılanamayan manasına gelir. Ceniyn, Anne karnında kapalı olduğu için bu kökten gelir. Can; İnsan gözü görmediği için can derler. Mecnun; Akıl kapalı olduğu için deliye mecnun derler. Cünne; Kalkandır insanı örttüğü, kapattığı için kalkana cünne demişler. Cennet; yine aynı kökten gelir. ağaçlarla yeşilliklerle tabanı örtülü olduğu ve görünmediği için ce ne ne kökünden gelen bir kelimeyle cennet denmiştir.

En’am/76. ayetinde kök anlamıyla kullanılır. En’am/100, ve Saffat/158. ayetinde duyulara kapalı, hisse açık varlık manasına kullanılır. ‘Araf/38 ve Enam/112. ayetlerinde, yine Hud/119. ayetinde mevhum ve esrarlı şeytani güçler manasında kullanılır. Yine Bakara/102. Cin/5-6. ayetlerinde büyü sembolleri olarak kullanılabilir, o manaya alınabilir. Yine Ahkaf/29-32. ayetlerinde ilk defa görülen uzaktan gelen varlıklar manasında kullanılabilir. Veya bu manaya alınabilir. Yine Enbiya/82. Sebe’/12-14. ayetlerinde mitolojik ve folklorik varlıklar manasına alınabilir. Gözeneklere nüfuz eden tarifsiz bir ateşten yaratıldığını ifade eder Kur’an cinlerin Hicr/27. ayetinde, Rahman/15. ayetinde.

Varlık elbette ki görünenlerden müteşekkil değildir. Varlık gördüğümüzün çok daha ötesindedir. Onun için görmediğime inanmam sözü cahillerin sözüdür. Fakat görmediğimizden korkmamız, görmediğimizi hele hele tanrılaştırmamız da insanoğlunun bir başka zaafıdır. Görmediğini inkar etmek insanın bir zaafı, görmediğinden korkup onu tanrılaştırması da bir başka zaafıdır.

Varlık üçe ayrılır; Alem-i Mülk, Alem-i Misal ve Alem-i melekut. Alem-i mülk gördüğümüz alemdir. Alem-i misal, misal alemidir. Alem-i Melekutsa maddi alemi aşan öteki, yani aşkın alemdir. Yine varlık kategorileri bizde, İslam da sadece maddi olanla sınırlanmaz. Maddeyi aşar ve Alem-i Lahuta doğru ilerler. Onun içinde materyalizm ve pozitivizmin maddeyle sınırlandırdığı varlık kategorilerini bir Müslüman kabul edemez. Bir Müslüman’ın varlık düşüncesi aşkın varlığı içeren bir düşüncedir. En basit ve bayağı varlıkla en yüce varlık arasında varlık mertebeleri vardır. İşte cinler de bu mertebelerden birindedir. Birine ait olan, birine sahip olan varlıklardandır. Bu Kur’an da ki cinlerle ilgili genel bir sayım dökümün ardından kaldığımız yerden devam edebiliriz.

ve len nüşrike Birabbina ehadâ ve asla bundan böyle rabbimize hiç kimseyi şirk koşmayacağız dediler. Kimler? Kur’an ı dinleyen cinler, böyle dediler. Yani imana kavuşmak, şirkten kurtulmaktır. Burada omu anlıyoruz. feamenna Bih* ve len nüşrike Birabbina ehadâ iman ettik, biz hemen bunun ardından iman ettik ve bundan böyle asla hiç kimseyi rabbimize ortak koşmayacağız dediler Kur’an ı dinleyen cinler.

3-) Ve ennehû te’alâ ceddu Rabbina mettehaze sahıbeten ve lâ veleda;

“Muhakkak ki Rabbimizin ceddi (azamet ve sultanlığı) çok yücedir. Ne bir dişi eş edinmiştir ne de bir çocuk!” (A. Hulusi)

03 – Ve doğrusu o rabbimizin şanı çok yüksek, ne bir arkadaş edinmiş ne de bir velet. (Elmalı)

Ve ennehû te’alâ ceddu Rabbina şu da bir gerçek ki rabbimizin şanı pek yücedir dediler. Ennehû ki çok gelecek bu enne veya inne şeklinde de okunabilir, edat. 18. ayet hariç 3. ayetten 19. ayete kadar ayetlerin başında yer alan bu edatlar inne olarak ta okunabilirler. Eğer inne okunursa o zaman sözü ilk ayete atfedip buraya, yani 3. ayete atfedip konuşanın cinler olduğuna hükmetmemiz lazım. Yok enne olursa pasaja bağlama göre farklı hatiplerin ağzından hitabı vermemiz ve anlamamız gerektir, onun için bu enne nin inne de okunabildiğini bazı karilerin öyle okuduğunu, bazı karilerinde böyle okuduğunu bilmemiz lazım.

mettehaze sahıbeten ve lâ veleda o kendisine ne bir eş, ne bir çocuk edinmiştir. Yani tevhid sürüyor, cinler artık şirkten kurtulup tevhide ulaşmış oluyorlar. Aslında burada bir ima var ama bir sonraki ayeti okuduktan sonra o imaya döneyim;

4-) Ve ennehû kâne yekulu sefiyhuna ‘alAllâhi şatatâ;

“Doğrusu bizim kıt anlayışlımız, Allâh hakkında saçma iddiada bulunuyormuş!” (A. Hulusi)

04 – Ve doğrusu bizim sefih, Allaha karşı saçma söylüyormuş. (Elmalı)

Ve ennehû kâne yekulu sefiyhuna ‘alAllâhi şatatâ bir başka gerçek te içimizdeki beyinsiz kişilerin Allah’a karşı haddini bilmezce konuşmasıdır. Evet, bir önceki ayet 3. ayetin sonu ne bir eş, ne bir evlat edinmiştir dedi değil mi? Orada aslında Yahudilerin ahkaf/28-32. ayetiyle bu pasaj arasında doğrudan bir bağlantı kurmamız gerektiğini düşündüğümü daha önce söylemiştim, işte bu bağlantıyı kurarsak Yahudilerin; “biz Allah’ın doğuları ve dostlarıyız iddiasını hatırlayalım. nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU (Maide/18)onu reddeden bir yaklaşım bu mettehaze sahıbeten ve lâ veleda (3) bu onu reddeden bir yaklaşım. Artık iman eden Yahudi cinler de bu yanlış ve yamuk inanıştan vazgeçtiler manasına geliyor.

5-) Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu ‘alAllâhi keziba;

“Biz gerçekten, ins ve cin Allâh hakkında asla yalan söylemez, diye zannetmiştik.” (A. Hulusi)

05 – Ve doğrusu biz, İns ü Cin Allaha karşı asla yalan söylemez sanmışız. (Elmalı)

Ve enna zanenna en len tekulen’insu velcinnu ‘alAllâhi keziba halbuki biz ne insanların ne de cinlerin asla Allah’a iftira etmeyeceğine kani idik, zannederdik. Yani iftira edeceğine asla ihtimal vermezdik dediler. Cinlerin ve insanların Allah’a iftira edeceğine ihtimal vermezdik, ama ederlermiş. Fahvel hitab, yani sözün geliminden bu anlaşılıyor. Ama cinler de, insanlar da görünen ve görünmeyen varlıklar, uzak ve yakın varlıklar. Tanıdığımız ve tanımadığımız varlıklar. Cin kavramının farklı anlamlarından, farklı kullanımlarından yola çıkarak hepsini de anlayabiliriz. Ama görünen ve görünmeyen, uzak ve yakın, bilinen ve bilinmeyen insan ve cin Allah’a iftira edermiş meğerse.

6-) Ve ennehu kâne ricalun minel’insi ye’uzune Biricalin minelcinni fezadûhüm raheka;

“Doğrusu, insan türünden bazı rical (erkek veya kadın), cin türünden bazı ricale (erkek veya kadın) sığınırlar… Bu yüzden onların azgınlıklarını artırırlar.” (A. Hulusi)

06 – Ve doğrusu İns ten bazı rical Cinden bazı ricale sığınıyorlardı da onların istilâlarını artırıyorlardı. (Elmalı)

Ve ennehu kâne ricalun minel’insi ye’uzune Biricalin minelcinn hiç kuşkusuz insanlardan bazıları, cinlerden bazılarına sığınırlar. İşte o ayet geldi. Demek ki insanlardan cinlere sığınanlar varmış. Hem de ye’uzune Biricalin minelcinn yani cinlerden bazılarına. Buradaki rical cinlerden bazı erkeklere diyor. artık burada ki cini hangi manayı yükleyeceksek ona göre anlaşılmalı. Eğer uzak varlıklar, bölgede bilinmeyen, görünmeyen varlıklar manasına yükleyeceksek o zaman bu ricali bildiğimiz erkek olarak anlamak lazım. Ama her nasıl anlayacaksak anlayalım cinlere sığınan insanların varlığından söz ediyor bu ayet.

Bir önceki ayetin söz ettiği şey de neydi aslında; Allah’a yapılan iftira. Allah’a insan nasıl iftira yapar? Allah’a ait vasıflardan, sıfatlardan birini yaratılmışlardan birine yakıştırarak. Bu bir insan olabileceği gibi cin de olabilir. Yani siz veya bir başkası her kimse; Allah’a ait bir vasfı bir cine yakıştırıyorsa, mesela Allah her şeyi görür El Basıyrdir değil mi? Eğer cin her şeyi görür diye inanıyorsa, Allah’a ait bir vasfı cine yakıştırdığı için onu Allah’a ortak koşuyor, dolayısıyla Allah’a iftira ediyor, Allah’tan rol çalıyor demektir.

Mesela cin her istediğini bana yapabilir diye inanan bir insan. Cinler isterlerse insana istediğini yaparlar diyen bir insan, aslında cinlere Allah’a ait bir vasfı yüklüyorlar. Allah’a ait bir sıfatı yüklüyorlar. Çünkü isterse Allah her istediğini yapabilir. Bu Allah’ın vasfıdır. Çünkü Allah gücü sonsuz olandır, kudreti sonsuz olandır. İnnallahe kadiyrun; Allah kadiyrdir, Allah her şeye gücü yetendir. ‘Ala külli şey’in kadiyr; Allah her şey üzerine kadirdir, güç yetirendir gibi Kur’an i ibareler bize bunu veriyor. Biz veya bir başkası Allah’ın kadiyr oluşunu tutarda cinlere atfedersek Allah’a iftira etmiş ve cinlere de ilahlık rolü yakıştırmış oluruz. İşte burada bunu söylüyor ayet.

fezadûhüm raheka bu da onların cüretini, bu da onların cesaretini artırdı. Değerli dostlar işte bu surenin can damarı olan ibareye geldik. 6. ayetin son cümlesi olan fezadûhüm raheka ibaresi cin suresinin can damarı değil sadece, bizim cin tasavvurumuzun da anahtarı olmak zorundadır. Bu ibareyi bu küçücük cümleyi anladığımızda cin meselesini anlamış olacağız. Yani artık cinlerin tasallutundan kurtulmuş olacağız. Bunu onun için anlamak lazım. Cinlerle ilgili tüm Kur’an da ki, anahtar ibare bu çünkü. fezadûhüm raheka

Cinlerin insan üzerinde ki etkisi nedir, nereye kadardır sorusunun cevabı bu cümlede gizli. Rahk; sarmak, bürümek kök manasından geliyor. Aslında tepesine çıkarmak, şımartmak, cür’et vermek, karşısında edilgen hale geçmek, karşısında edilgen hale geçtiğiniz için onu da etken hale geçirmek. Kendiniz nesneleştiğiniz için onu özne ilan etmek. Yani siz kendinizi nesneleştirerek onun sizi üzerinizde bir takım tasarrufta bulunmasına cür’et kazandırmak manasına gelir. Aslında bu kadar bile yeter değil mi? Yamuk cin tasavvurumuzu düzeltmek için bu ibare gerçekten de bir ilaç gibi.

Şimdi şımartmak fezadûhüm raheka işte bu davranış cinlere insanların sığınması cinlerin cesaretini artırdı, cür’etini artırdı. Yani onlar karşısında insanı edilgen kıldı. Bu şudur dostlar kısaca; İnsanoğlu cinlere meydan okuması lazım. Cinin insanoğlu üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Allah açıkça ifade ediyor. Şeytanın cinlerden olduğunu Kur’an dan öğrenmiştik. Şeytan için Kur’an ara ara ne diyor? Senin salih kullarım üzerinde hiçbir hükmün geçmez. Yani onlar üzerinde gücün yoktur buyuruyor Kur’an. Evet, gücün yoktur.

Kur’an cinlerden bir grup olan cin şeytanlarının insan üzerinde herhangi bir gücü olmadığını söylüyor. O halde insan üzerinde güç uygulayan görünmez varlıklara ilişkin ne diyebiliriz? Açıkça şunu deriz. İnsan kendi iradesinden onlara transfer eder, kendi iradenizden transfer ettiğinizi size karşı kullanır. Yani görünmez varlıklar insana karşı eğer bir zarar verebiliyorlarsa, bu onların verdiği zarar değil, insanın iradesinden eksiltmesidir. İnsanın irade zaafıdır. Sizin verdiğiniz mermiyi size atmaktadır.

Aslında bu iradenin imtihanını kaybetmiş olmanın cezasıdır. Aslında bu iradeyi zayıflaştırmanın cezasıdır, ceremesidir, faturasıdır. Eğer iradenizi teslim ederseniz, iradenizden vaz geçerseniz, iradeniz size karşı kullanılır. Hatta vehimlerle olmayanı varmış gibide yaparsınız. Öyle evhamlanırsınız ki aslında vehminiz kendinize dönüp sizi vuran bir bumerang silahına dönüşür. Atarsınız, gelir sizi vurur.

İşte bu ibare fezadûhüm raheka bize bütün bunları vermektedir. Kıssanın özü de budur aslında. Burada anlatılan kıssanın özü de budur. İnsanın kendi kendisini vurmasıdır. Belki tarihsel olarak Babil büyücülüğüne bir atıfta vardır, Yahudiler bağlamında Ahkaf/28-32. ayetleriyle birlikte düşündüğümüzde, Yahudilerle irtibat kurduğumuzda, dünyaya büyüyü yayan Babil sürgünü sırasında Yahudilerin Babil’liler den öğrendikleri büyücülüğü nasıl dehşet bir hale getirip insanlara salgın bir hastalık gibi yaydıklarını ima ettiğini düşünebiliriz.

[Ek bilgi; Bazıları şöyle der: "Bir adam ıssız bir vadide yatmak veya konup geçmek istediği ve başına bir tehlike gelmesinden korktuğu zaman yüksek sesle, "Ey bu vadinin azizi! Ben senin itaatinde bulunan beyinsizlerden sana sığınıyorum." der ve böylece o vadideki cinninin kendisini koruyacağına inanırdı. Kuşkusuz bu inançtaki kişiler başı sıkıldıkça veya herhangi bir amaca ermek istedikçe, işi, önce cinne sığınmak olur.

Ebu Hayyan'ın zikrettiği gibi Mukatil şöyle demiştir: Araplarda cinne sığınmak Yemen'de bir kavimden başladı, sonra Beni Hanife'ye geçti, sonra Araplarda yaygın hale geldi. (Elmalı-Tefsir)]

7-) Ve ennehüm zannu kema zanentum en len yeb’asâllahu ehadâ;

“Muhakkak ki onlar (insanlar), sizin gibi düşünüp, Allâh’ın hiçbir kimseyi asla bâ’s etmeyeceğini, zannetmişler!” (Bu âyet cinlerin de yaşadıkları beden boyutu itibarıyla ‘Ölüm – kıyamet’ aşaması sonrasına insanlar gibi vâkıf olmadıklarını göstermektedir. A.H.) (A. Hulusi)

07 – Ve doğrusu onlar sizin zan ettiğiniz gibi zan etmişlerdi ki: Allah ebada hiç bir kimseyi ba’s etmeyecek. (Elmalı)

Ve ennehüm zannu kema zanentum en len yeb’asâllahu ehadâ o sapık insanlar tıpkı sizin sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi geri göndermeyeceğini sanmaktadırlar. en len yeb’asâllahu ehadâ diriltmeyeceğini.

Aslında burada elçi manasına, peygamber manasına, yani Allah hiç kimseyi peygamber olarak göndermez diye inanıyorlarmış demek ki, işte o sapık insanlar tıpkı sizin sandığınız gibi Allah hiç kimseyi peygamber olarak göndermeyecek zannetmektedirler, zannetmişlerdi daha doğrusu.

Yahudilerin kendi dışlarında peygamber gelmeyeceğine dair inançlarına bir atıf olsa gerek. İnsandan ümit kesmişlerdi çünkü. Bu müşrikler için geçerliydi. Ama Yahudiler bizden başkasından adam çıkmaz diyorlardı İşte burada ki onu ifade ediyor. Artık Allah tıpkı insanlardan peygamber göndermeyeceği gibi, sizden de peygamber göndermez zannetmişlerdi, sanmışlardı. Bu arada şunu söyleyeyim;Kur’an insanlara ve cinlere kendi türlerinden peygamber gönderildiğini ifade eder.

8-) Ve enna lemesnes Semâe fevecednaha müliet haresen şediyden ve şühüba;

“Gerçekten biz semâya dokunduk da onu, güçlü bekçilerle (kuvvelerle) ve şihablarla (anlamamızı önleyen ışınlarla) doldurulmuş bulduk.” (A. Hulusi)

08 – Ve doğrusu biz o Semayı yokladık da onu öyle bulduk ki şiddetli muhafızlar ve şihablarla doldurulmuş. (Elmalı)

Ve enna lemesnes Semâe cinler dediler ki biz göğü yokladık fevecednaha müliet haresen şediyden ve şühüba ama onu tam donanımlı bir koruma ordusu ve tarifsiz bir göktaşı sağanağı ile dolu bulduk. Hicr/17 ve18. ayetleri ile karşılaştırmak lazım Yahudi kabalizmine bir atıf var gibi geldi bana. Çünkü Yahudi kabalizmi gaybı bilme iddiasıyla ortaya çıkıyor. Oysa ki bu imkansız. Vahyin kaynağını bulandırmak ta dile getirilebilir burada. Yani vahyin kaynağına bir şey karıştırırlar mı cinler. Bu vahyin indiği sırada bazı insanlar böyle düşünüyorlarmış. Cinler de vahy getirir diye düşünüyorlarmış. Hatta Allah resulüne mecnun demelerinin sebebi cinlenmiş demeleriydi. Yani deli değil bizde ki gibi, mecnun cinlenmiş manasına kullanıyorlardı. Ne demekti? Onun cini var diyorlardı, ona cin vahiy getiriyor diyorlardı. İşte bu tip iddiaların tümüne birden rettir bu ayetler.

[Ek bilgi; HARES, bekçi ve muhafız demek olan "hâris" kelimesinin çoğuludur. "Hadem" kelimesinin, hizmetçi mânâsına gelen "hâdim" kelimesinin çoğulu olduğu gibi.

ŞÜHÜB de "şihâb ın çoğuludur. Şihâb, esasen ateş alevidir. Nitekim, "Parlak bir ateş koru." (Neml, 27/7) âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. Bundan, gökte yıldız kayar gibi kayan parıltılara da isim olmuştur.

Mânânın özeti şu oluyor: Biz iman ettik ki, "Allah kimseyi peygamber göndermeyecek, göndermez." zannı yanlış imiş, biz yüce bir şahsın peygamber gönderildiğini anladık. Çünkü biz göğü, o yüksek âlemi yokladık da onu şiddetli bekçiler, kuvvetli muhafız melekler ve atılmaya hazırlanmış ateş gibi alevler, korlarla doldurulmuş bulduk.(Elmalı tefsir)]

9-) Ve enna künna nak’udu minha meka’ıde lissem’ı, femen yestemi’ıl’Ane yecid lehu şihaben rasadâ;

“Biz anlamak için ondan mekân edinip oturuyorduk. Şimdi ise kim dinlese kendisi için gözetleyen tahrip edici ışın bulur!” (A. Hulusi)

09 – Ve doğrusu biz ondan dinlemek için bazı mevki’lere otururduk, fakat şimdi her kim dinleyecek olursa onun için gözeten bir şihap buluyor. (Elmalı)

Ve enna künna nak’udu minha meka’ıde lissem’ı halbuki vaktiyle biz onun uygun yerlerinde haber dinlemek için oturuyorduk, oturmuştuk. Yahudilerin kendilerinden bir peygamber beklentisine bir atıf gibi geldi bana. Onlar bu iş için astrolojiyi kullanıyorlardı. Yani onun uygun yerlerine oturmuştuk dedikleri gök.ç Göğün uygun yerlerine oturmak olsa olsa müneccimlerin bu hangi peygamberin yıldızı, acaba gelecek peygamberin yıldızı doğdu mu, doğacak mı diye spekülasyon yapmaları şeklinde de anlayabiliriz.

femen yestemi’ıl’Ane yecid lehu şihaben rasadâ ne var ki şimdi bizden her kim dinlemeye kalksa göğü, yani vahyin kaynağını, veya aşkın haberlerin kaynağını dinlemeye kalksa derhal karşısında ki hedefi gözetleyen bir ateş toplu buluyor. Yani karşısında ki hedefe güdümlü bir füze gibi, güdümlü bir mermi gibi bir ateş topu buluyor. Ben bu ateş topunun ne olduğu üzerinde düşündüm. Acaba nasıl anlayabiliriz dedim; Kulak hırsızlığına dayalı sahte vahiylere bir atıf bu aslında. Gelecekten haber verme girişimlerinin tümünü birden reddediyor bu ayet ve düşündüğümün sonucunda beni ikna edecek olan işte bu vahiydir dedim. Yani ateş topu tıpkı;

Ve nünezzilu minel Kur’âni ma huve şifaun ve rahmetun lil mu’miniyn. ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara (İsra/82) ayetinde olduğu gibi. Biz bu Kur’an dan Mü’minler için şifa olan ayetler indirdik fakat onlar onda; ve lâ yeziyduz zalimiyne illâ hasara, zalimlerin hüsranını artırır o. Yani zalimlerin de hüsranını artırır. Tıpkı onun gibi Kur’an ın adeta bir nûr, bir de nâr olan veçhesi var.

Nûr olan veçhesi kendisinden faydalanmak isteyeni ışıtması, aydınlatması, kendisine iman edenlerin gözünü ve gönlünü aydınlatması.

Nâr olan veçhesi ise kendi kaynağını bulandırmak isteyenleri yakması, Yani, mü’minin imanını, kafirin küfrünü, münafığın nifakını artırır dersek acaba olur mu? Allah’u alem..!

Güdümlü bir silah gibi avlayıp geçersiz kılan, kendi kaynağını bulandırmaya yönelik her teşebbüsü adeta güdümlü bir mermi gibi varıp tam gözüne isabet eden şeklinde de anlayabiliriz. Rasadâ diyor çünkü. Rasatla yan, tarassut eden, onu gözetleyen, adeta güdümleyen bir biçimde anlamına.

10-) Ve enna lâ nedriy eşerrun üriyde Bimen fiyl’Ardı em erade Bihim Rabbuhüm raşeda;

“Gerçek ki biz, arzda (bedende) olanlardan açığa çıkarılacak olan şerr mi; yoksa Rablerinin muradı, kendilerinde bir reşad mı (hakikati müşahedenin olgunluğu), buna vâkıf değiliz.” (Bu âyet dahi göstermektedir ki Rabbinin {Esmâ hakikatinin} kişiye ne yaşatacağı, kişinin Allâh indîndeki açığa çıkış amacı, cinler tarafından bilinmemektedir. A.H.) (A. Hulusi)

10 – Ve doğrusu biz bilmeyiz o Arzdaki kimselere bir şer mi irade edilmiştir, yoksa rableri onlara bir hayır mı murad etmiştir. (Elmalı)

Ve enna lâ nedriy ve biz anladık ki gaybı bilmiyormuşuz, gayb dan anlamazmışız. Yani iddiamızın aksine biz gaybı bilmiyor muşuz, bilirmiş gibi yapar mışız. Görünmeyen varlıklar veya uzaktan gelen varlıklar. Yani bunların Ahkaf suresinde ki ayetlerle birlikte anlayacaksak Yahudi olduğunu düşünmemiz lazım. Onlar demişler ki; meğer biz gaybı bilmezmişiz de gaybı bilirmiş gibi afra tafra satarmışız. Tıpkı falcılar gibi, tıpkı yıldız falcıları gibi, tıpkı tarotçular gibi, tıpkı müneccimler gibi. Gayb dan haber vermeye kalkan haddini bilmezler gibi. Aslında gaybı bilmezler, fakat bilirmiş gibi yaparlar, sıkarlar, sıkarlar, içinden bir kaç tanesi doğru çıkarsa onu satarlar. Oysa ki bir çoğu da yanlış çıkmıştır.

eşerrun üriyde Bimen fiyl’Ardı em erade Bihim Rabbuhüm raşeda mesela şu yerdekilere şer mi murat edilmiş, yoksa rableri onları doğruya ulaştırmayı mı murat etmiş. Bunu da bilmezmişiz. Burada ince bir nükte var; Şer meçhul kipiyle gelmiş, yani faili belli değil. Fakat hayır Allah’a nispetle gelmiş. Manidardır gerçekten. Yani Kur’an bize edep öğretiyor. Demek ki hayrı Allah’a nispet ederken hiç düşünmeyelim ama şer konusunda; bU başımıza nereden geldi dediğimizde ..min ındi enfüsiküm. (A. İmran/165) kendi yüzünüzden geldi demiyor mu Kur’an.

11-) Ve enna minnessalihune ve minna dûne zâlik* künna taraika kıdeda;

“Bizden sâlihler vardır; yine bizden, ondan (Sâlihlik mertebesinden) aşağı olanlar da vardır… Biz çok çeşitli tarîkler (türleri – yapıları anlayışları farklı, kozmopolit halk) olduk.” (A. Hulusi)

11 – Ve doğrusu bizler: bizlerden salih olanlar da var, olmayanlar da var dilim dilim tarikatlar olmuşuz. (Elmalı)

Ve enna minnessalihune ve minna dûne zâlik ve yine bizden iyi kimseler de var, salih olanlar da var ve böyle olmayanlar da var. Yani facir olanlar, fasık olanlar, kâzip olanlar da var. künna taraika kıdeda zaten öteden beri biz hep birbirimize aykırı, bir birimizden farklı, birbirimizin zıddına yollar edinmişiz. Bu son cümleden şunu anlayabiliriz sanırım, yollarımız ayrı iken akıbetimizin bir olacağını sanmışız. Bu ayette anlatılanların Yahudiler olduğunu Ahkaf suresinden yola çıkarak düşünecek olursak, onlar biz Allah’ın dostları ve oğullarıyız diyorlardı ya. nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHU. (Maide/18) ve biz tümümüz cennetliğiz diyorlardı ya.

Ama asla aynı değillerdi. Yahudiler içerisinde Zelotlar vardı, Ferisiler vardı, Esseniler vardı ve diğerleri vardı. Yakubiler vardı ve hatta Samiriler vardı ve bunların Tevrat’ları da ayrı idi. Bu günkü elde ki Tevrat’ta bile iki rivayet vardır Elohim rivayet Rabbilik rivayet. Dolayısıyla bunların mesela Sadukiler ahirete inanmazlardı. Peygamberlerden gelen hiçbir geleneğe inanmazlardı. Yunanlılar gibi yaşarlardı, işgalciler gibi düşünürlerdi, işgalciler gibi yaşarlardı.

Şimdi, iyi de bu kadar farklılık olmasına rağmen nasıl hepinizde kurtulmuşlar zümresine gireceksiniz? İşte bu ayet sanki oraya bir atıf gibi geldi bana. Yolarımız ayrı iken akıbetimiz bir olur sandık. Yahudi kibrine bir atıf.

12-) Ve enna zanenna en len nu’cizAllâhe fiyl’Ardı ve len nu’cizehu hereba;

“Biz anladık ki, arzda Allâh hükmünü geçersiz kılamayız ve kaçarak da O’nun hükmünün yerine gelmesini önleyemeyiz!” (A. Hulusi)

12 – Ve doğrusu biz anladık ki Allah’ı Arzda acze düşürmemize ihtimal yok, kaçmakla da onu asla âciz bırakamayız. (Elmalı)

Ve enna zanenna en len nu’cizAllâhe fiyl’Ardı ve len nu’cizehu hereba ve aklımız kesti ki yer yüzünde asla Allah’a karşı gelmeyiz ve O’ndan asla kaçıp kurtulamayız. Yani Allah’a karşı gelemeyiz. Allah’a karşı gelmek istesek bile gelemeyiz. Ama karşı deldiğim zaman da bunu cezasını görürüz. Allah’tan kaçmaya çalıştık haydi, kaçamayız, nereye kaçacaksınız. Allah’ın olmadığı bir mekan mı var. Allah’tan nereye kaçacaksınız onun için ve len nu’cizehu hereba ve asla kaçıp kurtulamayız. Bunu anladık diyecekler.

Fefirrû ilAllâh (Zâriyat/50) Allah’tan kaçamazsınız, bari Allah’a kaçın. Kur’an ın dediği gibi. ..eynelmeferr (Kıyamet/10) nereye kaçmak. Seyrani mizin dediği gibi; Padişah demiş ki Abdülmecit, Seni sürerim, tanzimata karşı geldiği için. Ölümsüz dizelerin,i o zaman söylemiş halk şairimiz.

Hakkın mekanından başka bir mekan,

Bulmak mümkün ise bul gönder beni.

Bozmak mümkün ise aklım bikrini

Boz da bakir iken dul gönder beni.

[Ek bilgi; SEYRANİ ŞİİRLERİ.

Şehr-i hakikata doğru gidenin,

Ayağı altına yol gönder beni.

Fazilet elinde şahlık edenin,

Rabbım kapısına kul gönder beni.

Cehennem yoluna sapsam da şayet,

Cennete rehberim ol gönder beni.

Bozmak mümkün ise aklım bikrini,

Boz da bakir iken dul gönder beni.

Ey Seyranî fermanıdır künfekân.

Mantık-ı vahiddir kudret-i lisan.

Hakkın kudretinden başka bir mekân.

Bulmak mümkün ise bul gönder beni.

(Seyrani)]

Yani sen diyorsun ki düşünme, düşündüğünü söyleme. Aklımın bekaretini mi bozacaksın haydi boz diyor. Eğer Allah’ın olmayan bir mekan bulursan beni oraya sür gönder. Sürdüğün yer de Allah’ın mekanı değil midir. Tarihe geçmiş bir cevap. Aslında hakikati söyleyenleri sürmekle tehdit edenlerin hepsine verilecek bir cevap olsa gerektir.

13-) Ve enna lema semi’nelhüda amenna Bih* femen yu’min Birabbihi fela yehafu bahsen ve lâ raheka;

“Biz hüdayı (Kurân’ı) işittiğimizde, Onun hakikat olduğuna iman ettik… Kim Rabbine hakikati olarak iman ederse, (artık o) ne hakkının eksik verilmesinden korkar ve ne de zillete düşürülmekten!” (A. Hulusi)

13 – Ve doğrusu biz o hidayet rehberini dinlediğimizde ona iman ettik, her kim o rabbine iman ederse artık ne hakkı yenmek ne de istilâ olunmak korkusu kalmaz. (Elmalı)

Ve enna lema semi’nelhüda amenna Bih işte tam da bu yüzden biz ilahi rehberliği işitince kayıtsız şartsız hemen ona inandık. femen yu’min Birabbihi fela yehafu bahsen ve lâ raheka artık kim rabbine iman ederse, o ne bir ziyana uğrar, yani bahsen aslında değerinden eksiltmektir. Değeri olan fiyattan aşağı fiyat vermeye denir. Onun ne değerine bir zarar gelir, ne de gazaba uğrar.

Buradan şunu anlamıyor muyuz dostlar. İnsan Allah’ın nezdinde değerlidir. Allah insanı çok değerli yarattı. Ama insan elleri ile kendi değerini düşürüyor. Eğer iman eder ve Allah’ın dediği gibi yaşlarsa, Allah onun değerini korur. Yani iman insanın değerini korur, bunu söylüyor açıkça ayet.

Bölge Yahudilerine Muhammedî davete inanmada geç kalmama iması şeklinde de anlayabiliriz. Yani zımnen şu; Uzaktaki Yahudiler, yani cinler. Görünmeyen, ya da bölgeye yabancı olanlar inandı da, yakındakiler inanmayacak mı? Bunu söylüyor.

14-) Ve enna minnelmüslimune ve minnelkasitun* femen esleme feülâike teharrev raşeda;

“Bizden teslim olmuşlar da vardır, hükümlere âsi olan zâlimler de vardır. Teslim olanlar, hakikatin olgunluğuna talip olanlardır.” (A. Hulusi)

14 – Ve doğrusu bizler: bizlerden Müslimler de var, haksızlar da var, Müslim olanlar, işte onlar rüşd-ü sevabı arayanlardır. (Elmalı)

Ve enna minnelmüslimune ve minnelkasitun bununla beraber içimizden Allah’a tam teslim olan da var, haddini aşanda var. Kendine kötülük eden de var. femen esleme feülâike teharrev raşeda ama kim de Allah’a kayıtsız şartsız teslim olursa, işte onlar doğru bir bilince ermiş olanlar.

Şöyle mi açsam acaba Teharru raşeda; doğru bir bilinç inşa etmenin hakkını verenlerdir. Veya doğru bir bilinci hakkıyla inşa edenlerdir. Çünkü rüşt; doğru bir bilinç inşa etmektir. Teharru raşeda belki de şeytandan, nefsin tuzaklarından, kelepçelerinden, bukağılarından, palangalarından kurtulmuş, hür olmuş, tamamen nefsin ve şeytanın tuzaklarından ve zincirlerinden arınarak Allah’a yönelmiş olan hür bilinç manasına gelse gerektir.

15-) Ve emmelkasitune fekânu licehenneme hatabâ;

“Hükümlere karşı çıkan zâlimler ise cehennem için odun oldular!” (A. Hulusi)

15 – Amma haksızlar Cehenneme odun olmuşlardır. (Elmalı)

Ve emmelkasitune kendini kötülük edenlere, kendine zulmedenlere, haddini bilmeyenlere gelince fekânu licehenneme hatabâ sonunda onlar cehenneme odun olacaklar.

16-) Ve en levistekamu ‘alettariykati leeskaynahüm mâen ğadeka;
Gerçek şu ki, onlar tarikat (hakikatine giden yol) doğrultusunda yürüselerdi, elbette onlara bol bir su (marifet ve ilimle) suvarırdık. (A. Hulusi)
16 – Ve hakikat o tarikat üzere istikametle gitselerdi elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık. (Elmalı)

Ve en levistekamu ‘alettariykati leeskaynahüm mâen ğadeka eğer onlar yolda doğru dürüst yürüseler di veya giderlerse, elbet biz de onları bitimsiz bir suyla sularız.

İlginç değil mi? Burada cinlerin su ile ne alakası olabilir suali sorulabilir ki, İbn. Âşur gibi bazı müfessirlerimiz bu soruyu sormuşlar. Yani ne alakası var ki cinlerin suyla. Kur’an da el cinn in çok anlamlı olduğunu daha önce söylemiştim. Burada tam hatırlamanın sırası. Kök anlamı görünmeyen varlıklar olan bu kavram mecazen uzaklardan gelen, bölgede tanınmayan, ender görünen garip kimseler anlamına da geldiğini unutmamak lazım. Tabii ki Allah’u alem..! Yani bu veya şu anlama gelir demek elbette ki cür’etli konuşmaktır. Fakat aynısı bu anlama gelmez demek te cür’etli konuşmak olur Allahu alem bi muradihi bihi diyoruz. Allah bununla neyi murad ettiğini en iyi kendisi bilir tabii ki. İnsan ve cinlere kendi cinslerinden peygamber gönderildiğini daha önce söylemiştim ki, Enam/130. ayeti bunu verir. Yani Kur’an kuralı koymuştur. İnsanlara kendi, cinslerinden, cinlere de kendi cinslerinden peygamber gelmiştir. Bu kuralı Kur’an koymuştur.

17-) Lineftinehüm fiyh* ve men yu’rıd ‘an zikri Rabbihi yeslükhu ‘azâben sa’adâ;

Onları, onunla denerdik ne oldukları açığa çıksın diye. Kim Rabbinin zikrinden (hatırlattığı Hakikatinden) yüz çevirirse, onu gittikçe şiddetlenen bir azaba sokar! (A. Hulusi)

17 – Ki onları onun içinde imtihan edelim, her kim de rabbinin zikrinden yüz çevirirse o onu gittikçe yükselen bir azâba sokar. (Elmalı)

Lineftinehüm fiyh bunu o nimetle sınamak için yaparız. Yani yukarıda ki gibi nimet; suyu sonsuzca açarız ve yağmuru üstünüze boşaltırız ama bunu bir sınav olarak yaparız her nimette olduğu gibi. ve men yu’rıd ‘an zikri Rabbihi yeslükhu ‘azâben sa’adâ ama rabbini hatırlamaktan yüz çeviren kimseyi de pek meşakkatli bire azaba duçar ederiz.

18-) Ve ennelmesacide Lillâhi fela ted’u ma’allahi ehadâ;

Muhakkak ki secde mahalleri Allâh içindir. O hâlde (secde hâlinde) Allâh yanı sıra başka birine yönelmeyin! (A. Hulusi)

18 – Ve hakikat mescitler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başka birine duâ etmeyin. (Elmalı)

Ve ennelmesacide Lillâhi fela ted’u ma’allahi ehadâ mescitler Allah’a aittir. Orada Allah’tan başka hiç kimseye dua etmeyin. Açık ve net. İttifakla bu ayet 1. ayete hamledilmiştir. Başında takdiren şöyle bir ibare koyabiliriz. Bana vahy edildi ki mescitler Allah’a mahsustur, Allah’a aittir. Sakın orada Allah’tan başka hiç kimseye dua etmeyin. El mesacid; İbadetler kulluk manasına gelir, ibadet zamanları manasına gelir, secde organları manasına gelir. Çünkü mescid hem mastarı mimi, hem ismi zaman, hem ismi mekândır. Putlarla dolu Kâbe ye bir atıftır ilk muhataplar için. Ama her mescidin alnına yazılacak bir ayettir aynı zamanda bu.

[Ek bilgi: "Arz bana mescid ve temizleyici (veya temiz) kılındı." hadis-i şerifini göz önünde bulundurarak bu âyetin tefsirinde Hasan Basr i şöyle demiştir: Burada mesacid, arzın bütün parçalarına işarettir. Arzın hepsi Allah tarafından yaratıldığı için, onların üzerinde, yaratıcısından başkasına secde etmeyin demektir. (Elmalı-Tefsir)]

19-) Ve ennehû lemma kame ‘Abdullahi yed’uhu kâdu yekünûne ‘aleyhi libeda;

Ne zaman Abdullah (Allâh kulu – Hz.Muhammed), O’na yönelerek kalksa, çevresinde çullanıyorlar! (A. Hulusi)

19 – Ve filhakika o Allahın kulu kalkmış ona duâ ederken üzerine keçelene yazdılar. (Elmalı)

Ve ennehû lemma kame ‘Abdullahi yed’uhu kâdu yekünûne ‘aleyhi libeda ne var ki Allah’ın kulu ona davete kalkmaya görsün hemen yek vücut olup üzerine çullanıverirler. Çoğunlukla bu ayeti kerime de müfessirlerimizin dediği gibi Allah resulünün Kur’an okuyuşuna müşriklerin tepkisini ifade eder.

20-) Kul innema ed’u Rabbiy ve lâ üşrikü BiHİ ehadâ;

De ki: “Ben yalnızca Rabbime yönelirim (O’ndan isterim)! Hakikatim olan O’na hiç kimseyi ortak etmem!” (A. Hulusi)

20 – De ki ben ancak rabbime duâ ederim ve ona hiç bir şerik koşmam. (Elmalı)

Kul veya kale iki şekilde de okunmuştur. Kul olursa de ki; Kale olursa dedi veya söyledi. Devam edelim; innema ed’u Rabbiy ve lâ üşrikü BiHİ ehadâ hiç şüphe yok ki ben rabbime, sadece rabbime dua ederim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmam. Kale olursa dedi, böyle söyledi. Veya kul olursa de ki; Ben sadece rabbime dua ederim ve ona hiçbir şeyi ortak koşmam. Allah’tan başkasına dua açıkça şirk. Bu ayet bunu söylüyor.

21-) Kul inniy lâ emlikü leküm darran ve lâ raşeda;

De ki: “Kesinlikle, size ne bir zarar verebilirim ve ne de hakikati yaşama olgunluğu oluşturabilirim; (bunlar Allâh’ın sizde açığa çıkaracağı şeylerdir!)” (A. Hulusi)

21 – De ki haberiniz olsun ben size kendiliğimden ne bir zarar, ne de bir irşat yapamam. (Elmalı)

Kul inniy lâ emlikü leküm darran ve lâ raşeda de ki; (ne zarar ve yarar) verebilirim, ne de hidayet (ve dalâlete) götürebilirm. Zımnen, bunu ben bile yapamazken Allah Resulüne de deniliyor. Veya Allah resulü dedi. Yani burada ResulAllah’ın dilinden söylemesi gereken şeyler söyleniyor. Bunu ben bile yapamazken cinlerin yaptığına nasıl inanabilirsiniz. Zımnen bu. Bunu bir peygamber bile yapamazken zarar ve yarar verme işini. Allah dilemedikçe.
Peki insanlar nasıl cinlerin zarar verdiğine, cinlerin yarar verdiğine inanabiliyorlar. Bu ayet bunu soruyor, açık.

22-) Kul inniy len yuciyreniy minAllâhi ehadun ve len ecide min dûniHİ mültehada;

De ki: “Gerçektir ki, kimse Allâh’tan beni kurtaramaz ve O’nun dûnunda sığınılacak yoktur!” (A. Hulusi)

22 – De ki Allah dan beni kimse kurtaramaz ve ben ondan başka bir sığınacak bulamam. (Elmalı)

Kul inniy len yuciyreniy minAllâhi ehadun ve len ecide min dûniHİ mültehada De ki; şüphesiz nedeni Allah’a karşı kimse koruyabilirdi, ne de ben onun dışında bir sığınak bulabilirim.

23-) İlla belâğan minAllâhi ve risalâtihi ve men ya’sıllâhe ve RasûleHU feinne lehu nare cehenneme halidiyne fiyha ebeda;

Sadece Allâh’tan bir bildirim ve O’nun risâletleri istisna! Kim Allâh’a ve Rasûlüne âsi olursa, sonsuza dek içinde kalacağı cehennem ateşi vardır! (A. Hulusi)

23 – Ancak Allah dan ve irsalâtından bir tebliğ yapabilirim, her kim de Allaha ve Resulüne isyan ederse muhakkak ki ona Cehennem ateşi var, içinde ebedi kalmak üzere onlar. (Elmalı)

İlla belâğan minAllâhi ve risalâtih tabii ki eğer Allah’tan gelen görevi ve O’nun mesajlarını iletmemiş olsaydım. Allah’a karşı beni kimse korumazdı. Zımnen; insanın başına gelen cinlerden değildir, insanın sorumsuzluğundandır. Onun için sorumsuzluğu yüzünden, irade transferi yüzünden başına gelenleri kalkıp ta vahimlerine hamletmemelidir sonucunu çıkarabiliriz.

ve men ya’sıllâhe ve RasûleHU feinne lehu nare cehenneme halidiyne fiyha ebeda ve kim Allah’a ve O’nun elçisine isyan ederse, işte onun için cehennemin ateşi onu beklemektedir. İçinde ebedi kalmak üzere. Cehennem ateşi ona müstahaktır.

24-) Hattâ izâ raev ma yu’adune feseya’lemune men ad’afu nasıren ve ekallu ‘adeda;

Nihayet vadolundukları şeyi (ölüm) gördüklerinde anlayacaklar kim azınlıkta ve çaresizmiş! (A. Hulusi)

24 – Nihayet o vaad olundukları şey’i gördükleri vakit artık bileceklerdir ki yardımcısı en zayıf ve sayıca en aza olan kimmiş? (Elmalı)

Hattâ izâ raev ma yu’adun tehdit edildikleri azabı görünceye kadar yolları var. Başlarını hangi taşa vuracaklarsa kendileri bilirler. feseya’lemune men ad’afu nasıren ve ekallu ‘adeda işte o zaman kimin yardıma daha muhtaç ve sayıca az olduğunu anlamış olacaklar.

Allah’a görünmez varlıklardan eş, ortak, evlat nispet etmenin arka planında yatan hasta bilinci ifade ediyor bu ayet. Bu birincisi Allah’ın muhtaç olduğu sapıklığına dayanır. Yani Allah muhtaç mı ki, böyle mi düşünüyorlar. Bunu düşünmek, Allah’ın muhtaç olduğunu düşünmektir (Haşa). İkincisi ise tekliğinin zaaf olduğunu düşünmektir. Bu da bir sapıklıktır. Allah’ın tek olması, az olması, destekçisinin az olması anlamına mı geliyor? (Haşa) böyle mi düşünüyorsunuz. Yani siz cinleri görünmeyen varlıklardan Allah’a ortaklar koşarak O’nu güçlendirmiş mi oluyorsunuz demeye getiriyor.

25-) Kul in edriy ekariybun ma tu’adune em yec’alu lehû Rabbiy emeda;

De ki: “Vadolunduğunuz yakın mıdır, yoksa Rabbim uzun bir süre mi tanımıştır, bilmiyorum.” (A. Hulusi)

25 – De ki: dirayet ile bilmem: yakın mı o size vaad olunan? Yoksa Rabbim onun için bir uzun gayemi yapar? (Elmalı)

Kul in edriy ekariybun ma tu’adune em yec’alu lehû Rabbiy emeda de ki tehdit edildiğiniz azap yakın mı, yoksa rabbim onu bir müddet daha erteledi mi. Keşke bir bilseydim de onlara. Yine zımnen şu var; Ben peygamberken bunu ben bile bilmiyorum. Cinlerin gördüğüne inanmanız çelişki değil mi? Cinlerden öğrenmeye kalkmanız çelişki değil mi. Cinlerin bildiğine inanmanız çelişki değil mi? Hakikaten Kur’an burada akıl yürütüyor ve akıl yürütmemizi istiyor, aklımızı kullanmamızı, istiyor.

26-) ‘Alimülğaybi fela yuzhiru ‘alâ ğaybihi ehadâ;

Gayb’ın bilenidir! Zâtî Gayb’ını kimsede açığa çıkarmaz; (A. Hulusi)

26 – O bütün gaybı bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık agâh etmez. (Elmalı)

‘Alimülğaybi fela yuzhiru ‘alâ ğaybihi ehadâ gaybı sadece o bilir. Ve o gaybına kimseyi bütünüyle asla muttali kılmaz. Yani gaybı O bilir, gaybı ondan başka kimseye tümüyle, hepsiyle muttali kılmaz.

27-) İlla menirteda min Rasûlin feinnehu yeslükü min beyni yedeyhi ve min halfihi rasadâ;

Sadece irtiza ettiği (seçtiği; arındırdığı) bir Rasûl istisnadır bundan! Muhakkak ki O, Onun (O Rasûlün) önünden ve arkasından rasat (gözeten, koruyan) koyar! (A. Hulusi)

27 – İhtiyar buyurduğu bir Resulden başka, çünkü onun önünden ve ardından râsıdler dizer. (Elmalı)

İlla menirteda min Rasûl razı olduğu elçi müstesna. Burada bir istisna cümlesi var. Razı olduğu elçisi müstesna. Ne demek bu? Meryem/65. ayeti ışığında bu elçiyi vahiy meleği olarak anlayabiliriz. Vahyin; cinlerin, şeytanların tasallutundan korunduğuna delalet eder bu istisna cümlesi. Yani vahyi alan ve peygambere getiren elçi dışında hiç kimse vahyin kaynağına el uzatamaz demektir. O melek elçi de sırf Allah kendisine izin verdiği için. Burada demek ki gayb aslında inmemiş olan vahiy. İnmemiş fakat inecek olan vahiy. İnmemiş vahyi kimse bilmez. İşte o dile getiriliyor.

feinnehu yeslükü min beyni yedeyhi ve min halfihi rasadâ böylesi bir durumda O elçisini gerek bildiği, gerek bilmediği hususlarda ilahi gözetim altına alarak hedefine ulaştırır. Yani böyle bir durumda O peygamberini veya o vahiy meleğini bildiği ve bilmediği hususlarda ilahi gözetim altına alarak hedefine ulaştırır. Aslında burada ki elçi ile yukarıda ki elçi aynı değil. Bu tabii ki yoruma açık olmakla birlikte burada Hz. Peygambere gidiyor, Hz. Peygamber ifade ediliyor. Bildiği ve bilmediği; elçinin bildiği indirilmiş vahiyler, bilmediği henüz indirilmemiş vahiyler.

Zımnen peygamber bile indirilmeden vahyi bile bilmiyorken cin nasıl bilir ey insanoğlu. Bunu diyor Rasada burada ilahi gözetim altında olmak manasına gelir. İsmet sıfatının Kur’an da ki tarifi işte bu ayettedir. Yani cin suresinin 27. ayetinde.

28-) Liya’leme en kad ebleğû risalâti Rabbihim ve ehatâ Bima ledeyhim ve ahsa külle şey’in ‘adedâ;

Tâ ki Rablerinin risâletlerini gerçekten tebliğ ettiklerini bilsinler. Onlardakileri ihâta etmiş ve her şeyi detaylarıyla kaydetmiştir! (A. Hulusi)

28 – Bilsin diye ki onlar rablerinin risaletlerini hakkıyla eriştirmişlerdir ve o onların nezdinde kini ihata etmiş ve her şey’i sayısıyla ihsa buyurmuştur. (Elmalı)

Liya’leme en kad ebleğû risalâti Rabbihim ve ehatâ Bima ledeyhim ve ahsa külle şey’in ‘adedâ ki peygamberler bu sayede tebliğ ettiklerinin rablerinin risaleti olduğunu, dahası Allah’ın ellerinde ki vahyi kuşattığını ve her şeyi sayarak muhafaza altına aldığını bilsin ve rahat etsin. Peygamber kendisine inmiş olan vahyi, Allah’ın saydığını, onu koruduğunu, onu muhafaza altına aldığını bilsin ve gönlü rahat etsin. Asla telâşa düşmesin.
Aslında burada ki; Liya’leme nin öznesi Allah’ta olabilir. Fakat tercihimiz iç bağlama uygundur. Vahiy cinlerden korunmuştur. Ona temiz olanlardan başkası el uzatamaz diyor Kur’an. Lâ yemessuHU illel mutahherun. (Vakıa/79) Yani meleklerden başkası onun kaynağına ulaşamaz. Ama vahyin bir bir sayıldığını bu ayet ilginç değil mi. sanki bana 29 surenin başında gelen hurufu mukaddanın Nûn gibi, elif, lâm ra gibi, elif lâm mim gibi, ya sin gibi, tâhâ gibi hurufu mukaddanın; Allah’ın vahyi harf harf saydığını ve bir tek harfinin dahi zayi olmadan insanlığa iletildiğinin bir göstergesi olarak görünür Allah u alem.!

Cin suresi de burada son buldu. Rabbim tevhid ve istikametten ayırmasın. Bu sure bize tevhidi öğretti. Yani görünen ve görünmeyen hiçbir varlığa tanrılık yakıştırmaz bir mü’min. Görünmeyen varlıklar korkunun öznesi olup bu korkuyu da onları tanrılaştırmak için kullanalar dile getirildi bu ayette. Dolayısıyla insanoğlu eğer görünmeyen varlıklardan bir zarar göreceğini düşünüyorsa, bu onlara transfer ettiği iradesi sayesinde gerçekleşiyor. O halde Allah’ın kendisine emanet ettiği iradeye ihanet etmesin. İrade emanetine ihanet eden bu ihanetin cezasını görecektir. Rabbim her tür emanete sadakat gösterenlerden kılsın.

“Ve ahiru davanâ enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. MÜZEMMİL SURESİ (01-20) (183-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve ‘etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim kolaylaştır, güçleştirme. Rabbim hayırlısıyla başlat, hayırlısıyla tamamlat. Allahümme amin, amin, amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Kur’an ın 114 burcundan bir mübarek burca, yepyeni bir burca, yani Müzzemmil burcuna tırmanarak başlayacağız inşaAllah.

Müzzemmil suresi ve Müddessir suresi Kur’an ın nüzul sırasında ve sürecinde gerçekten de inşa edici rolleri itibarıyla çok vurgulu, belirgin ve mühim iki sure. Onun için Kur’an la inşa olmak isteyenlerin bu sureleri sadece dinlemeleri, hatta sadece anlamaları yetmez. Bu sureleri ruhlarına yedirmeleri, hücrelerine yedirmeleri gerekir, ki onları da, bizi de inşa edebilsin. Rabbimizden bu surelerin tıpkı ilk muhatabı olan alemlere rahmet, Hz. Muhammed S.A.V. i inşa ettiği gibi bizi de inşa etmesini niyaz ederek başlayalım.

Müzzemmil adını sure ilk ayetinden alıyor. Müzzemmil kelimesi yük yüklenen manasına geliyor. Bu kelimenin ana manasını, kök manasını, sudûr manasını bulmak için fakir hayli yoruldu. Müzzemmil ile Müddessir arasında bir irtibat olmalı diye düşündü fakir ve Arap dilinin en kadiym, en eski ve en çaplı köken lügatleri, etimoloji lügatleri, İbn. Düreyd’in meşhur lügati başta olmak üzere. Yine Halil Bin Ahmed’in Kitab-ül ‘Ayn’ı, yine tüm etimoloji lügatlerinin şahı, şah eseri olan Mu’cem-u. Mekâyisi’l-Lüğa olmak üzere bu alanın en çaplı, en büyük ve en değerli lügatlerini karşılaştırmalı olarak gözden geçirdiğimde şu çarpıcı gerçeği gördüm. Bugüne kadar meallerde pek rastlamadığımız bir gerçek bu.

Müzzemmil; Sırta alınan yük manasına geliyordu kök anlamı olarak. Aslı mütezemmil, tezemmele, yetezemmelû den türetilmiş. Müzzemmil; sırta yük almak. Elbise de sırta yük, yani ilave bir şey olduğu için elbiseye, örtüye isim olarak verilmiş. Aslında bu illî manası değil, semantik dönüşümler sonucunda sonradan kazandığı mana. İllî manası, yani çıkış manası sırta yük almak. Zaten ancak bu mana ile oturuyor ayet ruhumuzun tam ortasına.

Surenin iniş zamanı bilinen bir hakikattir ki vahyin ilk dönemine rast geliyor. İlk surelerden biri demeyeceğim, çünkü ilk inen ikinci sure. ‘Alak suresinin ilk 5 ayetinin nüzulünün hemen ardından kaynaklarımızın ittifakla bize naklettiklerine eğer güvenirsek, ki güvenmemiz gerekiyor- Müzzemmil suresinin ilk ayetleri iniyor. İlk 11 ayeti demeliyiz buna. Belki de 19 ayetini ilk inen pasajda zikredebiliriz. 20. ayet hariç. Ki 20. ayet Blok olarak yekpare bir ayet. Zaman olarak ta ilk 19 ayetin inişinden Hz. Aişe ve İbn. Abbas’a göre bir yıl sonra Said Bin Cübeyr e göre 12 yıl sonra, çoğunluğa göre de daha sonra Medine de nazil olmuştur.
Tabii fakir bu 3. görüşe katılmamakta, Müzzemmil suresi bütünüyle Mekkî dir, 20. ayet te dahil. 20. Ayeti çoğunluğun Mekke de değil de Medine de indiğine dair görüşü bir delile müstenit mi diye soracak olursanız evet, onlar 20. ayet içerisinde geçen ve âharune yukatilune fiy sebiylillâh (20) Allah yolunda daha başka bir kısmı da Allah yolunda savaşacaklar, savaşırlar ayeti kerimesini, veya cümle i celilesini gösterirler. Belki buna bir ilave de yine aynı ayetin içinde bir cümle olan ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte (20) özellikle de Zekat’ı veriniz emri ilahisinin Mekke de değil de Medine de nazil olduğu yönünde ki görüşten hareketle 20. ayetin Medeni olduğunu söylerler ki, fakire göre doğru bir değerlendirme olmasa gerek. Zira bu ibarelerin hepsinin başında; ‘alime en seyekûnu minküm merda (20) diye devam eder.

‘Alime en seyekûnuh. Nedir bu? Tesniyf harfiyle gelmiş sin harfi. Sin harfi geleceğe delalet eder. Bir de ‘Alime en seyekûnu diyor. Burada ki seyekûnu bütün olarak daha olmamış olan, şu anda olmamış olan ama gelecekte bir gün olacak olana delalet eder. Onun için Allah gelecekte bir gün bütün bunların olacağını bildi. Cümleciği aslında kendisinden sonra gelen tüm cümleleri bağlıyor. Demek ki burada gelecekten bir ihbar var, haber var. Yani mü’minlerin içinden savaşa gidecek bir zümrenin çıkacağını, cihada gidecek bir zümrenin çıkacağını, yine zekât verileceğini haber veren tüm ibareler‘Alime en seyekûnu ibaresine dönüktür. Onun içinde Allah’u alem gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta burasıdır ve 20. ayetin Medine de indiği gibi yorumlar asla kabul edilemese gerektir.

Biz ce Hz. Aişe ve İbn. Abbas’tan gelen rivayet en doğrusu gözükmekte, yani surenin ilk 19 ayeti hemen ‘Alak suresinin ilk beş ayetinin arkasında nazil olmuş, 20. ayeti ise yaklaşık bir yıl sonra nazil olmuş olmalıdır, Allah en doğrusunu bilir.
Sırası bu durumda Fatiha suresini vahyin önsözü sayacak olursak, -ki öyledir- ‘Alak suresinin ilk inen beş ayet ve hemen arkasından da Müzzemmil suresinin ilk 19 ayeti. Veya bir görüşe göre 11 ayeti. Ama 19 dememiz Allah u alem daha doğru olur.

Maksadı ilk muhatabı inşa. Hatırlayın, hiç unutmayalım bu ayetler ilk inen 2. pasaj. Efendimiz daha vahyin iniş sıklığını öğrenmemiş, efendimiz için daha vahiy sıcak ve taze bir hadise. Yani taze nebî, taze Resul ve terü taze ayetler. Onun yüreğini, onun hayatını, onun zihnini, onun aklını, onun bakış açısını inşa ediyor. Öyle bir inşa ediyor ki, bu surenin ilk 11 ayetinde 9 tane emir var. Tam dokuz emir kipi, emir siğası. Şuna baksanıza;

Kum, evinkus, rattil, Vezkür, ve tebettel, Vasbir, vehcur, Ve zerniy. Buyurun, emirlere bakın. Bu ayetler emirlerden örülü bir dizge. Emir varsa bir yerde, emreden var. Emreden Allah. Emir varsa bir yerde emredilen var. Emredilen; ilk muhatap olan Nebî, doğrudan. Emir varsa bir yerde, yapılması istenen bir fiil var, fiiller var. O zaman Rabbimiz emrediyor, Nebî ise emre hazır ve nazır olarak rabbisinin emrini tutmak için huzurunda bekliyor.
Biz bu manzarayı gözümüzün önünden hiç ırak tutmadan bu mübarek sure-i celileyi anlamaya çalışalım inşaAllah. Şimdi tefsire girebiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Sonsuz seven, sonsuz şefkat eden Allah adına, Allah adıyla.

1-) Ya eyyühel müzzemmil;

Ey Müzemmil (örtünen)! (A. Hulusi)

01 – Ey o örtünen (Müzzemmil)! (Elmalı)

Ya eyyühel Müzzemmil sen ey omuzlarına ağır bir yük yüklenen kişi.

Aslı mütezemmil di demiştim. Üste ağır bir yük almak manasına gelir kök manası. Ağır bir yük almak. Elbiseye de, kişinin üzerine çektiği yorgana da bu yüzden bu kelime verilmiş. Yük olduğu için, insanın üzerine ekstra bir yük yüklediği için bu manadan gelmiş. Ama kelimenin özü sırta ağır bir yük almak ki, aslında bu surenin içinde bu ayetin bu kelimesinin tefsiri var. 5. ayet;

İnna senulkıy ‘aleyke kavlen sekıyla (5) zira biz senin üzerine ağır bir söz indireceğiz. Kur’an ın ismi kelâmdır. Kavl, değil, onun için kavlullah denmez, kelâmullah denilir. Kelâm tüm kombinezonlarıyla birlikte. Bu ke le me. 3 sülasi mücerret, 3 harften 6 tane kelime üretilebilir. Bu 6 kelimenin ortak manası, şiddet ve sür’attir. Şiddet ve te’sirdir. Yani güçlü ve etkili söz.

Kavl den farklıdır, Kavl in, ka ve le 3 harfinden oluşturulabilecek 6 kelime vardır, bir tanesi mühmel, beşi müstağmeldir. Bir tanesi Arap dilinde kullanılmaz. Diğer beşinin de ortak manası Hıffettir, hafif. Peki neden burada kavl gelmiş. Kavl burada tek gelmemiş. Sekıyl ile gelmiş. Dolayısıyla sıfatı var. kavlen sekıylen ağır söz. Her ikisi birlikte kelâma tekabül eder, kelâm manasına gelir. Onun için bu ayeti aslında 5. ayet açıklıyor; Sen ey omuzlarına vahiy gibi ağır bir yük yüklenen kişi.

Vahiy ne kadar ağır dostlar? Ne kadar mı ağır? Rabbimiz söylesin: İnnâ enzelnaHU fiy LeyletilKadr. Ve mâ edrake mâ LeyletülKadr. LeyletülKadri hayrün min elfi şehr (Kadr/1-2-3) Bu ayette değeri, yani ağırlığının manevi boyutu izah ediliyor. Bin aydan 30.000 kat yani. 1.000 ay bir geceye göre 1 e 30.000 eder. değeri bu.
Peki bir başka açıdan ağırlığı nedir? Sorumluluk açısından? Lev enzelnâ hâzelKur’âne ‘alâ cebelin leraeytehu hâşi’an mutesaddi’an min haşyetillâh. (Haşr/21) eğer biz bu Kur’an ı bire dağa indirmiş olsaydık, dağın vahyin ağırlığı altında, vahye karşı sorumluluğun ağırlığı altında paramparça olduğunu, toz duman olduğunu, yerinde yeller estiğini görürdün.

Fahvel hitab, metinde olmasa da zihnimizde devam eden mana şu: Ama biz bu Kur’an ı dağa değil de sana indirdik ey insanoğlu. Neden vahye karşı bu kadar hissiz, bu kadar sessiz, bu kadar vurdumduymaz, bu kadar çalar almaz. Neden. Adeta vahyin ağırlığını bize hissetmemiz için inen ayetler bunlar. Onun için vahiy ne kadar ağır sualinin cevabı bu ayetlerde. Lev enzelnâ da, Kadr suresinde.

Ya eyyühel Müzzemmil sen ey sırtına dağların dayanamayacağı bir vahiy yükünü alan kişi;

[Ek bilgi; Günümüzdeki örtüler

1-Aklımızı gereği gibi vahyin kılavuzluğunda kullanamadığımız için akletme melekelerinin zayıflaması veya tamamen körelmesi.

2-Kur’an ı, Yaratan Rabbin adıyla gereği gibi tertil üzere okuyarak pratiğe yansıtamamak.

3-Kendimize ve dünyaya vahiy penceresinden bakarak değerlendirememek.

4-Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranamamak.

5-Tembellik, dünya sevgisi ve iş kaygısı ile vahiyden uzaklaşmak.

6-Yine Tevhidin yüreklerde canlı kalmasını sağlayacak tefekkürü gereği gibi yapamamak.

7-Dünyaya meylederek, geçim endişesiyle ahireti ertelemek veya ciddiye almamak.

8-Konforu ve rahatı tercih ederek dünyevileşmek.

9- Zamanla hayatımıza yerleşmiş boş gereksiz şeyleri terk edememek veya yanlış alışkanlıklarımızın mahkûmu olmak.
Herkesin örtüsü kendine göre farklıdır. Bu örtüleri kısaca özetleyecek olursak şunları sıralamak mümkündür. Dini ve mezhebi taassup, dini mistik bir anlayışa mahkûm etme, kendine güvenmeyerek güçsüz ve zayıf hissetmek, kuşatılmışlık duygusuna kapılma, tembellik ve atalet, her türlü kavmiyetçilik düşüncesi, tüm beşeri ideolojiler olarak saymak mümkün.
(Mehmet Maksut / İslam ve Hayat- Müzzemmil Sûresi dersi)]

2-) Kumilleyle illâ kaliyla;

Azı hariç geceleyin kalk; (A. Hulusi)

02 – Kalk gece, meğer biraz. (Elmalı)

Kumilleyle illâ kaliyla gecenin bir kısmı hariç kalk. Kıyamülleyl. Burada emredilen kıyamülleyl. Neden vahiy yükü ile yüklenen, dağlardan ağır bir yük taşıyan nebî ye gece kalk deniyor? Ne olacak? Takviye lazım. Yükü ağır olanın dizinde dermen çok olmalı. Yükü ağır olanın yüreği kavi olmalı. Yükü ağır olanın yüreği sağlam olmalı. Yükü ağır olanın bilinci, imanı, bakışı sağlam ve takviyeli olmalı. Onun içinde takviyeyi nereden alalım? Takviyeyi yine yüreğimizden alalım. Takviye için gerekli olan teşebbüste bulunalım, o da gece kıyamıdır. İşte burada onu görüyoruz.

Neden sevgili nebî sini rabbimiz gecenin bir yarısında kaldırır ki. Neden mi? cevabı belli gecenin efendisi olmayan gündüzün efendisi olamaz. Gecenin ağabeydi olmadan gündüzün mücahidi olunmaz. Uykuna emrini geçir ki yer yüzü emrini dinlesin. Uykuna efendi olamazsan nasıl doğulara ve batılara efendi olacaksın. Henüz uykusuna dahi söz geçiremeyenin sözü kime geçer ki. İşte biz bunu anlıyoruz buradan.

Namaz yok dikkat ederseniz, sadece kıyamülleyl var. Emir efendimiz tarafından namaz içinde uygulanmış. Burada ki emir aslında Kur’an okuma emri. Çünkü rattililKur’âne tertiyla (4) hemen gelecek. Kur’an ı dura dura, düşüne düşüne, yedire yedire, sindire sindire oku. Hz. Aişe diyor ki bu dura dura okumanın tarifini yaparken, biri harfleri sayacak olsa rahatlıkla sayabileceği şekilde okumak. Ama maksat harflerinizi bir başkasının sayması değil tabii ki. Burada maksat anlaşılıyor. Anlayarak sindirerek, hücrelerinize yedirerek. Dolayısıyla namaz yok. Ama efendimiz ve bu emre katılan sahabeleri namaz içinde bu emri uygulamışlar.

Bu aslında şu manaya gelmiyor mu? Asıl emir gece kalktan, emir Kur’an okumak, Kur’an okumaktan emir Kur’an ı anlamak, Kur’an ı anlamaktan maksat Kur’an ı hayata geçirmek Kur’an da burada namaz kabının içine konulan bir ruh. Bu ruhun cesedi namaz, namazın ruhu Kur’an. Onun için Kur’an namazın kıyamında okunur. Kum; orada aslında kıyamı ifade ediyor.
Namazın kıyamında Kur’an okumak, Allah’ın huzurunda Kur’an okumaktır. Yani Kur’an ı Allah’a okumaktır önce. Ben böyle anlıyorum. Kur’an ı Allah’a okumak.ç Resulden adeta Allah’tan aldığı Kur’an ı Allah’a okuması, önce rabbine okuması. Bir talebenin hocasının önünde okur gibi, Allah’a Kur’an okuması, kendini yetiştirmesi, üzerinde durması. İşte bu, bunu anlıyor bu fakir bu mübarek ayetlerden. İnsanın tüylerini diken diken eden bu ayetlerden.

‘Alak/9-10 ayetlerinde zaten namazın kılındığı delili var. Namazsız mü’minlerin bir günü yok desem yeridir. 23 yıllık nübüvvet döneminde oruçsuz mü’minlerin tabir caizse 15 yılı var hesaplamalarım doğruysa. Zekatsız 15 – 16 yılları var. Hacsız 19 yılları var. Tesettürsüz 14 – 15 yılları var. Ama namazsız değil 10, değil 1 yıl, değil 1 ay, namazsız 1 günleri yok bile diyebilirim. Demek ki namazsın olmaz.

Namaz kulun Allah karşısında ki esas duruşudur, klas duruşudur. İman ettiği andan itibaren Allah karşısında esas duruşa geçmek zorundadır. Bu bir sözleşme gereğidir. Buradan onu da anlıyoruz. ‘Alak/9–10. ayetlerinde zaten namaz talimatı var. Hoş o ayetleri ne kadar sonra indiğini bilmiyoruz ‘Alak suresinin ilk 5 ayeti ilk inen vahiy. Müteakip ayetlerin ne zaman indiğini bilmiyoruz. Desek ki 15 – 20 gün sonra inmiş veya bu ayetlerden sonra inmiş olduğunu söylesek bile, bu ayetler bile yeterlidir.

3-) Nısfehû evinkus minhu kaliyla;

Yarısı kadar yahut azıyla, (A. Hulusi)

03 – Yarısı, yahut eksilt ondan biraz. (Elmalı)

Nısfehû gecenin birazı hariç kalk. Nısfehû, ya da yarısında kalk evinkus ondan biraz azalt minhu kaliyla ondan biraz daha azalt yani 3 tane vakit veriliyor. Bir gecede yarısı, ondan azı, ondan fazlası. İslam zaman anlayışında gece ve gündüzün eşit olduğu bir zaman diliminde gece 12 saattir. 12 saatin yarısı 6 saat, 2/3 8 saat 1/3 ü 4 saat kadar ve bize düşen soru şudur; Henüz daha Kur’an 5 ayet artı 2. ‘Alak suresinin tamamının indiğini düşünelim hepsi hepsi sayfa çapıyla 1 sayfa. Artı 2 ayet. Resulallah 4 saat ayakta, en azı 4 saat. 4 saat ayakta sayfalarca Kur’an yok ki onu okusun. Henüz Bakara suresi inmedi ki, nisa, A. İmran suresi. Kur’an henüz yeni başlamış inmeye. Yani saatlerce okuyacak ortada bir Kur’an yok ki. Okuyacağınız Kur’an ın topu topu 1 dakika sürer. Peki 4 saat Allah resulü neyi okuyor. Bizim bir dakikada okuduğumuzu Allah resulü 4 saatte, 6 saatte, 8 saatte okuyor. Ona katılan sahabe de böyle okuyor. Bu nasıl bir şey..!

İşte bu tertil emrinin ne olduğunu anlatan bir uygulamadır. Yani Kur’an nasıl okunur, biz Kur’an ı nasıl okumakla memuruz. İşte bu bunu anlatıyor başka bir şey değil. Ya biz Kur’an ı nasıl okuyoruz? Ya işte şu kadar günde hatmetti, şu kadar gece de hatmettiler ne oluyor? Buna nasıl Kur’an okumak desin Kur’an. İşte mesele de bu. Neden Kur’an bizim ruhumuzu giymiyor. Veya neden ruhumuz Kur’an ı giymiyor. Neden Enes Bin Malik’ten nakledildiği gibi “rubbe talin yel’anuhu l kur’an” nice Kur’an okuyan var ki Kur’an ona lanet eder oluyor. Neden okuyor okuyoruz da boğazımızdan aşağı geçmiyor. Neden Kur’an ın hafızı olanlar muhafızı olmuyor. Neden Kur’an ı baştan sona yutmuş olanların hayatında Kur’an ın zekatı bile gözükmüyor. Neden,,, neden,,, neden! İşte cevabı.

Nebî bu emri, emir olarak almıştır. Bu emir Nebînin farzıydı diyebiliriz rahatlıkla. Peki mü’minlere de farz olduğu bir dönem oldu mu? Hz. Aişe ye göre 1 yıl, son ayet ininceye kadar mü’minler de bunu bir vecibe, bir farz olarak algıladılar. Daha başka ulema da bunu söylüyor. Fakat fakir 20 ayetin bu görüşü doğrulamadığı kanaatinde. Çünkü 20. ayette bir ibare var. O da; ve taifetun minelleziyne me’ak (20) seninle olanlardan bir taife. Sana iman edenler içinden bir kısmı ifadesi.

Demek ki gece kalk emrinde peygamberimize eşlik eden sahabenin tamamı değil, bir kısmı imiş. Eğer vecibe olarak, farz olarak anlasalardı gece kalkışını, kıyamülleyl i hepsi olurdu. İşte buradan yola çıkarak bu emrin sahabe tarafından henüz o dönemde sahabe bir avuç tabii ki bir farz olarak anlaşılmadığını ve tabii ki yine bir grup mü’minin olduğunu da zımnen söylemiş oluyor.

4-) Ev zid ‘aleyhi ve rattililKur’âne tertiyla;

Yahut onu arttır ve Kurân’ı üstünde tefekkür ederek oku! (A. Hulusi)

04 – Yahut artır ve Kur’an oku, tertil ile yavaş yavaş güzel güzel. (Elmalı)

Ev zid ‘aleyh ya da onun üzerine biraz ekle. ve rattililKur’âne tertiyla ve Kur’an ı tertil üzere, dura dura, yedire yedire. Sindire sindire oku. Evet. Biraz önce söyledim henüz inen ayet sayısı iki elin parmağı ile sayılacak kadar azken gecenin yarısında kaldırıp ta 4 saat nebî ye hangi Kur’an ı okutturuyor dersek, o zaman okumanın hakkını vermenin ne olduğunu anlamış oluruz. Burada tertilin tarifi de yapılmış oluyor.

Tertil hem burada hem de Furkan/32. ayette geçiyor bu ayetten anladığımız tertil emrinin manası şu; Kur’an ı anlayacak şekilde, sindire sindire anlamak için okuyun. Hadise budur. Kişi anlamadığı bir şeyi nasıl yaşayabilir. Onun için ben Kur’an ı şu kadar gece de hatmettim diyen birine İbn. Mes’ud (r.a.) şöyle diyor; desene; “Hezzen ke-hezzi’ş-şi’r . Metinde böyle geçiyor şiir döktürür gibi döktürmüşsün. Mesele şiir döktürür gibi döktürmek değil, mesele anlamak, mesele yaşamak. Yaşamak için anlamak lazım. Onun içinde bizim tecvid eksenli bir Kur’an okuyuşundan tertil eksenli bir Kur’an okuyuşuna geçmemiz lazım. Bunun manası tecvidi bırakmak mı? Tecvid güzelleştirmek güzel okumak demek. Hayır, bunun manası o değil. Dikkat buyurun bu cümlenin içinde mühim olan, vurgu yapılan kelime eksen. Tecvid eksende olmamalı. Tertil eksende olmalı. Gene tecvitli okuyacağız, gene güzel okuyacağız. Telaffuzları, mahreçleri güzel çıkaracağız. Buna gayret edeceğiz. Fakat asıl eksende olan şey Kur’an ın emri olmalı. Çünkü Kur’an bize tecvidi değil, tertili emretti.

Ama biz ne yaptık? Kurân ı Mushaf a indirgedik. Kur’an gökten inendi, Mushaf ise yerden bitendi. Yani Mushafın sayfaları, kağıtları, selüloz yerden biten. Gökten ineni yerden bitene indirgedik.
Daha ne yaptık? Tertili tecvide indirgedik. Daha beterini de yaptık; Tecvidi telaffuza indirgedik. Güzel okumayı sadece güzel telaffuz etmeye indirgedik. Onu da indirdik. Daha ne yaptık? Güzel telaffuzu da teğanni ile başkalarına beğendirmeye indirgedik. Ve maalesef Kur’an yüreğimizden, hayatımızdan, elimizden uçtu gitti. Kur’an ı kırdık gibime geliyor. Yeniden Allah’ın emrine, tertil ile okuma emrine dönmek zorundayız. Tecvidin eksenlik rolünün yerine tertili oturtmak zorundayız.

[Ek bilgi; Okumak; bu mutlak bir emirdir; o zaman namaz dışını da kapsar. Namazın dışında bu şekilde okuma olayı nedir? Bu mendubdur. Yani yaratıcının teşvik ettiği hoş gördüğü; terkinde ise vebal olmayan şeydir, günah olmayan şeydir.
Kur’an okumazsan dinlersin. Dinlemezsen okursun. Ne dinleme var ne okuma var o zaman kapı dışarı edilirsin. Senin ne işin var ki mabette. Sen mabet dışı kalırsın. Çünkü mü’minler ya dinlerler ya okurlar. Okursun başkası dinler seni. Başkası okur sen onu dinlersin. İkisi de güzeldir. Kulak da güzel, lisan da güzel.

Her ikisinde de kalbini verirsin. İkisinde de kalp yoksa asla maneviyata munkalip olamazsın. Kalp vermediğin sürece manevi şeylere kalbin dönüşmez. O tarafa dönüp bakmaz. O zaman da kalpsiz gibi kalakalırsın. Taşlaşmış, hissiz, yabancı bir kalbe sahip olursun. Bu ise marazlı kalplerde olur. Hastalıklı kalplerde olur. Yüce Allah da bunlardan söz eder. (Hazırlayanlar: Emine ŞAHİN - Elif ÖNDER - Fatma GEDİK)]

5-) İnna senulkıy ‘aleyke kavlen sekıyla;

Muhakkak ki biz sana ağır bir söz ilka edeceğiz (şuurunda yaşatacağız)! (A. Hulusi)

05 – Çünkü biz senin üzerine ağır bir söz ilga edeceğiz. (Elmalı)

İnna senulkıy ‘aleyke kavlen sekıyla zira biz neden böyle yap, neden gece kalk, gecenin bir yarısında ayağa kalk, uykunu böl. Alemlere rahmet olanı gece kaldırıp ta ne yapacak rabbimiz diyorsanız eğer işte inna ile, yani çünkü ile gelmiş. Çünkü biz senin üzerine ağır bir söz kavlen sekıylan kelâmen, Bi ma’na kelâmen, ağır bir söz indireceğiz. Evet. Ağır dağlata inmesi halinde dağları toz duman edecek kadar ağır. Ama insan nedense taşlar, dağlar topraklar kadar bile hissetmezse eğer vahiy inmiş olur mu o zaman. Onun için her mü’min aynanın karşısına geçip vahiy senin için indi mi, inmedi mi? diye sorması lazım. Yani dağın üzerine inmesi durumunda dağı toz duman edecek olan vahiy senin nereni dağıttı, nereni topladı. İçinde ne kadar bir etki yaptı diye sorması lazım.

6-) İnne nâşietel leyli hiye eşeddü vat’en ve akvemu kıyla;

Muhakkak ki gece kalkışı, algılamada kapsam ve hitabı değerlendirmede daha berraklık getirir! (A. Hulusi)

06 – Çünkü gece neş’esi hem daha dokunaklı hem deyişçe daha sağlamdır. (Elmalı)

İnne nâşietel leyli hiye eşeddü vat’en ve akvemu kıyla hiç şüphen olmasın ki gece neşvesi, gece neş’esi, gece dirilişi. Neşve, neş’e diriliş demek. Gece dirilişi var ya gece dirilişi işte o pek derin bir iz bırakır ve okuyuş açısından daha etkilidir. hiye eşeddü vat’en ve akvemu kıyla okuyuş açısından çok daha etkilidir, tesirlidir.
Gece neşvesi diyor. Demek ki neş’e dirilişmiş. Biz neşveyi ölüme dönüştürdük. Neşvelendiğimiz de kalbimiz ölüyor. Oysa Kur’an neş’eye, neşveye kalbin dirilişi diyor. Bizim dilimizle Kur’anın dili ne kadar zıt köşelere düşüyor. Zihnimizde oyun oynuyoruz demek ki. Kelimelere bile asli anlamlarını kaybettirdik. Onun için kalbimiz neş’e duysun, dirilsin, işte onun için gece okuma emri, onun için Kıyamül leyl, onun için ve rattililKur’âne tertiyla. Kur’an ı duya duya, düşüne düşüne, yedire yedire, sindire sindire oku.

{Atlanan ayetler. (7 ve 8)

7-) İnne leke fiynnehari sebhan taviyla;

Muhakkak ki gündüz senin yoğun işlevin vardır. (A. Hulusi)

07 – Çünkü sana gündüzün uzun bir yüzüş vardır. (Elmalı)

[Ek bilgi; İbn. Cinni bu ibareden lafza değil manaya itibar olunduğu sonucunu çıkarır. (M.İslamoğlu-Hayat Kitabi Kuran Gerekçeli Meal Tefsir)]

İnne leke fiynnehari sebhan taviyla Gece kalkıp vahiyle beraberlik kuracağız, çünkü gündüz işimiz var bizim. Ne işimiz var gündüz? Kooperatiflerimiz var, dükkanlarımız, tezgahlarımız, araba işlerimiz var, senet, çek işlerimiz var. Gündüz bizi meşgul edenler, bizi zorlayanlar vardır. Dinimizi bozmak üzere zorlayanlar, hayatımızı bozmak üzere zorlayanlar, programı bozmak ü-zere zorlayanlar vardır. Müdür var, âmir var.

Ama gece öyle değildir. Gece Rabbimizle daha bir baş başa olabiliyoruz. Aceleye de gerek yoktur gece, çünkü bizi bekleyen birileri de yoktur. Telefon yoktur, randevu yoktur, beklediğimiz, bekleyenlerimiz yoktur.

Meselâ gündüz kişi namaz kılarken, zil çalacaktır, ders başlayacaktır, müşteri girecektir, tören vardır, iş vardır, aş vardır, yemek vardır diye hızlıca işi bitirivermeden yanadır ya, işte gece öyle değil, acele etmesine gerek yoktur. Sakin sakin Allah dedi diye yaptığı hareketin şuurunda olacaktır kişi. Yani daha bir Allah’ı dinleme, Allah’la baş başa olma imkânı bulacaktır kişi. Telefon, trafik, karmaşa, randevu yok, sadece Allah’la beraberlik var.
İşte gündüzün bozuk düzen programlarını hayra, hakka çevirebilmek için gece kalkacak ve vahiyle beraber olacağız. Yani gündüzümüz iyi olunca gecemizi Allah’a ayıralım değil, gündüzümüzün iyi olması için gecemizi Allah’a ayırmak zorundayız. Gece kalkıp vahiyle beraber olabilirsek bilelim ki gündüzümüz programsızlıktan kurtulacaktır. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)]

[İbn-i Zeyd ise şöyle izah etmiştir: "Şüphesiz ki senin, gündüzün ihtiyaçlarını karşılaman için uzun bir zamanın vardır. O halde geceni dinine ayır.

" İbn-i Zeyd diyor ki: "Bu emir, gece namazının farz olduğu zamanda idi. Sonra Allah kullarına lütfederek bu namazı hafifletti. Daha sonra ise mecburi olmaktan çıkardı. Allah teala bu hususta şöyle buyurmuştur; "Ey elbisesine bürünen Peygamber, gecenin birazı hariç olmak üzere kalk namaz kıl. Gecenin yansını kalk yahut yansından biraz eksilt veya yarısından biraz fazla kıl. Kur'an ı ağır ağır tane tane oku."

Daha sonra ise şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed, şüphesiz rabbin, senin ve beraberindeki bir gurup ashabının, gecenin üçte ikisine yakın, yarısı ve üçte biri kadar bir müddet kalkıp namaz kıldığını bilir. Gece ve gündüzü Ölçüp ayarlayan Allah tır. Gece ve gündüzün bütün vakitlerini hesaplayamaya-cağınızı bildiği için Allah sizi affetti. O halde Kur'an dan kolayınıza geleni okuyun."

İbn-i Zeyd sözlerine devamla diyor ki: "Daha sonra daha geniş bir emir geldi. Hem müminlerden hem de ResulAllah tan gece namazının farziyetini kaldırdı. Ve buyurdu ki: "Ey Muhammed, gecenin bir bölümünde, sadece sana mahsus nafile namaz kıl. Muhakkak rabbin seni övülmüş bir makama erdirecektir." (İsra/79)

Said b. Hişam diyor ki: “Aişe (r.anh.)a ya dedim ki: "Ey müminlerin annesi, ResulAllah’ın gece namazını bana bildirir misin?" Aişe: "Sen, Müzzemmil suresini okumuyor musun?" dedi. "Evet." dedim. Aişe: "Allah bu surenin baş tarafını indirdi. (Gece namazını farz kılmıştı) ResulAllah ın sunabilen bu namazı kıldılar. Öyle ki ayaklan şişiyordu. Allah bu surenin son kısmını on iki ay göndermedi. Sonra bu surenin sonunu göndererek gece namazını hafifletti. Gece namazı kılmak farz iken nafile oldu."(Taberi tefsiri)]

[Gece, nasıl Güneş'in parazit oluşturan ışınımı Dünya'nın arka yüzünde kaldığı için kesiliyor ve kısa dalga yayın çok net alınabiliyorsa; insan beyni de, özellikle gece yarısı ve sonrasında çok hassas hâle gelir ve kuvveti artar. Bu hem alıcılık (ilham) yönünden böyledir; hem de vericilik yani "dua" yönünden böyledir. "İslâm Dini"nde gecenin önemi buradan ileri gelir. (A. Hulusi- İbadet hakkında)]

[Ek bilgi; GECE EHLİNE;

Ey kulum Gece bana aittir, okunan Kur’an a ait değildir. Gece bana hamd etmeye ve övgüye değil bana aittir.

Allah şöyle buyurur; Gündüz senin uzun meşguliyetin vardır. (Müzzemmil/7) Geceyi gerçekte benim olduğu gibi sen de baha tahsis et. Çünkü ben gece inerim. Gündüz işlerinle ilgilenirken seni görmüyorum. Gece seni arayıp indiğimde ise seni dinlenmek için uyuyor bulurum. Dünya hayatında ise sadece gece ve gündüz vardır. Seni gündüz bulamadım. Onu sana bırakmış ve gündüz sana inmemiştim. Gündüzü sana teslim etmiştim. Geceyi ise benim yaptım. Böylece sana hitap etmek, seninle konuşmak ve ihtiyaçlarını gidermek için gece sana indim. Yine seni uyur buldum. Beni sevdiğini iddia edip benim katımı tercih ettiğini söylemene rağmen bana karşı edepsizlik yaptın. Artık önümde ayağa kalk ve benden iste ki istediğin şeyi sana vereyim.
Geceleyin seni Kur’an oku diye kalkmanı istemedim. Ki onun anlamlarıyla ilgileniyorsun Kur’an ın anlamları seni benden ayırır. Bir ayet seni cennetime ve orada velilerime hazırladığım şeylere götürür. Peki sen cibinliklerde ki hurilerle cennetimdeyken ben nerede kaldım?

Onlar inci ve Mercana benzer. (Rahman/58)
Onlar minderleri ibrişimden olan sedirlere yaslanırlar. (Rahman/54)
Tatlı ve hoş bir su içirilir onlara. (Mutaffifin/27)

Bir ayet seni meleklerin karşısında durdurur Onlar her kapıdan sana gelir ve sabrınıza karşılık size selam olsun, ne güzel yer burası. (R’ad/24) derler.

Başka bir ayet ise sana cehennemi bildirir. Cehennemde bana isyan eden ve şirk koşanlara hazırladığım şeyleri görürsün. Bu gibi insanlar;

Zehir ve kaynamış su içindedir ne soğuk ve ne de rahatlatıcı. (Vakıa/42-44)

Hayır onlar humame’ye atılır sen onu nereden bileceksin Kalplere ulaşan Allah’ın yakıcı ateşi. O taeş onlara musallat olmuştur. Uzatılmış direkler içinde. (Hümeze/4 – 8)

Ey kulum sen bu ayeti okuyup düşünce ve himmetinle bazen cennette, bazen de cehennemdeyken ben nerdeyim?
Başka bir ayet okur ve o ayet seni şu ayette bildirilen Karia’ya götürür.

Karia’nın ne olduğunu nereden bileceksin, o gün insanlar saçılıp çekirgeler gibidirler. Dağlar hallaç pamuğu gibi atılır. (Kari’a/1-5)

Bu hali anlatan başka bir ayet ise şudur;

Onu gördükleri gün hamile her kadın taşıdığını düşürür, İnsanları sarhoş görürsün, halbuki sarhoş değillerdir. Allah’ın azabı çok şiddetlidir. (Hac/2)

O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğlundan kaçar. Herkesin o gün kendisini ilgilendiren işi vardır. (‘Abese/34-37)
O gün arşı sekiz meleğin taşıdığını görürsün ve o gün rablerine arz olunurlar. Gece bana ait iken (sen Kur’an okurken bütün bunları düşündüğün halde) Ben nerede kaldım?

Ey kulum Gündüz senin işlerin vardır. Gecede ise Kur’an okumanın sana verdiği cennet, cehennem ve amellerin sunumu vardır Sen ise Ahiret-Dünya-berzah arasında gidip gelirsin. Binaenaleyh sadece benimle kalmak için ayırdığın vakti de kendine ayırmış oldun. Ey Kulum gece benimdir, övgü ve sena için değildir. Sen;

Onlar Allah’ın nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve salihler ile beraberdir (Nisa/69) ayetini okursun Böylece okurken onları görürsün. Makamlarını, hallerini ve;

“Mü’min erkek ve kadınlara, ibadet eden kadın ve erkeklere, doğru sözlü olan erkek ve kadınlara, ürperen erkek ve kadınlara, sadaka veren erkek ve kadınlara, oruç tutan erkek ve kadınlara.” (Ahzab/35) verdiğim şeyleri düşünürsün. Böylece kitabımda övdüğüm her grup karşısında övgü ve hamd ederek durursun.

Peki (sen bunları yaparken) ben nerede kaldım? Hani benimle baş başa kalacaktın?

Muhakkik ariften başka hiç kimse beni bilememiş; “Gece benimdir” sözümün değerini kavramamış ve sana niçin gece indiğimi anlayamamıştır. Böyle bir arifle bir kardeşi karşılaştığında kendisine şöyle der, “Kardeşim, rabbinle baş başa kaldığında beni hatırla.” (bana dua et) der. Söz konusu arif kul şöyle yanıt verir; “Seni hatırlarsam O’nunla yalnız kalamam ki” Böyle bir arif Benim gece yakın göğe inmemin değerini, niçin indiğimi ve kimi istediğimi anlayabilir. Ben de kitabımı kendi diliyle ona okurum, o da dinler. İşte benim gece sohbetim budur. O kul ise benim kelamımdan haz alır. Kul; Kur’an ın anlamlarıyla sınırlı kaldığında ise fikri ve düşüncesiyle benden uzaklaşmıştır.

Yapması gereken şey bana kulak vermek, kulağını benim sözümü(dinlemek üzere) boşaltmaktır. Böyle yaptığında bu okuyuşta kendisine okuduğum ve duyurduğum gibi, sözümü ona açıklayan ve anlamını aktaran (tercüman) olurum.Benim onunla gece sohbetim budur. Böylece bilgiyi kendi düşünce ve değerlendirmesinden değil (doğrudan) benden alır. (İbn. Arabi- F. Mekkiye C:2/233-234)]

8-) Vezkürisme Rabbike ve tebettel ileyhi tebtiyla;

Rabbinin ismini zikret (hatırla) ve her şeyden kesilip sırf O’na yönel! (A. Hulusi)

08 – Hem rabbinin ismini an ve masivâdan kesilerek ona çekil. (Elmalı)

[Ek bilgi; Veya “(uyku ihtiyacını gidereceğin)uzun bir zaman var. (M.İslamoğlu-Hayat Kitabi Kuran Gerekceli Meal Tefsir)]

Vezkürisme Rabbike ve tebettel ileyhi tebtiyla Allah’ın adını an! Allah’ın adını zikret! Peki Rabbimizin zatını ansak, kendini zikretsek olmaz mı? Kendini bilmem ki ben! Zatını bilemem ki ben! Biz Rabbimizi ancak kendisini, zatını bize anlattığı isimleriyle, esmâsıyla ve sıfatlarıyla tanıyoruz. Biz kendini bize tanıttığı isimleriyle Rahmân, Rahîm, Hannân, Mennân, Gaffâr, Rezzâk, Settâr, Tevvâb, yenilmez-yanılmaz biliriz. İşte Rabbimizi O’nun kendisini tanıtırken bize haber verdiği bu isimleriyle zikredeceğiz.

“Rabbinin adını an! Rabbinin ismini zikret!” Peki nerede? Ne zaman? Rabbimizin adını sadece yemeğin başına otururken değil, sadece eve girerken, para saymaya başlarken, dükkanın kapısını kilitlerken, ampulü sıkarken veya sökerken, gemi batarken, uçak sallanınca veya sadece hastalanınca, kaybedince değil, sürekli anacağız, zikredeceğiz.

Hangi konuda bocaladık? Hangi konuyu yaşıyorsak veya hangi ortamdaysak, hangi konunun ortamında bulunuyorsak, yani neyin insanıysak o konudaki Rabbimizin ismini zikrederek Rabbimizden yardım isteyeceğiz. Meselâ o anda rızık konusunu mu yaşıyoruz? Yani rızık konusunda bir çıkmazı mı yaşıyoruz? Rabbimizden rızık isteme makamında mıyız? O zaman ya Rezzâk diyerek Rabbimizin adını zikredeceğiz. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)}

9-) Rabbulmeşrikı velmağribi lâ ilâhe illâ HUve fettehızHU Vekiyla;

Rabbidir doğunun (parlayıp açığa çıkanın) ve batının (sönüp yok olanın)! Tanrı yoktur; sadece HÛ”! O hâlde O’nu vekîl edin! (A. Hulusi)

09 – O maşrık u mağribin rabbi, başka tanrı yok ancak o, o halde yalnız onu tut vekîl. (Elmalı)

Rabbulmeşrikı velmağrib O Kur’an ın rabbi, daha doğrusu insanın rabbi; doğunun ve batının rabbidir. Niye böyle bir ayet geldi? Gerçekten manidar ve ben de bu ayetin buradaki manalarını asla tümüyle söyleyemem.
lâ ilâhe illâ HU O’ndan başka tapılmaya layık hiçbir varlık yoktur. O’ndan başka hiçbir varlık kulluğa layık değildir. Senin kulluğuna layık değildir. Senin kulluğun değerlidir ey insan. Birine kul olacaksan eğer, bir kapıya kul olacaksan bu kapı Allah’ın kapısı. Çünkü Allah insanı istismar etmeyen tek varlıktır. fettehızHU Vekiyla o halde artık sadece O’nu vekil edin. Sadece O’na yaslan, sadece O’na dayan, sadece O’na sığın, sadece O’nu sığınak, barınak, tutamak bil. Eğer ömür denizinde fırtına koparsa, sığınacağın liman Allah’ın limanı olsun ey insan.

Rabbulmeşrikı velmağrib bu ibareye gözüm takıldı. Doğunun ve batının rabbi. Acaba doğu ve batı o zaman iki süper güç olan İran ve Bizans’a tekabül etmesin? Mümkindir. Yani ne İran’ın, ne Bizans’ın hiçbir süper gücün değildir yer yüzünde ki insanın kulluk edeceği kapı Allah’tır. Süper güç Allah’tır diyor. Süper güç İran değil, Bizans değil. Süper güç İmparatorlar değil. Süper güç süper devletler değil Allah’tır.

Kur’an ın neresinde meşrık ve mağrıp gelirse birlikte bu her yer anlamına gelir. Yani Allah her yerin Allah’ı. Tabii ki burada Rab ismi geliyor rab sıfatı geliyor, çünkü bu ayetler Allah’ın rububiyetiyle ilgili. Gece kalkma emri terbiye ile ilgilidir. Kur’an okuma emri terbiye ile ilgilidir. Bütün bunlarla rabbimiz rububiyetini kul üzerinde tecelli ettiriyor ve bizi terbiye ediyor. Maksatta budur. Bizim daha iyi olmamız, kemale doğru ulaşmamız ma huliga lehimizi, yaratılık maksadımızı gerçekleştirmemizdir. Razi diyor ki, şimdi aklıma geldi; hiçbir kulun kalemi bu ayeti tefsir etmeye gücü yetmez. İlginçtir.

10-) Vasbir ‘alâ ma yekulune vehcurhüm hecren cemiyla;

Onların dediklerine sabret ve onlardan güzel bir ayrılış ile ayrıl! (A. Hulusi)

10 – Ve ağyarın diyeceklerine sabret ve onları bir hecri cemîl ile terk et ayrıl. (Elmalı)

Vasbir ‘alâ ma yekulune onların söylediklerine karşı sabret vehcurhüm hecren cemiyla ve onlardan uzaklaşman gerektiğinde kapıyı kırarak uzaklaşma. Vurduğun kapıyı uzaklaşırken tekmeleme. Ne yap? Güzellikle uzaklaş. Neden? Çünkü bir daha gelip vuracaksın. Bir daha, bir daha, bin daha vuracaksın. Allah’ın kullarından öyle vazgeçemezsin. Allah vazgeçiyor mu ki sen vazgeçesin. Dönüp dönüp affetmiyor mu? Onun için tekmeleyerek uzaklaşma. Açılmazsa güzellikle uzaklaş, bir daha döner gelirsin. Hepimize bir öğüt.

Ama şurada ki sabra ne demeli? Kur’an da sabır 3 harfi cerle birlikte kullanılır. Burada ki ”‘ala” harfi cerle ile gelmiş, vaspir ‘alâ. Vaspir “le” ile gelebilirdi; vaspirliy, nitekim gelecek te. Vaspir’an. üçü de farklı manaya gelir. Vaspir’alâ göğüs ger. Sana yapılan zulümlere, saldırılara, sözlere, sözlü saldırılara, zoruna giden şeylere karşı göğüs ger. İşte sabır diye hepimizin kullandığı genel mana bu.
Ama bir iki mana daha var: Mesela sadara’an; diren, sebat et, mevzini koru, geri adım atma manasına gelir. Burada ki sabır da bu. Sabrın 2. manası; geri adım atmamak, direnmek, direniş. Peki sadarali; “lam” ile gelirse lehine sabret. Yani cenneti elde etmek için insanların kahrına sabretmek gerekiyorsa sabredeceksin. Veya Allah’a kullukta sabret. Kulluk kolay değil, mükellefiyettir. Namaz kılmak lazım, oruç tutmak lazım, iyilik etmek lazım, tasadduk etmek lazım, emri bir ma’ruf yapmak lazım, cihad etmek lazım. Bunlar insana yük getirir. Yani insan ister ki keyfince yaşasın. İnsan ister ki iç güdüleri ne emrediyorsa onu yapsın. Ama yapma, sabret. Yani iç güdüne karşı sabret, Allah’ın emirlerine sabret ki cenneti bulasın, rızaya eresin. İşte sadaraliy; “lâm” ile kullanılan sabır da kulluğa sabretmektir.

11-) Ve zerniy velmükezzibiyne üliynna’meti ve mehhilhüm kaliyla;

Beni, o nimet içindeki yalanlayıcılarla (başbaşa) bırak! Onlara mühlet ver. (A. Hulusi)

11 – Ve bırak da bana o tekzip edici zevk-u refah sahiplerini, mühlet ver onlara biraz. (Elmalı)

Ve zerniy velmükezzibiyne üliynna’me nimet içinde yüzdükleri halde yalanlayanlar güruhunu bana bırak. Ve zerniy,bana bırak. Bu farklı farklı gelebilir Kur’an da. Zerniy gelmiş burada. Daha başka yerlerde farklı formlar kullanılıyor. Aslında burada ki zımnen söylenen şey; gündemini düşmanın belirlemesin ey nebîi gündemini Allah belirliyor. Düşmanına bakarak gündem tespit etme. Düşmanının yaptığı hiç önemli değil, asıl seninki önemli. Sen tezsin, o antitez olsun. Senin gündemin kendine has olsun. Bırak onları, onlara takılmaya gelmez, onlar karanlığa benzer, karanlığa takınılır mı? Karanlık yok gibidir, ışığın yokluğu halidir. O zaman sen güneş ol vahiy aydınlığı içinde aydınlat.

ve mehhilhüm kaliyla ve onlara az bir mühlet tanı, süre tanı. Bu iki manaya da gelebilir. Az bir süre tanı, bir gün gelecek günlerini görecekler, hesaba çekilecekler. İkinci mana da biraz daha mühlet ver, düşünsün taşınsınlar, akılları başlarına belki gelir. Böyle bir vurgu da mümkindir. Fakat bağlam birincisini daha fazla destekliyor.

12-) İnne ledeyNA enkâlen ve cahıyma;

Muhakkak ki bizim yanımızda enkal (güçlü bağlar, zincirler) ve cahîm (cehennem, yakıcı ateş) vardır.

Not: Ünlü Kur’ân yorumcusu İmam Razi, gelecek yaşamdaki azabın bu sembolizmini izah ederken şunları söyler: “Bu dört durum, kişinin hayattayken yaptıklarının ruhî sonuçları olarak görülebilir. “Ağır prangalar”, ruhun önceki maddi ilgilerine ve bedenî zevklerine mahkûmiyetinin devam etmesinin bir sembolüdür. Bunların gerçekleşmesinin imkânsız hâle geldiği o gün, bu prangalar ve zincirler, yeniden dirilen insan kişiliğini (nefs) yücelik ve sâfiyet katına çıkmaktan alıkoyar. Ardından, bu ruhî prangalar “ruhî ateşlere” sebebiyet verir; çünkü kişinin beden zevklerine güçlü bir eğilim duyması, onlara erişmenin imkânsızlığı ile birleştiğinde, ruhî olarak şiddetli bir “yanıp tutuşma” duygusu oluşturur, “yakıcı alev” in (cahîm) anlamı budur. Günahkâr, bu durumda, arzuladığı şeylerden kopmanın acısını ve yoksunluğun boğucu baskısını boğazında hisseder; bu da “boğaza takılan yiyecek” ifadesinin karşılığıdır. Ve sonunda, bu şartlardan dolayı, Allâh’ın nûruyla aydınlanmaktan ve kutsanmış kişilerle bir arada olmaktan yoksun kalır; “şiddetli azap” ifadesinin anlamı budur. Ama yine de bilin ki, Kurân’ın bu âyetlerinin anlamının bu söylediklerimden ibaret olduğunu iddia ediyor değilim…” (A. Hulusi)

12 – Çünkü bizim yanımızda bukağılar var, ve bir cehîm var. (Elmalı)

İnne ledeyNA enkâlen ve cahıyma yanımızda prangalar var enkâlen ve cahıyma. Ve gözleri yuvalarından fırlatacak kadar dehşetli bir ateş var. el ‘aynül cehma’;pörtlek göz demektir. Bu niye gelir? Bu cehennemin sıfatlarından biri olarak alırsak eğer; Öyle bir şey ki cehennem gözünüz onu görmeye dayanamayacak. Gözünüz onu görünce ya arkaya kaçacak görmemek için, ya da gözünüzü çekip alacak. Korkunuzdan, manzaranın dehşetinden gözünüz sizden önce gidecek. Böyle dehşet bir manzara. HafizanAllahu ve iyyaküm. Allah sizi, bizi hepimizi korusun inşaAllah.

13-) Ve ta’amen za ğussatin ve ‘azâben eliyma;

Boğazda tıkanan gıda ve feci bir azap! (A. Hulusi)

13 – Ve boğaza duran bir ta’am ve bir azâbi elîm var. (Elmalı)

Ve ta’amen za ğussatin ve boğaza düğümlenen berbat bir yiyecek, korkunç bir yiyecek. Üstteki ayetle birlikte düşünün. Adeta zımnen rabbimiz şunu diyor; Verdiğim nimetlere küfrederseniz boğazınıza dursun. Çünkü burada boğaza duran bir şeyden söz ediliyor. ta’amen za ğussa boğazda duran berbat bir yiyecek. Eğer dünyada verilen nimetlere nankörlük yapmışsak, rabbimiz adeta boğazınıza dursun diyor ahirette. Aman Allah’ım..! ve ‘azâben eliyma ve elim bir azab, korkunç bir azab. Boğazınıza dursun diyen Allah ise orada durmak lazım.

Zaten sevgili nebî de burada durmuş. Bir seferinde bu ayeti okumuş, dayanamamış “Allah..!” diye haykırmış Allah resulü, rengi atmış. Yine bir kezinde Hasan El Basri, tabii nin büyük alimi, büyük mütefekkir, büyük dava adamı aynı zamanda. Döneminin zalimlerine karşı bir sessiz eylemi gerçekleştiren muhteşem adam. Bu ayetin okunduğu bir yerde öyle bir hal almış ki; titremeye başlamış, yere yıkılmış, dostları kaldırmışlar, 3 gün önüne getirilen yiyecekten bir tek lokma almamış. Ayetlerin muhataplarında nasıl yankı bulduğunun örneklerine bakın aziz Kur’an dostları. Ne diyorsunuz. Kur’an a karşı kör ve sağır davranmamak sümmen ve ‘umyane olmamak nasıl bir şey acaba. İşte böyle bir şey.

14-) Yevme tercuful’Ardu velcibâlu ve kânetilcibalu kesiyben mehiyla;

O süreçte arz (beden) ve dağlar (bilinçler – benlikler) sarsılır… Dağlar heyelana uğramış bir kum yığını olur! (A. Hulusi)

14 – O gün ki yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir kum yığınına dönecektir. (Elmalı)

Yevme tercuful’Ardu velcibâl o gün yerler ve dağlar darmadağın olacak, sallanacak ve kânetilcibalu kesiyben mehiyla ve dağlar bütün bu işlemler sonunda toz yığınına dönüp kesiyben mehiyla eriyip su gibi akacak. Sanki bir potada eritilmiş, ergitilmiş bir maden gibi akacak. Kayaları eritecek o günün dehşeti. Zımnen öyle bir günde kayaları, dağları eriten Allah’ın, sana gücünün yetmeyeceğini mi sanıyorsun. Dağlara gücü yeten Allah sana güç yetiremeyecek mi. Kendini ne zannediyorsun ey kul, ne sanıyorsun.

15-) İnna erselna ileyküm Rasûlen şahiyden ‘aleyküm kemâ erselna ila fir’avne Rasûla;
Muhakkak ki biz, Firavun’a bir Rasûl (hakikatine yönlendirici, arındırıcı) irsâl ettiğimiz gibi size de şahit olarak bir Rasûl irsâl ettik. (A. Hulusi)
15 – Haberiniz olsun biz size bir Resul gönderdik, üzerinizde şahit, nitekim gönderdiğimiz gibi Firavuna bir Resul. (Elmalı)

İnna erselna ileyküm Rasûlen şahiyden ‘aleyküm kemâ erselna ila fir’avne Rasûla tıpkı daha önceden firavuna nasıl elçi göndermişsek, işte öylece size de bir şahit olarak Resul gönderdik, elçi gönderdik. Biz gönderdik ama. Özellikle vurgu bu; İnna. Biz gönderdik. Neden? Elçinin değerini gönderen kapı belirler. Neden? Elçiye zeval olmaz, elçiye edilen laf, elçiyi gönderen makama edilmiştir. Neden? Eğer elçiye bir lafınız varsa Allah’a laf vermiş olursunuz. Onun için elçiye zeval olmaz. Elçiyi gönderen kapıya söylemiş olursunuz ne söyleyecekseniz. Elçiye hayır diyen elçiyi gönderene hayır demiştir. Elçiye hakaret eden elçiyi gönderen Allah’a hakaret etmiştir. Elçiyi hafifseyen ve küçümseyen Allah’ı küçümsemiştir aklını başına alsın. Budur, İnna erselna da ki sır budur.

Firavunun ilk geçtiği yer burası. Zımnen hangisini tercih edecekseniz edin ey muhataplar. Elçinin izini mi, Firavunun izini mi. Musa’nın izini mi izleyeceksiniz firavunun izini mi. Muhammed Musa’nın izini izliyor. Siz de firavunun izini izleyecekseniz hiç tereddüdünüz olmasın ki akıbetini bekleyiniz. Yani kimin izini izleyecekseniz onun sonuna razı olun. Sonuna razı değilseniz izini de izlemeyin. Zımnen verilen bu.

Dikkat buyurun şahiden diyor, şahit olarak. Hakim belli, Allah. Bir mahkeme var, hakimi Allah. Bir mahkeme var,i mahkemesi mahşer. Bir mahkeme var, sanığı da belli. İnsan. Peki şahidi kim? Peygamberler. Evet, peygamberler insanlığın şahitleridir, şehitleridir, modelleridir aynı zamanda.

16-) Fe’asâ fir’avnurRasûle feehaznâhu ahzen vebiyla;

Firavun o Rasûle âsi oldu da onu kahredici tutuşla yakalayıverdik! (A. Hulusi)

16 – Ki Firavun o Resule isyan etti de biz onu vehîm bir tutuşla tuttuk alıverdik. (Elmalı)

Fe’asâ fir’avnurRasûle feehaznâhu ahzen vebiyla ama firavun elçiye isyan etti, karşı geldi. Ne yaptık biz de? feehaznâhu ahzen vebiyla bizde onu enseledik. Dehşetli bir biçimde enseledik ve mahvettik. Vebiyl, vebal aynı kökten gelir. Onun vebalinin altında onu enseledik. Yani yaptığının vebali üzerine bir dağ gibi çöktü, altında ezildi.

17-) Fekeyfe tettekune in kefertum yevmen yec’alulvildâne şiyba;

Eğer (hakikatin bildirimine) nankörlük ederseniz, gençleri saçı ağarmış ihtiyar kılan o süreçte nasıl korunursunuz? (A. Hulusi)

17 – O halde siz nasıl korunursunuz küfredersiniz? O gün ki çocukları ak saçlı kocalara çevirir. (Elmalı)

Fekeyfe tettekune in kefertum yevmen yec’alulvildâne şiyba o halde beşik bebelerinin, küçük emzikli bebeleri, ak saçlı ihtiyarlar gibi ihtiyarlatan bir günün dehşetinden, eğer küfrederseniz, eğer nankörlük ederseniz nasıl olur da korkmazsınız. Veya eğer bira bir mana verecek olursam; Korkarsınız da nasıl böyle yaparsınız. Eğer korkuyorsanız nasıl böyle yaparsınız.

Arap dilinde orijinal bir kullanımdır derler dilciler bu kullanım için. Daha önceden Arap edebiyatında hiç kullanılmamış bir edebi bir kalıp var burada derler. Ki doğrudur. Son saatin dehşeti işleniyor burada. Hac suresinin ilk ayetlerini hatırlıyor musunuz? Dehşettir o ayetler. Emzikli kadın bebeğini unutur diyor ya. Ve her gebe kadın bebeğini düşürür diyor. Hatırlasanıza ..ve teda’u küllü zâti hamlin hamleha.. (Hac/2) her gebe kadın bebeğini düşürür o günün dehşetinden.

Dahası var; ve teranNase sükâra ve ma hüm Bi sükâra (Hac/2) insanları sarhoş olarak görürsün, ama sarhoş değildirler. İçmeden sarhoş olmuşlardır. Neden? O günün dehşetinden. İşte böyle. O günü bu ayette güzel ifade ediyor.

Bu ayetle ilgili tarihsel bir hadise anlatılır. Ebu Bekir Verrak isimli meşhur bir arif vardır tarihimizde, onun oğluyla ilgili. Oğlu, küçümencik yavrusunu hıfz için hocaya göndermiş Ebu Bekir Verrak. Çocuk bu ayeti öğrendiğinde eve sapsarı bir benizle gelmiş. Daha 7 veya 8 yaşlarında imiş. Dilinde; Fekeyfe tettekune in kefertum yevmen yec’alulvildâne şiyba, Fekeyfe tettekune in kefertum yevmen yec’alulvildâne şiyba.. ! sürekli bu ayet. Annesi önüne ne koyduysa yememiş, içmemiş ve birkaç gün içinde yatağa düşmüş. Dilinde sürekli yine bu ayet. Anne diyormuş, ben beşik bebesi bile değilim, ya ben nasıl dayanırım ve bu ayette dilinde teslimi ruh etmiş yavru. Babası Ebu Bekir er Verrak sık sık oğlunun mezarına gider, göz yaşı içinde; Yavrum, baban ahirete iman dememiş, ahirete imanı senden öğrendi diye ağlarmış. Evet, Ahirete iman, iman eder gibi görünmek farklı, görür gibi iman etmek çok daha farklı.

18-) EsSemâu münfetırun Bihi, kâne va’duHU mef’ula;

Semâ onunla yarılır! O’nun vaadi gerçekleşmiştir! (A. Hulusi)

18 – Sema onunla çatlamıştır ve onun vaadi fiile çıkarılmıştır. (Elmalı)

EsSemâu münfetırun Bih gök bu yüzden çatlamış bir tohum gibidir. Fakir; münfatır, fâtır, fatara kökünden gele kelimeler her ne kadar büyük dilcimiz ve büyük alimimiz Rağıp El Isfahani hem ifna için, hem inşa için kullanılır demişse de Kur’an da ki kullanımlarının hemen çoğunun inşa, yeniden inşa için olduğu kanaatindedir. Burada da yeniden, çöküşten sonra, yani kevn ve fesad alemidir bu alem. Kevn den fesad, fesaddan kevn. Yni yıkılıştan, bozuluştan sonra bir oluş, oluştan sonra bir bozuluş hep birbirini takip eder. Burada oluştan sonraki bozuluşun ardından yeni bir oluşun nüvesi, tohumu, çekirdeğinden söz ediliyor. Yani yeni bir doğuma gebedir alem.

Fatır; dikeyine yarılmak, çekirdeğin ucunun çatlamak ve içindekini ağaç olarak çıkarmak için yarılması. İnfitar suresinin girişinde olduğu gibi. Orada hep yıkıma hamledilir. Ama fakir kanaati odur ki yeniden oluşa haml olunması lazımdı infitar suresinin girişi. Dikkat buyurun, mutavat kalıbıyla gelmiş. Kur’an da nerede kıyametle, son saatle ilgili bir ayet var, orada ya mechul kipi kullanılır, ya da mutavaat tipi. Dönüşlü kipi. Niçin failin kim olduğu o kadar belli ki anmaya bile gerek yok, sen fiille bak ey kul. Fiilin dehşetinden zaten faili çıkarırsın. Zımni manasına gelir.

kâne va’duHU mef’ula O’nun vaadinin gerçekleşmesinden başka bir şey değildir bu, gerçektir.

19-) İnne hazihi tezkiretün, femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla;

Muhakkak ki bu bir tezkiredir (hatırlatıp düşündürtme)! Dileyen Rabbine (erdiren) yol edinir! (A. Hulusi)

19 – İşte bu bir tezkiredir, artık dileyen rabbine bir yol tutar. (Elmalı)

İnne hazihi tezkiretün, femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla işte bu vahiy, veya bu ayetler, veya bu sure, bu inen vahyin tamamı ya da bir uyarıdır, bir öğüttür. Kim için? femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla artık kim rabbine giden bir yol tutturmak istiyorsa bundan öğüt alsın. Yani yolun sonunun rabbine çıkacağına inanıyorsan. Peki inanmayanların yolunun sonu nereye çıkar. Yine rabbine çıkar. Kaçarlar mı dersiniz. Allah’tan kaçmak mümkin mi? Hayır.

İnsanlar ikiye ayrılırlar. Allah’a varacağını bilenler, yani yolun sonunun Allah’a çıkacağını bilenler, Allah’tan kaçtığını sananlar. Ama yine de Allah’a varmak zorunda kalanlar. Hadise bu. İnsanlar ikiye ayrılır Ve kulil Hakku min Rabbiküm de ki Hakk rabbindendir. femen şâe felyu’min ve men şâe felyekfür. (Kehf/29) artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.

20-) İnne Rabbeke ya’lemu enneke tekumu ednâ min sülüseyilleyli ve nısfehu ve sülüsehu ve taifetun minelleziyne me’ake, vAllâhu yukaddirulleyle vennehar* ‘alime en len tuhsuhu fetâbe ‘aleyküm fakreû ma teyessere minelKur’ân* ‘alime en seyekûnu minküm merda ve âharune yadribune fiyl’Ardı yebteğune min fadlillâhi ve âharune yukatilune fiy sebiylillâhi, fakreu ma teyessere minhu, ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte ve akridullahe kardan hasena* ve ma tukaddimu lienfüsiküm min hayrin tecidûhu ‘indAllâhi huve hayren ve a’zame ecra* vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym;

Muhakkak ki Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında veya üçte birinde kalktığını biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grubun da! Geceyi ve gündüzü Allâh takdir ediyor! (Allâh) onu asla değerlendiremeyeceğinizi bildi de tövbenizi kabul etti… Kurân’dan kolaylaşanı okuyun (idrak edin)! (Allâh) bilir ki, sizden hastalar, arzda dolaşıp Allâh’ın lütfundan talep eden kimseler ve Allâh yolunda savaşan kimseler olacaktır. Artık Ondan kolaylaşan kadarını okuyun; salâtı ikame edin (yönelişi kaîm kılın müşahede ile), zekâtı verin ve Allâh’a güzel bir ödünç verin. Kendiniz için (önceden) hayırdan ne takdim ederseniz, Allâh indînde onun çok daha büyük ve hayırlısını bulursunuz. Allâh’tan mağfiret dileyin! Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.(A. Hulusi)

20 – Filhakika rabbin biliyor ki sen muhakkak gece üçte ikisine yakın ve yarısı ve üçte biri kalkıyorsun beraberindekilerden de bir tâife, halbuki geceyi gündüzü Allah takdir eder, bildi ki siz onu bundan öte başaramazsınız, onun için size lûtf ile ircaı nazar buyurdu, bundan böyle Kur’an dan ne kolay gelirse okuyun, bildi ki içinizden hastalar olacak, diğer bir takımları Allahın fazlından bir kâr aramak üzere Yer yüzünde yol tepecekler, diğer bir takımları da Allah yolunda çarpışacaklar, o halde ondan ne kolay gelirse okuyun ve namazı kılın ve zekâtı verin ve Allaha karzı hasen takdim edin, kendilerinizin hesabına hayır olarak her nede takdim ederseniz onu Allah yanında daha hayırlı ve ecirce daha büyük bulacaksınız, hem de Allaha istiğfar edin, şüphesiz ki Allah gafurdur rahîmdir. (Elmalı)

İnne Rabbeke ya’lemu enneke tekumu ednâ min sülüseyilleyli ve nısfehu ve sülüsehu ve taifetun minelleziyne me’ak ey nebî, (muhatap belli olduğu için, hitap zamiriyle geldiği için enneke, rabbeke. Hitap zamiriyle geldiği için ey Nebî diye bir parantez içi açıklama koymamış doğru olur.) Elbet rabbin senin ve yanındakilerden bir kısmının gecenin 2/3 sini sülüseylleyl. ve nısfehu veya yarısını ve sülüsehu ya da 1/3. ünü uyanık geçirdiğini bilmektedir.

Evet, surenin girişinde verilen emrin uygulandığı dile getiriliyor. Gece namazı hiç farz kılındı mı diye sormuştum başlangıçta ve cevabını da işte buradan vermiştim. Neydi o cevap? Şu; minelleziyne me’ak seninle beraber olanlardan bir kısmı. Tabii burada ki “min” i teb’ıyd olarak kabul edersek ki öyle uygun düşüyor Fahvel hitab. Ama hal karinelerine bakmazsak eğer burada ki “min” i beyaniye olarak ta anlayabiliriz. Hayır o zaman doğru olmaz gibime geliyor.

vAllâhu yukaddirulleyle vennehar zira Allah gece ve gündüzü takdir edendir. Gece ve gündüzü takdir eden Allah’tır yani niye gecenin yarısı, 1/3 ü, 2/3 ü diye ısrarlı geliyor? Allah geceyi takdir etmiştir. Uzamakta ve kısalmaktadır. Uzun olan zamanlarda siz de gece okuyuşunu uzun tutun, kısa olan zamanlarda da gece okuyuşunu kısa tutun. Ortalama olan zamanlarda gece ve gündüzün eşit olduğu dönemlerde de yarısını yapın. Yani aslına burada tek bir süreye hamledip de kendinizi zorlamayın. Allah sizden, sizin saadetinize yönelik bir şey istiyor, kendisine yönelik bir şey değil zımni vurgusu var.

‘alime en len tuhsuhu fetâbe ‘aleyküm O sizin, onun üstesinden gelemeyeceğinizi bildi ve size rahmetiyle, mağfiretiyle, affıyla yöneldi. fetâbe ‘aleyküm yani sizden düşürdü, mükellefiyetinizi azalttı.

Niye başta koymuştu da şimdi azalttı. Allah bilmiyor muydu gibi bir sual gelebilir akla. Allah biliyordu da, insan da bilsin diye. Allah biliyordu insanın güçsüz olduğunu da, insan kendisinin güçsüz olduğunu kendisi öğrensin diye. Allah’ın insana merhameti olduğunu bir de bu yönden görsün diye. İbadetlerden Allah’ın çıkarının olmadığını, insanın çıkarının olduğunu bir de bu yönden görsün diye. Ayrıca da Allah’ın insandan gününün tamamını ibadete ayırmasını istemediğini yani bu manada bir zahitliğin, vahyin tarif ettiği bir dünyada olmadığını bilsin diye.

Efendimiz ne demişti? Sık ibadet eden biri gelmişti, veya sık Kur’an okuduğunu söyleyen biri, düşür demişti. İşte şu kadar gün; yine düşür demişti. Şu kadar gün?, En sonunda dönmüş sen usanmazsan Allah usanmaz. Buyurmuştu.
Yine Süheyb bin Rûmi, Selman Farisi, Ebu Zer Ğıfari gibi zahit sahabeler diyelim biz bunlara. Sahabe içinde bir öbekler vardı. Mizaçlara göre öbekler. Bunlarda zahit, züht yünü ağır basan bir öbekti. Efendimize gelmişler Ya ResulAllah bir karar aldık biz. Kendimizi Allah’a vakfedeceğiz. Ne yapacaksınız? Çıkacağız dağa, bir mağaraya kapanacağız ibadet edeceğiz, ibadete vereceğiz.

Ben size güzel bir örnek değil miyim. Alnında ki damar yekinmiş, rengi atmış, kızarak; Ben oruçta tutarım, iftar da ederim. Gece de kalkarım uyurum da. Ailemle birlikte de olurum. Ben size güzel bir örnek değil miyim. Buyurmuştu. Denge altın kural.

fakreû ma teyessere minelKur’ân artık Kur’an da kolayınıza geleni okuyun. Kıyamülleyl in maksadı Kur’an okumak çünkü. ‘alime en seyekûnu minküm merda ve âharune yadribune fiyl’Ardı yebteğune min fadlillâh artık Allah gelecekte bir gün içinizden hastalar olacağını, bir diğer grup çıkıp onların da yer yüzünde Allah’ın fazlından, kereminden aramak için ticaret maksadıyla yola koyulacağını, uzun yolculuklar yapacağını, yine ve âharune yukatilune fiy sebiylillâh diğer bir başka kesimin Allah yolunda savaş edeceğini bildi. Bir gün gelecek bunların olacağını bildi Allah. İşte bu Allah yolunda savaş ibaresinden yola çıkarak bu ayetin Medine de nazil olduğunu düşünmek yanlıştır. Çünkü ‘alime en seyekûnu ibaresi orada duruyor. Gelecekte bir gün bunların olacağını bildi. Orada o ibare gözümüze bakıyor.

fakreu ma teyessere minh ikinci kez geldi. Artık bu halde artık ondan kolayınıza geleni yapın. Yani gece 2/3, 1/3, veya yarısı kalkmak zorunda değilsiniz, ne kadar götürebiliyorsanız, ama gece Kur’an okumaya mutlaka bir zaman ayırın. Ben burada bundan bunu anlıyorum. Demek ki Kur’an ın gece okunuşu, işte orada diyor ya daha etkilidir. Gece neşvesi, gece insanın üzerinde daha etkilidir. Çünkü gece göklerin duvağını kaldırdığı zamandır. Gece müstesna bir andır. El ayak çekildiğinde insan rabbiyle baş başa kalır. Gece insan, insanların arasından çekilir, insanla Allah arasında halk, nas kalmaz. Hakk ile insan arasında halk çekilmiş olur.
ve ekıymusSalâ artık namazı dosdoğru kılın, yani namazın maksadını doğrultun. Belki burada Allah’a karşı esas duruşunuzu yamultmayın. Zaten öteden beri. İbadet ediyordu herkes kendince, kendi kafasınca. Kimileri araç bularak, aracılar koyarak. Ama siz araçsız ibadet edin. ve atuzZekât arınmak için verilmesi gerekli olan şeyi, verin, ödenmesi gereken bedeli ödeyin ki artasınız ve arınasınız. Zekat artmak ve arınmaktır. Arınırsanız artarsınız. Ama burada ki zekat bizim bildiğimiz manada nisabı olan zekattan çok daha öte arınmak ve artmak için ödenmesi, gereken bedeli ödeyin genel manasını içerir.
ve akridullahe kardan hasena Allah için güzel bir borç verin, ve ma tukaddimu lienfüsiküm min hayr hayırdan kendiniz için ne takdim ederseniz, buradaki hayr’a mal demişler ama aslında sahip olduğunuz her şey demektir. İlim de öyle. Servet gibi. Dolayısıyla sahip olduklarınızdan ne takdim ederseniz tecidûhu ‘indAllâhi huve hayren ve a’zame ecra Allah katında onu daha hayırlı, daha büyük bir ödül olarak geri alırsınız. Yani aslında Allah ne ki istedi, almak için istemez, vermek için ister. O halde Allah’a vermekten korkmayın. İstedi mi fırsat bilin, verin çünkü onu zaten O vermişti. Daha büyüğünü vermek için ister. İbrahim’den İsmail’ini istedi, İsmail’ini almadı üstüne bir de İshak koydu.
Vestağfirullah ve Allah’a karşı mağfiret isteyin, Allah’tan mağfiret isteyin, Allah’tan af dileyin. Allah’tan günahlarınızı yok saymasını isteyin Mağfiret budur. Ğafr budur. İşlememiş kabul etmesini isteyin. Ya rabbi bizi mağfiret et.

innAllâhe Ğafûrun Rahıym Neden Allah’tan isteyin? Çünkü Allah’tır sadece ğafur olan, çok bağışlayan ve merhameti sonsuz olan, merhametin menbaı olan.

Sadakallahul azıym. Allah gerçeğini söyledi. 1.12 28


İslamoğlu Tef. Ders. MÜDDESİR SURESİ (01-31) (183-B)

$
0
0

231

BismillahirRahmanirRahıym

Şimdi aziz Kur’an dostları Müddessir suresinin tefsirine geçiyoruz kısa bir girişten sonra inşaAllah.

Adını ilk ayetinden alıyor. Sadece burada kullanılıyor Müddessir. Müzzemmil in zıt yani mukabil anlamlısı olduğunu söylemiştim. Müzzemmil üste bir şey almak, Müddessir alta bir şey almaktır. Tedessera dır aslı, kişi altına bir şey aldı. Onun için yatak bu isimle isimlendirilir. Yatan kişi yatak üzerinde yatarken de Müzzemmil olarak yatan kişi manasına gelir. ‘Alak; Müzzemmil den sonra Müddessir suresi gelir. sırası budur. Resulallah’ın vahyin geliş sıklığını tecrübe etmesinden önce. Vahyin kesildiğini sandığı, ama doğal bir ara vermeden ibaret olan bir dönemde inmiştir. Fetret-i vahiy dedikleri ama ben gerçek bir fetret olmadığı kanaatindeyim, sadece ResulAllah vahyin geliş sıklığını öğreninceye kadar bunu bir kesinti zannetmişti diye düşünüyorum.

Müzzemmil ve Müddessir arasında çift boyutluluk var. Kur’an ın mesani özelliği gereği. Müzzemmil eylemin inşasına, Müddessir söylemin ve ahlakın inşasına dairdir. İlk 7 ayette yine 7 emir gelir. Tıpkı Müzzemmil de olduğu gibi. Vahiy Allah resulünü ve mü’minleri inşa etmektedir. Tümünün tek celsede inip inmediği tartışmalıdır. Şimdi suremize geçebiliriz.

[Ek bilgi; NÜZÜL SEBEBİ

Mekke müşriklerinin Peygamber (s.a.s)'e karşı tavır koyarken içinde bulundukları açmazı ilginç bir şekilde ortaya koyan diğer bir rivayet de şöyledir: Hac günleri gelmiş, tüm Arap yarımadasından topluluklar Mekke'ye gelmeye başlamıştı. Mekkeli müşrikler telaş içerisinde, insanları Hz. Peygamber (s.a.s)'den nasıl uzak tutacaklarının yollarını arıyorlardı. Kendileri, Kur'an-ı Kerim'in çarpıcı ilâhî üslubu karşısında çaresiz kaldıkları için, bu ilâhî mesajı duyan insanların etkilenip Peygamber'e uyacaklarından endişe ediyorlardı. Bunun üzerine Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid İbn Muğire, Nadr İbn Haris vb. Daru'n Nedvede toplandılar. Aralarında şu konuşma geçti.

"Hac günleri geldi. Arap kabilelerinin elçileri gelmeye başladı. Üstelik onlar, hakkında bir şeyler duydukları Muhammed'in söylediklerini soruşturup duruyorlar. Siz ise, onun hakkında farklı farklı şeyler söylüyorsunuz. Kimi deli, kimi kâhin, kimi de şairdir diyor. Ancak her Arap bilir ki, bunların hepsinin bir tek kimsede bulunması mümkün değildir. Onun için, herkesin kullanacağı tek bir kelime üzerinde karara varalım.

Onlardan birisi kalkıp; "şairdir diyelim" dedi. Velid buna itiraz ederek şöyle dedi: "Ben bir çok şâir dinledim. Muhammed'in hiç bir sözü onlara benzemiyor"

"Öyleyse kâhindir diyelim" dediler. Velid; "kâhin bazen doğru söyler, bazen de yalan söyler. Muhammed asla yalan konuşamaz" diyerek yine itiraz etti.

Bu defa akıl hastasıdır diyelim dediler. Velid tekrar itiraz ederek şöyle dedi: "Akıl hastaları insanlara saldırır. Muhammed asla böyle bir şey yapmadı".

Velid ayrılarak evine gitti. Oradakiler Velid'in şirkten döndüğünü zannettiler. Bunun üzerine Ebu Cehil, doğruca Velid'in evine giderek ona; "Abdu'ş Şems! Sana neler oluyor! Kureyş bir şeyde ittifak ediyor, sen karşı çıkıyorsun. Onlar da senin, delil getirerek dininden döndüğünü zannettiler" dedi.

Velid; "Benim bu iş için de(ile ihtiyacım yoktur" dedi ve ekledi: "Ben iyice düşündüm, o neden bir sihirbaz olmasın? Çünkü onun, babayla oğlun, kardeşle kardeşin, karıyla kocanın arasını açtığını, onları birbirinden ayırdığını duydum ve onun mutlaka bir sihirbaz olduğuna karar verdim".

Bu sözü Mekke'de yaydılar. Bunu duyan halk; "Muhammed sihirbazdır" diye bağırmaya başladı. Rasulullah (s.a.s), bu söylenenleri duyunca üzüntü içerisinde eve döndü ve elbisesinin içine büzülerek yattı. Bunun üzerine; "Ey örtülere bürünen " ayeti nâzil oldu. (Besâiru-l Kur’an- Ali küçük)]

[Ek bilgi; Bu surenin bazı ayetlerinin daha sonraki bir tarihte nazil olduğu muhtemel ise de, surenin tümünün Mekke döneminin ilk yıllarına, yani Muhammed (s)'in tebliğinin başlangıç yıllarına ait olduğu tartışmasızdır. Ancak ilk döneme ait ve kısa olmasına rağmen bu sure, bir bütün olarak Kur’an ın işlediği hemen hemen bütün temel kavramları ortaya koyar:
Allah'ın birliği ve benzersizliği, yeniden dirilme ve nihaî yargılama, ölümden sonra hayat ve onunla ilgili bütün müteşabih tasvirler; insanın zayıflığı ve Allah'a kesinlikle muhtaç oluşu; boş gurura, büyüklenmeye ve bencilliğe karşı zaafı; her insanın kendi davranış ve eylemlerinden bireysel olarak sorumlu oluşu; “cennet” ve “cehennem”in keyfî bir ödül veya ceza değil de kişinin yeryüzündeki hayatının doğal sonuçları olması; bütün sahih dinî tecrübelerin tarihî devamlılığı prensibi; ve sonraki vahiylerle geliştirilecek olan daha başka düşünce ve kavramlar. Tevhid, nübüvvet ve ahiret konuları işlenmiştir. (Muhammed Esed- Tefsir-u mesaj)]

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahiym Allah adına.

1-) Ya eyyühel müddessir;

Ey Müddessir (bürünmüş olan)! (A. Hulusi)

01 – Ey bürünen (Müddessir)! (Elmalı)

Ya eyyühel Müddessir ey yatan kişi, altına bir şey alıp uzanan manasına geldiğini söylemiştim. Müzzemmil ile Müddessir arasında mütekabiliyet vardır, zıtlık. Biri üste bir şey almak, biri alta bir şey almak. Ey yatan kişi, Şöyle çevirsem olur mu? Ey yatan iyi. Niye? Çünkü; Ve inneke le alâ hulukın ‘azıym. (Kalem/4) sen muhteşem bir ahlaka sahipsin diyen Kur’an değil mi? O zaman ey yatan iyi, yatan iyi, iyi değildir. Kalk.

2-) Kum feenzir;

Kalk da uyar! (A. Hulusi)

02 – Kalk artık inzar et. (Elmalı)

Kum feenzir Kalk ve uyar. İnzar, uyarı. Aslında nezr buradan gelir. Adak. Adakta bir uyarı ve korku olduğu içindir. Ama adakla insanın adanması arasında ki farkı da inşaAllah daha sonra geldiğinde ilgili ayet işleyeceğiz.
Kalk ve uyar. Yatan iyi, iyi değildir. Sen kalkan iyi ol. Pasif iyi, iyi değildir, aktif iyi ol.

3-) Ve Rabbeke fekebbir;

 

Rabbinin yüce azametini fark et! (A. Hulusi)

03 – Ve rabbini artık büyükle. (Elmalı)

Ve Rabbeke fekebbir ve rabbini yücelt. Yücelt mi? Hayır. Zaten yücedir O. Rabbinin yüceliğini tasdik et. Rabbinin yüceliğini dillendir. İlk defa tekbir le ilgili bir emir, namazın içindeki Allahuekber emri buradan mülhem olarak namaza iktibas edilmiştir ve namazımızın parçası olmuştur. Ve Rabbeke fekebbir Allahuekber. Allah en büyüktür manası vermek yerine Allah tek büyüktür manası vermek daha doğrudur. Çünkü ekber ismi tafdil değil, sıfat olarak alınmalı ve tek büyük manası daha doğru olur. En büyük deyince bir küçüğü mü var gibi bir şey akla gelmesin için.

4-) Ve siyâbeke fetahhir;

Elbiselerini (bilincini – beynini) arındır! (A. Hulusi)

04 – Ve elbiseni artık temizle. (Elmalı)

Ve siyâbeke fetahhir elbiseni temizle. Siyab elbise, elbisenin altında ki deriyi de ifade eder. Bedenini temizle. Derinin altında ki kalbi de ifade eder, kalbini temizle. Ama o mecazen, bu hakikaten. Hakikaten almamızda hiçbir sakınca yok, elbiseyi temiz tutma; artık toplumun önüne vahyi tebliğ için çıkacak peygamberde bir vizyon inşasıdır.

5-) Verrucze fehcur;

Rücz’den (her türlü şirkten, yanlış değerlendirmekten) kaçın! (A. Hulusi)

05 – Ve o pislikleri artık def’ eyle. (Elmalı)

Verrucze fehcur şirkten, günahtan, isyandan uzak dur, hicret et. Emirler ardı ardına yağıyor. Rucz; ricz den farklıdır. Ricz pislik, Rucz; şirk. Yani biri manevi pislik, öbürü maddi pislik anlamına gelir. Belki ilk indiğinde harekenin olmamasından dolayı her ikisini birden anlamamız daha iyidir. Hem maddi pisliklerden, hem manevi pisliklerden uzak dur.

6-) Ve lâ temnün testeksir;

Çoğu isteyerek (hırsının getirisi olarak) iyilik – ihsan yapma! (A. Hulusi)

06 – Hem çoksunarak menn etme. (Elmalı)

Ve lâ temnün testeksir yaptığın iyiliği çok görme. Veya iyiliği kazanç kapısı haline getirme. İyilik yap ve Allah için yapıyorsan unut. Allah unutmaz. İstiksar burada yasaklanıyor. Yani daha fazlasını almak için bir miktar yapmak. Hayır. Büyük için yapılan hiçbir şey küçük değildir bir, Allah unutmaz iki. Allah için yapıyorsan Allah, Allah kadar verir üç. Yetmez mi?

7-) Ve liRabbike fasbir;

Rabbin için sabret! (A. Hulusi)

07 – Ve rabbin için sabır eyle. (Elmalı)

Ve liRabbike fasbir rabbin hatırına sabret. Bir önceki sureyi tefsir ederken sabrın üç harfi cerre kullanıldığını söylemiştim. İşte “lam” la kullanılan. Bu cümlenin aslı fasbir liRabbik tir. Neden böyle gelmiş? Sadece rabbin için Rabbin hatırına sabret manasını verir d onun için. Aynı zamanda burada ki sabır rabbinin senin üzerinde ki hatırını, senin sabretme gücünün üzerinden görelim demektir. Bir insan Allah için ne kadar katlanıyorsa, katlandığını o kadar çok seviyor demektir. Öyle değil mi? Burada da bu var aslında. Kulluk için sabır, lehine sabır, cennete sabır ediyorsun. Bunun için özel bir şey mi gerekiyor. Yani rabbine kulluğa sabret. Peygamberliğin sana yüklediği ekstra mükellefiyetler var. Sabret ki ahiret senin olsun. Eyvallah..!

8- ) Feizâ nukıre fiynnakur;

O boru öttürüldüğünde (ölüm, bâ’s); (A. Hulusi)

08 – Çünkü o boru öttürüldü mü bir. (Elmalı)

Feizâ nukıre fiynnakur sur borusu üflendiği zaman.

9-) Fezâlike yevmeizin yevmun ‘asiyr;

İşte o süreç, çok zor bir süreçtir!

09 – O işte o gün pek zorlu gündür. (Elmalı)

Fezâlike yevmeizin yevmun ‘asiyr işte bu o gün çok zor bir gündür.

10-) ‘Alelkafiriyne ğayru yesiyr;

Hakikat bilgisini inkâr edenlere (gerçeği örtenlere) hiç kolay değildir! (A. Hulusi)

10 – Kâfirlere hiç kolay değildir. (Elmalı)

Alelkafiriyne ğayru yesiyr kafirler üzerine hiçte kolay değildir. Çok zordur. Kâfirin ilk geçtiği yer Kur’an da, haberdar olmayan değil, kendisine gelen gerçeği bilerek inkar eden kimsedir. Yani kendisine teklif gelmiş ve o da ısrarla inkar etmişse kafir ismini almayı “hak kazanmıştır”. Müstahaktır diyelim.

11-) Zerniy ve men halaktu vehıyda;

Beni, yalnız olarak yarattığımla (başbaşa) bırak; (A. Hulusi)

11 – Bırak bana o herifi ki yarattım da tem tek. (Elmalı)

Zerniy ve men halaktu vehıyda şu tek yarattığım adamı bana bırak. Burada Halid Bin Velid in babası Velid Bin Muğıre olduğu söylenmiş, gerçekten kimi kimsesi olmadığı halde, ilerde öyle bir dünyalığa, öyle bir evlada kavuşmuş ki, 12 – 13 evladı olmuş, ama burada geneldir, sebeplerin hususiliği, hükümlerin umumiliğine mani değildir; Kuraldır.

12-) Ve ce’altu lehû malen memdûda;

Kendisine zenginlik oluşturduğumu; (A. Hulusi)

12 – Hem uzun boylu mal verdim. (Elmalı)

Ve ce’altu lehû malen memdûda ki geniş maddi imkanlar vermiştim ona.

13-) Ve beniyne şuhûda;

Önünde dolaşan oğullar verdiğimi; (A. Hulusi)

13 – Hem göz önünde uğullar. (Elmalı)

Ve beniyne şuhûda bir de cömertliğimin şahidi olsun diye çocuklar, evlatlar vermiştim. 12 – 13 tane çocuğu olduğu söylenir bu zatın.

14-) Ve mehhedtu lehu temhiyda;

Kendisine alabildiğine genişlik ve bolluk yaşattığımı! (A. Hulusi)

14 – Hem kendisine bir döşeyip döşedim. (Elmalı)

Ve mehhedtu lehu temhiyda ve onu bir bebek gibi elemiş belemiştim. Bu ayete verebileceğim bundan daha güzel bir mana yok. Çünkü meh, beşik demek. Bir bebek gibi elemiş belemiştim. Yani adam sıfır doğdu, sıfır yaşadı, ama dünyalıkların hepsine kavuştu.

15-) Sümme yatme’u en eziyde;

Üstelik (hırs ile) daha da arttırmamı umar! (A. Hulusi)

15 – Sonra da tama’ eder ki daha artırayım. (Elmalı)

Sümme yatme’u en eziyd şimdi de kalkmış daha fazlasını istiyor. Elindekilere şükretmek şöyle dursun, bir de fazlasını istiyor.

16-) Kellâ* innehû kâne liâyâtiNA ‘aniyda;

Hayır (asla)! Muhakkak ki o işaretlerimize karşı çok inatçıdır. (A. Hulusi)

16 – Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize bir anud kesildi. (Elmalı)

Kellâ yoo..! öyle yağma yok manasına geliyor burada kellâ. innehû kâne liâyâtiNA ‘aniyda madem ki o inatla inkara saplanmıştır;

17-) Seurhikuhu sa’uda;

Onu saud’a (sarp bir yokuş) mecbur edeceğim. (A. Hulusi)

17 – Ben onu dimdik sarpa sardıracağım. (Elmalı)

Seurhikuhu sa’uda ben de onu sarp yokuşa süreceğim.

Evet, şimdi bir kafirin tipolojisi çiziliyor değerli dostlar. Buraya dikkatli bakalım. Bu kendisini zaten tefsir ediyor.

18-) İnnehu fekkere vekaddere;

Muhakkak ki o düşündü ve takdir etti! (A. Hulusi)

18 – Çünkü o bir düşündü, ölçtü biçti. (Elmalı)

İnnehu fekkere vekadder bu tarihte geçmiş bir kafirden bahsetmiyor. Her an, her zeminde her zamanda bu tip var. Çünkü o; önyargıyla, sığ bir biçimde düşündü, taşındı, ölçtü, biçti. Fekkera; sığ düşünme manasına gelir fakire göre. Çünkü bu kökten 16 kelime geçer Kur’an da, hepsi de fiildir, tefekkera ile fekkera ayrıdır. Tefekkür ile fikr ayrıdır. Tefekkür olumlu düşünme, iyi düşünme, doğru düşünme. Fikr ise kötü düşünme anlamına geldiğini biz Kur’an da ki kullanımların istikrai sonucundan anlıyoruz.

19-) Fekutile keyfe kaddere;

Ölesi (de hakikati göresi) nasıl takdir etti! (A. Hulusi)

19 – Kahrolası nasıl bitçi. (Elmalı)

Fekutile keyfe kadder Kahrolası nasıl da ölçtü biçti.

20-) Sümme kutile keyfe kaddere;

Sonra yine ölesi (de hakikati göresi) nasıl takdir etti! (A. Hulusi)

20 – Sonra kahrolası nasıl biçti. (Elmalı)

Sümme kutile keyfe kadder bir daha kahrolası nasıl da ölçtü biçti. Niye? Çünkü metresi yanlış, kilosu yanlış, aklı yanlış. Yanlış kilo ile ölçerseniz yanlış ölçersiniz. Yanlış metre ile ölçerseniz yanlış ölçersiniz. Tartınız ve ölçünüz yanlış olur. Çünkü akıl kilonuz yanlış. Akıl kilosunu Kur’an vahyi ile doğrultmadan ölçmeyin manasına gelir.

21-) Sümme nazare;

Sonra baktı. (A. Hulusi)

21 – Sonra baktı. (Elmalı)

Sümme nazar sonra etrafı süzdü,

22-) Sümme ‘abese ve besere;

Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti! (A. Hulusi)

22 – Sonra kaşını çattı ve ekşiyerek surat astı. (Elmalı)

Sümme ‘abese ve beser ardından surat astı ve rengi attı.

23-) Sümme edbere vestekbere;

Sonra arkasını döndü ve kibre saptı! (A. Hulusi)

23 – Sonra ardına döndü ve büyüklük tasladı da. (Elmalı)

Sümme edbere vestekber en sonunda hakikate sırtını döndü ve kibir abidesi kesildi.Hakikate, Kur’an a karşı, Allah’a karşı kibirlendi.

24-) Fekale in hazâ illâ sıhrun yu’ser;

Ve şöyle dedi: “Bu nakledilen büyüleyici bir sözden başka bir şey değil!” (A. Hulusi)

24 – Bu, dedi «başka değil, bir sihri müser. (Elmalı)

Fekale in hazâ illâ sıhrun yu’ser nihayet dedi ki bu sadece gerçekten geçmişten miras kalmış bir sihirdir dedi.

25-) İn hazâ illâ kavlulbeşer;

“Beşer sözünden başka değil bu!” (A. Hulusi)
25 – Başka değil kavli beşer».(Elmalı)

İn hazâ illâ kavlulbeşer bunu demekle kalmadı; sihirdir ama yine de insan işidir dedi. Hani orada olağan üstü bir şeydir de diyemiyor. Yani hinliğe bakınız, yine de insan işidir dedi.

Bir tipoloji çiziyor Kur’an bu ayeti kerimelerde. Bu tipoloji her yerde rastlayacağımız tiptir demiştim. Sebebi nüzulüne hasredilemez. Şöyle bakalım bir insan neresiyle düşünüyor. Önyargıyla mı düşünüyor, ön bilgi ile mi düşünüyor ki küfür önyargıdır, iman önbilgidir.

Burada aslında küfür önyargısıyla düşünen bir tip bu. Eksik kilo ile tartıyor, eksik metre ile ölçüyor. Bütün bu ayetlerin verdiği ders bize aslında şu; Tasavvurda ki yamukluk eğer giderilmezse akla yansır. Akıl hüküm verirken yamuk kilo, yamuk metre ile hüküm verir. Yanlış tasavvur yanlış akıl inşa eder, yanlış akılda yanlış eylem inşa eder. Onun için bir adamın eylemi davranışı, ameli yanlışsa, siz o yanlışı amelden düzeltmeye başlayamazsınız. O yanlışı düzelteceğiniz yer tasavvurdur. Akla sermayesini veren, kavramları veren tasavvur. Doğru ve yanlış kavramlarını yanlış kullanıyorsanız, bu doğrudur şu yanlıştır dediğiniz her cümle yanlış olur. Dolayısıyla yaptıklarınız da yanlış olacaktır. İşte burada çizilen tipoloji bu. Şimdi bu tipe ne muamele yapılacağı söyleniyor ve sure devam ediyor.

26-) Seusliyhi Sekar;

Onu Sakar’a (acı ve eziyet veren ateşe) maruz bırakacağım. (A. Hulusi)

26 – Yaslayacağım onu Sekare. (Elmalı)

Seusliyhi Sekar günü gelecek onu ben sekar’a yaslayacağım. Nedir sekar; tefsiri kendisi yapmış.

27-) Ve ma edrake ma Sekar;

Sakar’ı sana bildiren nedir? (A. Hulusi)

27 – Bilir misin hem ne sekar. (Elmalı)

Ve ma edrake ma Sekar Sekar’ın ne olduğunu sen nereden bileceksin. Yani bunu, Sekar’ı sen dirayetle bilemezsin ey peygamber. Ancak rivayetle bilebilirsin. O rivayeti de ben iletiyorum sana. Yani ben söyleyince bilebilirsin. Neymiş Sekar;

28-) Lâ tubkıy ve lâ tezer;

(Sakar) hem aynı hâlde bırakmaz; hem de (kendi hâline) terk etmez! (A. Hulusi)

28 – Ne bakiye, kor ne bırakır. (Elmalı)

Lâ tubkıy ve lâ tezer öyle bir yer ki orası, öyle bir şey ki o ne öldürür, ne diriltir. Ne ölebilirsin, ne yaşayabilirsin, ne kalabilirsin. Ölemezsin de kalamazsın da.

29-) Levvahatun lilbeşer;

(O) beşeri yakıp karartandır! (A. Hulusi)

29 – Beşere susamış bir susuz. (Elmalı)

Levvahatun lilbeşer o insana kendi özünü gösteren bir levhadır. Levha, levvaha aynı kökten. Aslında levvaha çölde ki seraba da denir yansıdığı için. İnsana kendisini gösteren her şeye denir. Suyun yansımasına da bu isim verilebilir. Sisli puslu havalarda eğer bir yansıma varsa ona da denilir. Parlak yüzeylere, parlak satıhlara levha, levvaha denilir.

Burada aslında ekranı çağrıştırmıyor mu. O bir ekrandır ki, insanlık kendisini onda seyredecek, beşer kendisini onda seyredecek, insanlığa geçememiş, beşerlikte kalmış. Bu düşünceden dolayı, kötü, sığ düşünceden dolayı beşerlikte kalmış olan kendisini seyredeceği bir ekrana kavuşmuş olacak. Yani cehennem onu öyle bir yakacak ki, maskesini yakınca gerçek yüzü ortaya çıkacak. Sekar böyle bir şey. Sekar; maskesini yakan gerçek yüzünü ekran gibi çıkarıp kendisine sunan bir acayip, bir akıl sır ermez bir şey.

30-) ‘Aleyha tis’ate ‘aşer;

Onun üzerinde on dokuz vardır! (A. Hulusi)

30 – Üzerinde on dokuz. (Elmalı)

‘Aleyha tis’ate ‘aşer onun üzerinde 19 vardır. Bu surenin en kapalı ayetlerinden, belki müteşabih ayetlerden biri. Kur’an ın müteşabih ayetlerinden biri. Onun üzerinde 19 vardır.

19 melek vardır şeklinde anlamıştır tüm müfessirlerimiz. Meleki meleke olarak ta anlayabiliriz. Bir sonraki ayete dayanarak biz burada ki; ‘aleyha da ki ha zamirinin nereye gittiğini çözmemiz lazım. Ki bir sonraki ayete dayanarak biz bu “ha” zamirinin cehenneme gittiğini, yani Sekar a gittiğini düşünebiliriz. Sekar cehennemin sıfatlarından bir sıfat olduğuna göre bu “ha” zamiri de Sekar cehennemine gider. Cehennem ile nefse delalet de edebilir. Cehennemde yanan nefse delalet edebilir, çünkü nefiste manevi müennestir.

19 nedir; birler basamağının en yüksek rakamı olan 9 ile onlar basamağının en düşük rakamı olan 10 un toplamıdır. Tüm sayıları kapsar diyen müfessirlerimiz olmuş. Arkadan gelen ve ma ya’lemu cunûde Rabbike illâ HU Rabbinin ordularını Allah’tan başka kimse bilmez. İşte bu ibareden yola çıkarak Rabbinin ordularından bir kısmı diyebiliriz ki müşrikler içerisinden dalga geçerek 10 unu ben hallederim, 9 u da size yeter. O zaman biz bu işi hallederiz diye dalga geçen kimi kafirler çıkmışlar. Bu 19 un Sekara müvekkel melekler olduğunu söyleyenlerin görüşünü teyit eder, destekler bir ibare.

Aslında bu sayı bir sınavdır, imtihandır. İmtihan olduğunu açıkça bu ayet söylüyor. Nerede söylüyor? Burada hemen burada.
ve ma ce’alna ‘ıddetehüm illâ fitneten lilleziyne keferu biz onların sayısını küfürde direnen kimseler için sadece bir fitne kıldık. Diyor. Fitne kıldık, imtihan kıldık. Dolayısıyla bu bir imtihan olduğunu zaten bu ayetin kendisi söylüyor.

19 nedir deseniz imtihandır. Ne gibi? Tıpkı şeceretüz zakkum. (Saffat/62) cehennem ağacı gibi. Tıpkı ashabı kehf’in sayısı gibi. Kur’an da onlarında bir imtihan olduğu vurgulanır. Yine tıpkı Allah resulüne gösterilen rü’yet, İsra/60. ayetinin hemen arkasında bunun bir imtihan olduğu ifade edilir. Kur’an da imtihan olduğu ifade edilen şeyler arasında 19 vardır ayeti de vardır. Onun için bu bir imtihandır.

Kur’an hidayettir, Kur’an şifre kitabı değildir ki biz bunu çözülecek bir şifre olarak görelim. Kur’an da 19 örgüsü olabilir, başka örgüler de olabilir. Kur’an mucizi beyandır, mucizedir. Kur’an ın içerisinde bu güne kadar fark edilmemiş bir takım örgüler olabilir. Bir takım özel sistemler olabilir. Fakat Kur’an ın maksadı özel sistemler değil, hidayetir. Bu bir hidayet kitabıdır. ..hüden lil muttekıyn. (Bakara/2) Evet, beyyinattır, ve beyyinâtin minel hüdâ velFurkan. (Bakara/185) hidayet ve furkanın beyyinatıdır. Kur’an kendisi, kendisini açıklıyor. Dolayısıyla gerekçesi buradadır 31. ayet, 30. ayetin gerekçesidir başka bir şey değil. Ve burada Kur’an aslında bir mucize olarak önümüze geliyor ve bir imtihan olarak ta arasına bazı hususları yerleştiriyor. Bunu söyleyebiliriz. Bu açıklamalardan sonra devam edelim;

31-) Ve ma ce’alna ashabennari illâ melaiketen, ve ma ce’alna ‘ıddetehüm illâ fitneten lilleziyne keferu liyestekınelleziyne ûtülKitabe ve yezdâdelleziyne amenû iymanen ve lâ yertabelleziyne ûtülKitabe velmu’minûne, ve liyekulelleziyne fiy kulûbihim meredun velkafirune mazâ eradAllâhu Bihazâ mesela* kezâlike yudillullahu men yeşa’u ve yehdiy men yeşa’* ve ma ya’lemu cunûde Rabbike illâ HU* ve ma hiye illâ zikra lilbeşer;

Nâr (ateş, tabiat cehennemi; enterik) Ashabı’nı ancak (on dokuz) melâike (66.Tahriym: 6) kıldık (ins ve cinn türü değil)… Onların sayısını da (sanki on dokuz sayısı önemliymiş gibi) kâfir (hakikati inkâr) olanlar için ancak bir fitne (sınav objesi) kıldık… Kendilerine kitap (Bilgi) verilenler yakînen bilsin (mecazların neye işaret ettiğini de görerek Hz. Rasûlullâh’ın vahyini tasdik etsinler) ve (Rasûlullâh’ın nübüvvet ve risâletine) iman edenler de iman (ilmî yakîn) bakımından imanları artsın; (böylece sağlam bilgiye ulaşan) kendilerine kitap (bilgi) verilmiş olanlar ve (tahkiki imana ulaşan) müminler de kuşkuya düşmesinler diye!.. Kalplerinde hastalık (şek – şüphe) bulunanlar (sağlıklı düşünme yetisi olmayanlar) ve kâfirler (perdeliler; hakikati ve hakikat bilgisini inkâr edenler) de: “Mesel (ibretlik misâl; temsil) itibarıyla Allâh bununla neyi murat etti?” desinler diye… İşte böylece Allâh, dilediğini saptırır ve dilediğini hidâyet eder. Rabbinin ordularını sadece “HÛ” bilir! Bu (Sakar ve bu işaretler) beşer için ancak bir zikra (hatırlatma)dır. (A. Hulusi)

31 – Hem biz o ateşin muhafızlarını hep Melâike yaptık, sayılarını da ancak küfr edenler için bir fitne kıldık ki kitab verilmiş olanlar yakîn edinsin ve iman edenlere iman artırsın, kitab verilenler ve mü’minler şüphelenmesin, kalplerinde bir maraz bulunanlarla kâfirler de desin: Allah bununla meselâ ne murad etmiş? İşte böyle Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir ve rabbinin ordularını ancak kendisi bilir ve o ancak bir öğüttür düşünmek için beşer. (Elmalı)

Ve ma ce’alna ashabennari illâ melaiketen zira yalnızca melaikeyi ateşin muhafızı kıldık. ve ma ce’alna ‘ıddetehüm illâ fitneten lilleziyne keferu ve onların sayısını küfürde direnenler için bir sınav yaptık, bir imtihan kıldık. liyestekınelleziyne ûtülKitab ki böylece önceki vahyin mensupları gönülden ikna olsunlar. ve yezdâdelleziyne amenû iymanen ve ona iman edenlerin de imanı artsın, ziyadeleşsin. İman artar mı eksilir mi sualinin cevabı burada aslında.

ve lâ yertabelleziyne ûtülKitabe velmu’minûn hem ehli kitap, hem de bu vahye iman edenler bütün kuşkularından şüphelerinden, tereddütlerinden arınsınlar. ve liyekulelleziyne fiy kulûbihim meredun ve yine kalplerinde hastalık bulunanlar. Kim bunlar? Bunlar münafıklardan ayrı bir zümredir. Kur’an da ki bu ibarenin geçtiği tüm ayetleri alt alta dizdiğimizde kalplerinde hastalık bulunanların münafıklardan kafirlerden farklı bir kategori olduğunu açıklıkla söyleyebilirim.

Velkafirun ayrıca kafirler. Bakınız ayrı olduğunun bir delili de burada. İnkarda direnenler mazâ eradAllâhu Bihazâ mesela Allah bu mesele ile neyi kastetti diye sorsunlar. Demek ki üzerinde 19 vardır ayetinin içeriği bir yerde mesel olarak ta anlaşılabilirmiş, bir temsil. Temsili eğer hakikate atfettiğimizde işte problem orada başlar. Mecazı hakikate atfeden problemi kendisi çıkarır.

kezâlike yudillullahu men yeşa’u ve yehdiy men yeşa’ işte böylece Allah sapmayı dileyeni saptırmayı diler, hidayeti, doğru yolu gitmeyi dileyenin de doğru yola gitmesini diler, yönlendirir. ve ma ya’lemu cunûde Rabbike illâ HU rabbinin ordularının sayısını O’ndan başka kimse bilmez. Yerde gökte, görünen görünmeyen rabbinin ne orduları vardır bir bilsen. Dolayısıyla yukarıda ki 19 da O’nun ordularından bir kısmıdır manasına gelmiyor mu. Aslında bu zımni vurgulama var. ve ma hiye illâ zikra lilbeşer işte söylediğim şey, 19 üzerine Kur’anı bina etmek yerine bir takım şifreli rakamlar bulmak yerine vahyin maksadını bu ayetin kendisi verdi. Bu vahiy şifre kitabı değil, bu vahiy rakamlarla bulmaca kitabı değil, Bu vahiy İlla zikra lil beşer, insanlık için bir öğüt, bir uyarı Allah’ın bir hatırlatmasıdır. Unutmayın uyaran Allah’tır. Vahiyle uyananlara ne mutlu. Vahiyle ayılanlara ne mutlu, vahiyle kurtulanlara ne mutlu.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 


İslamoğlu Tef. Ders. MÜDDESSİR (32-56) (184-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Değerli Kur’an dostları geçen dersimizde Müddessir surei celilesinin 31. ayetine kadar işlemeye, tefsir etmeye çalışmıştık. Müddessir suresi malumunuz olduğu veçhiyle Müzzemmil suresi ile birlikte vahyin; Allah resulünü inşasını, ve bu inşada ki temel değerleri gösteren çok önemli bir içeriğe sahipti.

Müddessir suresi; Yatan iyi, iyi değildir. Ey yatan iyi, ey pasif iyi kalk aktif iyi ol diye başlamıştı. Ve ondan sonra bir tipi gündeme getirmişti ki, bu tip sadece Allah resulünün zamanında yaşamış bir tip değil, bu tip tefekkür değil, fikreden bir tip. Tefkir eden bir tip. Tefekkür etseydi doğruyu bulurdu tekfir ettiği için, yani sığ düşündüğü için, ön yargıyla düşündüğü için, doğru düşünmediği için. Tefekkür doğru düşünmek, Tefkir sığ düşünmektir. Onun için doğru yolu bulamadı. Yanlış kilo kullandı tartarken, yanlış metre kullandı ölçerken. Yanlış kilo ve yanlış metresi hakikati de yanlış ölçmeye kalktı. Aklını yanlış kullanınca doğru sonuçlara ulaşamadı. Yamuk bakınca doğru göremedi. Yamukluğu bakışında arayacağı yerde, yamukluğu baktığında aradı. Onun içinde düzeltmeye kalktı ama düz, hatta dümdüz etti ortalığı.

Onun için bu ayetleri gördük. Özellikle yamuk bakan biri nasıl bakar 18 – 25. ayetler arasında. Daha sonra buna yapılacak muameleyi gördük. Şimdi Müddessir suresinin 32. ayetiyle devam ediyoruz.

32-) Kellâ velKameri;

Hayır! Kasem ederim Ay’a, (A. Hulusi)

32 – Hayır hayır o Kamere. (Elmalı)

Kellâ velKamer Kella; Harfi red derler buna. Öncesiyle sonrası arasındaki farkı vurgular bir. Birden çok manası vardır. Özellikle Basra ve Kûfe ekolü arasında niza konusu olmuştur kella nın manası. Kella kaç manaya, hangi manalara gelir. Her ekol, her dil okulu kendine göre bir mana biçmiştir kella ya. Aslında söylenen bu manaların hemen hepsi de bağlama göre kella nın manalar dizgesi içinde yer alır. Mesela öncekini reddederken, arkadan geleni tasdik etmeyi ifade eder. Önceden gelenle arkadan gelen arasında ki zihni bağı ifade eder. Veya kendisinden öncekini nefy eder, kendisinden sonrakini ispat eder. Veya te’yid için gelir. Te’kit için gelir. Pekiştirme ve güçlendirme için gelir. Veya muhatabını uyarı için, tenbih için gelir. Veya kendisinden sonrakini ısrarlı tasdik için gelir. Yani şu bir hakikattir ki, şu bir gerçektir ki bu gerçeğe dikkat etmen gerekir ki gibi bir zımni mana ile gelir. Dediğim gibi bağlamına göre vurguları farklı olabilir. Burada ki gerçekten de kendisinden önce anlatılan tiple onu nefy eder, kendisinden sonrakini de ispat eder bir konumu var gibidir,

Kella, Yoo..! o tipe hayır, sığ düşünen tipe hayır. Küfür önyargısıyla düşünen tipe hayır. Sakar a yaslanacak tipe hayır. Ölçüp biçen ama yanlış metreyle, yanlık kilo ile ölçüp tartan bu tipe hayır.

velKamer ay şahit olsun. Niye ay şahit olsun? Çünkü Kur’an da yemin edilen hemen her şey görünen şeylerdir. Yani muksemun bih denilir, kendisiyle yemin edilen şeylere. Bunlar bilinen, görünen somut fiziki varlılardır. Aslında bu yeminlerle muhataplara somuttan soyuta doğru zihinlerini intikal ettirmek amaçlanır. Bak görünene, onu inkar edebiliyor musun? Edemiyorsun.

Ay Allah’ın varlığına şahittir. Tamam bunu inkar etmiyorsun. Ay kimin, ayı kim yarattı diye sorsam ey müşrik Allah diyeceksin. Kendi kendine mi o yörüngeye oturdu. Kendi kendine mi milyarlarca yıldan beri bu görevi yapıyor. O ne harikulade bir sistemdir ki, inceliyor, incelikten başlıyor hilalden, ondan sonra dolunaya, dolunaydan yine hilale dönüyor ve bütün bu dönüşlerde insanla arasında bir irtibat var. Bak güneşten aldığı ışığı yansıtıyor. Yani muhteşem bir ayna vazifesi yapıyor. Görevini yapıyor, gecenin ayeti oluyor. Karanlık gecelerde insana yolunu gösteriyor. Aynı zamanda geceyi mutlaklaştırmıyor. Gece yok hükmündedir demeye getiriyor. Aynı zamanda yer yüzünde meyvelere renk veriyor. Aynı zamanda med cezir hareketine sebep oluyor. Gecenin ay farkından dolayı yer yüzünde bir takım insanlığın yararına işler görüyor. Allah’ın ayarlaması sayesinde.

Bu kadar işlev ve buna daha bir çok şeyi ilave edebilirsiniz. İnsanla ay arasında koparılamaz ilişkiler var. İnsan hesabını aya göre yapıyor. İnsanların eline takvim diye bir şey geçmişse, bu biraz da ay sayesinde oluyor. Günleri öyle hesaplıyorlar. İnsanlığın kadın cinsinin fizyonomisiyle, özellikle kadın cinsinin doğurganlığının devam etme hadisesi olan adet haliyle ay arasında gizli bir irtibat bulunuyor. Hatta gizli değil açık bir irtibat bulunuyor. Bütün bu faydaları, bütün bu şeyleri size ayın tesadüf olmadığını göstermiyor mu. Dercesine aya yemin ediliyor.

velKamer Nüzul sürecinde ilk “vav” ile yemin burada. Ay şahit olsun. Önce Allah’a şahit olsun, Allah’ın düzenine, hiçbir şeyi tesadüfen yaratmadığına şahit olsun. İkincisi; Allah’ın yasalarına şahit olsun ki ay bir yasaya göre dönüyor. Üçüncüsü insanın yaptıklarına ay şahit olsun. Ayın altında yapıyoruz yaptıklarımızı. Yani gece yaptıklarımızı Allah’tan gizliyoruz zannediyorsak, Allah ayı şahit olarak mahkemeye çağırdığında ne olacak durum? Zımnen, hatta tahkikan bunu söyler gibidir.

Kötülük ve iyiliğin yasası adeta bu yeminde dile geliyor. Ay ışığı iyiyi, karanlık kötüyü temsil ettiğini düşünelim. Bakınız kötülük olmasaydı iyilik olmazdı. Karanlık olmasaydı ay ışığının farkına nasıl varacaktık. Nihayetin gündüz varmıyoruz, gündüz ay hiç işimize yaramıyor ışık açısından. Ama gece olması lazım ki aydınlığın kıymetini bilelim. Tıpkı onun gibi şu dünya hayatı gecesinde de vahiy ışığının kıymetini bilmemiz gerekiyor.

33-) Velleyli iz edbere;

Geri döndüğünde geceye, (A. Hulusi)

33 – Ve döndüğü dem o geceye. (Elmalı)

Velleyli iz edber geçip giden gece şahit olsun. İz adeber şeklinde de okunmuş. O zaman gecenin geçip gideceğini düşün, veya gecenin geçip gidişine yemin olsun manasına da gelebilir. Zaten “vav” ile yeminlerde bizim bildiğimiz uksimu ile başlayan ve kasem geçen yeminlerden bir farklılık olmalıdır. Kur’an da “vav” ile nerede, -ki 16 yerde yemin edilse gerek yanlış hatırlamıyorsam- bunların hepsinde bu yeminler Allah’a izafe edilirler ve “vav” ile yeminlerde uksimu ile yeminlerden farklı olarak bir parça teemmül, emil, fekkir, yani düşün, üzerinde yoğunlaş bu irtibatları kur. Zihni intikali sağla, soyut düşünmeyi becer gibi zımni anlamlar vardır. Bizde burada bu anlamı zaten görüyoruz. Küfür gecesi vahiy güneşi ile aydınlandı.

Meselühüm kemeselillezistevkade nâra* felemma edâet ma havlehû zehebAllâhu Binûrihim ve terakehüm fiy zulümatin lâ yubsırûn. (Bakara/17) hatırlayalım Bakara suresinin başında ki o ayeti. Onların misali diyor, onların örneği ne gibidir? Şu adam gibidir. Bir ateş yaktı İstevkade nâran felemma edâet ma havleh. Etrafı aydınlandığında zehebAllâhu Binûrihim ve terakehüm fiy zulümatin lâ yubsırûn. Allah onun bu sefer gözünü aldı, gözünün nurunu aldı. Yani etrafı aydınlandı, etrafı aydınlanıncaya kadar kör gibiydi. Çünkü zifiri karanlıkta gören göz görmez. Görmek için ışık lazım. Işık yok bahane ediyordu o güne kadar. Fakat Allah vahyi indirdi, etrafını aydınlattı bu seferde kendisi gözünü kapattı. Vahye gözünü kapattı, dünyayı kendisine zindan etti. Allah’ta onun nûrunu aldı. ve terakehüm fiy zulümatin lâ yubsırûn. Onu görmez bir halde zulümat içinde, karanlıklar içinde, kalbini kat kat karanlıklar içinde bıraktı.

İşte müthiş bir ifade. İfadenin gücüne bakın. Yani göz yetmez, ışıkta lazım. Işığın göze nispeti neyse, vahyin akla nispeti de odur. Akıl yetmez vahy lazım. Akıl göz gibidir, vahiy ışık gibi. İkisi birleşirse ancak insan hakikati görür.

34-) Vessubhı izâ esfere;

Aydınlandığında sabaha. (A. Hulusi)

34 – Ve açtığı sıra o sabaha Kesem olsun ki. (Elmalı)
Vessubhı izâ esfer ve ağaracak olan sabah şahit olsun. Değil mi? Evet. ..hiye hattâ matle’ılfecr. (Kadr/5) Kadr suresinin son ayetini hatırlayalım. Ta ki şafak sökünceye fecr atıncaya kadar. Bir barış, bir selamet, bir kurtuluş müjdesidir o. Ne? Vahiy tabii ki. İndiği geceyi 1.000 aya bedel kılan, 1.000 aydan hayırlı kılan vahiy, eğer indiği geceyi 1.000 aydan hayırlı kılıyorsa, senin üzerine inince sana ne yapmaz ey insan bir düşünsene mesajı vardır. Burada da zımnen o mesaj görülüyor.

Vessubhı izâ esfer ve ağaracak olan sabah şahit olsun. Şöyle de düşünebilir miyiz acaba. Dünya hayatı bir gece, ahiret gündüz. Çünkü ahiretten yakıyn olarak ta bahsediliyor değil mi? Va’bud Rabbeke hatta ye’tiyekel yekıyn. (Hicr/99) Rabbine yakıyn gelinceye kadar. yani ahirette, ölüm gelip de ahirete intikal edinceye kadar kulluğunu sürdür. O zaman dünya hayatı bir gece, ahiret gündüz oluyor. Çünkü ahirette her şey ortaya çıkacak. Burada iman ettiklerimizi orada göreceğiz. Gördüğümüzde artık iman etmemişsek iş işten geçmiş olacak. Görünce iman olmaz ki. Onun içinde burada vahiy güneşi, vahiy ayı daha doğrusu dünya hayatı gecesini aydınlattı. Eğer gözünüzü kapatırsanız dünyayı kendinize gece kılmış olursunuz. Hayatı kendinize zindan etmiş olursunuz mesajı var.

35-) İnneha leıhdelkuber;

Muhakkak ki o, elbette en büyüklerden biridir! (A. Hulusi)

35 – Her halde büyüklerin biridir o Sekar. (Elmalı)

İnneha leıhdelkuber şüphesiz O; en büyüğüdür. En büyüğüdür diye mi çevireyim leıhderkuber. Kuber gelmiş, onun için öyle çevirmeyeyim vahidun minhum manasına gelmez. Onlardan biri manasına gelmez kuber geldiği için. Ne manaya gelir? Mütevahhidun fiyhim manasına gelir. En önemlisi, en seçkini, en can alıcısı, en üzerinde durulması gereken vurgusunu taşır bu kalıp. Onun için “ha” nereye gidiyorsa bu ayette onu söylüyor. “Ha” nın nereye gittiğine dair bir şey söyleyebilirim; 31. ayette ki HU* ve ma hiye illâ zikra lilbeşer(31) Evet. Yanı ve ma hiye illâ zikra lilbeşer de ki hiye; sekar’a gidebilir. Ayetlere gidebilir. Sureye gidebilir. Kur’an ın bütününe gidebilir. 19 a gidebilir. Dolayısıyla buradaki de oralara gider. O zaman en dikkat çekicisi budur diyor.

Yine bir gaybi durumdan bahsediliyor. Biz Kur’an ın bize verdiği bilgi kadar konuşabiliriz. Gaybı taşlayamayız. Ne kadar söylüyorsa onu söyleyebiliriz. Çünkü Kur’an ın haber vermesi dışında hiçbir kaynak bize ahiret konusunda bilgi sunmuyor. Sunamayacak, sunmayacak.

36-) Neziyren lilbeşer;

Beşer için bir uyarıcıdır; (A. Hulusi)

36 – Gocundurmak içi beşeri. (Elmalı)

Neziyren lilbeşer insanlığı uyarmak için, insanlığa öğüt vermek için. Bütün bunları rabbimiz şefkatinden dolayı bize konuşuyor. Bütün bu ayetlerin bize söylediği şey Allah sizi seviyor, sizi cennet için yarattı, siz niye kendinizi cehenneme layık görüyorsunuz. Allah sizi cennet için, cenneti sizin için yarattı daha doğrusu. Neden siz layıkınız olana değil de olmayana gidiyorsunuz, istiyorsunuz. Zımnen naçiz burada bunu görüyor. Neziyren lilbeşer Allah’ın bu uyarısı Allah’ın bir şefkatidir çünkü. Öyle değil mi Eğer sizi biri seviyorsa ateşe doğru giderken sizi uyarır. Sevmiyorsa, dostunuz değilse bırak düşsün diyecektir. Rabbimiz bırak düşsün demiyor.

37-) Limen şâe minküm en yetekaddeme ev yeteahhar;

Sizden ileri geçmeyi yahut geri kalmayı dileyen için (uyarıdır). (A. Hulusi)

37 – İçinizden ileri gitmek veya geri kalmak istiyen kimseleri. (Elmalı)

Limen şâe minküm en yetekaddeme ev yeteahhar içinizden öne geçmeyi veya arkada kalmayı dileyen herkes için. Öne geçmeyi dilemek, arkada kalmayı dilemek. Dikkat buyurun, bu karşılıkları bahusus seçtim naçizane. Öne geçmeyi dileyen öne geçer. Arkada kalmayı dileyen de arkada kalır. Daha doğrusu öne geçmeyi dileyenin öne geçmesini Allah diler, arkada kalmayı dileyenin arkada kalmasını da Allah diler. Siz ne dilerseniz kendiniz için, Allah’ta sizin için onu diler. Onu söylüyor zaten.

38-) Küllü nefsin Bima kesebet rehiynetun;

Her nefs yaptığının getirisine mahkûmdur! (A. Hulusi)

38 – Her nefis kazancına bağlıdır. (Elmalı)

Küllü nefsin Bima kesebet rehiyneh her can yaptığı tarafından rehin alınmıştır. Bu ayet berceste ayet. Bu ayet mihenk ayet. Bu ayet bu surenin kalbi. Her can kendi yaptığı tarafından rehin alınmıştır. Kendi elleriyle kazandıklarının rehinidir diyor. Rehinesiymiş, biz rehine imişiz. Kimin rehinesi? Kendimizin, yaptıklarımızın rehinesi imişiz. Peki ne yapmışız? Kötülük mü, iyilik mi. İşte burada;

39-) İlla ashâbelyemiyn;

Ashab-ı Yemîn hariç! (A. Hulusi)

39 – Ancak ashabı yemîn. (Elmalı)

İlla ashâbelyemiyn ancak, belki buradaki istisna edatını ne var ki, veya ancak diye müstakil olarak bir başlangıçta sayabiliriz. Bir öncesiyle birlikte düşündüğümüzde o zaman Her can yaptığı kötülüklerin rehinidir diye rehinesidir diye parantez için bir açıklama koymak durumunda kalırız kötülüklerin cinsinden.

İlla ashâbelyemiyn ancak sağduyu sahipleri müstesna, akıl sahipleri müstesna, vicdan sahipleri müstesna. Ashabelyemiyn den vicdanlılar manasını da vermeyi uygun buluyorum, çünkü ashabımeş’eme vicdansızlara delalet ediyor bazı yerlerde.

40-) Fiy cennatin, yetesâelun;

Cennetlerdedirler, Sorarlar; (A. Hulusi)

40 – Cennetlerdedir, soruştururlar. (Elmalı)
Fiy cennatin onlar cennettedirler yetesâelun hep bir ağızdan soracaklar,

41-) ‘Anilmücrimiyne;

Mücrimlere: (A. Hulusi)

41 – Mücrimlerden. (Elmalı)

Anil mücrimiyn, kime soracaklar? Mücrimlere, yani günahı hayat tarzı haline getirmiş olanlara. Bir tek günah işleyene mücrim denmese gerek. Çünkü mücrim isim olmuş, cürüm, günah ona isim olması için günahı ahlak haline getirmesi lazım. Bir kimseye mücrim denmesi için onun günahı tabiat haline getirmesi lazım. Onun için bu cümleyi, bu ayeti şöyle çevirmem gerekli; Günahı hayat tarzı haline getirenlere soracaklar cennetlikler.

42-) Ma selekeküm fiy Sekar;

“Sizi Sakar’a (dev alevli kuşatan ateşe) sokan nedir?” (A. Hulusi)

42 – Nedir, diye: sizi sekare sokan? (Elmalı)

Ma selekeküm fiy Sekar sizi sekara sokan nedir. Aslında selekeküm kelimesine tam mana verecek olursam; sekarın uydusu haline getiren nedir demem lazım. Yani sizi sekara bağlayan, kopmaz bir bağla bağlayan sekardan bir türlü ayırmayan şey nedir? Evet, adeta onlar cehennemden kaçsalar cehennem onlara koşacak, sekar onlara koşacak. Çünkü kendi içlerinde getirdiler. İnsan kendisinden kurtulamaz ki. Ateşi kendi içinde getirdi.

Cennetini de içinde taşır, cehennemini de içinde taşır. Cennetini içinde taşıyanlar gittiği yere onu da götürürler. Cehennemini içinde taşıyanlar da gittiği yere onu götürürler. Burada öyle soracaklar sizi bu iç yakan ateşe kim soktu.

43-) Kalu lem nekü minelmusalliyn;

Dediler ki: “Musallîn’den (bilfiil salâtı yaşayanlardan) değildik!” (A. Hulusi)

43 – Derler: biz namaz kılanlardan değildik. (Elmalı)

Kalu cevap verecekler lem nekü minelmusalliyn biz namaz kılanlardan değildik, olmadık şeklinde çevirmem doğru olmasa gerek. Daha doğrusu, çok sınırlı bir mana olur. Musalliyn namaz kılanlar manasına gelir yalınkat. Ama Kur’an da salât; 18 ayırıma, manada kullanılır. Bunlardan biri de bir sonraki surede kullanılacak olan manadır ki gerekten de manidar bir manadır bakınız; Bir sonraki sure Kıyamet suresinin 31-32 ayetlerini okuyorum;

Fela saddeka ve lâ sallâ. (Kıyamet/31); o ne tasdik etti hakikati ne de namaz kıldı diye çevirmiyorum;

Ve lâkin kezzebe ve tevellâ (Kıyamet/32) fakat ne yaptı yalanladı ve sırt döndü.

Saddeka ve sallâ yalanlama ve sırt dönmenin zıddıdır, mukabilidir. O zaman sallâ ya ne namaz kıldı manası vermek yerine yüz dönmek, Allah’a yüzünü dönmek manası vermemiz lazım. Çünkü tevella nın zıddıdır. Tevella Allah’a sırtını döndü, sallâ yüzünü döndü. Bu durumda aydınlanmıyor mu? Harika bir biçimde açılmıyor mu burada ki ifade; Kalu lem nekü minelmusalliyn dediler ki biz Allah’a yüzümüzü dönmemiştik. Yüzünü dönmeyen sırtını döner, veya yanını döner. Yani yüzümüz Allah’a dönük değildi. Demek ki namaz kılmak, yüzünü Allah’a dönmektir. Kıbleye dönmek yüzünü Allah’a dönmektir. Allah (haşa) kıblede olduğu için değil, beytullah ta herhalde rabbimiz oturduğu için değil, değil mi Allah’ın evi diyoruz. O zaman bu bambaşka bir şey. O semboldür, sembol üzerinden insanın Allah’a kulluğu vurgulanır. Teslimiyette budur zaten.

44-) Ve lem nekü nut’ımul miskiyn;

“Yoksulu doyurmazdık.” (A. Hulusi)

44 – Ve fukaraya yemek yedirmezdik. (Elmalı)

Ve lem nekü nut’ımul miskiyn ve yine biz hiçbir zaman yoksulu gönüllü bir biçimde doyurur değildik, doyurmadık.

45-) Ve künna nehudu me’alhâidıyn;

“(Nefsanî zevklere) dalanlarla beraber dalardık!” (A. Hulusi)

45 – Batakçılarla dalar giderdik. (Elmalı)

Ve künna nehudu me’alhâidıyn ve biz yine günaha dalanlarla birlikte dalanlardandık. Günaha kim dalarsa onunla birlikte olur biz de dalardık.

Kur’an ın neresinde hâid, “ha” da fiili gelmişse bir tek yeri hariç derler ya, naçizane ben onun da hariç olduğu kanaatinde değilim, Kur’an da ki tüm bu kökten gelen fiiller olumsuz kullanılır. Kim günaha dalarsa biz de dalardık. Peki günaha birlikte daldığınıza mı mazeret göstereceksiniz. O zaman ve kûnu me’as sadikıyn. (Tevbe/119) ne kadar önemli oluyor değil mi? Sadıklarla, doğrularla, dürüstlerle, vahye sadakat gösterenlerle, Allah’a verdiği söze sadık olanlarla, iman sözüne sadık olanlarla beraber olun. Sadık olun demiyor bakınız, sadıklarla beraber olmadan Allah’a verdiği söze sadakat gösterenlerle beraber olmadan sadıklardan olunmaz çünkü.

46-) Ve künna nükezzibu Biyevmiddiyn;

“Din sürecini de (Sünnetulah’ı – yapılanların sonucunun kesinlikle yaşanacağı realitesini) reddederdik!” (A. Hulusi)

46 – Ve ceza gününe yalan derdik. (Elmalı)

Ve künna nükezzibu Biyevmiddiyn ve yine biz din gününü yalanlardık. Yani hesap gününü, yani ahireti. Aslında tüm sapmaların tüm günahların, tüm isyanın, tüm tuğyanın, tüm azgınlıkların temelinde ahirete inanmamak yatar. Çünkü ahirete iman adalete imandır. Ahirete iman hesaba imandır. Bir gün hesap vereceğine inanmayan kimseyi kim tutabilir, ne tutabilir. Eğer yaptıklarının hesabının sorulmayacağına inanmıyorsa, sorulacağına inanmıyorsa bunun önüne kim durur Allah aşkına. İnsanoğlunun egosunu kim doyurur, kim.

47-) Hattâ etânelyakıyn;

“Sonunda yakîn (hakikatle yüzleşmek) oluştu!” (A. Hulusi)

47 – Tâ gelinciye kadar bize o yakîn. (Elmalı)

Hattâ etânelyakıyn en sonunda ölüm geldi çattı, ahiret geldi çattı. Ahiret gelip çatıncaya kadar biz ahiretin varlığına inanmıyorduk. 4 husus cehennemliklerin vasfı olarak sayılıyor dikkat buyurun. Yukarıda ki 4 husus. Yüzümüz Allah’a dönük değildi, yoksulu doyurmuyorduk. Namazla yoksulu doyurmak arasında ki bağlantı sadece burada mı? Bir de maun suresini okuyalım orada daha girift, daha iç içe görürüz bunları.

Yine Bakara suresinin 3 – 5 . ayetlerini okuyalım. Yine Mü’minun suresinin girişini okuyalım. Kur’an ın bir çok yerinde bu irtibat kurulmuş. Yoksulu doyurmakla Allah’a ibadet arasındaki yi kopardığınızda Allah’a ibadette etmemiş sayılıyorsunuz, sayılıyoruz. Feveylün lil musalliyn. (Mâun/4) yazıklar olsun böylesi ibadet edenlere denilenlerden oluyoruz Allah korusun, Rabbim böyle etmesin.

48-) Fema tenfe’uhüm şefa’atüşşafi’ıyn;

Artık onlara şefaat edicilerin şefaati fayda vermez. (A. Hulusi)

48 – Fakat fâide vermez o vakit şefaati şefaatçilerin. (Elmalı)
Fema tenfe’uhüm şefa’atüşşafi’ıyn işte böylelerine hiçbir şefaatçinin şefaati fayda veremez, vermez.

Bu ayetin bir özelliği var. Kur’an ın nüzul sürecinde şefaat kelimesinin ilk geçtiği ayettir. Kur’an da 25 ayet vardır şefaatle ilgili, 25 ayetten biri de bu. Bu 25 ayetin 23 ü olumsuz cümle yapısıyla gelir. menfi cümle yapısı. Onun için Ayet el Kürsî de oldu gibi men zelleziy yeşfe’u ‘ındeHÛ illâ Biiznih. (Bakara/255) Kimmiş bakayım O’nun katında kayıracak olan, O’nun izni olmadan, O izin vermeden.

Burada ki illâ Biiznih; iki şekilde anlaşılabilir istisna. O’nun kayırmadığı birini kimmiş kayıracak olan. Bakınız bu çok önemli, O’nun kayırmadığı birini. Yani O şefaat etmeden şefaat edecek olan kimmiş bakayım. İkincisi de O’nun şefaat etmediğine şefaat edecek olan kimmiş bakayım. Kayırmadığını kayıracak olan kimmiş bakayım.

Niçin suali cevap için 38. ayet yeter. Bakınız, lütfen bakınız. Niçin sualine cevap, surenin içinde 38. ayette. Neden kayıramaz o gün Allah’tan başka hiç kimse? 38. ayeti okuyoruz;

Küllü nefsin Bima kesebet rehiyneh (38) çünkü herkes kendi yaptıklarının rehinidir de onun için. Yaptıkların şefaat etmeyecekse kimseden bekleme diyor. Küllü nefsin Bima kesebet rehiyne ayeti, bu ayetin beraberinde ışığında okunmalı. Onun için işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez. Neden? Çünkü insan yaptıklarının rehinesidir diyor, rehinidir diyor. Her can kendi yaptıkları tarafından rehin alınmıştır.

Yine 37. ayet de böyle, onu da okuyalım; Limen şâe minküm en yetekaddeme ev yeteahhar (37) içinizden öne geçmeyi veya arkada kalmayı isteyen herkes için. Demek ki isteğimize bağlı. Öne geçmek mi istiyoruz, arkada kalmak mı istiyoruz. Bu mesele.

Dahası 43 – 47. ayetlerde orayı da okuduk, orayı da gördük. Ne diyor; Biz şunlardan değildik. Bizim yüzümüz Allah’a dönük değildi, biz yoksulu doyurmuyorduk. Biz dalanlarla birlikte günaha dalıyorduk. Demek ki bizim ellerimizle yaptıklarımız yüzünden biz böyle olduk. Onun içinde işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek. Çünkü müşrikler putlarının şefaat edeceğine inanırlardı. Onun için 25 ayetten 23.ü olumsuzlayarak geliyor. Yani müşriklerin şefaat anlayışını, kayırma anlayışını. Ahiret varsa bile bizi birileri kayırır, bizi bu taptıklarımız kayırır yaklaşımını sıfırlamak ve reddetmek için. Bu manada şefaat meselesinde tüm anlayışımızın mihenk taşı sebe’/23. ayeti ve Zümer/44. ayeti olmalıdır.

Ne diyor sebe’/23. ayeti Ve lâ tenfa’uş şefa’atü ‘ındeHU illâ limen ezine leh. (Sebe’/23) hiç kimsenin şefaati fayda vermez, ancak onun izin verdiği, yani onun lehine izin verdiği kimse dışında. Allah Allah..! Bu; sen kayır denilen kimseye de delalet eder, ben onun kayırıyorum. Yani ben ona şefaat ettim, sen şefaatimi bildir manasına gelir aslen.

Peki Zümer/44. ayeti ne diyor? Kul Lillâhiş şefa’atü cemiy’an (Zümer/44) şefaatin tamamı, cemiy’an gelmeseydi istisna var derdik. Allah’a aittir. Peki çelişki mi var? ..illâ limenirteda, (Enbiya/28) illâ Biiznillah gibi istisna cümlelerine ne yapmalı; Allah’ın izin verdikleri hariç istisna cümleleri? Hayır, asla çelişki yok, ama doğru anlarsak.

Şefaat şudur dostlar: Allah af etmiştir, Allah bağışlamıştır kulunu ve af ödülünü takdir etmiştir. Ahirette Kulunu affettiğine dair ödülü; Ey kulum sen ver diyor. Ödül tevdiidir şefaat. Yani benim şu kulumu affettiğime dair ödülü, onu bağışlamam ve ona cennetimi verdiğime dair haberi sen ver. Bu haberi vermekle seni görevlendiriyorum. Bu.

Siz sahnede size ödülünüzü takdim etmek için çağırılan insana şöyle ödülün sahibi, ödülü veren kişi olarak bakarsanız haksızlık olmaz mı? Aslında o da onurlandırılmıştır, ona da bir ödüldür. Ödülü ver demek ona ödüldür. İşte şefaati böyle anlayacağız. Allah’ın verdiği ödülü tevdi etmek. Böyle anlarsak doğru anlamış oluruz.

[Ek bilgi; ŞEFAAT VE ŞİRK.

Şefâat, sanılıyor ki, biri gelip koluna girip seni sürükleyecek; bir yere sokacak! Birisi koluna girip de, seni bir yere mi götürecek!?

Şefâat, dünyada var; âhirette var, mahşerde var, cehennemde var. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın şefâati var; evliyanın şefâati var; âlimlerin şefâati var.

Nedir bu şefâat? Neye dönük bir şefâattir? Yalnızca cehennemden çıkmaya dönük bir şefâat mi? Günahların en büyüğü nedir?

"İnneş şirke lezulmün azîm"!(Lokman/13).

"Şirk azîm zulümdür"; diyor âyet. Yâni, "Allah"ı, tanrı mesabesine koymak! Şirk budur!

"Sizin için korktuğum gizli şirktir, artık açık şirk olmaz ümmetimde" diyor.

Öyle ise Tanrıya tapmak "kebâir"in tâ kendisidir! Büyük günahların en başında gelen ve hepsinin kökenidir! Bütün günahların kökeninde de "Şirk-i hafî" yani "tanrıya inanmak" yatar!

"Ey iman edenler Allah`a iman edin"(Nisa/136); âyetindeki uyarı, Hz. Muhammed ve Kur`ân ‘a iman, edip henüz Tanrı anlayışından kurtulmamış olan SAHÂBEYE gelmişti. “Sahâbe”, yâni Allah Rasulü`nü gören (!) ler böyle olursa..! Ya bizler?!....

Allah`a imanın yolu da, cehennemden kurtuluşun yolu da hep şirki hafîden kurtulmak için ŞEFÂATE NÂİL OLMAKTAN GEÇER!
"Allah izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse"(Yunus/3) Âyetini. "TANRI izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse" diye anlarsak. Cehennem ateşimiz kolay kolay sönmez bizim! Yanarız da yanarız!

“Tanrı izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse”, cümlesi ile; “ALLAH izin vermedikçe şefâat edemez kimse”, cümlesi arasındaki fark nedir?

Evimizdeki nesneyi, biz, Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinde bile arasak bulamayız! Çünkü evimizde! Biz, “şefâati reddederken”; “şefâat nasıl ulaşır” bize?

Basiretimizi örten perde örtülü olduğu sürece, biz nasıl şefâati görüp, şefâate ulaşabiliriz?
“Tanrı”ya inanırken,, “Tanrı”nın büyükelçi (!) sine ve “Arapça bilen

Tanrı”nın “Arapça yazılı gönderilmiş” bir kitaptaki emirnâmesine iman ederken! Türlü kerâmetleriyle âdeta bir sihirbaz gibi değneği ile bizi cehennemden kurtaracak “Tanrının Evliyâsı”na inanırken. Nasıl, ŞEFÂAT bize ulaşır?

Allah (özümüzden), izin vermezken; içindeki, şefâati reddederken; kim şefâat edebilir ki! Basiretimizi örten perde nasıl kalkar da, şefâate ulaşırız biz!. Ve böylece de, nasıl şirki hafîden arınıp; her şey’in hakikatı ve varlığımızın kaynağı olan “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”e iman edip; “Kur’ân ”ı "OKU"ruz?

(şirkten) arınmamışlar el sürmesin! dendiği halde. Bize kalırsa. Önce, Allah`tan (yani özünden gelen bir yolla) izin çıkıp, ŞEFÂATE nâil olmak gerek. sonra şefâati değerlendirip, diğer âfâkî perdelerden arınmak. Sonra da, nefsine bilincine-şuuruna-gerçek "ben"ine zulmetmeyi terk etmek!

Sen, nefsine sürekli zulmetmektesin; nefsinin, hakikatini yaşamasına engel olduğun sürece.

Üstelik bu gerçeği bildiğin halde, çevrenle paylaşmıyorsan, o “en yakınım” dediklerine de zulmün en büyüğünü yapıyorsun!

Ama ben istiyorum da olmuyor! Niye olmuyor?

Muslukçuda pasta satılmaz!... Bilgisayarcıda ayakkabı aranmaz!.

Şeytan, zâhirine bakıp Âdem’in, “İblis” oldu! Âdem’in, ilmine ve hakikatine bakıp onu değerlendirebilseydi, bu sahnelenen oyun oynanmayacaktı zaten!

Biz, yalnızca ilim için yaratıldık! İlmi de, ateşin arkasına koydu ki Allah, korkaklar o ateşe "nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın da; böylece, yanma korkusuyla, da lâyık olmadıklarını ele geçiremesinler diye.

Ateşte benliğini yakma korkusunu atıp, içine dalabilenler; Deccal’ın sağ yanındaki ateş Cehenneminden geçip, ilim ve irfân Cenneti`ne girebilirler! Korkuyu atamayanlar ise, ateşten geçemezler ve ilme irfâna ulaşamazlar. Korkuyu atmak gerek!

Yunus Emre’nin dediği "Ödünü sıdır"ın açıklamasını yanındaki arkadaş yapmıştı bana. Allah’tan yapmış. Sayesinde hep gözü kara daldım her yeni ilmin içine!

Geldik elli küsûrlara altmış küsûrlara... Ne yaşayacağımız, özellikle de aklımız başımızda, ağrısız sızısız sağlıklı olarak ne kadar yaşayacağımız meçhul!

"Şirki hafi"den kurtulduk mu? Vicdanımız cevap versin! “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in, bir “Tanrı” olmayıp; ne olduğunu fark edip; hiç olmazsa iman edebildik mi? O`nu her an ve her yerde görüp, dinleyebiliyor muyuz? Her dem O`nunla konuştuğumuzun farkında ve bilincinde miyiz?

Şefâatin ulaşması için, önce uzatılanı geri çevirmemek gerek! Şefâat, Cehennem`den kurtulmak içindir; ki bu, Cehennem`in dünya bölümünde de olur, Âhiret bölümünde de!

Şefâat, Allah`a da ermek içindir! Ki bu da ancak dünyada iken ilm’ullah’ın zâhir olduğu kişiyi bulmak ve onu değerlendirmekle mümkündür!

Şefâat, kişinin yanlışlarda ısrarına yol açan, yanlışlarından dönmesine engel olan bilgi yetersizliğini ortadan kaldırıp, kişiyi o konuda bilgilendirmektir! Nebi ve Rasûllerin de, Evliyanın da şefâati hep bu yoldadır. Kişi o bilgilerle kendinde arınmayı oluşturur ve yanmaktan kurtulur! Gereğini de yaşayarak (hem enfüsünde hem âfâkında) bilinç boyutunda “Allah”a erer!

Öyle ise; Önce, “ötendeki TANRI” değil, özündeki “ALLAH” izin verecek ki; sen o şefâate açık hâle geleceksin! Şefâati, def etmeyeceksin. Sonra o, ŞEFÂAT olan bilgiyi değerlendirecek, ilim doğrultusunda yaşayarak arınacaksın. Sonra da “şirki hafî” sona erip “ALLAH”a ereceksin.

Bu konuyu etraflı düşünmek, tartışmak ve anlamak, “şefâat” kapısının açılması demektir, umarım!.(A. Hulusi-ŞEFEAT VE ŞİRK)

Soru;

-“İnsan ve Sırları” kitabınızda bahsettiğiniz ölümden sonraki idrâk kapasitesindeki genişleme yatay mı, yoksa dikey olarak bir genişlemeden de söz edilebilir mi?

Üstad;

-Ölümden sonra idrakte yatay genişleme söz konusudur. Dikey genişleme sadece Dünya hayatı içinde mümkündür... Ölümle birlikte, dikey yolu kapanır. (A. Hulusi- Okyanus ötesinden)]

49-) Fema lehüm ‘anittezkireti mu’ridıyn;

Onlara ne oluyor ki, hatırlatıcıdan yüz çeviricidirler? (A. Hulusi)

49 – Ya şimdi ne mazeretleri var o öğütten yüz çevirirlerken. (Elmalı)

Fema lehüm ‘anittezkireti mu’ridıyn yeni bir pasaja girdik, son pasaj. Şu halde o uyarıdan yüz çevirmekle ellerine ne geçecek? Yani bu tipler, birilerinin kendisine şefaat edeceğini söyleyen bu tiplere kimsenin şefaati fayda vermez. Peki uyarıdan yüz çevirmekle, vahiyden yüz çevirmekle, Allah’a sırt dönmekle ellerine ne geçecek?

Düşünebiliyor musunuz falan beni kayıracak diye Allah’a sırt, hatta falan beni kayıracak demesi, Allah’a sırt dönmesi olarak görülüyor, öyle algılanıyor. Bu çok önemli. Rabbim hepimizi her türlü sapmadan muhafaza buyursun. Rabbimizin şefaatine nail etsin inşaAllah.

50-) Keennehüm humurun müstenfiretun;

Onlar sanki ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler! (A. Hulusi)

50 – Sanki ürkmüş yaban eşekleri. (Elmalı)

Keennehüm humurun müstenfirah onlar ürkek yaban eşeklerine benziyorlar. Benzetmeye bakın, benzetmede ki edebi ihtişama bakın lütfen; Yaban eşeklerine benziyorlar.

51-) Ferret min kasveretin;

Aslandan ürküp kaçarcasına! (A. Hulusi)

51 – Aslandan kaçmaktalar. (Elmalı)

Ferret min kasverah amansız avcıdan kaçan eşeklere. Yaban eşeği; Bir dostu düşmandan ayıramaz. Onun için kendisine ot vermek için yaklaşandan da kaçar, kendisini yemek için yaklaşandan da kaçar. Bu yaban eşeği bir tür Zebra, zebra da yaban eşeğidir. yahsabune külle sayhatin ‘aleyhim. Münafıkun/4) onlar her çığlığı kendi aleyhlerine zannediyorlar diyordu ya ayeti kerime. İşte tıpkı öyle, yaban eşeği gibi. Her çığlığa kulak kabartır, her çığlığı aleyhine zanneder.

Burada aslında medeniyet düşmanlığı yaban eşeği üzerinden veriliyor, yabanilik. Kur’an adamı medenileştirir zımni cümlesi var burada. Bedevi bir toplumun içine indi, eşkıyadan evliya çıkardı. Yesrib’in acı meyveli, acı yemişli mekan üzerine indi, ne yaptı Medine yaptı, medeniyetin beşiği yaptı. Kararmış bir coğrafyaya indi, orayı aydınlık yaptı. O coğrafyanın içinde dün deve çobanı olan insanların arasından öyle bir nesil çıkardı ki, bu insanlar gittiler, yer yüzünün iki imparatorluğundan biri olan kisranın huzurunda biz işgale gelmedik, seni ve etrafındakileri Kula kulluktan Allah’a kulluğa çağırmaya geldik diyebildiler. Bu kadar muhteşem bir akıl kazandırdı olnlara, şuur kazandırdı.

52-) Bel yüriydü küllümriin minhüm en yu’ta suhufen muneşşereten;

Belki de her biri, kendisine (vahiy inip) açılmış sahifeler verilmesini diler! (A. Hulusi)

52 – Yok onlardan her kişi kendisine ayrı sahifelerle tezkireler dağıtılmasını istiyor. (Elmalı)

Bel yüriydü küllümriin minhüm en yu’ta suhufen muneşşerah Evet, onların her biri kendilerine açık seçik, yani önlerine açılmış, konmuş sayfalar isterler.

Talebe bakın, şu saçmalığa bakın, hatta azgınlığın verdiği saçmalık. Yani sana geldiyse bize de gelsin de inanalım. Vahiy bize de gelsin.

Vahiy aslında size geldi. Başınıza taş değil de vahiy düşseydi gene inanmazdınız. Bu sefer ona da bir bahane bulurdunuz. Mesele bu değil ki, sizin sorununuz farklı. Siz tefekkür etmiyorsunuz, sığ düşünüyorsunuz. Fikr ediyorsunuz. Ama tefekkür etmiyorsunuz. Onun için de algılayamıyorsunuz. Siz iman ön bilgisiyle bakmıyorsunuz, küfür ön yargısıyla bakıyorsunuz. Onun için algılayamıyorsunuz. Yaban eşekleri gibi vahyin sizi ateşten korumak için çığlığını siz kendi aleyhinize çığlık gibi algılıyor ve kaçıyorsunuz. Saadetinizden kaçtığınızı bilmeden, cennetinizden kaçtığınızı bilmeden, Allah’tan kaçılmayacağını bilmeden kaçmaya kalkıyorsunuz.

53-) Kellâ* bel lâ yehafunel’ahırete;

Hayır! Bilakis, sonsuz gelecek yaşamdan korkmuyorlar!

53 – Hayır, doğrusu Âhiretten korkmuyorlar. (Elmalı)

Kellâ yoo..! Ama bu mümkün değil, bunu beceremezsiniz, bunu yapamazsınız bel lâ yehafunel’ahırah sizin asıl sorununuz, onların asıl problemi ne biliyor musunuz? Onların ta temelde yatan problemi ahiretten korkmuyorlar. Niye? Demek ki iman aslında ahiret korkusunu, ahiret sancısını insanın içine yerleştirmek içindir. Ahiret sancısı insanın içinde olmazsa insanı kim tutar. Eğer devlet görmüyorsa, kolluk güçleri görmüyorsa, kimse fark etmiyorsa yap gitsin. Allah görüyor diyenlerle Allah görmüyor diyen aynı davranır mı? Bu ikisinin hayatı aynı olurmu? Bu ikisinin yaşantısı aynı olur mu? Gören bir Allah’a inananla inanmayanın hayatı aynı olur mu? Hassasiyetleri aynı olur mu? Ayette onu söylüyor.

54-) Kellâ innehû tezkiretun;

Hayır! Muhakkak ki o bir hatırlatmadır! (A. Hulusi)

54 – Hayır hayır o muhakkak bir tezkire. (Elmalı)

Kellâ yoo! Yine yo..! yine hayır innehû tezkira bütün bu okuduklarınız, bu vahiy, bu Kur’an bir uyarıdır. Yine zımnen üzerinde 19 vardır ayetine atıf, yani, 30. ayetti değil mi, evet 30. cu ayete bir atıf olarak anlarsak; Bu bir şifre kitabı, bu bir tılsım kitabı, bu bir bulmaca kitabı, bu bir lügaz kitabı falan değil, bu hidayet kitabıdır, öğüt kitabıdır. İnsana doğru yolu göstermek için Allah’ın gönderdiği bir öğüttür.

55-) Femen şâe zekerehu;

Dileyen onu zikreder (hatırlayıp değerlendirir)! (A. Hulusi)

55 – Dileyen onu tezekkür ede. (Elmalı)

Femen şâe zekerah artık dileyen öğüt alır diyor, dikkat buyurun, dikkat kesilin lütfen. Şu iki ayete bakar mısınız? Kur’an ın kurban olduğum üslubuna bir bakar mısınız. Dileyen öğüt alsın, veya dileyen öğüt alır dedikten sonra ne diyor bakınız:

56-) Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh* HUve ehlütTakva ve ehlülMağfireh;

Allâh dilemedikçe onlar zikredemezler (hatırlayıp değerlendiremezler)… O, takvanın ehlidir (dilediğinde korunmayı izhar eder) ve mağfiretin ehlidir (dilediğinde mağfiretini oluşturur).(A. Hulusi)

56 – Mamafih Allah dilemeyince düşünmezler, koruyacak da odur, mağfiret edecek de. (Elmalı)

Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh Allah dilemedikçe de kimse öğüt alamaz. Hani dileyen öğüt alırdı? Bir önceki ayeti bir sonraki ayet (Haşa) yalanlıyor mu? çelişki mi var. Binlerce haşa..! Bir sonraki ayet, bir sonraki ayeti açıklıyor. Nasıl açıklıyor? Allah insana dilemesi için irade vermiştir diyor. Yani insanın dilemesini isteyen de Allah’tır. Allah insanın dilemesini istemeseydi, dilemeyi vermezdi. Demek ki insanın mazereti yok, insan dileyecek. Allah’ın verdiği iradeyi kullanarak dileyecek, doğru kullanarak dileyecek. Biz açıkça bunu anlıyoruz buradan.

Burada iradeye hürmet var. Ama Allah dilemedi diyor, yani nedir? Allah iradeyi diledi. Allah onun yerine dilemiyor, kulun yerine dilemiyor. Kulun yerine dileseydi eğer iradeyi yok saymış olurdu. O zaman insana ödül ve ceza gerekmezdi. Yer ve gök gibi olurdu. Otomatiğe bağlanmış olurdu. Ama kulun yerine Allah dilemiyor Kul dilesin diye ona iradeyi diliyor. İnsanın kaderi seçmektir onun için. … lev şaAllâhu ma eşrekna.. (En’am/148) diyorlardı müşrikler. Eğer Allah isteseydi, dileseydi biz şirk koşmazdık. Görüyor musunuz mazereti, bahaneyi? Allah dileseydi biz şirk koşmazdık. Yani bizim müşrik olmamızı Allah diledi öyle mi?

Bundan büyük iftira olur mu? Bu iftira kadar büyük değilse daha küçüklerini bizler etrafımızda görmüyor muyuz. Adam aklını kullanmadığı için pisliğe mahkum oluyor. Bu ayettir, onun için söylüyorum ve yec’alürricse alelleziyne lâ ya’kılun. (Yunus/100) Allah pisliğe mahkum eder akletmiyenleri. Pisliğe mahkum oluyor, mahkum olduğu pisliği kader olarak sunuyor. Yani kaderimiz pisliğe mahkum olmakmış. Ama Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder diyor? İşte bunun gibi.

Ve ma yezkûrune illâ en yeşâAllâh* HUve ehlütTakva sorumluluk duyulmaya en ehil olan Allah’tır. Yani insanın kendisine karşı sorumluluk duymasına müstahak olan varlık Allah’tır. Takva ehli bu manaya geliyor. ve ehlülMağfireh yine bağışlamaya müstahak olan varlık Allah’tır. Dolayısıyla eğer birinden sakınacaksak Allah’tan, birinden korkacaksak Allah’tan, birine karşı en büyük sevginin en büyük payını ayıracaksak Allah’a, eğer birinden, bir kişiden yardım isteyeceksek Allah’tan yardım isteyeceğiz. Birine kul olacaksak Allah’a kul olacağız ki kurtulalım.

Sadakallahulaziym. Allah en doğrusunu, gerçeği, en gerçeği söyledi.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır. 46.21



Islamoglu Tef. LESSONS AL-BAQARAH (28-46) (4)

$
0
0

231

“Euzu Billahi minesheytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahiym”

From the verse 28 of Al-Baqarah, we are continuing our lessons of Qur’an. However; before we begin our lesson today, I should give a summary of previous verses we processed so far. As you recall, Al Baqarah is a sura which consciously set the concept of; dangers for Muslims to turn into Jewminded as well as the process of the community of Moses who turned into Israilians and eventually Jews.

First five verses of this sura approach the concept of mumins and Iman. Following two verses talk about infidels. And the twelve verses after that handle hypocrites. That means this sura divides humanity into two sections. Group of Truth and Group of Wrong(Superstition). Iman Bunch and Denying Bunch. And it also divides the denying bunch into two parts as well. Openly denier and secretly deniers which also means hypocrites.

After all that seperation; the speech turns into all humanity and an invitation is given for consciousness and responsibility to Allah by addressing peoples consciences. Then the creation of earth and heavens are explained. A connection between this creation and revelations is established and another addressing is given to humanity: “While the universes and natures verses are so obvious, so open; and you see them with you eyes and live them without denying any of them; why then you deny Allah’s revelations? Don’t you think Allah’s physical verses and verbal verses are from the same origin? Why are you keeping them apart, why seperating one from another?”

Then a good news, an evangel is given to true believers. With the verses 25 and 26; two different approaches are displayed for Allah’s revelations.

1 – Mumins approach of Iman

2 – Infidels approach of Denial

And from that point all eyes are turned to earth and heavens creations again.
As a progression of this situation, with 28. Verse our attention is turned to revelations; I mean physical and actional revelations again.

28 – “Keyfe tekfurune billahi ve kuntum emvaten fe ahyakum* summe yumitukum summe yuhyikum summe ileyhi turceun”.

How can you deny that the Names of Allah comprise your essence (in accord with the meaning of the letter B) when you were lifeless (unaware of your essential reality) and He brought you to life (with the knowledge He disclosed to you); again He will cause you to die (from the state of thinking you are only the body), and again He will bring you to life (purify you from confining your existence to your body and enable you to live in a state of consciousness)… eventually you will see your reality. (A. Hulusi)

How can ye reject the faith in Allah?- seeing that ye were without life, and He gave you life; then will He cause you to die, and will again bring you to life; and again to Him will ye return.

[Additional Info: Keyfe tekfurune billahi Creation is the proof of Allah’s existence. If you see three bricks put vertically while you walk the street, the first question pops in your mind is “Who put them there?” Have you ever met a guy saying something like, “Interesting. Those bricks climbed on each others top on their own.” Even if you search the entire humans on earth, you cannot find anyone saying that.

Person who says such a claim is crazy, it is a mental case and must be put in a hospital. So if you ask a normal being, how those bricks come together with such precision, he can give you some normal answers. Someone from this street put them like this. Or the owner of this house stack them. Or there’s a land here needs to be marked and someone marked them with these bricks. Or the worker dropped them and someone behind put them together. See; we haven’t reached a conclusion like they were happened to be like that by coincidence. (M. İslamoğlu-Esma lessons (7-2) ]

How can you deny Allah, who gave you life when you were without life, then will take that life back and bring you to life again; and to Allah will you return? How can you reject Allah’s creation?

The sentence, “Gave you life, when you were without life” is the entry of creation universe, the creation from nothing, a new beings arrival, those are the meanings. After coming to life in this world, taking that life emphasises death. The passage for the following world; ahiret. That comes with a form of resurrection named Ba’su ba’del Mevt. Coming to life with another form. And in the end summe ileyhi turceun. You will return to Allah.

[Additional Info: “How can you deny Allah? Based on what, exactly, do you cover or veil yourselves against Allah. You were unliving parts in your fathers and mothers bodies. Allah gave you life. Why don’t you take living creatures of existence for the creators proof.

Then Allah will take your lives with natural deaths and you will be revived on Judgement Day. First reanimation can be observed directly. And the second one can be known by using the first reanimation as a proof of creation.

“And last, you will return to Allah.” To live the consequences of your doings. Or after you taste death by killing personal egos which also means pass a non-existence state in “vahdet” (unity), you will be revived with true life. And with this true life blessing, reach a state of eternity after temporary. Then you will return to Allah. If the ability you possess is unity; by observation. If the ability you possess is person, by witnessing. (İbn. Arabi-Te’vilat) ]

[Additional Info: A DIFFERENT COMMENT

There’s a sense of a different truth behind this verse. It says, How can you deny Allah, even the existence is obvious in front of you. Is it possible a creation without a creator? Is it possible a work without a master. It almost seems like Allah is surprised by humans, the creations Allah gave mental abilities, can make such stupid assumptions.

About the death and life process… The explanations in Qur’an for those matters are quite different. You can observe them by looking these several verses. (Bakara/154) (Bakara/164) (Bakara/260) (A.İmran/25) (A.İmran/169) (En’am/36) (En’am/95) (En’am/122) (Nahl/21) (Neml/80)..~ vs.

If we can see those and lots of other verses in Qur’an we can reach this conclusion. Being in a physical state like we are in right now is considered as “dead”. Yet “Being alive” state can only be achieved with quidance from Allah. (En’am/122)
So with these aspects, this verse possesses another meaning like this.

A person is alive only he uses his existence with Iman, consciousness of Allah and his responsibilities. But he’s dead already if he stucks within a circle of his ego and pyhsical instincts. A persons life is a road between these two states.

Then we can reach another conclusion. In his life on earth, a person may die and resurrect consistently. And after “death” as we now today; everything is over and soul (with ego and consciousness) will return to Allah. Because it will be a state of aynel yakiyn. Meaning everthing and everyone will be known as they are. So, after reaching that state it is obvious that believing won’t help you, if you don’t have Iman already, since it is the end of the road. That is my comment on this matter. Ekabir. ]

29 – “Huvellezi haleka lekum ma fil erdi cemian summesteva iles semai fe sevvahunne seb’a semavat* ve huve bi kulli shey’in alim”

It is HU (HU/He should be contemplated upon in multidimensional depth!) who created for you all of that which is on the earth (all of the qualities and functions of your body). Then He turned to your consciousness (brain) and arranged it into seven realms (seven levels of comprehension, seven stages of the self). He is knowing of all things as He creates everything from Himself (He comprises the essence of all manifestations). (A.Hulusi)

It is He Who hath created for you all things that are on earth; Then He turned to the heavens, and made them into seven firmaments; and of all things He hath perfect knowledge.

“Huvellezi haleka lekum ma fil erdi cemian Allah; whom you will be returned, created everything on earth for you.

From that expression, Islamic Fikih (Law) scholars reach this conclusion for human and put this unchangable rule. El asr, fil eshya ibahatun. On things and creations, the reality is freedom. If evidences show otherwise. For that reason, in the laws of Islam a claim or evidence which points out freedom on a matter is unnecessary. But evidence of any kind of restriction on a matter is essential. If any form of evidence doesn’t come up on a matters restriction, it is the sole definition of freedom on that particular matter. This verse is also the definition of that claim. Everything created on earth by Allah, are created for mankind. And after that expression, verse continues.

summesteva iles semai fe sevvahunne seb’a semavat* Then Allah turned to the heavens, and made them into seven realms; ve huve bi kulli shey’in alim” Allah knows all things perfectly with every little details.

The expression here; fe sevvahunne seb’a semavat* seven skies, the arrangement of skies made by Allah. Meaning of it, is one of the problems of tafsir. The number seven is oftenly used as word tricks in arabic language. We cannot assume seven levels of skies just from this verse. This number is an allegory. So it can be taken as more than one firmament or layers upon layers. Of course some tafsir scholars have taken seb’a semavat*as seven layers or seven stages of sky. Some other scholars in the past used this verse to explain stars beyond the solar system. And some scholars today are using this verse to give an explanation of atmospheric layers; as in stratosphere, thermosphere, exosphere and such. I however believe that the real meaning behind this verse can only be known by Allah and even with all that explanations whether they are right or incomplete; the truth of this “seven layers of skies” expression may or will be comprehended completely several centuries later.

After taking our attention to the creation of being, earth and heaven; Qur’an now entering another subject. A subject which you cannot find in any source, an incident you cannot find any referances about. The adventure of the human races arrival. Qur’an gives us some celestial explanations about this matter too. And all begins with this verse.

30 – “Ve iz kale rabbuke lil melaiketi inni cailun fil erdi halifeh* kalu e tec’alu fiha mey yufsidu fiha ve yesfikud dima’* ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek* kale inni a’lemu ma la ta’lemun.”

And when your Rabb said to the angels (angels here are personifications of the qualities of the Names comprising one’s body, hence the addressee here is you), “I will make upon the earth (the body) a vicegerent (conscious beings who will live with the awareness of the Names).” They said, “Will You make one who causes corruption and sheds blood therein, while we declare Your hamd (evaluate your existence that you have manifested through us) and engage in your tasbih (are in service to Your will, which in every instant manifests in a different state) and sanctify You (hold you above and beyond all inadequacies)?” Allah said, “Indeed, I am Aleem (All-Knowing) of that which you do not know.” (A.Hulusi)

Behold, thy Lord said to the angels: “I will create a vicegerent on earth.” They said: “Wilt Thou place therein one who will make mischief therein and shed blood?- whilst we do celebrate Thy praises and glorify Thy holy (name)?” He said: “I know what ye know not.”

Ve iz kale rabbuke lil melaiketi inni cailun fil erdi halifeh And when your Rabb said to the angels, “”I will create a vicegerent on earth.” kalu e tec’alu fiha mey yufsidu fiha ve yesfikud dima’ They said, “Will You make one who causes corruption and sheds blood therein?” ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek “whilst we do declare your hamd and glorify (tasbih)your holy (name)?” kale inni a’lemu ma la ta’lemun.” Allah answered their worries; “Indeed, I am Aleem (All-Knowing) of that which you do not know.”

First concept of this verse is the concept of angel. There are several comment about the nature of angel. First debate is about the root of the name word. Those who claim the name comes from the root word of “mel-ek”, says it means; a force which holds a thing together. That comes with a meaning of; a things power, preventing it from falling apart is that things angel. A phrase is used for humans like this claim; “el kalp u melek ul cesed” Heart is bodies angel. Meaning; heart is the element which holds human together and prevents him from dying. Those who takes the meaning of angel as power, also takes the word “melak” as a root of angels (melek). According to those the meaning of angel is force, power.

But some other tasfirians and language experts, Melek and Melaike have different meaning. Melaike can be taken as a plural for melek, but there are other claims to prove otherwise. Even some come to a conclusion of; “Every melek is melaike but not every melaike is melek.” The meaning of this phrase is this. Angels can be two types.

1 – Dynamic Forces

2 – Static Forces

Dynamic forces are angels assigned to humans. They are invisible creatures with their own personalities. But there are also static forces. They are the forces assigned to heavens, trees, mountains, rivers, seas. Static forces assigned to creatures which have static fates like stars and galaxies. They are the force holding them together and keeping them from falling apart. But after those claims, we want to say this. Angels are creatures of Unknown (Gayb). And to believe every creature mentioned in Qur’an by Allah, is an absolute necessity of Iman for true believers. And for that reason, every reasoning, every claim, every explanation about creatures of the unknown is bound to be a speculation. Therefore angels are in this concept and topics of Iman.

Second concept of this verse is the concept of caliph. Caliph, vicegerent or deputy means a substitute for someone more powerful. Then what does it mean by using the expression of caliph for human here? The question comes to life as; human is a substitute for whom? Whose caliph is human?
There have been two answers for that question in the entire tafsir history. One of the answer is; human is Allah’s caliph. Other answer is, human is a caliph for a generation of his kind or some different kind of being lived on Earth before him.

First opinion is based on ideas of some scholars like Ibn-Mesud and Hasan Basri who thinks the same like him. Second opinion is based on the ideas of Ibn. Abbas. First opinion of, “Human is Allah’s caliph.” cannot prove this claim by showing any verse in Qur’an. Yet; based on similar verses they can build a defense like this. Human is entrusted and given responsibility to carry out Allah’s will and wish on Earth. So this is a proof for human to be Allah’s caliph. It may not be a strong claim since there are no verses to prove this opinion by the letter. Yet the other claim is equally structural by nature. Human is a caliph for some other generation lived on earth.

There are two proofs for this opinion. One is the existence of Satan, Devil. According to those who build their opinions on this idea, djinns are the previous attendants and caliphs of this earths realm. And Satan who was a djinn in this community, was also a being blessed with heavens. And because of his envy and grudge against human, his designated substitute; he was banished from heaven. Their second proof for this opinion is the question of angels. “Will You make one who causes corruption and sheds blood therein?” The question which was given in this verse.

How did angels know about humans? How can angels know about humans if that race wasn’t already residing on Earth? How can angels know the bloodshed and mischief occurances on earth if human race weren’t already exist? I took both opinions on the same value and scale. But I wish to express my thoughts that neither claims have the confirmation on the position of caliph. I also wish to make a point, a third idea, which can be proven by Qur’an in the sura of En’am-165.

“Ve huvellezi cealekum halaifel ard” (En’am/165)

It is Allah who appointed you caliphs upon the earth

In this verse the concept of caliph is mentioned with the earth itself. The earth and caliph words are used as a completion and a phrase is used. “Earth’s caliphs.” There are no phrases in Qur’an as “Allah’s caliphs” for humans or any other completions as well. But here in this verse this phrase is used right in the open.

Ibn-Ishak translated this fact like this. Sakinen ve amiran yeskulihe ve ya’muruhe halefe. Meaning; they reside there, they have been assigned as caliphs on earth to build, furnish and make it livable. So with this explanation truth must be this. Humans are caliphs of Earth. And this position must be taken just like the political aspect of caliphate; to build, protect, and defense Earth. Earth is trusted to humans, more likely humans are assigned as keepers of Earth. And just like a political position; if caliph can’t manage and handle the situation well, if he can’t be fair and treat it with cruelty, he would lose this position, or more likely the position of caliph on Earth would be taken from him. Since this is the definition of treason against earth, the value he was trusted with.

From this opinion, we can say humans caliphate is the caliphate over earth and if he can protect, defend, build, furnish and make the world livable, then and only then we can say he executes the responsibilities and duties of a caliph. Otherwise, it counts as a clear irresponsibility and treason against his position of caliph.

So, this is the question asked by angels to Allah. Will you create a being who would do bloodshed, mayhem; a being causes destruction, chaos, anarchy and terror over the earth? Of course we should think over this question of angels. How did angels know and guess this situation? We may accept the fact like some scholars have been; that another creature race had been living on earth before human race as we know this day. But the closing sentence of this verse shows us the answer given by Allah for angels concerns. “I know what you don’t know.” That means you know and predict only a portion, only what happened so far. But there’s another aspect of this situation there. I know that aspect which you don’t know about.

Or we can understand it like this: “You only judge an incident with what you can comprehend and you don’t know its content. But I know the wisdom and reason, hows and whys behind it.” And now we learn those hows and whys motives by studying following verses.

[Additional Info; ADAM THE PROPHET and FIRST HUMAN ARE NOT THE SAME.

In that era, a race was living on earth. Beings who are very similar to “human” today physically but not capable of any mental faculty, thought or judgement potential. Beings called today with the name of “homo-sapiens” like us, but mentally undeveloped and lived like animals. Those today we call them “humanoids.”

They could do anything to benefit their personal needs. Bloodshed and mischief. Lives were based on very limited basic animalistic needs like; eat, breed and possess as much as possible.

So earths mentally developed beings of that time; DJINNs could do whatever they want with them.
So angels; with their own capacities and examples they saw; evaluated “humanoid” as a being of that generation lived on earth. With that conclusion, the caliph position for human only gave them ideas of a bloodshedder and mayhem causer creature.

But the being, called “Adam” who HAS a body of “shaped clay” meaning “atomic structural humanoid vessel”, Allah blew with soul. This indicates a mental mutation. And from that point humanoid form became the first human Adam The Prophet. ]

31 – Ve alleme ademel esmae kulleha summe aradahum alel melaiketi fe kale embiuni bi esmai haulai in kuntum sadikiyn

And He taught (programmed) Adam (the name ‘Adam’ in the Quran references every single human, who in reality is nonexistent and has been created from a state of nothingness through the manifestation of a composition of Names) all of the Names (all knowledge pertaining to the Names and their manifestation). Then said to the angels, “Explain the (qualities of the) Names of (Adam’s) existence, if you insist on your claim.” (A.Hulusi)

And He taught Adam the names of all things; then He placed them before the angels, and said: “Tell me the names of these if ye are right.”

Ve alleme ademel esmae kulleha Allah taught Adam the names of all things. summe aradahum alel melaiketi fe kale embiuni bi esmai haulai in kuntum sadikiyn Then Allah said to the angels, “Explain these Names of existence one by one, if you insist on your claim.”

The topic of the Names taught Adam here, is a serious problem. Some translation scholars explain these names as all languages spoken on earth. In another words, all earthly languages are taught to Adam. But there aren’t any documents to prove this claim of tafsir.

We think the reasoning about teaching the names is, the ability of identifying the nature of things, ability to name things. And with that abilities origin, this can be taken as willpower. Allah gave Adam his will. Because naming a thing is only possible by isolating its nature. Like a parrot cannot name anything. Because it hasn’t got any ability to isolate the idea. Isolation word also matches with another words above. “Takdis” and “Tespih”. The meanings of takdis and tespih are isolation. Exalting, ennobling, divinizing… Exalting something or someone is also isolation it/him. So I want to emphasis this ability of isolation in human. One who cannot isolate, cannot give names. Because all names we have given things, our verbal language, all of our words are products of this isolation ability.

To be able to isolate; one should possess mind. By using your mind and reasoning, you should be able to make connections between the thing and the name you gave it. Because every single name you gave must have a feature of that thing or have an image about its nature. That means names are not independent from its hosts. Explanations cannot be seperated from what explained even if they are basic stuff. Like the name apple cannot be taken without the thing given that name.

Allah’s names are also the same. The name Rahman of Allah, points out a feature of Allah. Rahim shows another feature. The name Gaffar possesses another feature. The name angel, shows the nature of angel. Linguistics say the word “name” come from two origins. “Sumu”; meaning exalting, isolating. And the other one is “Vesm”; sign root. That explanation gives us this. A name is a product of either a signing or showing process or an isolation to express the image of what’s named.

If we look back all things above and reach a conclusion that a given name is a sign of that thing; we should also understand this. To be able to name a thing; one should definitely possess the ability of judgement, ability of thinking, comparison and above all; ability of willpower. If we look at any language, we see that names are always connected that language. Where there’s a language there are names and adjectives which are also a signs by nature. For those reasons, the topic of names taught to Adam; some scholars translated it with verses of Rahman 3-4. We also agree this accurate opinion.

“Er rahman. Alleme lkur’ane. Halekal insane. Allemehul beyan.” (Ar-Rahman/1-2-3-4)

1. The Rahman! 2. Who has taught the Qurán. 3. Has created man: 4. Has taught him an intelligent speech.

Allemehul beyan. Talim-ul Beyan. This is the teaching of explanations, teaching of names. Allah created man. Halekal insane, Allemehul beyan. Taught him the explanation. Give him the ability to explain.

A man can explain the thing, identify it, give name to it. So the reason here about teaching Adam names is, giving Adam the ability of naming things and beings, giving Adam his mind and will.

32 – Kalu subhaneke la ilme lena illa ma alemtena* inneke entel alimul hakim

(Unable to make this evaluation) they (the angels) said, “Subhan, You are (beyond being limited or conditioned by any of your constant creations)! It is not possible for us to have any knowledge except that which You manifest through us! Undoubtedly, you are the Aleem (possessor of absolute knowledge) and the Hakim (the One who manifests this systematically).” (A.Hulusi)

They said: “Glory to Thee, of knowledge We have none, save what Thou Hast taught us: In truth it is Thou Who art perfect in knowledge and wisdom.”

Kalu Angels replied this offer by Allah like this. Subhanek, you’re the only authority. la ilme lena illa ma alemtena We have no knowledge but what you taught us. They showed obedience and confessed that their entire knowledge is from Allah. They confessed the source of all knowledge is Allah and without Allah’s permission they would have none of that. With that they honored the owner of this blessing.

inneke entel alimul hakim Without a doubt you know and you know everyhing with every little detail. Aliym..! Not Alim. Alim is a common phrase for knowledge, but Aliym! That name is a phrase of knowledge with emphasis. Knowing something with its every angle and depth. Knowing something with every parts and portions. Aliym is a name for the owner of knowledge which can know a things reflection with every possible dimensions. You’re Aliym! But not just Aliym, because you gave us some of that knowledge and with that blessing, we also know some. But the portion which you know and we don’t; is because you’re Hakiym!. Because we don’t know why, we don’t know the wisdom behind that knowledge. But you are Hakiym, Know every reasons. Angels replied and honored Allah with its Hakiym name to imply their lack of knowledge about reasoning behind Adam’s creation by Allah.

33 – Kale ya ademu embi’hum bi esmaihim* felemma embeehum bi esmaihim kale e lem ekul lekum inni a’lemu gaybes semavati vel erdi ve a’lemu ma tubdune ve ma kuntum tektumun

(He addressed), “O Adam (vicegerent who has been brought into existence from nothingness with the qualities of the Names), inform them of the reality of the Names comprising your existence.” When Adam informed them of the meanings of (Allah’s) Names (comprising his being, that is, when these qualities became manifest through him), Allah made them realize, “Did I not tell you that I know the unknown (the secrets and qualities that have not yet become manifest) of the heavens (state of consciousness) and the earth (the body). And I know what you conceal and what you reveal!” (A.Hulusi)

He said: “O Adam! Tell them their natures.” When he had told them, Allah said: “Did I not tell you that I know the secrets of heaven and earth, and I know what ye reveal and what ye conceal?”

Kale ya ademu embi’hum bi esmaihim Allah addressed: “O Adam, inform them your names.”

The name Adam means “edim-ul ard”, ground, biosphere, earth in arabic language. Yet I find it odd that arabic linguistics searching for a meaning like this is an arabic word. Because it’s not. Adam is not an arabic word, it’s an import. A word belongs to a language family of Sami languages.

In Assyrian-Babylon languages, this word is adamu. Meaning father, ancestor. Again in keldani language means human. Also have the meanings of leader, first one in same language. And in Tora which is Hebrew, this word shows up as adama. Adama means ground, earth. In Tora, these adama words or adam words come approximately 500 times and all have the same usage of human and human bloodline. There are only a few usage to give us a unique name of “Adam”. And if we take a closer look to this verses handling, we can see that, adam here is a symbol. Adam is a symbolization of humanity. A prototype of humanity you can say.

For that reason, the concept of adam here is a reference for all humanity and as a symbol, Adam is chosen. For that same reason we should see this dramatic article like it is meant for all humanity. This text given us by Allah is based on concepts like; humans weaknesses, structure, genesis and cross-connections between creatures both seen and unseen like connections between human and angels or human and djinns. And of course this text has a concept of another connection too. The bond between man and Allah. I think if we can ask “What is meant to be revealed?” here, instead of “What does it say or mean?”; we may understand very different things.

Allah addressed: “O Adam, inform them your names.” felemma embeehum bi esmaihim. Adam informed them names one by one. kale e lem ekul lekum inni a’lemu gaybes semavati vel erd, ve a’lemu ma tubdune ve ma kuntum tektumun Allah said: “Did I not tell you that I know the secrets of heaven and earth? And again didn’t I know what you reveal and what you conceal?” Here we see Allah already knew what angels revealed. But Allah also said “I know what you conceal.” You may wonder what did angels conceal. Were those angels mentioned in this verse, concealing something in their hearts?

A subtle meaning is revealed here in this verse. Angels said; “O Rab, we glorify your name, praise you. Yet you are going to create a caliph on earth, someone who will make mischief and bloodshed therein?” But maybe the real meaning in their heart was like this. “O Rab, choose us your caliph. We are worthy of that position than humans.” Since they didn’t actually say this but they thought or felt in their hearts; Allah gave his words with that subtle expression. “I know what you reveal and conceal.”

34 – Ve iz kulna lil melaiketiscudu li ademe fe secedu illa iblis* eba vestekbera ve kane minel kafirin.

And when We said to the angels, “Prostrate before Adam (the manifestation of Names who has come into existence from nonexistence; the Dimension of Names)”; they all prostrated, except for Iblis. He refused out of arrogance – the magnanimity of his ego (he realized his own essential reality comprised the qualities of the Names but failed to realize that the very same reality comprises the essence of all beings other than him) and became of the deniers of the reality. (A.Hulusi)

And behold, We said to the angels: “Bow down to Adam” and they bowed down. Not so Iblis: he refused and was haughty: he was of those who reject Faith.

Ve iz kulna lil melaiketiscudu li ademe fe secedu illa iblis Then we said to angels, “Show your respect to Adam”. And they all showed. But Iblis (Satan) refused and disobeyed the order. Vestekbera, became arrogant, haughty. ve kane minel kafirin. And became the ungreatful of the reality.

What is the purpose of “secde” (prostrate and bow down) here; I would like to translate this as respect here. “Secde” as you know in islamic literature means prostration as an act of pray only for Allah. It’s a ritual and religious act in daily prays. But this word has meanings of giving respect, bowing down with respect and showing respect. The usage of secde here not in religious meaning but a literatural meaning. The common word based usage. Because by saying “Bow down to Adam”, Allah meant “Show your respect to Adam.” And for that reason, translating this sentence as “Show your respect to Adam”, is a more accurate approach. And angels; by orders from Allah; showed Adam their respects. They didn’t protest.

Here, a manner taught us as well. As the verse states us, when Adam had told them the names, they could show their respects without Allah ordered them to. But they waited Allah’s command. Why? Because it wasn’t Adam who has the owner of that ability, but Allah. If Allah hadn’t given the ability of willpower and naming to Adam; Adam couldn’t have that kind of capacity by himself. So by showing respects to Adam; angels truely showing their respect to Allah. Why? Because they looked at the creation and praised its creator. And in that point angels obeyed Allah’s order.

Satan, however, by not showing his respect, rebelled to Allah. Why? Because it wasn’t commanded to show his respect to Adam’s personality. That act of respecting was commanded by Allah and by denying it, satan rebelled Allah’s order.

I translated the end of verse as “became one of ungreatfuls”. It’s possible to translate as denier or infidel too. But we can see every part of Qur’an that Satan never deny the existence of Allah, in fact he swears an oath for Allah’s greatness. Fe bi izzetike His vow; “I swear oath for your honor.” In another verse; he says “I scared from Allah.” Again in another verse, Inni efekullah, saying Allah’s path is the one and only true path and implying that he will stand on that true path. As you can see, Satan never denied Allah, nor the judgement day. He became rebel, not by denying Allah, but denying the command Allah gave.

For that reason, we translated the end of this verse as “became one of ungreatfuls”. Because this is an act of ungreatful behaviour. He didn’t settle with the blessings he already have. Became jealous, envy the creature in front of him. And with this act of envy, he ignore the blessings Allah had given him. This is the sole definition of being ungreatful, so he became one of them.

The word “iblis” in this verse, comes from the root word of desperation. So Qur’an used this meaning as well. Like mublisun or mublusin… They became desperate, they got caught to illness of desperation. Again we may translate this verse as “lost cause.” Iblis is a lost cause. The confusion given by desperation. So, iblis is a lost cause and this desperation turned iblis into satan.

[Additional Info: Caliphate of Allah
… In his book of “True Religion, Speech of Qur’an”; Hamdi Yazir of Elmali explains like this: Allah said. “I will create a caliph on earth. So that he may have the ability to control over creatures on my account and he will run things and rule per my honor. (Book 1: Page:299) Let’s take it from the beginning.

Allah created Adam to be a caliph on earth. For the topic of Genesis of humanity, previous books before Qur’an, especially Tora mentions the situation like this: “Allah created Adam on his own image.”

Prophet Adam mentioned as “adam” in Tora. Bible too. About that positioning, there are explanations in Buhari, Muslim and Ibn-i Hanbel.(Hadith books) Rasulallah Muhammad (p.b.u.h.) said this:

“Allah, created Adam on his own image.” The reason of Adam’s creation on Allah’s image, like this verse explains; to become a caliph on earth. The position of caliph is only possible for a creature (Adam), if he was created by Allah’s image. The real explanation of Rasulallah is on that word.

It was mentioned like “Allah created Adam on his own image. But what should we understand on this phrase, “image”?

The word “image” here, is the reflection of Allah’s holy names “Esma” and the meaning is more spiritual. The meaning of “Adam’s creation on Allah’s image” is actually, “become a whole being with Allah’s names reflections over a creation.” Basically by revealing the nature of Allah’s names; Adam is assigned for the position of “Caliph”, created; to be exact. Similarly; on the verse of (An-Nur/55) says:

Allah has promised, to those among you who believe and work righteous deeds, that He will, of a surety, grant them in the land, inheritance (of power), as He granted it to those before them; that He will make them caliphs.Also the verse Fatir/39 explains this.

Allah; it is that has made you inheritors in the earth. Mankind exist as Caliphs on earth already! But who are these “Caliphs” that are aware of their positions within them and over earth. Who are those worthy of this assignment and live this responsibility?

Of course that is the topic we should think about it throughly. Prophet Adam is not the first human because of his “earthly humanoid vessel” called his body. He’s the first human because of his “Caliph” speciality which brought him together as a “More Human Meaning” That is of course according to truths revealed to us. “Human, as Adam is the first human. And “The sons of Adam” are only those worthy enough to sense their caliph potential, understand it, comprehend it and live it. (A. Hulusi-Caliphate of Allah) ]

35 – Ve kulna ya ademuskun ente ve zevcukel cennete ve kula minha ragaden haysu shi’tuma* ve la takraba hazihishecerate fe tekuna minez zalimin.

And We said, “O Adam, dwell, you and the one with whom you share your condition and life (your wife, your body) in the state of Paradise. Live however you will with the blessings of this dimension but do not approach this tree (never fall into the misconception that your existence is confined to the body), lest you suffer.” (A.Hulusi)

And We said: “O Adam! dwell thou and thy wife in the Garden; and eat of the bountiful things therein as (where and when) ye will; but approach not this tree, or ye run into harm and transgression.”

Ve kulna ya ademuskun ente ve zevcukel cennete ve kula minha ragaden haysu shi’tuma And We said: “O Adam! dwell you and your wife in the Garden; and eat of the beautiful things therein. ve la takraba hazihishecerate fe tekuna minez zalimin. But do not approach this tree or you suffer (become on of those who harm themselves).

What is the garden or heaven Adam and his wife resided, stands for? Actually we may take the expression of heaven as a garden easily. Because paradise is also means garden. In arabic language all words coming from the roots of Ce-Ne-Ne have meanings of secret, covered; we might say. Can! Life force within human; hidden, mysterious, secret. Cenin! Human baby concealed in woom. Cinnet! Covering the mind, losing reason! Mecnun! One who covered his mind. Cin (Djinn) One who’s hidden from sight. And Cennet (Heaven), a piece of nature so magnificent that all grounds covered with trees branches. As you can see all words come from the roots of Ce-Ne-Ne have secretive hidden meanings. And Cennet (Heaven) is one of them.
There have been some debates over whether this heaven was on earth or somewhere far away. Some of ehlisunnet (Way of Allah) scholars have opinions of this heaven is somewhere in the sky. Their claims are Adam was brought down from sky. And their proofs to this claim is the expression of ih-bi-tu “brought down from heaven”, more specifically the word “brought down”.They say if they weren’t some place high, Allah wouldn’t say “down”.

Second opinion which opposes this one claims that this heaven mentioned in this verse was a place on earth like a paradise. And just like the previous opinion used, they use the same verse part to prove their claims. Ih bi tu mirsan; go to Egypt, relocate to Egypt! They think the word pattern means to go or to move there.

The truth is, just basing on the word Ihbitu, to tell Adam and his wife was living in a garden above ground and far away in the sky, is a thin claim. Because whether in Suras of Ta-Ha or Al-Araf or any other suras have topics on “The Creation”; their first verses have both expressions of “Fil Ard”. That means all things occured back then were on earths ground.

Ve iz kale rabbuke lil melaiketi inni cailun fil erdi halifeh Rab had said “I will create a caliph on earth. Everything occured happens on earth which was also emphasised at the beginning of this verse. With that point of view there’s no objection to think like this heaven or garden, Adam and his wife Eve had stayed for a while was really on earth. Even so, according to a hadith we see at Muslim’s Book of Hadith says The Rivers of Firat and Dicle (Euprates and Tigris) and two other rivers on that area were Garden’s Four Rivers. If we agree on this hadith as sahih (real), then it’s also safe to assume that there was a heavenly garden on that four rivers area. Therefore it’s possible to translate this as a garden.

I should point out this which I also said on the tafsir of 25. Verse; everything on earth were mere copies of the real things in afterlife. Even this life perception is a reflection of the real living situations in afterlife. This idea may look like Platon’s “Universe of Ideas” theory, yet it’s very different by nature. And in reality for people who will be blessed with heaven;

Kullema ruziku minha min semeratir rizkan; (Al-Baqarah/25)

Every time they are fed with sustenances therefrom, they say:

Kalu hazellezi ruzikna min kablu They say: Why, this is what we were fed with before. But: ve utu bihi muteshabiha

They are definitely different. For they are given things in similitude, not the sames. What they taste on paradise are not the same ones they tasted on earth. What on earth were just copies, similtudes. And for that, everything on earth even pieces of heaven or garden are also mere copies of true heaven.

[Additional Info: Wife means Ego. The reason why it’s named as Eve is because it cannot be seperated from its origin material. Because life is a dominant black colour. Also the word adam is used for heart and connected to material without any form of seperation.
As you know the word “el-edeme” is a colours name black ebony. If heart wasn’t so intervined with material realm, it wouldn’t named as adam. Both Adam and Eve’s garden which they were banned was actually the spiritual realm. That place was a holy garden. So they had been told to stay on spiritual realm. A place you can use heavenly sustenance whenever you want. With a wider and common meaning, you can get every bit of wisdom and knowledge.

Those sustenance of heart are spiritual fruits. This is a definition of an infinite possibilities. Help yourselves with every angles, every levels, every positions you wish for. Because heaven is continuous, it’s not possible for it to be cut or banned. (Ibn. Arabi-Te’vilat]

36 – Fe ezellehumesheytanu anha fe ahracehuma mimma kana fih* ve kulnehbitu ba’dukum li ba’din aduvv* ve lekum fil erdi mustekarruv ve metaun ila hiyn

But Satan (the assumption that they are only the body) caused them to slip from (the state of consciousness) that they were in. And We said, “Descend as enemies (of spirit and body) to one another. You (and your descendants) will live upon the earth (with the conditions of bodily life) and benefit from it for some time.” (A.Hulusi)

Then did Satan make them slip from the (Garden), and get them out of the state (of felicity) in which they had been. And We said: “Get ye down, all (ye people), with enmity between yourselves. On earth will be your dwelling place and your means of livelihood – for a time.”

Fe ezellehumesheytanu anha fe ahracehuma mimma kana fih Then did Satan make them slip from the (Garden), and get them out of the state ve kulnehbitu ba’dukum li ba’din aduvv* ve lekum fil erdi mustekarruv ve metaun ila hiyn And We said, “Descend as enemies to one another.

Who are mentioned by the phrase; “Descend as enemies to one another? Human and Satan races, of course. Besides it would be wrong to assume humans are their own enemies to one another. Just because Christianism took that meaning, and “Homo, homini lupus” philosophy was born. A way of thoughts that humans are always in an endless fight with their own kind. Like philosopher Hops said; all ideologies are build on an endless struggle and eternal war.

But Islam has an ideology to prove otherwise. That humans are not enemies among themselves. On the contrary the word insan (human) comes from unsiyet; meaning “love, know, respect, close and warm” As this hadith tell us; El mu’minu ul fun me’lufun True believer is the friend and the one who wanted to be friend. Neither a person who isn’t a friend nor worthy of being a friend, have no good in his heart. Actually this image is humans type. One of two roots of the word human is unsiyet. Someone who can get close, who can love, who can warm.

ve kulnehbitu ba’dukum li ba’din aduvv* ve lekum fil erdi mustekarruv ve metaun ila hiyn You will live upon the earth and benefit from it for some time. Earth is a bed, a home, a place. For that; live upon this temporary place for some time. Benefit from its sustenances for a while.

37 – Fe telekka ademu mir rabbihi kelimatin fe tabe aleyh* innehu huvet tevvabur rahiym

Then Adam (be aware and never forget, Adam is you!) received knowledge – words – from his Rabb (the dimension of Names within his brain) and repented (this knowledge enabled him to realize his mistake). His repentance was accepted. Indeed, HU is the accepting of repentance and the One who allows the experience of its pleasant results with His Rahimiyyah. (A.Hulusi)

Then learnt Adam from his Lord certain words, and (Allah) accepted his repentance; for He is Oft-Returning, Most Merciful.

Fe telekka ademu mir rabbihi kelimatin fe tabe aleyh After that Adam took some words from his Rabb; or with an accurate translation Fe telekka ademu mir rabbihi kelimatin Certain words were given to Adam. Both translations are true. Adam learnt some words and fe tabe aleyh with those words he repented to Allah. Apologize from Allah. Made self-critization. innehu huvet tevvabur rahiym Allah accepts apologies much and most merciful.

If we ask what were those words Adam took from Allah, there are no references in Qur’an to establish an answer. Even some scholars claims that a verse in the sura of Al-Araf; it’s certain that those words aren’t enough to express Adam’s repetance. Then the answer lies in good deeds (sahih sunnet) for us. Like suphaneke we read, on our every prays opening line. There are some pure claims that those are the words of repetance. So us, sons of Adam, begin our prays with suphaneke; as a repetance, an apologize to Allah and a self-critization. We start our prays with these words of repetance every single day.

Suphaneke, contains 3 angles as a context. Tesbih (glorify), Hamd (thank), and tevhid (unify). Suphaneke allahumme, Dear mighty and great One, my dear infallible Rabb, my Allah, I accept that you are the only perfect One. You are so great. Ve bi hamdik. All thanks and praise are of the mighty one, Allah. Ve tebare kesmuk. My dear mighty Rabb, how sacred and blessed are you, how great are you. Ve teala cedduk. You are the most inspirational, most holy. . Vela ilahe gayruk. There is no other existence but you my dear Allah. All those translations give us three aspect of subhaneke. Tesbih, hamd and tevhid.

Remember the 30th verse above. What were those angels asking when they were also telling their reasons? Will You place therein one who will make mischief therein and shed blood?- whilst we do celebrate Your praises and glorify Your holy (name)? Like an answer to them from Adam; We are also glorifying Allah’s name and give our thanks. We, humans, sons of Adams; O angels, we are not beneath you. We are joining this race of glorifying Allah’s name and praise our Allah too. We are now a part of this universal choir. Every single true believer, shows these features angels once took them as a privilage, in his prays.

And for that, namaz (daily prays) are ascensions. Act of pray is by definition, passing angels and reuniting with Allah. If a true believer can execute his prays as an act of ascension, then he will be lifted up to a level that angels bow down to him and show respect. This is the difference of men. Angels bow down to this difference of men. They show respect to this fact.

What is repetance? fe tabe aleyh. Tevbe (repetance) as a word meaning; turn. Turning back, quit and give up. As an islamic meaning; quitting a mistake to never do that again, decide to leave the sin and ask for forgiveness from Allah.

Actually the words Istigfar and Tevbe have different meanings in Qur’an. Istigfar means, saying sorry to Allah verbally for something. Tevbe however; is asking for forgiveness from Allah with an act oppose the sin itself. Like, you commit a sin with an object, then you should make your repetance with object. You commit a sin with spending your money on the way of satan; then you should spend your money on the way of Allah. You commit a sin with spending your life and youth for earthly joys and emptiness; it’s repetance is to turn and send your life on the way of Allah. Tevbe (repetance) is turning away from a sin and act just the opposite. A repetance of something, is that things nature.

There’s repetance of eye. Repetance of eye is, turning away from watching a wrong and start seeing the Right. If the wrong of listening is the sin of ear, then the repetance is to listen Allah’s words. If the sin of heart is, letting in the wrong and accepting the sin, the repetance for heart is turning your face to Allah and quit your sins. For that reason repetance can have both action nature or feeling nature. Rasulallah (p.b.u.h) said, “Regret is repetance.” Because regret is the feeling nature of hearts repetance.

38 – Kulnehbitu minha cemia* fe imma ye’tiyennekum minni huden fe men tebia hudaye fe la havfun aleyhim ve la hum yahzenun.

We said, go down, all of you, from there (the state of consciousness in which you feel free from bodily restrictions – Paradise life). And when My Huda (guidance; Rasul [knowledge] enabling the realization and comprehension of your essential reality) comes to you from Me, whoever follows My Huda – they will have no fear nor anything to cause them grief. (A.Hulusi)

We said: “Get ye down all from here; and if, as is sure, there comes to you Guidance from Me, whosoever follows My guidance, on them shall be no fear, nor shall they grieve.

Kulnehbitu minha cemia, We said, go down, all of you, from there. “Ih bi tu” we mentioned earlier that those letters mean both go down and get out. fe imma ye’tiyennekum minni huden Be sure, there comes to you Guidance from Me. fe men tebia hudaye fe la havfun aleyhim ve la hum yahzenun. Whoever follows My Guidance – they will have no fear nor anything to cause them grief.

The reasoning for guidance here is of course the position of nubuvvet. That means; When Allah gave the title of “caliph on earth” to mankind, also gave us mind, conscience and willpower which are another forms of revelations. But Allah didn’t stop there. Also sent prophets and books too. And with all those guidances, it’s been said that if humanity follows their lights, they will win two basic prizes.
One of them is; la havfun aleyhim. Havf word always used for future in arabic language. Only for future actually. Havf; means anxiety about future, chronic worrying. It means a type of anxiety that can cause panic and ruin its source. In that sense, the person who trusts Allah, connects Allah, holds Allah’s rope can leave all his worries and anxieties about his future. More likely he can let go of his worries that can lead to an illness.

What is this anxiety? It’s about worrying his end. What will I become? Where will I go? What’s going to wait for me there? All those uncertainties, all those blur is like death you taste everyday. For that reason, every person who denies Allah’s guidance tastes death, whenever he sees a death. They die every time they see a death, they see a cemetery, hear a loss. But for those who accept Allah’s guidance and believe afterlife only die once. Because death don’t scare them. Can’t scare them. Because they put their faiths on that path and they believe they came from Allah and now they are returning to Allah again.

fe la havfun aleyhim. Worrying about future doesn’t turn into a chronic anxiety or a phobia for a true believer. Otherwise a simple worry can turn into a phobia. A mental illness that can make someone severely uncomfortable, that can make him lose all his mental abilities, willpower and judgemental skills. It’s a pure extraordinary powerful fear.

And what is the second prize? ve la hum yahzenun. And this type of patterns only be used for past in arabic language. It means, they won’t feel sorry for their pasts. Which also means this. They won’t do anything that make them feel regret. Can it be even possible for someone who accepts Allah’s guidance, take Allah’s path as his way, carries Allah’s words in his heart; make something that can make him feel regret and sorry? So those are the two guarantees.

All sorrows that stay on dark side have different names today. Melancholy, anxiety, neurosis, other forms of mental or psychological illnesses. It’s obsession. Todays people live both of these two things. They have both future anxieties and past regrets. But if you accept Allah’s guidance and take Allah’s words as your way of living; then you become a true believer. Isn’t that the definition of true believer already? One who completely trusts Allah. Isn’t this the definition of Iman. And for someone who completely trusts Allah, can be safe and sure for his past and future. He will be free from his regrets from his pasts and worries from his future. Allah guarantees this.

39 – Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina ulaike ashabun nar* hum fiha halidun

And those who disbelieve and deny Our signs – they will abide in fire (suffering) eternally. (A.Hulusi)

But those who reject Faith and belie Our Signs, they shall be companions of the Fire; they shall abide therein.

Vellezine keferu Those who deny and cover the truth, our signs. Who? Those who reject Allah’s guidance and deny the Allah’s blessing. They cover the truth, hide the signs. Blasphemy is another form of hiding. ve kezzebu bi ayatina and belie our verses. Not just verbal verses, they also belie universal verses too. They deny conscience and willpower. In the end, they belie both actional, natural, verbal and written verses. ulaike ashabun nar So they are the companions of fire. hum fiha halidun and they will abide there with astronomical periods.
The word “halidun” here, I explained Al-Baqarah’s first verses before. In arabic language, the word halidun means, very long time. From that point there have been some debates about hell. Whether its eternal or not. Those who claim hell is eternal, take the halidun word as eternity, forever. And they find another proof for this with another verse. Al-Djinn-23;

halidiyne fiyha ebeden. (Al-Djinn/23). However among those who claim otherwise; who claim that hell is not eternal, there are two islamic idols. As it happens those two which have totally different ways to understand Islam and for that contradicts one another constantly; found the same explanation on this matter. One of them is the founder of the teosophistic sufism Muhiddin bin Arabi; and the other one is the greatest critic of this ideology and the father of selephi ideology, Ibn. Teymiyye. Those two head scholars both with different reasons, had come to same conclusion of hell is not eternal but will end someday. Their proofs for this claim are the verses of Al-Hud/106-107.

Followers of Sufism, says everything is temporary and have an end except Allah, when they defend their idea of hell’s uneternal existence. And they also show two other verses from Qur’an for this idea. Kullu men ‘aleyha fam, Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel’ikrami. (Ar-Rahman/26-27) Every being, every creature will taste death one day. Only Allah (zulcelali vel ikram) will be forever.

And for Ibn. Teymiyye’s ideology, his student Ibn. Kayyim el Cevziyye wrote a book only about this subject. Hadi’l Ervah. In this work, all reasons about hell’s temporary existence was written one by one and among those reasons proofs were given like only Allah is eternal, nothing is eternal beside Allah. Every being has a time, hell is a creation so it has a timeline as well. And from a totally different aspect the book says, Allah’s forgiveness is greater than wrath.
Some scholars like Mevlana Celalettin Rumi, like Ikbal and like famous Musa Carullah Bigiyev who lived this century saw hell as a school, a manner given place. Even Ahmeduddin, one of the reformist Islamic Scholar sees Hell as a hospital. According to his claim, after a mans treatment for his particular illness, after redemption and cleansing all sins with fire, a person won’t stay in Hell.

I believe this matter is a matter of the unknown and no person can have a last word and a closing on this subject. I want to remind you that only one who can have the authority to say anything with absolute certainty is Allah. Other than Allah’s words every other claims are not certain but all figurative. So there are no necessity to defend a claim one way or another.

40 – Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve evfu bi ahdi ufi biahdikum ve iyyaye ferhebun.

O Children of Israel, remember My favor that I have bestowed upon you and fulfill My covenant upon you so that I will fulfill your covenant from Me (in regards to the vicegerency in your creation), and be afraid of only Me. (A.Hulusi)

O Children of Israel! call to mind the (special) favor which I bestowed upon you, and fulfill your covenant with Me as I shall fulfill My covenant with you, and fear none but Me.

Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve evfu bi ahdi ufi biahdikum ve iyyaye ferhebun. Now we are moving to another subject. And apparently this subject is important enough to put this sura right at the beginning of Qur’an. A subject which answers the question of what is the greatest danger awaits the Islam community? It’s the adventure of Moses’s community to become Jewish. This long adventure has 120 verses in this sura and it begins here with this verse. All 120 verses are put to this subject of Israilians to become Jews and all because of this.

“O, Community of Muhammad. If you don’t get your heads together and behave, you will also become Jews like Moses’s community. Look how this happened, take lessons from it. Don’t do what they once did, so that you don’t meet their consequences. When they became Jews Allah took away the quest from them and gave the quest of carrying the revelations to you. If you also turn to Jewminded, then the quest will be taken from you too and given to people who aren’t turn into Jews.” 1400 years long Islamic history is the greatest proof and witness of this promise.

In the entire 1400 years long history of Islam, whenever a community or clan became Jewminded, Allah took the flag of Islam from them and gave to another. And that community held the flag and carry through history. This process is still going on and will continue after us. So, let’s read these verse with that emotions and point of view.

O, Children of Israel. Remember My favor that I have bestowed upon you. This favor… This endless favor… Remember the favor of carrying the revelations to humanity. We can translate the favor like this. This favor is choosing a particular community to become main community for entire mankind. Giving them a unique position among the others.

ve evfu bi ahdi Fulfill My covenant upon you ufi bi ahdikum, so that I will fulfill your covenant from Me ufi bi ahdikum, You keep your promise to me so that I will keep my promise to you ve iyyaye ferhebun. And be afraid of only Me.

Here the promise Allah gave the Children of Israel is clear. The promise of being leaders for entire humans in the world. But this promise will only be fullfilled if they keep their promises in advance. What is this promise then? What is the promise Allah took from the children of Israel? Carrying the revelations to humans. Not betraying Allah’s words. Make revelations the dominant part of life and society, be and build a model society.

41 – Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum ve la tekunu evvele kafirim bih* ve la teshteru bi ayati semenen kalilev ve iyaye fettekun.

And believe in what I have revealed (Quran) confirming that which is with you (Torah). Be not the first to deny this truth. And do not exchange My signs (the manifestations of the Names in relation to the secret of the letter B) in your essence, for a small price. Protect yourself from Me! (A.Hulusi)

And believe in what I reveal, confirming the revelation which is with you, and be not the first to reject Faith therein, nor sell My Signs for a small price; and fear Me, and Me alone.

Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum And believe in what I have revealed confirming that which is with you. ve la tekunu evvele kafirim bih Don’t be the first to deny this truth.Meaning don’t be the leaders of deniers. Believe the revelations, believe Qur’an which confirms what you already have. Ve aminu bi ma enzeltu musaddikal li ma meakum Believe Qur’an which confirms your book Tora. Qur’an doesn’t deny Tora. In fact justifies it. And Muhammad (p.b.u.h) didn’t deny Moses either. He confirmed him.

ve la tekunu evvele kafirim bih Be not the leaders of infidels and deniers. ve la teshteru bi ayati semenen kalilev Don’t sell my verses for a small earth price. Don’t exchange my verses for earth. Don’t sell them for nothing. It means this. Not a meaning like “Don’t sell my verses for this cheap, be more expensive”. No. It means don’t exchange afterlife for earth life. Don’t sell your eternal life for this temporary place. Don’t trade Allah’s truth to gain simple money from humans. Don’t be a salesperson.

ve iyaye fettekun. Fear me and only me alone.

42 – Ve la telbisul hakka bil batili ve tektumul hakka ve entum ta’lemun

And do not mix the truth (the reality) with falsehood! You conceal the truth while you know it! (A.Hulusi)

And cover not Truth with falsehood, nor conceal the Truth when ye know (what it is).

Ve la telbisul hakka bil batili ve tektumul hakka ve entum ta’lemun Don’t mix the truth with falsehood. You conceal the truth while you know it! If you mix the truth with falsehood (batil), it doesn’t justify falsehoods purity. But the truth won’t be the sole truth anymore. Truth becomes false. Even by a small dose of false can ruin the entire truth and this act is shirk by all definitions. Shirk is the name of forced collaboration with truth and falsehood. If you put a spoonful of dirt into a pot of honey, that honey is no longer edible. You cannot eat it. You cannot say, “It was only a small amount of dirt. You cannot throw an entire pot of honey just for that.” This is a good metaphor to explain mixing the truth with falsehood I think. Considering some mix them while they know what they do.

43 – Ve ekıymus salate ve atuz zekate verkeu mear rakiiyn

And establish salat (turn to and experience your essence both inwardly and outwardly) and give alms (give unrequitedly from what has been given to you) and bow (ruku) with those who bow (feel the greatness of Allah’s Names in your essence and experience [tasbih] them, and as you stand back up saying ‘samiAllahu…’ realize this is perceived by the Mu’id, your essential reality). (A.Hulusi)

And be steadfast in prayer; give Zakat; and bow down your heads with those who bow down (in worship).

Ve ekiymus salate ve atuz zekate verkeu mear rakiiyn

Be honest and steadfast with your prays (salat) and help people without waiting something. I’m not translating this part as zakat as we know it because this addressing is for Jews, Sons of Israel. I prefer help without any reciprocation. Because zakat is a concept of Islamic law. So help without waiting something. Why? Because Jews lived their lifes with gains of interest. They were helping but they were also taking something in return. They gave loans with an interest rate. To point out their illness of greed this sentence came. Don’t suck on peoples blood, give without waiting something in return.

verkeu mear rakiiyn. Bow down (ruku) your heads with those who bow down to Allah. Meaning; be with Islamic community. Bow down with them. Because they agree with your prophet and your book. So why are you staying apart from them?

44 – E te’murunen nase bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlunel kitab* e fe la ta’kilun

Do you advise people to experience the beauty formed by Allah’s Names and neglect to experience this yourselves? Though you read the Book (the knowledge of the reality of existence), will you still not use your reason? (A.Hulusi)

Do ye enjoin right conduct on the people, and forget (to practice it) yourselves, and yet ye study the Scripture? Will ye not understand?

E te’murunen nase bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlunel kitab Do you advise people wisdom, virtue, but you forget when it is your turn? Yet you read the book. e fe la ta’kilun Will you never use your heads? You give advises to people, do this and do that. But when it comes to you, you don’t; even you read the book yourselves. Ignorances will do but you, who supposed to be leaders, enlightened ones won’t. You are selling religion as you are salesmen and it is just a product. You are breaking the connection between saying and doing. You should be the ones who do first.

45 – Vesteiynu bis sabri ves salah* ve inneha le keiratun illa alel hashiiyn

Be patient (by relying on the qualities of the Names in your essence); seek help by turning to these qualities through prayer (salat). Indeed, except for those who are in awe of Allah, this is difficult for the ego. (A.Hulusi)

Nay, seek (Allah’s) help with patient perseverance and prayer: It is indeed hard, except to those who are humble,-

Vesteiynu bis sabri ves salah Seek Allah’s help with prays and patience. Patience is resistance. To keep going. Resist against what? Resisting sin, riotting, devil and ego. And if you ask why this matter comes when Qur’an is talking about Sons of Israel? That too… Resist against becoming Jew-minded. Seek Allah’s help with prays and patience, resist against devil and human demons trying to make you a Jew-minded. Salat is a pray in this meaning.

ve inneha le keiratun illa alel hashiiyn Of course, doing this is hard, for those who don’t fear Allah like they have to. Only those who can surrender Allah’s will completely may be able to seek that help so powerful. Besides them, who can show that kind of patience and resist sins, resist the devil. How can you resist humanic desires and temptational instincts. Sons of Israel couldn’t do that and became Jews.

46 – Ellezine yezunnune ennehum mulaku rabbihim ve ennehum ileyhi raciun

Those who are in awe are certain that (by realizing the illusory nature of their ego) they will meet their Rabb (the essential reality of their self; the Names) and indeed they will return to Him. (A.Hulusi)

Who bear in mind the certainty that they are to meet their Lord, and that they are to return to Him.

Ellezine yezunnune ennehum mulaku rabbihim ve ennehum ileyhi raciun Those who can do this, whose mind is certain, they will meet their Rabb and return to Allah one day. They believe this as they see it with their own eyes.

Yezunnune, means to believe like they see and experience something in personal level even if they didn’t.

So it’s only possible to seek help with patience and prays, and resist against satan, own ego, social temptations and animalic instincts, IF you can believe that you will meet Allah one day like you saw and experienced already.

“Ve ahiru davana velil hamdulillahi rabbil alemiyn” (Jonah/10)

“Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer of the Worlds!” All products of our claims, causes and lives are for Allah and our last word to our Allah is “Hamd”. “Esselamu aleykum.”


İslamoğlu Tef. Ders. KIYAMET SURESİ (01-40) (184-B)

$
0
0

 231            “Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Yeni suremiz Kıyamet suresi. Kıyamet suresi elimizde ki mushafın 75. suresi. Fakat tabii nüzul sırasında 75. sıraya gelmiyor. Adını büyük kıyam manasında ki, büyük kalkış, küresel kalkış, ne küreseli evrensel kıyam manasındaki adını ilk ayetinden ve muhtevasından alıyor.

Zamanı; Suremiz Mekki. Bunda hiç kuşku yok. Hatta kari’a, mürselat, Beled, Tarık, Tıyn gibi boykot öncesi surelerin hizasına yerleştirmemiz gerekiyor bizce sureyi. Fakire göre bu sure Kalem’den sonra Necm den önce inmiş olmalı. Kalem den önce inmiş olamaz. Necm suresinden de sonra inmiş olamaz. Çünkü Necm de müşriklerin putlarına karşı açık bir savaş ilanı var. Kalem suresinde de henüz o savaşın ilan edilmediğini, yavaş yavaş muhataplarla aranın açılmaya başlandığını görüyoruz. Bu sure bu ikisi arasında olmak durumundadır.

Konusu adından da anlaşılacağı gibi Kıyamettir. Gerçekte bu surenin konusu insandır. 5 kez el insan kullanılır surede. Muhatabına zımnen sorar öldükten sonra ne olmayı düşünüyorsun ey insan. Hani bir çocuğa sorarız ya; Büyüyünce ne olacaksın yavrum? Bu sure de insana soruyor. Ölünce ne olacaksın ey insan. Ölünce ne olacağımızı soruyor.

Eyahsebul’İnsanu en yutreke süda. (36)Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı zannediyor diyor. Bu surenin berceste ayetinde diyor bunu. İşte şimdi o ayetin geçtiği muhteşem sureyi, bu muhteşem burca tırmanabiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) Lâ uksimu Bi yevmil kıyameti;

Kıyamet sürecindeki gerçekliğe;(A. Hulusi)

01 – Yo… Kasem ederim o kalkma gününe (yevmi kıyamete)(Elmalı)

Lâ uksimu Bi yevmil kıyameh Lâ aslında olumsuzluk edatı. Yok, hayır, değil di. Fakat burada neye gelmiş; Uksimu; ben yemin ederim ibaresinin başında lâ gelmişse bu ikisini bir biçimde te’lif etmek lazım. Bunu kadiym müfessirlerimizin kahir ekseriyatı te’kit olarak görürler. Bizce bu görüşe katılmamız mümkün değil. Çünkü te’kit edatları Arap dilinde çok: İnne, enne gibi birçok te’kit edatı var. Yine fiillerin başında kad, lekad, vegat, bir çok te’kit edatı var. İsimlerin başında da, fiillerin başında da gelen bir çok te’kit edatı var. “lâm” Tekit olarak kullanılabilir. İnne te’kit olarak kullanılabilir, “vav te’kit olarak kullanılabilir. “fe” Tekit olarak kullanılabilir ve daha bir çok edat var. neden lâ gelsin, hem de zahiri manasının aksine.

Şöyle de anlayanlar olmuş; Yemin etmem, yemine gerek yok. Biz bu manayı da tercih etmiyoruz ve fakirin tercih ettiği mana; bundan ötesi yok, işte ben yemin ediyorum, Allah olarak ben yemin ediyorum. Allah yemin ediyorsa dahası var mı? Bundan öte söz olur mu? İşte ben yemin ediyorum, ötesi yok. İşte ben yemin ediyorum Bi yevmil kıyameh kıyamet gününe ben yemin ediyorum.
İşte bu. Rabbimiz yemin ediyorsa orada insanın tüyleri diken diken olmaz mı? Rabbim sen mi yemin ediyorsun. Ben kim oluyorum ki rabbim sana inanmayayım. Bunu istiyor bizden, bunu dememizi istiyor, niye bunu deyince rabbimizin nesi artacak? Hiçbir şeyi. Peki bizim neyimiz artacak? Her şeyimiz, bizi,m varlığımız artacak, bizim ruhumuz artacak, bizim cennetimiz var olacak bunu dememizle. Çünkü biz o zaman şah damarımızdan uzaklaşmayacağız. Kendimizi kaybetmeyeceğiz, rabbimizi kaybetmeyeceğiz.

Geldiği 8 yerin hepsinde de Allah’a isnat edilir. Lâ uksimu. Yemini. Yeminle başlayan ilk surede budur. Hu yeminle başlayan uksimu yeminiyle başlayan nüzul sürecinde ki ilk sure de budur.

2-) Ve lâ uksimu Bin Nefsil Levvameh;

Ve Nefs-i Levvâme’ye (hakikate ters düştüğünü fark edip pişmanlığını yaşayan bilince) kasem ederim! (A. Hulusi)

02 – Yine yo… Kasem ederim o pişman cana (nefsi levvameye) (Elmalı)

Ve lâ uksimu Bin Nefsil Levvameh kendini kınayan can, kendini kınayan insan şahit olsun, veya insana yemin ediyorum, ötesi yok. Söz bitti. Yine ben yemin ediyorum ki kendini kınayan insana. Veya ben insanın kendini kınayacağına yemin ediyorum. Eğer kıyamet gününe inanmazsa, kıyamet gününü hesaba katmazsa, hesap gününü hesaba katmazsa, hesap gününe göre yaşamazsa insanın kendini kınayacağına işte ben yemin ediyorum, ötesi yok.

Burada ki en Nefsil Levvameh irfan ekolü tarafından sanki müspet bir kullanım gibi ele alınıyor. Doğru değil. Aşağıda da geleceği gibi, bu aşağıda açılacak; Kıyamette artık kaybetmiş olan, kaybettiği içinde kendini kınayan ve mazeret arayan insan tipine tekabül ediyor. Yoksa dünyada kınayan değil. Ahirette kınayan insan. Onun için nefsi levvame, iyi bir nefis değil, olumlu değil, müspet değil. Ahirette iş işten geçtikten sonra kendini kınayan insan tipidir bu. Ayetleri okuduğumuzda onu görüyoruz zaten.

3-) Eyahsebul’İnsanu ellen necme’a ‘ızameh;

İnsan, onun kemiklerini asla cem’ etmeyeceğimizi mi sanıyor? (A. Hulusi)

03 – İnsan sanır mı ki derleyemeyiz kemiklerini? (Elmalı)

Eyahsebul’İnsanu ellen necme’a ‘ızameh yoksa insan kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor. Parçayı dile getiriyor ki bütünü anlayalım diye. İnsan kendisini toplayamayacağımızı mı sanıyor. Yoktan var eden, vardan var edemez mi? Yoktan yaratan dağılmışı toplayamaz mı. Dağılmış olanı toplayamayacağımızı mı düşünüyor inkarcı tip.

4-) Bela Kadiriyne ‘alâ en nüsevviye benaneh;

Evet! Onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye (parmak izlerini bile aynen oluşturmaya) kaadirleriz. (A. Hulusi)

04 – Evet derleriz kadir olarak tesviyeye bile parmaklarını. (Elmalı)

Bela Kadiriyne ‘alâ en nüsevviye benaneh yoo..! aksine biz parmak uçlarına varana dek onları yeniden inşa etmeye kadiriz. Parmak uçlarına varana dek;

Aslında bu parmak uçları Benan, bütünün en küçük parçasını temsil etse gerektir. Parmak; her şeyi tuttuğumuz, yaparken hep kullandığımız organ. Aslında iş yapmak parmak ucuyla ifade edilir. Ellerimizle yaptıklarımızdan bahsetmişti ya, işte ellerimizle kazandığımız her şey aslında parmaklarımızla kazandığımızdır.

Bir de parmak ucundan kasıt eğer bu uçsa, Allah’ın imzası vardır orada, özellik oradadır. Allah’ın imzası gerçi her yerimizdedir. Gözümüzün retinasından tutun da kanımızın grubuna varana kadar, DNA mıza, RNA mıza varana kadar her yerimizde vardır. Hatta yüzlerimizde, simalarımızda. Çünkü hiçbir insan başka bir insana tıpkı benzemez. Ama özellikle parmak ucuna atılan imzayı görmezden gelemeyiz, ilahi imzayı. 6.5 milyar insanın, 6.5 milyar parmak izi var. Ölmüşleri de sayınız. 6.5 değil 65 milyar olsa 65 milyar parmak izi içinden iki tanesi birbirinin aynı değildir. Allah’ın yaratışında ki ihtişama bakar mısınız. Şu yeryüzünde birbirinin aynı iki ağaç bulamazsınız. Şu yer yüzünde birbirinin aynı iki taş bulamazsınız. Allahuekber..! Hatta toprakta öyle. Alın laboratuarda inceleyin, 3 km. öteden bir toprak alın, onun 3 km. berisinden toprak alın götürün, içindeki mineraller aynı mı bir bakın. Toprağa bile bir kimlik vermiş rabbimiz. Rabbimiz her şeye bir kimlik vermiş, insana da vermişte insan kimliğini yırtıp atıyor. İşte onun için insana vahiy gelmiş. Allah’ın verdiği kimliğin neresini beğenmedin ey insan. Seni yaratan sana kimlik vermeyecek de kim verecek, Aslında bu.

Parmak ucumuz; Ebu Davud da gelen bir hadiste efendimiz şahadet getirirken parmağını kaldırırmış; Eşhedü en lâ ilahe illallâh. Ne demek bu? Allah’ın birliğine ben şahit olurum. Ey insan, sen kim oluyorsun da Allah’ın birliğine şahit oluyorsun. Sen şahit olmasan Allah bir olmayacak mı. Sen şahit olmasan Allah var değil mi (Haşa) Ama Allah bana şahit ol diyor. Şahide ihtiyaç duyduğu için mi? Asla. Peki niçin? Bana onur vermek istiyor, şeref vermek istiyor. Ey kul bana şahit olur musun. Kurban olayım, nasıl olmam ya rabbi.

Bir de olmam diyenleri düşünün, işte aslında parmak ucumuz antenimiz gibidir, sanki ötelerle bağlantı kuruyor şehadet getirirken. Ben idrakini dile getiriyor. Ya rabbi “ben” idrakim yoksa sana şahitte olamam demeye getiriyor. Çünkü ben diye başlıyor; Eşhedü; Ben şahit olurum, ben şahadet ederim. “Ben” diyemeden Allah diyemez.

Eskiler karıştırırlardı bencillikle “ben” demeyi. Bencillik ayrı şey, “ben” idraki ayrı şey. Bu ikisini birbirine karıştırmayalım. “Ben” idraki olmayanın şahsiyeti olmaz.

{Atlanan ayet; 5-) Bel yüriydul’İnsanu liyefcure emameh;

Hayır! İnsan, önündekini (ölümle başlayan yaşamı) yalanlarcasına azgınlaşıyor! (A. Hulusi)

05 – Fakat insan ister önünde fücur etmesini, (Elmalı)

Bel yüriydul’İnsanu liyefcure emameh Bu kısa cümleyle, ahireti inkâr edenlerin gerçek hastalıklarının teşhisi konulmaktadır. Bunlar, aslında kıyameti ve ahireti mümkün görmedikleri için inkâr etmiyorlar. Asıl sebep, ahirete inanmakla doğacak birtakım ahlâki sorumluluklardan hoşlanmamalarıdır. Tefhimu-l Kur’an- Mevdudi)

“Yok eğer burada anlatılan insan mü’minse, o zaman da mânâ şöyle olacaktır: Bu insan günahı öne alır da, tevbeyi sona bırakır. Önündeki bir kısım günah programlarını da icra edinceye kadar tevbeyi, Allah yoluna dönüşü tehir eder.

Peki bizler ne yapıyoruz? 30-40 yılı geride bıraktık. Geçmişimizi biliyoruz. Önceki hayatımızı Allah’ın istediği biçimde değerlendiremediğimizi, yapmamız gereken nice şeyleri yapmadığımızı, yapmamamız gereken nice şeyleri yaptığımızı biliyoruz. Gençliğimizde şöyleydik, evlendiğimizde böyleydik, geçen sene şöyleydik, evvelki sene böyleydik, bunu biliyoruz. Öyleyse gelin hem kendi îmanımız kendimizi düzeltsin, hem de kendi îmanımız karşımızdaki Müslüman kardeşlerimizi düzeltsin. Tanıdığımız insanların, çoluk-çocuğumuzun îmanlarını da, hayatlarını da düzeltsin.

Hayır önündeki günlerinde fücûruna devam etmek ister bu insan. Böyle yaparken âhireti inkâr ettiğinden, öldükten sonra dirilmeye inanmadığından yapmaz. O da bu yapıp ettiklerinin mutlaka bir gün hesabı sorulacağını bilir. Bunu onlar da biliyorlar ama hayatlarını, hayat programlarını bu îmana bina etmeye, buna göre bir hayat yaşamaya yanaşmıyorlar. Çünkü o zaman sorumlulukları gündeme gelecek. Çünkü o zaman zevkleri ve eğlencelerine bir sınır gelecek, huzurları kaçacak. Âhirete îman gündeme gelince elbette iştahları kaçacak ve yedikleri şeyleri yiyemeyecekler, insanlara zulmedemeyecekler. Önlerindeki bir kısım günah programlarını icra edemeyecekler. Onun içindir ki, ipleri önlerinde olsun, ipleri ellerinde olsun da dilediklerini yapabilmeyi isterler. (Besâir-ul Kur’an. Ali Küçük)

[Bel yüriydul'İnsanu liyefcure emameh yoo..! hayır. “Bel” ıdrap içindir, önceki durumu nefy eder, yeni bir durumu ispat eder. Onun içinde Yoo..! öyle değil. Nedir ya? Bilakis yüriydul'İnsanu liyefcure emameh çıplak bir mana veriyorum önce, gözden kaçan bir mana bu. Çünkü fücur u eş anlamlılara hamlederek mana veriliyor genelde. Ama ben fücur u asli manasıyla bir mana veriyorum şimdi.

İnsan ister, bayılır diye mana vereceğim, neden verdiğimi de izah edeceğim; liyefcure imameh; İnsan emameh, orada ki “hu” yu ba’se atfederek, dirilişe atfederek, dirilişin önünde elinden geldiği kadar fücur işlemeye bayılır. Bu bir manadır. İnsan, orada ki “he” zamirini ba’se atfederek yapıyorum yalnız, yoksa hemen hemen tüm müfessirler, tabii meallerde onlardan çekerek insana atfederler. O dirilişin önünde insan fücur işlemeye, günah işlemeye, suç işlemeye bayılır. Suç işlemeyi ister. Yani ölüm gelmeden evvel işleyeceğim ne kadar varsa işleyeyim. Bu kimin? Bu insan tipi genelde insanın inkar edenine, genelde ahireti gözetmeyenine, tek dünyalı olanına atfen kullanılır.

Fücur’u eğer yalana hamledersek yani kizb e hamledersek o zaman ne mana veririz? O “hu” zamirini bilakis insan önündekini yalanlamak ister. Önündekini yani ahireti yalanlamak ister. Kıyameti yalanlamak ister. Yalanlamaya bayılır, can atar. O bayılır ı “lâm” dan dolayı veriyorum, “lâm” burada teksir için. Aslında bu teksir bayılıra yani bunu çok yapar manasına geldiği gibi, insanların çoğu önündeki ahireti yalanlamaya bayılır. Teksir manası asıl oraya yansır. Onun için el insan ı kafir insana dönüştürmeye gerek yok işte bu manada. İnkarcı insana. İnsan çoğunlukla önündekini yalanlamaya bayılır. Veya 1. mana ile dirilişin önünde, yeniden dirilmeden yani kıyametten önce, yani ölümden önce günah işlemeye bayılır insanların çoğu. Fücur dediğim gibi inkar manasına gelebilir. (Mustafa İslamoğlu-tefsir dersleri)]}

6-) Yes’elü eyyane yevmul kıyameti;

“Kıyamet süreci (ölüm sürecinde yaşanacaklar) ne zamanmış?” diye sorar. (A. Hulusi)

06 – Sorar: ne zaman diye o Kıyamet günü, (Elmalı)

Yes’elü eyyane yevmul kıyameh soracak, kıyamet ne zaman, hangi gün? Eyyane, en ‘anekeza cümlesinin sıkıştırılmışıdır, zipli halidir. en’aneke. Anı ne zaman? Ne zaman kopacak kıyamet? En’ane açılımını kasıtlı zikrettim, bu çok önemli çünkü. Ne için önemli? Bu hem nefy, hem ispat içerir. Bakınız, çok önemli. Onun için ne zaman kopacak kıyamet dediğimizde aynı zamanda, kıyamet kesinlikle kopacak demişte oluruz da biz farkına varmayız. Farkında olmadan tasdik etmiş oluruz. Ve devam ediyor;

7-) Feizâ berikal besar;

Gözünde şimşek çaktığında, (A. Hulusi)

07 – Ne vakit ki o göz şimşek çakar. (Elmalı)

Feizâ berikal besar bakın onu gören gözler şimşek şimşek çakacak.

8-) Ve hasefel Kamer;

Ay tutulduğunda, (A. Hulusi)

08 – Ve Ay tutulur. (Elmalı)

Ve hasefel Kamer ve ay sönüp gidecek, ışığı gidecek, kendisi gidecek, yok olacak. 3 mananın üçüne de gelebilir.

9-) Ve cumi’aşŞemsu velKamer;

Güneş ve Ay bir araya geldiğinde! (A. Hulusi)

09 – Ve Güneş ve Ay toplanır. (Elmalı)

Ve cumi’aşŞemsu velKamer güneş ve ay bir araya (geri) gelecek. Geri dedim onu, çünkü kâneta retkan fefetaknahüma. (Enbiya/30) başlangıçta ikisi birdi yer ve güneş, Allah, onu biz ayırdık diyor. Demek ki geri dönüş olacak Enbiya/30 da öyle buyuruyor. Yaratılışı geri saracak rabbimiz, sistemi başa döndürecek. Yevme natvis Semae ketayyis sicilli lilkütüb. (Enbiya/104) O gün semayı çeviririz. Sarık sarar gibi natvi odur aslında, düreriz.

Peki sicilli lilkutup, kitap sayfaları gibi. Bizim çağımızda kitaplar böyle yapıldığı için her çağda kitabı böyle zannettik oysa bu ayetlerin geldiği çağda rulo idi. Onun için çok katlı rolu gibi düreriz. Şöyle çok katlı ruloyu açın ondan sonra da Samanyolu’nun fotoğrafınızı önünüze koyun. Spiraller, kuyruklarla, açılmış bir rulo gibi olduğunu görürsünüz. Evet öyle yapacağız diyor. Müthiş bir haber, Allah’tan başka kimse veremez bu haberi bize.

[Ek bilgi; CEHENNEM NEDİR? Cehennem nedir? Nasıl izah ediliyor?
Cehennemin kıyamet denilen zamanda gelip Dünya'yı kuşatması ve yutması şöyle anlatılıyor. Abdullah ibni Mesûd'dan naklolmuştur: Rasûlullâh şöyle buyurdu:

"O gün cehennem getirilecek!.. Onun yetmiş bin bağı olacak ve her bağ ile beraber cehennemi çeken yetmiş bin melek olacak."

Evet, böylece gelip Dünya'yı kuşatan cehennemin ateşinin yani radyasyonunun içinden istisnasız bütün insanlar geçecektir.

"SİZDEN CEHENNEM'E UĞRAMAYACAK HİÇ KİMSE YOKTUR! BU RABBİNİN KESİNLEŞMİŞ BİR HÜKMÜDÜR. SONRA KORUNANLARI (korunmanın getirisi, nûrânî kuvve sahiplerini) KURTARIRIZ; NEFSİNE ZULMEDENLERİ DE DİZÜSTÜ ORADA BIRAKIRIZ." (19.Meryem: 71-72)

"KESİNLİKLE CEHENNEM GÜZERGÂH OLMUŞTUR (herkes oradan geçer)!" (78.Nebe': 21)

"(İşte) O SÜREÇTE, CEHENNEM DE GETİRİLİR (Dünya'yı kuşatır)!" (89.Fecr: 23)

Gelip Dünya'yı kuşatan ve alevleri içinden istisnasız herkesin geçmek zorunda kalacağı bu CEHENNEM ne yapıyor şimdi? Kendi kendini yiyor!

Hayır, espri yapmıyorum! Gerçeği anlatıyorum! Buyurun önce bu olayı Hz. Rasûl-ü Ekrem'in ağzından mecazî şekilde açıklanan ifadesini okuyalım. Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor.

Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:

"Cehennem Rabbine şikâyette bulunarak: "Yâ Rabbi kısımlarım birbirini yedi!.." dedi! Bunun üzerine Allâh ona iki nefes vermesi için izin verdi. İşte bulduğunuz şiddetli soğuk (kışın) cehennemin ZEMHERİR'inden; bulduğunuz yakıcı sıcak da onun SEMUM'undandır!.."

Evet, 1400 yıl öncesinin şartları içinde ancak bu kadar dile getirilebilir böylesine muazzam bir gerçek!

Cennete girenler cehennemden geçip oradaki gerçeği gördükten sonra aralarında konuşurlarken, cehennem ateşini şöyle tarif ederler:

"Allâh bize lütfetti ve bizi (cehennem ateşi) Semum'un (insan bedeninin gözeneklerinden geçen zehirleyici dumansız ateş; mikrodalga radyasyon) azabından korudu!" (52.Tûr: 27)

Şimdi önce birinci hususu anlamaya çalışalım.

"Cehennem kendi kendini yedi" tâbiri neyi anlatmak istiyor?

Güneş, tümüyle hidrojen gazından ibaret merkeze sahiptir ve burada 15 milyon derece civarında bir hararet mevcuttur! Bu hararet dolayısıyla sürekli nükleer tepkimeler olmakta ve hidrojen atomları kendi kendini yiyerek helyuma dönüşmektedir. Bu arada yediklerinden artanı(!) da dışarıya atmaktadır. Bu atıklar ise tâ Dünya'ya, bizlere kadar ulaşmaktadır.

"Güneş'in", pardon, "Cehennemin" yediklerinin artıkları nedir?
"SEMUM!.." Nedir "nârı SEMUM"?

Arapçada "SEMUM" kelimesi iki mânâya gelir. Birincisi: "Gözeneklere (mesamat) işleyen ışın". İkincisi: "Zehirleyici" ateş yani radyasyon!

Termonükleer tepkime içinde olan GÜNEŞ'in, bu tepkime sonucu yaydığı çeşitli radyasyonlar, ışınlar acaba bundan daha başka nasıl anlatılabilirdi 1400 küsur yıl önce?

Evet, Rasûlullâh, tamamıyla bilimsel gerçeklere dayanan din olgusunu en mükemmel şekilde açıklamıştır. Ne var ki, insanlar dine ilimle değil, şartlanmaların hükmü altındaki ön yargı ile baktıkları için bu gerçekleri görmekten mahrum kalmışlardır.

Esasen Dünya'nın ve içindekilerin âkıbeti, son derece açık seçik basîret sahiplerinin idrakleri önüne serilmiştir! Ancak ne var ki, çeşitli vesilelerle ortaya atılmış bulunan bu gerçekler, yüksek akıl sahipleri tarafından derlenip toparlanıp, sayısız mozaiklerden oluşan ana sistem olarak, bir resim gibi gözler önüne serilmemiştir! İşte bu mümkün olmamıştır geçmişte, bilimin yeterli düzeyde olmaması sebebiyle.

Günümüzde ise ilâhî lütuf ve merhamet, bizlerin bu gerçeği öğrenmesine yol açmaktadır. Öyle ise aklımızı son zerresine kadar değerlendirip, 1400 sene öncesinden işaret edilen bu gerçekleri çok iyi idrak etmeye çalışalım.

Dünya, tüm üzerindekilerle birlikte, neticede büyüyecek olan "Güneş'in" yani bir diğer ifade ile "cehennemin" içine girecektir! İnsan ise "ruh" beden ya da diğer bir ifade ile "holografik dalga" bedeninin elde ettiği enerji durumuna göre ya Dünya üzerinden kaçıp sayısız yıldızların boyutsal derinliklerindeki üst yaşam boyutlarına yani cennetlere gidecek; ya da Dünya'nın ve hemen sonrasında da Güneş'in manyetik çekim alanından kendini kurtaramayarak; neticede, ebedî olarak cehennemin içinde yani Güneş'in içinde kalacaktır!

Zaten ilk anda kendilerini kurtaramayanların daha sonraki devirlerinde Güneş'in içinden çıkmaları gittikçe artan yoğunluk sebebiyle ebediyen mümkün değildir.

İşte bu yüzden cehenneme girip de oradan kaçamayanlar ebedî olarak orada kalıcıdırlar; cennetlere girenler de ebedî olarak orada kalıcıdırlar, denilmiştir! (Cehennem Kıyamet - A. Hulusi)]

10-) Yekulul’İnsanu yevmeizin eynelmeferr;

O süreçte insan: “Nereye kaçabiliriz?” der! (A. Hulusi)

10 – Der o insan o gün: nereye kaçmalı? (eynel’mefer). (Elmalı)

Yekulul’İnsanu yevmeizin eynelmeferr insan diyecek; nereye kaçmalı?

11-) Kellâ lâ vezere;

Hayır, (dışarıda) sığınak yoktur! (A. Hulusi)

11 – Hayır hayır, yok bir siper. (Elmalı)

Kellâ lâ vezer yoo..! kaçacak bir yer yok, sığınak yok, nereye kaçacaksın. Bir başka ayetten alalım cevabı: Fefirrû ilAllâh. (Zariyat/50) Allah’a kaçın. Allah’tan kaçılmaz ki. Onun için insanlar ikiye ayrılır.sonunda dönüşün Allah’a olduğuna iman edenler, Allah’tan kaçacağını zannedenler, ama yine de kaçıp kurtulamayanlar.

12-) İla Rabbike yevmeizinil müstekarr;
O süreçte (her birimin kendi) karargâhı Rabbinedir! (A. Hulusi)
12 – Rabbinedir ancak o gün karar. (Elmalı)

İla Rabbike yevmeizinil müstekarr o gün yolların sonu rabbine çıkacaktır. Tüm yollar Allah’a çıkar.

13-) Yünebbeül’İnsanu yevmeizin Bima kaddeme ve ahhar;

O süreçte insanda, takdim ettiği (önceden gönderdiği) ve tehir ettiği (sonraya bıraktığı, yapmadığı) şeylerin bilgisi açığa çıkarılır. (A. Hulusi)

13 – Ayıltılır insan o gün, yaptıkları ile mukaddem, müahhar. (Elmalı)

Yünebbeül’İnsanu yevmeizin Bima kaddeme ve ahhar insana o gün önünden ne gönderdiği, arkadan ne göndereceği bir bir haber verilir. Veya önündeki ve arkasında ki. Şöyle çevirsem olur mu? öncelikleri ve sonralıkları. Öncelediği şeyler, arkaya attığı şeylerin hesabı bir bir sorulur.

Şimdi oldu. Bu ayete bu mana tam oldu. Neye öncelik verdi? Neyi sonraya bıraktı. Allah’ın öncelik verdiklerini sonraya atıp, Allah’ın önemsiz diye söylediklerini öne mi koydu. Dünyayı önemliler yerine, ahireti önemsizler yerine mi koydu. Dinini arkaya attı, dünyasını önüne mi aldı. Ruhunun açlığını hiç düşünmedi, varlığını, bedenini doyurmak için, cesedini doyurmak için mi kullandı. İşte o zaman hesabı sorulacak.

14-) Belil’İnsanu ‘alâ nefsihi basıyretun;

İşte (gerçek şu ki) insan, kendi nefsini değerlendiricidir! (“OKU yaşam bilgini {kitabını}! Bilincin bu aşamada, yaptıklarının sonucunun ne olduğunu görmeye yeterlidir.” 17.İsrâ’ Sûresi: 14. âyetini hatırlayalım. A.H.) (A. Hulusi)

14 – Doğrusu insan kendine karşı bir basîrettir. (Elmalı)

Belil’İnsanu ‘alâ nefsihi basıyretun bilakis insan kendi benliğine şahit olacak. İnsan kendi benliğine şahit olacak diyor.

15-) Ve lev elka me’aziyreh;

Mazeretlerini öne sürse bile (bir şey değişmez)! (A. Hulusi)

15 – Dökse de ortaya mazeretlerini(Elmalı)

Ve lev elka me’aziyreh türlü mazeretler ortaya koymuş olsa da. Ne mazeret ileri sürerse sürsün insan kendi kendisinin şahididir.

Belil’İnsanu ‘alâ nefsihi basıyra (14) nefsi üzerine bir basiret. Sanki bir çift göz kendi nefsini gözetleyen, kendini gözetleyen. Evet, ne dersiniz? Zımnen insan hakikati yalanlasa buna tumturaklı mazeretlerde uydursa, yine de hiçbir mazeret onu mazur kılmaz. Tıpkı lev şaAllâhu ma eşrekna..(En’am/148) da olduğu gibi. Eğer Allah dilemeseydi biz şirk koşmazdık. Ne buyuruyorsunuz? Müşrikler Allah’a iftira etmiş olmuyorlar mı. Mazeret olur mu bu? Bu mazeretleri kabul edilir mi. Edilmeyeceğini biliyoruz. Neden? Çünkü Allah akıl verdi de ondan. Hiçbir şey olmasa vahiy de gelmese Allah’ın varlığına ve birliğine seliym akıl kafidir.

16-) Lâ tuharrik Bihi lisaneke lita’cele Bih;

Onu dilinle tekrar etme, Onu acele (muhafaza) için. (A. Hulusi)

16 – Depretme ona dilini iyvedinden onu. (Elmalı)

Lâ tuharrik Bihi lisaneke lita’cele Bih artık dilini oynatma, acele etmek amacıyla dilini oynatma.

17-) İnne’aleyna cem’ahu ve Kur’âneh;

Muhakkak ki Onu cem’ etmek ve Onun okunması bize aittir. (A. Hulusi)

17 – Çünkü bize aittir onun cem’i ve Kur’an ı. (Elmalı)

İnne’aleyna cem’ahu ve Kur’âneh hiç şüphe yok ki onu toplayacak ve okuyacak olan biziz. Onun toplanması da, okunması da dile getirilmesi de bize aittir.

18-) Feizâ kare’nahu fettebı’ Kur’âneh;

Onu okuduğumuzda, Onun okumasına tâbi ol! (A. Hulusi)

18 – Biz okuduk mu o vakit takip et o Kur’an ı. (Elmalı)

Feizâ kare’nahu fettebı’ Kur’âneh biz onu sana sunduğumuzda, okuduğumuzda, gösterdiğimizde, aktardığımızda, seyrettirdiğimizde; sen onun okunuşunu, gösterilişini, seyredilişini izle, seyret sadece. Veya oku, devam et, takip et.

19-) Sümme inne ‘aleyna beyaneh;

Sonra, muhakkak ki Onun beyanı (açığa çıkarılması) da bize aittir. (A. Hulusi)

19 – Sonra bize aittir yine onun beyanı. (Elmalı)

Sümme inne ‘aleyna beyaneh sonra onu açıklamak veya onu delillendirmek, onun belgelerini getirmek bize düşer.

Bu ayetler nasıl anlaşılacak, Bu ayetler tefsir tarihimizde iki şekilde anlaşılmış. Biri bağlamdan kopuk cumhurun, çoğunluğun anlayışı, biri de sadece geçmiş tarihlerde ilk otoritelerden Taffale ait olan okuyuş. Bağlama ait, bağlamla birlikte, bağlamın içinde siyak ve sibak, önü ve arkasıyla birlikte alakalı olarak okuyuş.

Biz Taffal in bağlamın içindeki okuyuşunu tercih edersek eğer -ki naçizane tercihim o- nasıl anlaşılır? Şöyle anlaşılır; ağzını açma siciline kayıtlı günahlar için mazeret uydurma. Sicilinde kayıtlı bunlar, hepsini bir bir kaydettik, görüntüledik 3.000 boyutlu kamerayla. Off..! dediğinde, Ah..! dediğinde kayıtlı. Onun için mazeret uydurmaya kalkma. Amellerini toplayıp kaydetmekte, onları aktarıp sana seyrettirmek, göstermekte bize düşer. Sen sadece gösterdiğimizi izle, gerisine karışma. Yani öyle dil çabukluğuna getirip de, çeneni oynatıp ta öyle günahlarına mazeret bulmaya, üstlerini örtmeye, başkalarının gözünü kaydırmayı falan amaçlama. Kaydettiğimizi belgelemek de bize düşer. Sümme inne ‘aleyna beyaneh onu belgelemek, onu açıklamak, onu delillendirmek te bize düşer.

İkincisi ise çoğunluğun. Bağlamdan kopuk okuyuşu, zaten onun manasını verdim Said Bin Cübeyr’in, İbn. Abbas’tan rivayetine dayanır bu okuyuş. Peygamberimiz gelen ayetleri ezberlemek için acele ediyormuş, bu aceleden dolayı da peygamberimize bu ayetler inerek acele etme, dilini oynatma denilmiş. Bu rivayetlere dayalı bir okumadır çoğunluğun okuyuşu. Fakat doğrusu baştan sona bağlamla birebir, iç içe olan okuma Taffal’in okumasıdır ve gerçekten de Belil’İnsanu ‘alâ nefsihi basıyrah (14) bilakis insan kendi kendini gözetleyen bir varlıktır. Ona şahide ne gerek var. Kendi kendine şahit olarak yeter. Kur’an da öyle demiyor mu? kefa Bi nefsikel yevme aleyke Hasiyba (Şehiyda değil)(İsra/14) sen bugün sana şahit olarak yetersin, başkasına gerek yok. Evet.
[15. ayete geri dönüldü]

15-) Ve lev elka me’aziyreh;

Mazeretlerini öne sürse bile (bir şey değişmez)! (A. Hulusi)

15 – Dökse de ortaya mazeretlerini(Elmalı)

Ve lev elka me’aziyreh isterse mazeretler ileri sürsün kendi kendine şahit olarak, gözetleyici olarak insan yeter zaten.

16-) Lâ tuharrik Bihi lisaneke lita’cele Bih;

Onu dilinle tekrar etme, Onu acele (muhafaza) için. (A. Hulusi)

16 – Depretme ona dilini iyvedinden onu. (Elmalı)

Lâ tuharrik Bihi lisaneke lita’cele Bih ey insan yarın Allah’ın huzuruna heba edilmiş, Allah’ın verdiği fırsatları çürütmüş, kurutmuş ve yok etmiş bir insan olarak çıkıp ta nefsi levvame, kendini kınayarak çıkıp ta dilini oynatarak hesabını aceleye getirerek kurtaracağını sanma kendini. Lita’cele Bih, dilini böyle acele acele oynatıp ta diliyle dişin arasında bir şeyler söyleyip yırtacağını sanma.

17-) İnne’aleyna cem’ahu ve Kur’âneh;

Muhakkak ki Onu cem’ etmek ve Onun okunması bize aittir. (A. Hulusi)

17 – Çünkü bize aittir onun cem’i ve Kur’an ı. (Elmalı)

İnne’aleyna cem’ahu ve Kur’âneh “lam”ı tarifli gelmediği yerlerde Kur’aneh ifadesi, bu Kur’an a delalet etmez. Zaten o da açıktır., orada gözüküyor. Ne diyor? O amellerini toplamak ve onu sana okumak, okutmak, yani sana seyrettirmek, haydi seyret, amellerini sen oku demek bize ait.

18-) Feizâ kare’nahu fettebı’ Kur’âneh;

Onu okuduğumuzda, Onun okumasına tâbi ol! (A. Hulusi)

18 – Biz okuduk mu o vakit takip et o Kur’an ı. (Elmalı)

Feizâ kare’nahu fettebı’ Kur’âneh biz onu sana seyrettirirken sen onu seyret, izle. Başka bir şey yapma.

19-) Sümme inne ‘aleyna beyaneh;

Sonra, muhakkak ki Onun beyanı (açığa çıkarılması) da bize aittir. (A. Hulusi)

19 – Sonra bize aittir yine onun beyanı. (Elmalı)

Sümme inne ‘aleyna beyaneh sonra biz onun belgelerini getireceğiz. Elin şahitlik yapacak, ayakların şahitlik yapacak, gözün şahitlik yapacak, ay şahit olacak, güneş şahit olacak, yer şahit olacak. Dolayısıyla şahit bol, delillendiririz biz onu.

20-) Kellâ bel tuhıbbûnel’acilete;

Hayır! Bilakis siz aceleyi (peşin olanı, dünyayı) seversiniz; (A. Hulusi)

20 – Hayır hayır siz pişîni seviyorsunuz. (Elmalı)

Kellâ yo..! böyle yapma ey insan, böyle yapma. bel tuhıbbûnel’acileh senin problemin ne biliyor musun ey insanoğlu, sen peşin olanı seviyorsun. Sen peşin olsun da teneke olsun, veresi altın olacağına diyen bir yapıdasın. Oysa Allah vaad ediyor. Onun için sen şimdi olsun, cehennem olsun. yarın cennet olmaktansa mantığıyla yaklaşırsan eğer, işte olacağı budur. Problemin budur ey insan. Allah’ın vaadine güvenmemek, Allah’ın sana olan sözüne inanmamak, itimat etmemek. Zaten imanın ahlaki manası güvendir ey insan.

Kellâ bel tuhıbbûnel’acile acil olanı seviyorsunuz hemen şimdi ve burada olanı çok seviyorsunuz.

21-) Ve tezerunel’ahırete;

Sonsuz gelecek yaşamı bırakırsınız! (A. Hulusi)

21 – Ve Âhireti bırakıyorsunuz. (Elmalı)

Ve tezerunel’ahırah ahireti de göz ardı ediyorsunuz, sonra olanı göz ardı ediyorsunuz. Daha sonra vaad edileni göz ardı ediyorsunuz. Ters dönmüş bilince dikkat çekiyor. Öncelik sırasını şaşırmış bir bilinç bu. Amuda kalkmış bir bilinç. Dünyevileşmenin tarifi burada.

22-) Vucûhun yevmeizin nadıretun;

O süreçte yüzler ışıl ışıl parlar. (A. Hulusi)

22 – Nice yüzler o gün ışılar parlar. (Elmalı)

Vucûhun yevmeizin nadırah o gün öyle yüzler vardır ki ışıl ışıl parlayacak.

23-) İla Rabbiha nazıreh;

Rablerine nazırdırlar! (A. Hulusi)

23 – Rabbine nâzır. (Elmalı)

İla Rabbiha nazıreh tarifsiz bir biçimde rablerine bakacaklar, nazar edecekler.

Bu nazırah’ı intizar olarak anlamış mu’tezile mezhebine mensup olan alimlerimiz. Fakat ne gerek var, Yani intizar, beklemek demek. Cennet bekleme yeri değil ki, bulma yeri. Cennette de bekleyecekse nerede bulacak. Dolayısıyla böyle bir yoruma gerek yok. Allah’ın görülmeyeceğini söyleyen ayetler, bu dünyada bu gözle görülmeyeceğine kesin delalet ederler ki, doğrudur. Fakat ukba, ahiret farklı bir düzlemdir. Zaten o düzlemde iman ettiklerimizi göreceğimiz, Kur’an ın genelinden çıkarılan bir sonuçtur. Çünkü gayb orada müşahede olacak, şahadet olacak.

24-) Ve vucûhun yevmeizin basiretun;

O süreçte nice yüzler de asıktır! (A. Hulusi)

24 – Nice yüzler de o gün ekşir pusarır. (Elmalı)

Ve vucûhun yevmeizin basirah bazı yüzlerde vardır o gün, umutsuzca donup kalacak, donakalacak.

25-) Tezunnu en yuf’ale Biha fakıreh;

(O asık yüzlüler) bellerinin kırılacağını hissederler! (A. Hulusi)

25 – Anlar ki kendilerine bel kıran yapılır. (Elmalı)

Tezunnu en yuf’ale Biha fakırah başlarına dehşet bir felaketin geldiğine artık akılları iyice kesecek. Tezunnü; akılları kesecek. Zannedecekler diye çevirmiyorum, çünkü zan yakıyn in bir aşağısıdır ve Kur’an ın bir çok yerinde inanacak anlamına gelir, inanma anlamına gelir. Burada iyice akılları kesecek.

26-) Kellâ izâ beleğatitterakıye;

Hayır! (Can) köprücük kemiklerine ulaştığında; (A. Hulusi)

26 – Hayır hayır ne zaman ki o can köprücüklere dayanır. (Elmalı)

Kellâ izâ beleğatitterakıy evet..! Kella nın burada manası evet. Yani Ferra nın dediği gibi. Evet, kesinlikle evet. Can boğaza gelip dayandığı zaman.
Kişinin ölümü kendi kıyametidir, can boğaza gelmesi kıyamet isimli surenin ayetlerinin arasında ne geziyor derseniz; Küçük kıyamettir insanın ölümü de ondandır. Derim Efendimizden gelen böyle bir de rivayet var.

[Ek bilgi: Beynin çalışması

…Esasen din dediğimiz olgunun temeli de beynin yeni bölümlerinin devreye girmesi ve bu bölümlerin çalışması suretiyle elde edilecek yeni güçler gerçeğine dayanır.

Beyinde ki tüm fonksiyonlar beyin hücreleri arasında ki bir bio elektrik faaliyetten başka bir şey değildir.
Ruh’ta oluştuğu iddia edilen tüm haller aslında ruhta değil beyinde oluşmakta. Ruh ise beynin tüm hasılatını her an yüklemekte olduğu halogramik yapılı, bir tür hologramik ışınsal beden.

Zikir dediğimiz zaman yani Allah’a ait olarak bilinen bir manayı tekrar ettiğimiz zaman; Beyinde ilgili hücre grubunda bir bio eletrik akım meydana geliyor. Ve bu bir tür enerji şeklinde bir tür hologramik ışınsal bedene yükleniyor. Aynı zamanda siz bu manayı tekrara devam ederseniz, yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz bu defa bu kelimenin tekrarından oluşan bio elektrik enerji daha güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor. Bu tekrara daha uzun süre devam ettiğinizde ise devreye giren yeni hücre grupları dolayısıyla beyninizde yeni manalar oluşmaya başlıyor. İşaret ettiği yeni mana istikametinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor.

Ayrıca bu tekrarlardan oluşan hem mana hem de enerji bir tür hologramik ışınsal bedenimize yüklendiği için fizik beden ötesi yaşamımız daha farklı bir düzeye erişiyor.

Dünyada ama olan ahirette de amadır (İsra/72 ayetinde işaret edilen gerçek, anladığımız kadarıyla bu noktayı bize fark ettirmeye çalışmaktadır.

Zira beyin ne düzeyde çalışır ne düzeyde gerçekleri görmeye geçerse; O açılımı aynen bir tür hologramik ışınsal bedene, yani ruha yükleneceği için Ve ruh da beynini yitirdikten sonra asla yeni bir kaqyıt alamayacağı için Dünyada açılmayan beyinlerin meydana getirdiği ruhlar için ölüm ötesi yaşamda asla açılma imkanı yoktur. denilmek istenmiştir.(İnsan ve sırları bölümler. C/1 – Ahmed Hulusi)]

27-) Ve kıyle men rak;

“Kimdir ölümden kurtaracak?” (A. Hulusi)

27 – Ve denilir: kim var bir okuyacak? (Elmalı)

Ve kıyle men rak orada sekte var okunuşta. Küçük bir durulur. Denilecek ki şifacı nerede, kim şifacı. Rak; Aslında rukye oradan gelir, şifa duası talebidir rukye aslında, doğru rükye, şifa duası talebi, hastayım dua eder misin. Bu dua talebine rukye denir. yoksa garip garip şekillerde, İslam’ın izin vermediği bir biçimde Allah dışında, Allah’ı yok sayarak bir takım nesneler üzerinden şifa istismarı yapmak değil tabii ki. Tedavi olmak.

Ne diyordu? Ya Resulallah tedavi oluyoruz, ilaç kullanıyoruz, otları kullanıyoruz. Peki Allah’ın kaderine karşı mı geliyoruz.? Efendimiz de;

Tedavi olmakta Allah’ın kaderidir buyurmuştu.Hz. Ömer de öyle demiyor muydu. Ordugâhı ziyaret etmişti Kûfe de, veba salgını vardı, bileğinden aşağı inmedi; Ordu komutanı; Ne o? Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun deyince; Evet dedi. Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyorum.

28-) Ve zanne ennehulfirak;

Bilmiştir ki, yaşanacak o malûm ayrılık! (A. Hulusi)

28 – Ve sezer o dem temamelfirak. (Elmalı)

Ve zanne ennehulfirak ayrılık vaktinin gelip çattığına aklı iyice kesmiştir. Yukarıda ki zanne yine geldi. Aklı yatmıştır.

29-) Velteffetissaku Bissak;

Ayaklar dolanmıştır! (A. Hulusi)

29 – Ve dolaşır el ayak: bacağa bacak. (Elmalı)

Velteffetissaku Bissak ayaklar birbirine karışmıştır. Dizinde derman kalmamış artık bitmiştir bitmiş. Yürüyecek dermanı kalmamış, ayakları birbirine dolaşmıştır.

30-) İla Rabbike yevmeizinilmesâk;

O süreçte sevk rabbinedir! (A. Hulusi)

30 – Rabbinedir o gün yalnız mesak. (Elmalı)

İla Rabbike yevmeizinilmesâk sürüklenip rabbine doğru o gün insan götürülecektir. Ayağında derman kalmasa da onu sürükleyip götürecek birileri mutlaka olacaktır.

Evet, Buhari de nakledilen efendimizin bir hadisi var. Kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah’ta ona kavuşmayı sever. Kim Allah’a kavuşmayı sevmezse, Allah’ta onunla buluşmayı sevmez. Gerçekten müthiş.

31-) Fela saddeka ve lâ sallâ;

Ne tasdik etti, ne salât eyledi (yöneldi Rabbine). (A. Hulusi).

31 – Fakat o ne sadaka verdi ne namaz kıldı. (Elmalı)

Fela saddeka ve lâ sallâ fakat o insan hakikati tasdik etmedi ve Allah’a yüzünü dönmedi ve lâ sallâ geldi bakınız? Namaz kınladı diye çevirmiyorum, çevirmemem daha doğru. Çünkü namazın, salât ın Kur’an da görüldüğü her yerde namaz karşılığının verilmesi, üstün körü bir anlayış. Çünkü salât çok manalı bir kelime, Kur’an da da çok manalı olarak kullanılır. Onun için tipik bir örneği burada geldi.

32-) Ve lâkin kezzebe ve tevellâ;

Fakat yalanladı ve yüz çevirdi! (A. Hulusi)

32 – Ve lâkin yalan dedi ve döndü. (Elmalı)

Ve lâkin kezzebe ve tevellâ .kezzebe vetevella nın zıddı, mukabili sadaka ve sallâ dır. sadaka kezzebenin zıddıdır. Nedir? Tasdik etti, yalanladı. Sallâ da tevellâ nın zıddırdır. Tevella sırtını döndü, sallâ Allah’a yüzünü döndü. Onun için Allah’a yüzünü dönmedi ve imanı, hakikati tasdik etmedi. Ne oldu? yalanladı ve Allah’a sırtını döndü.

33-) Sümme zehebe ila ehlihi yetemetta;

Sonra da (benlikle) gerine gerine ehline gitti. (A. Hulusi)

33 – Sonra da genneşe genneşe ehline gitti. (Elmalı)

Sümme zehebe ila ehlihi yetemetta sonra çalım satarak aşiretine sığındı, benim kabilem var dedi, kavmim var dedi.

34-) Evlâ leke feevlâ;

Gereklidir sana, gerekli! (A. Hulusi)

34 – Gerektir sana o belâ gerek. (Elmalı)

Evlâ leke feevlâ yazıklar olsun sana ey insan, yazıklar olsun. Öyle ha? Allah’tan kaçacağını sanıyorsun öyle mi? Kabilene, kavmine, aşiretine, taraftarlarına, hizbine, gücüne, silahına, parana, malına, evladına, ideolojine güveniyorsun öyle mi?

35-) Sümme evlâ leke feevlâ;

Evet, kesinlikle gereklidir sana gerekli! (A. Hulusi)

35 – Evet, gerektir sana o belâ gerek. (Elmalı)

Sümme evlâ leke feevlâ sonra bir daha yazıklar olsun sana ey insan, bir daha yazıklar olsun.

36-) Eyahsebul’İnsanu en yutreke süda;

İnsan, başıboş olarak bırakılacağını mı sanır? (A. Hulusi)

36 – Sanır mı insan muhmel bırakıla. (Elmalı)

Eyahsebul’İnsanu en yutreke süda ne yani şimdi insan başıboş bırakılacağını mı sanıyor. Allah’ın ipini başına dolayıp ta saldım çayıra diyeceğini mi zannediyor. Allah bir şah eser yaratsın da çayıra salsın öyle mi? Siz bir şah eser yapsanız götürür de çöpe mi atarsınız ki Allah atsın. Nasıl diyorsunuz bunu. Kendinize hakaret olmuyor mu, çelişki olmuyor mu? İnsan Allah’ın şah eseri, ahseni takvim. Ey insan başıboş bırakılmayacaksın, anlamlılık ve amaçlılığın yasası, yer çekimi yasasından önce vardı. Varlığın ilk yasası anlamlılık ve amaçlılık yasasıdır. Şu varlık içinde anlamsız ve amaçsız hiçbir şey yoktur. Yoksa sizi amaçsız yarattığımızı mı zannediyorsunuz buyuruyordu ya Kur’an. Hayır. Anlamsız yaratılmadı. Onun için anlamınız var ey insan, sizin anlamınız var, yaratılış amacınız var diyor.

37-) Elem yekü nutfeten min meniyyin yümna;

Dökülen meniden bir sperm değil miydi? (A. Hulusi)

37 – Değil miydi bir nutfe dökülen menîden? (Elmalı)

Elem yekü nutfeten min meniyyin yümna o insan bir zamanlar akıtılan bir damlacık sıvı değil miydi?

38-) Sümme kâne ‘alekaten fehaleka fesevva;

Sonra katılaşmış kanda genetik yapı oldu da; yarattı, tesviye etti (amacına göre programladı). (A. Hulusi)

38 – Sonra bir aleka, oldu derken biçimine koydu, derken tesviye etti de. (Elmalı)

Sümme kâne ‘alekaten fehaleka fesevva sonra bir parçacık pıhtı olmuş ve Allah şekil vermişti.

39-) Fece’ale minhüzzevceynizzekere vel’ünsâ;

Ondan iki eşi; erkek (bilinç – aktif yapı) ve dişiyi (beden – pasif – edilgen) (bilinç – beden) oluşturdu. (A. Hulusi)

39 – Yaptı ondan da iki eşi: erkek ve dişi. (Elmalı)

Fece’ale minhüzzevceynizzekere vel’ünsâ nihayet ondan erkek ve dişi eşler var etmiştir Allah. Yani basit bir sıvıdan başlayan süreç, öyle bir noktaya geldi ki, önce her canlı sudan yaratıldı ve ce’alna minelMai külle şey’in hayy. (Enbiya/30)sudan yaratılan canlılar içerisinde Kur’an ın başka bir ayetinde ifade buyrulduğu gibi 4 ayaklısı var, iki ayaklısı var, karnı üzerinde sürüneni var. Yani beşer de bunlar içinden biriydi. Bu canlı kategorilerinden birinin de adı beşerdi. Henüz ruh üflenmemiş ama can verilmişti. Can verilmeden önce beşerdi. Fakat can verilince melekler emrine amade oldu. İşte o can sayesinde öğrendi yani ruh üflenince öğrenme kabiliyeti kazandı. İrade kabiliyeti kazandı. Seçme kabiliyeti kazandı. Artık Allah’ın muhatabıydı. Artık vahyin muhatabıydı. Çünkü artık düşünebilen bir varlık oldu, işte o sayede beşer insan oldu. Onun için insan beşer doğar fakat insan olur. Olursa tabii. Olmazsa olmaz. Olmazsa insanlığı niye zayi ettin diye insanlığın hesabı sorulur ondan. Seni Allah insan görmek istedi, ama sen kendin beşer olmakta direndin. Neden? Denilir.

40-) Eleyse zâlike BiKadirin ‘alâ en yuhyiyel mevta;

İşte O (bunları yapan Allâh sistemi ve düzeni), ölüleri diriltmeye Kaadir değil midir? (A. Hulusi)

40 – O, ölüleri diriltmeye kadir değil mi? (Elmalı)

Eleyse zâlike BiKadirin ‘alâ en yuhyiyel mevta şu halde aynı Allah bir önceki ayetle beraber çevireyim. Ölüye hayat vermeye kadir değil midir? Ölüye de hayat vermeye de kadirdir. Dolayısıyla böyle bir Allah’ınız var, böyle bir Allah size vahiyle hayat veriyor, ölü canlara vahiyle hayat veriyor, ölü kalbi, ölü aklı vahiyle diriltiyor, diriltmek istiyor. Neden O’na teslim olmuyorsunuz. Rabbim vahiy ile dirilenlerden kılsın.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

(İnsan suresine giriş)
Derken yeni bir surenin en azından girişini yapmak istiyorum. Çünkü bundan sonra ki tüm derslerimizde zaman çok önemli. Çünkü 10 yılını doldurmuş olan bu proje şu anda 200 derste Kur’an ın tamamının tefsirini bitirmek üzerine kurulmuş bir proje. Onun için tefsir dersimizin buradan müdavimi olan Kur’an dostlarımız bizim neden zaman problemi yaşadığımızı sanırım böylece, bu açıklama sayesinde anlamış olurlar.

BismillahirRahmanirRahıym

İnsan suresi, Kur’an ın, Mushaf’ın 76. suresi. Adı mahlukat ağacının tohumu, hem de meyvesi olan İnsan. Kur’an da insan diye bir surenin olması harika değil mi? İnsan. Allah bir sureyi insana ithaf etmiş. Ne muhteşem. Buhari de ki rivayet ilk ayetinin tamamıyla anıldığını gösteriyor surenin. Hel eta alel’İnsani hıyn (1) Emşac, dehr, Ğafaci, ebrar diye de anılmış suremiz.

Suremizin zamanı Mekki mi, Medeni mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiş. İbn. Abbas, İbn. Ebi Talha, Katade, Mukatil Bin Süleyman Mekki dir demişler. Mücahit ve diğerleri ise Medeni dir, Medine de nazil oldu demişler. Delilleri ne peki Medine diyenlerin? 8. ayet. O ayette esiyran geçiyor. Esiyr. Bunu savaş esiri olarak almışlar savaş ta Medine de yapıldığına göre bu sure de Medenidir demişler ki, bizce asla isabetli bir görüş değil. Orada ki esiyr sadece savaş esiri diye niye alınsın, kaldı ki savaşlar sadece Medine de yapılmadı. Mü’minlerle kafirler arasında Mekke de bir savaş olmadı ama savaş öteden bir var, Mekke de öteden beri esiyr olarak ele alınıp köle edilmiş bir yığın insan var. Bunlar içinde sahabe de var. Dolayısıyla esiyr i Medine’ye hasretmenin hiçbir tutarlılığı yok. Onun için sure Mekki dir Üslubu bunu ele veriyor zaten. Zira peygamber Kıyame suresiyle insan suresini birlikte okuyor namazda. Demek ki bir arada gelmiş olmalılar ki Allah resulü bu iki sureyi birbirine arkadaş kılıyor.

Suremizin konusu insan. Adından da belli zaten. İnsan iradesinin belirleyiciliğini ele veriyor. Daha doğrusu bu surenin konusu, insanın iradeli bir varlık oluşu. İradesini kullanınca insanın insan oluşu. Beşer olmaktan insan olmaya terfi etmek için iradeyi kullanmanın şart oluşunu işliyor bu sure. Ne diyor?

İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura. (3) biz onu, insanı yola soktuk, yönelttik. İsterse şükreder, isterse küfreder. Yani isterse iman eder, isterse küfreder. Buradan da iradeye vurguyu anlıyoruz.

[Ek bilgi; SURENİN KONUSU.

Sûrede insana kendisi tanıtılır, kendi değeri anlatılır. İnsan nedir, kim tarafından var kılınmıştır, ne için var kılınmıştır, niçin bu dünyada bulunmaktadır, varlık sebebi nedir, değeri nedir konusu ortaya konur. Eğer insan kendisini tanır, varlık sebebini bilir ve var edicisine karşı görevlerini yerine getirerek bir hayat yaşarsa, var edicisine şükre, kulluğa yönelirse âkıbetinin nasıl olacağı, aksine hareket ederse, yaratıcısına karşı nankörce bir tavır sergilerse sonunda neleri kaybedeceği ortaya konur. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)]

ResulAllah’ı inşa eden bir sure. 23 – 28. ayetler arası bunu gösteriyor. Yine iradeye atıfla başlayan sure aynı iradeye atıfla bitiyor. Ve ma teşâune illâ en yeşâAllâhu Rabbül’alemiyn (Tekviyr/29) Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz ayetinin ne manaya geldiğini bir önceki surede izah etmiştim. Allah sizin dilemenizi dilemiştir manasına.

Bu girizgâhtan sonra BismillahirRahmanirRahıym diyerek insan suresine giremiyoruz zira dersimizin vakti burada doldu. İnşaAllah bir sonraki derste girizgâh olmaksızın insan suresinin tefsirine gireceğiz. Allah ömür verir, nefesimiz yeterse.

Rabbim Hitamuhu misk buyurduğu gibi sonunu misk etsin ve inşaAllah 10 yıldan beri süren bu mübarek projenin Kul e’ûzü BirabbinNâs (Nas/1) ile sonuçlandığı günü bizlere göstersin.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 


İslamoğlu Tef. Ders. İNSAN SURESİ (01-31)(185-A)

$
0
0

231

{{ 184. videodaki İnsan suresi giriş bölümü;}}

BismillahirRahmanirRahıym

İnsan suresi, Kur’an ın, Mushaf’ın 76. suresi. Adı mahlukat ağacının tohumu, hem de meyvesi olan İnsan. Kur’an da insan diye bir surenin olması harika değil mi? İnsan. Allah bir sureyi insana ithaf etmiş. Ne muhteşem. Buhari de ki rivayet ilk ayetinin tamamıyla anıldığını gösteriyor surenin. Hel eta alel’İnsani hıyn (1) Emşac, dehr, Ğafaci, ebrar diye de anılmış suremiz.

Suremizin zamanı Mekki mi, Medeni mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiş. İbn. Abbas, İbn. Ebi Talha, Katade, Mukatil Bin Süleyman Mekki dir demişler. Mücahit ve diğerleri ise Medeni dir, Medine de nazil oldu demişler. Delilleri ne peki Medine diyenlerin? 8. ayet. O ayette esiyran geçiyor. Esiyr. Bunu savaş esiri olarak almışlar savaş ta Medine de yapıldığına göre bu sure de Medenidir demişler ki, bizce asla isabetli bir görüş değil. Orada ki esiyr sadece savaş esiri diye niye alınsın, kaldı ki savaşlar sadece Medine de yapılmadı. Mü’minlerle kafirler arasında Mekke de bir savaş olmadı ama savaş öteden bir var, Mekke de öteden beri esiyr olarak ele alınıp köle edilmiş bir yığın insan var. Bunlar içinde sahabe de var. Dolayısıyla esiyr i Medine’ye hasretmenin hiçbir tutarlılığı yok. Onun için sure Mekki dir Üslubu bunu ele veriyor zaten. Zira peygamber Kıyame suresiyle insan suresini birlikte okuyor namazda. Demek ki bir arada gelmiş olmalılar ki Allah resulü bu iki sureyi birbirine arkadaş kılıyor.

Suremizin konusu insan. Adından da belli zaten. İnsan iradesinin belirleyiciliğini ele veriyor. Daha doğrusu bu surenin konusu, insanın iradeli bir varlık oluşu. İradesini kullanınca insanın insan oluşu. Beşer olmaktan insan olmaya terfi etmek için iradeyi kullanmanın şart oluşunu işliyor bu sure. Ne diyor?

İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura. (3) biz onu, insanı yola soktuk, yönelttik. İsterse şükreder, isterse küfreder. Yani isterse iman eder, isterse küfreder. Buradan da iradeye vurguyu anlıyoruz.

ResulAllah’ı inşa eden bir sure. 23 – 28. ayetler arası bunu gösteriyor. Yine iradeye atıfla başlayan sure aynı iradeye atıfla bitiyor. Ve ma teşâune illâ en yeşâAllâhu Rabbül’alemiyn (Tekviyr/29) Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz ayetinin ne manaya geldiğini bir önceki surede izah etmiştim. Allah sizin dilemenizi dilemiştir manasına.

Bu girizgâhtan sonra BismillahirRahmanirRahıym diyerek insan suresine giremiyoruz zira dersimizin vakti burada doldu. İnşaAllah bir sonraki derste girizgâh olmaksızın insan suresinin tefsirine gireceğiz. Allah ömür verir, nefesimiz yeterse.

Rabbim Hitamuhu misk buyurduğu gibi sonunu misk etsin ve inşaAllah 10 yıldan beri süren bu mübarek projenin Kul e’ûzü BirabbinNâs (Nas/1) ile sonuçlandığı günü bizlere göstersin.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır. }}

[185. video başlıyor]

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin..! Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim hayr ile başlat, hayr ile bitirt. Rabbim kolaylaştır, güçleştirme,

Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec’al liy min ledünke sultanen nasıyra. (İsra/80) Rabbim beni girdiğim yere sadakatle, doğrulukla, dürüstlükle, güzellikle, hakikatle girdir. Beni çıktığım yerden sadakatle, doğrulukla, dürüstlükle çıkar. Ve bana bunu başarabilecek katından bir güç, bir dirayet, bir idrak, bir irade bahşet. Amin, amin, amin..!

Değerli dostlar bugün dersimiz İnsan suresi. Geçen dersimizde insan suresinin girizgâhını yapmıştık. Sure hakkında genel hatlarıyla kısa bir özet vermiştik. Onun için bu derste doğrudan surenin tefsirine geçiyoruz.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Seven, sonsuz sevginin menbaı olan ve tüm yarattıklarına sevgiyle, şefkatle muamele eden Allah’ın adıyla.

1-) Hel eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra;

Dehr’de insanın anılmadığı bir süreç yok muydu? (A. Hulusi)

01 – Filhakîka geldi insan üzerine dehr den bir müddet o anılır bir şey olmadı. (Elmalı)

Hel eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra insan soyu üzerinden, insan türü üzerinden henüz bir şey olarak anılmaya değer bir şey olmadığı uzun, ama çok uzun bir zaman geçmedi mi. Ayetin lafzen manası bu. Fakat anlamları çok derin. Kat kat, katman katman anlamı var diğer ayetlerin olduğu gibi bu ayetin de.

Bir kez ayet “hel” ile başlamışsa, soru edatıyla. Bu Arap dilinde orijinal bir ifade tarzı. Daha önce Arap belağatında, Kur’an öncesinde sualle, soru ile başlamak bilinmeyen bir şey. Onun için Arap belağatına Kur’an ın hediyesi desek yeridir. Arap dilinde soru birkaç edatla gelir. “Hel” edatıyla, hemzeyi istifhamiye denilen, soru hemzesiyle, Yine keyfe, kem gibi farklı soru edatlarıyla gelir. Fakat burada “Hel” kullanılmış. Bu; istifham-ı takriri denilen bir soru türü. Yani muhataptan onaylaması istenen bir soru türü. Hel eta alel’İnsan insan üzerine böyle bir zaman gelmedi mi, gelip geçmedi mi. Burada bizden istenen cevap ‘ad eta alel’insan. Elbette insan üzerinden anılmaya değer bir şey olmadığı çok uzun bir süre gelip geçti cevabını ister. Veyahutta “Hel” i kad terine de okuyarak kad eta alel’İnsani hıynün mined Dehri lem yekün şey’en mezkûra şeklinde anlamamız için sorulur. Yani insan üzerinden, henüz bir şey olarak anılmaya değer bulunmayan uzun ama çok uzun bir zaman geldi ve geçti şeklinde anlamamız için böyle başlamış.

İns; görünen varlık demektir. Aslında ünsiyetten geldiğini söyleyen dilcilere göre ilişki kuran, yakınlık kuran, irtibat kuran varlık. Vahş in zıddı bu manada. İnsan, İns ise cin in zıddı. Cin görünmeyen varlık, ins görünen varlık. Cin dokunulamayan varlık ins dokunulabilen varlık. Cin özgül ağırlığı olmayan varlık, ins özgül ağırlığı olan varlık. Cin uzak varlık, ins yakın varlık. Cin bilinmeyen, bilinmediği için de bir parça korkulan, havf duyulan varlık. Bilinmeyene karşı insanın zaafı olarak. İns ise bilinen, bilindiği içinde korku duyulmayan varlık. Dolayısıyla iki mana burada birleşti. Vahş aslında korku duyulan varlıklara da vahşi deriz. Çünkü vahşi hayvanlar bizi korkutur. Vahşi tabiat bizi korkutur. Vahşi gece bizi korkutur. Korkuttuğu için biraz da vahş, vahşi kelimesini kullanırız. Bu manada ünsiyetin zıddı olan vahş korkuyla da irtibatlı.

Demek ki insan yakın, ünsiyet kurulan, vahşeti atmış olan, artık vahşiyetten çıkmış, insiyete girmiş olan varlık demektir ki vahşet dönemi insanın beşerlikti. Beşerlikten çıktığında insanlığa girmiş olur. İnsan beşerken iki şeyden müteşekkildi. 1 – beden, 2 – can. Yani o zaman diğer canlılarla eşitti. Ama rabbimiz tüm canlılar içinden en gelişmişi olan, kendi taktiri ile en muttakisi bulunan, en gelişmişi bulunan insana ruhundan üfledi. O zaman insan akıl sahibi, irade sahibi, meleke sahibi, öğrenebilen alleme AdemelEsmâe küllehâ. (Bakara/31) Ademe isimlerin tamamını öğretti. Talim-ul esma, yani öğrenebilen, eşyaya isim koyabilen, öğretebilen, anlamlandırabilen bir varlık oldu, işte o zaman meleklerin kendisine itaat ettiği bir varlık oldu..

Ne buyuruyordu Rabbimiz yanlış hatırlamıyorsam Tâhâ suresinde Ne zaman ona ruhumdan üfledim feka’u lehu sacidiyn. (Hicr/29) işte o zaman siz de ona secdeye kapanın. Yani ruhumdan üflediğim insana, beşerlikten insan olmaya yükselmiş olan bu varlığa itaat edin, onun emrine amade olun, ona boyun eğin, ona musahhar olun. Yani sizi onun emrine verdim, siz de onun emrine girin. Dolayısıyla el insan bu.

İnsan iradei hilafet görevi olarak aldı. Onun için hilafet iradedir diyenler doğru söylemişler. Hayır veya şerri, iyi veya kötüyü, batıl veya hakkı, doğru veya yanlışı seçme kabiliyeti kazandığında insan oldu. İnsan olduğunda meleklerin itaatine muhatap oldu. İşte insan olmadan evvel çok uzun bir zaman geçtiğini söylüyor bu ayet. Ed Dehr; çok uzun bir zaman.

Dehr’e farklı farklı anlamlar vermişler müfessirlerimiz. Ama hiç şüphe yok ki bütün verilen anlamlar aynı kapıya çıkıyor; Uzun zamanlar. Hani Ahkab geçiyordu ya Kur’an da o da aslında insanın üzerinden uzun zaman geçtiğini ifade ediyor.

Bu uzun zaman içerisinde insan beşer iken halden hale girdi. Bir kez biz biliyoruz ki insan kökeni diğer tüm canlılar gibi su. Çünkü Kur’an bu konuda açık konuşuyor ve ce’alna minelMai külle şey’in hayy. (Enbiya/30) biz her bir canlıyı sudan kıldık. Ayrıca yine bu ibarenin içinde olduğu bir başka ayette sudan kılındığı ifade edilenler içinde 4 ayaklılar, iki ayaklılar, yürüyenler, sürünenler ve uçanlar sayılır. Demek ki tüm canlılar köken olarak sudandır. Kur’an bunu söylüyor.

Daha sonra insanın geçirdiği aşamaları, insanın beşerken geçirdiği elementer kökenine atıf olarak zikredilen ayetlerde farklı farklı ibareler gelir. Min turabin, topraktan, min Hamein, balçıktan, ama konsantre balçık diyebiliriz buna. Min dıynin; çamurdan, yani su katılmış topraktan. Min hamein, süzülmüş topraktan konsantre hale getirilmiş, belki çürütülmüş, belki organik hale getirilmiş, belki içinde organizmalar olan demek bu anlama geliyor. ..min hamein mesnun. (Hicr/33) yine bu da süzülmüş, damıtılmış, arıtılmış, usaresi alınmış. min tıynin lazib. (Sâffât/11) Yine bu da deminki gibi bir anlama geliyor. Çok konsantre, yani özü ve usaresi alınmış, iyice posası atılarak özü alınmış manasına gelir. min salsalin kelfahhar. (Rahman/14) toprağın içine su karışmıştı, şimdi toprağın içine ateşte karıştı. Pişirilmiş topraktan. min salsalin kelfahhar.

Dolayısıyla bütün bu ibareleri alt alta dizecek olursak aslında insanın elementer kökeninin nasıl ilahi takdir gereği bir kemale doğru ilerlediğini görüyoruz. Yani tekâmülün Allah’ın yaratışındaki bire sünnet olduğunu da görüyoruz. Yoksa terlerin ve göklerin kat kat olduğunu ifade eden ve bunların yaratılışının 6 günde olduğunu ifade eden, yani 6 aşamada olduğunu ifade eden, yine bunların yaratılışının, mesela; ..kâneta retkan yerler ve gökler başlangıçta birdi fefetaknahüma (Enbiya/30) o ikisini biz ayırdık gibi ayeti kerimelerin tamamını yan yana koyduğumuzda, dizdiğimizde Allah’ın yaratışında ki tekâmül kanunu ortaya çıkıyor.

Peki tekâmül kanunu deyince hemen aklımıza Darvin’in gelmesi mi gerekiyor. Bir indirgeme operatörü olan, bir insanın insanlığını beşerliğine, beşerliğini de maddesine indirgeme operatörü olan, tıpkı diğer kafadarları gibi, Froyd gibi. Ki o insanı libidoya indirgemişti. Şehvet güdüsüne indirgemişti. Yine Marx insanlık tarihini bölüşüm ve üleşime indirgemişti. Yani kemik kavgasına indirgemişti. Bu üçünü ben insanı değersizleştirme operatörü olarak niteliyorum.

Peki hemen Darvin mi akla gelmeli; Bir kere şunu söyleyeyim Tekamül; varlığın yasası olan Allah’ın yaratışında ki ilahi bir yasa olan tekâmül yasasını anlarken bir yerde tekâmül varsa veya evrim varsa orada Allah yok (Haşa). Bir yerde Allah varsa orada evrim yok veya tekâmül yok şeklinde ki bir kutuplaşmanın hiçbir gereği yok. Yanlış olan budur. Allah’ın yaratışında ki hikmetleri Kur’an bize açıkça vermiştir. Ve bu ayette zaten ona delalet eder. Onun için Kur’an ın tekamüle ilişkin söylediği şeylerin bir indirgeme ve değersizleştirme operatörü olan Darvin’in amacıyla hiçbir alakası olmasa gerek.

Zaten hiçbir şey değil demiyor Ayeti kerime bakınız lem yekün şey’en mezkûra anılmaya değer olmadığı bir dönem, anılmaya değer. Yoksa hiçbir şey değil. Bir şey, Ama anılmaya değer olmayan bir şey. Onun için bu ikisi arasında ki farkı iyi keşfetmek lazım.

[Ek bilgi; HZ. ADEM İLE İLK İNSAN OLAN ADEM AYNI DEĞİL

Bugünkü insan türü olan Homo sapiens sapiens’in ilk ferdi olan ilk insan Adem’in yaratılışı, Doğum tarihi MÖ:3761 veya 3100 olarak belirlenen peygamber Adem’den çok çok öncelere gitmektedir. Homo sapiens sapiens tarih sahnesine ilk defa 100.000 veya 200.000 yıl önce doğu Afrika, Ortadoğu ve Asya da çıkmıştır. Daha sonra bazı kolları buralardan sıra ile Batı Afrikaya (100.000 – 50.000 yıl önce) Orta ve doğu Avrupaya, (50.000 – 40.000 yıl önce) daha sonra batı Avrupa, güney ve orta Amerika ile Okyanusya’ya (40.000 – 35.000) yıl önce ve son olarak Kuzey Amerika’ya (20.000 – 15.000 yıl önce) göç etmişler, veya orada yaratılmışlardır.
Tekrar etmek gerekirse İlk insan Adem’in ve ilk ademoğullarının dünyada ki biyolojik yaratılışları en azından 100.000 seneden fazladır. O zaman MÖ.3.761 veya 3.100 yılında yaratılmış olan peygamber Adem, ilk insan Adem olamaz. İlk insan ve ilk peygamber, Adem ile Peygamber Adem bu iki insan arasında geçen zaman diliminde dünyanın çeşitli yerlerindeki başka kavimlere de pek çok peygamberler gönderilmiş olması gerekir.
*********************************************************

Eldeki mevcut bilgiler dini taassuptan arındırılarak akıl ve mantığın süzgecinden geçirildiğinde iki farklı Adem'den söz edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu bölümde peygamber Adem hakkında görüşlerimizi ortaya koymaya çalışacağız.

Peygamber Adem'in doğumunu zaman ve mekan koordinatlarına yerleştirdiğimizde onun MÖ.3.100 - 3.000 yıllarında Sümer ülkesinde yaşamış bir Sümerli olduğu anlaşılır. Krallar listesinde isminin yer alması Kutsal kitaplarda ve inanç sisteminde peygamber olarak bilinmesi, onun Sümer ülkesinde hem siyasi, hem dini bir lider olduğunu ortaya koyar.
MÖ. 3.100 - 2.900 yılları Mezopotamya'da Ubaid ve Uruk dönemlerinden sonraya rastlayan ve Jemdet Nasr denilen yeni ve parlak bir dönemin hüküm sürdüğü bir dönemdir. Yazının ve okuma yazmanın gelişmeye başlaması da bu dönemde olmuştur.
(Prof. Dr. Mümin Köksoy- Yer bilimlerinin katkısıyla NUH TUFANI VE SÜMERLERİN KÖKENİ s/42 * s/188-189)

"İNSANSI"LAR ve "İNSAN"LAR

O devirde yeryüzünde bir tekâmül sürecinden geçerek bugünkü "insan"a son derece benzeyen; fakat zihnî fonksiyonlar yönünden düşünce, muhakeme gibi insanî vasıflardan yoksun; "homo-saphien" olarak adlandırılan, insan bedeninde hayvanlığı yaşayan topluluklar vardı... Ki biz bunlara "insansı" demekteyiz.

Bunlar, kişisel menfaatleri için birbirlerine her türlü zararı verebiliyorlar; kan döküp, fesat çıkarıyorlardı! Yaşamları yalnızca hayvansal düzeyde olup, yeme-içme, çiftleşme, olabildiğince her şeye sahip olma gibi son derece sınırlı bir şekilde devam ediyordu.

Elbette o zaman yeryüzünde en bilinçli varlıklar olan "CİN"ler de bunlar üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabiliyorlardı.
Melekler de kendi kapasiteleri ve gördükleri örnekler kadarıyla, "Halife" olacak "insan"ı, o an'a kadar yaşam süregelmekte olan "insansı"lar gibi değerlendirerek; yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı bir varlık zannetmişlerdi!

Oysa, "Âdem" ismiyle işaret edilen "şekillenmiş çamur" yani "hücresel beden" sahibi varlığa, yani "insansı"ya, belli bir kıvama -sevveytu- geldikten sonra Allâh, "ruhundan üfle"miş; böylece o, bir "mutasyon" geçirmişti! Bundan sonra da "insansı"lar arasında ilk "insan" olmuştu Hz. Âdem! (Ahmed Hulusi- İnsan hakkında)]

2-) İnna halaknel’İnsane min nutfetin emşâc* nebteliyhi fece’alnahu Semiy’an Basıyra;

Muhakkak ki biz insanı, bir takım katkılarla (genetik kalıtımla) karışık bir spermden yarattık da; onu algılayan ve değerlendiren olarak meydana getirdik. (A. Hulusi)

02 – Çünkü biz yarattık o insanı bir takım katkılarla mezcedilmiş (emşac) bir nutfeden, evire çevire müptela kılmak üzerede onu bir semî’ basîr yaptık. (Elmalı)

İnna halaknel’İnsane min nutfetin emşâc Hiç şüphe yok ki biz yarattık. Burada vurgu Allah’a, Allah’ın yaratışına. Onun için inna şeklinde gelmiş. Te’kit edatı ile gelmiş ve biz zamiri kullanılmış. Birinci çoğul zamiri kullanılmış. Biz yarattık. Kimi? İnsan soyunu. Neden yarattık? Min nutfetin emşâc katmerli bir karışımdan, katmerli bir hayat tohumundan diyebilir miyiz? Evet. Katmerli bir hayat tohumundan insan türünü biz yarattık. Türü diye çevirdim; el insan; “Lam”ı tarif cins için. Onun için insan türünün tümünü kapsayan bir ibare. Adem’in de nutfeden yaratıldığını ifade etmiyor mu bu ayet? Çünkü tür için geliyor. El insan geliyor. İnna halaknel’İnsan Adem’e de insan diyeceksek o zaman bu ayetin gösterdiği çok çarpıcı gösterge Adem’in de diğer insanlar gibi nutfeden, yani spermden, hayat tohumundan yaratıldığının delili insan suresinin 2. ayetidir.

nebteliyhi Amaç geldi. Niçin yarattık? Adeta burada amaç, adetası fazla. Çünkü;

Tebârekelleziy BiyediHİlMülkü, ve HUve ‘alâ külli şey’in Kadiyr.

Elleziy halekalmevte velhayâte liyeblüveküm eyyüküm ahsenu ‘amela. (Mülk/1-2) İşte açılımı bu. Mülk suresinin 1 ve 2. ayeti. O hayatı ve ölümü yarattı ki hanginiz daha iyi amel işleyecek diye sizleri sınamak için. Bu ayet küçücük ibareyi açıklıyor.

Nebteliyhi evet, sınava tabi tutmayı diledik, biz sınamak istedik. Onun için yarattık fece’alnahu Semiy’an Basıyra Peki sınav yapmamız için ne gerekiyordu insana? Ne vermemiz gerekiyordu? Semiy’; Onun işiten bir yapıda olması, basıyr; gören bir yapıda olması gerekiyordu. İşitmek ve görmek aslında öğrenmeye, öğrenmek akletmeye, akıl da iradeye delalet eder. İşitme ve görme öğrenmeye, öğrenmek akla, akıl iradeye delalet eder. Onun için biz ona irade verdik zımnen bu manaya, biz ona akıl verdik, biz ona seçme gücü verdik. Biz ona irade verdik, biz ona öğrenme yeteneği verdik zımni manaları budur. fece’alnahu Semiy’an Basıyra Biz onu işitebilecek ve görebilecek bir yetiyle, bir yetenekle donattık.

İmtihan olmamız için böyle bir yeteneğimizin olması lazım. Yoksa imtihan edilemezdik, edilmezdik. Yerler gökler imtihan edilmiyorsa, taşlar topraklar imtihan edilmiyorsa, denizler ağaçlar imtihan edilmiyor da insan imtihan ediliyorsa, hayvanlar imtihan edilmiyor da insan imtihan ediliyorsa fark bu. Hayvanlarda da göz var, kulak var. Ama burada göz ve kulaktan bahsedilmiyor; Semiğ’an, Basiyra, üzün demiyor, hazan demiyor, basar demiyor. İşitme yeteneğine ve görme kabiliyetine atıf yapılıyor. Demek ki kulak yetmiyor işitmek için. Yoksa kulağı bizim kulağımızın 20 katı, 30 katı, 50 katı kadar büyük kulaklı canlılar bizden fazla hakikati işitirdi.. Demek ki göz yetmiyor hakkı görmek için. Akıl gerekiyor, irade gerekiyor, muhakeme gerekiyor, hidayet gerekiyor ve göze ışık olan iman gerekiyor. Gönül gözünün ışığı olan iman gerekiyor.

[Ek bilgi; RUH “İnsan” ismiyle bilinen ölümsüz varlığın ebedî yaşamını sürdürdüğü dalga bedendir. Görüntüsü holografiktir! Beynin ürettiği yüklenmiş dalgalardan oluşmuştur. Beyin tarafından üretilir ve beyin kendindeki tüm düşünsel verileri dalga olarak “RUH” a yükler.
Beynin, sinir sistemi aracılığıyla bedende oluşturduğu biyoelektrik enerji kesildiği anda, bedenin mıknatısiyeti de kesildiği için fizik bedenden bağımsız olarak yaşamına devam eder; ki bu durum “ÖLÜM” denilen şeydir.

Enerjisini beyinden alan dalga beden (ruh), aynı zamanda beyinle karşılıklı alışveriş içindedir; ve beyni enerji yönünden
takviye etmektedir. Aynı, bir otomobil motorunun aküden hem enerji temin etmesi, hem de aküyü şarj etmesi gibi. Herhangi bir sebeple “ruh”, fizik bedenden ayrılır ve uzunca bir süre geri dönmez ise, beyin bu enerjiden mahrum kaldığı için durur ve “ölüm” dediğimiz olay meydana gelir.
“Hafıza-bellek” esas olarak bu “dalga” bedendeki bilgi yüküdür. Beyin, ihtiyaç duyduğu bilgileri buradan alır. Eğer, beyinde herhangi bir fonksiyon yetersizliği olursa, dalga bedendeki bilgileri geri alamadığı için “unutma” veya
“hatırlayamama” dediğimiz olay meydana gelir.

Ruhların birbirini çekişi veya itişi denilen olay ise, ruhları üreten beyinlerin, astrolojik etkiler sonucu, eskilerin ateş – toprak – hava - su diye ayırdıkları dört farklı frekansta üretim yapmalarıdır.“
Ruh bedenin” dışarıdan görünüşü aynen bir hologram gibidir. Ruh, bedenden ilişkisinin kesildiği son anki görüntüsü üzeredir. RUH bedende yani “dalga bedende” var olan bütün özellikler, beyin tarafından üretildiği için, beynimizi ne kadar geniş kapasiteli kullanabilirsek, ne kadar çok enerji üretebilirsek, o kadar güçlü bir “RUHA” sahip oluruz. “Dünya âhiretin tarlasıdır, burada ne ekersen, orada onu biçersin” demelerinin sebebi, işte budur.

BEDEN Herkesin gördüğü, “insan” diye bildiği yapının adıdır. Görevi, birkaçtır.
Öncelikle insan bilincinin ve varlığının oluşmasını sağlar.
İkinci olarak, beden, beynin faaliyet göstermesi için ihtiyaç duyduğu biyoelektrik enerjiyi temin eder. Maddi gıdaları yani kimyasal enerjiyi, biyoelektrik enerji hâline dönüştürerek beynin emrine verir. Beyin de bu biyoelektrik enerjiyi dalga enerji hâline dönüştürerek değerlendirir.
Üçüncü olarak bedeni bir bütün hâlinde tutan, hücreleri birbirine bağlayan manyetik enerji, beyinden ileri gelmektedir.
Bedeni meydana getiren hücreler dalga bedene bürülü “insanın” bedenden ayrılmasından sonra da yapılarının gereği olan hayatlarına devam ederler; ancak birbirlerine bağlayıcı özellik kalktığı için, dağılıp çürürler. Ve her hücre, kendi yapısına en yakın olan bir başka bileşime dönüşerek katılır. (Ahmed Hulusi/Ruh-İnsan-cin)]

3-) İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura;

Muhakkak ki biz ona o yolu (aklını kullanarak iman etme yolunu) gösterdik. Ya şükredici olur (Rabbini değerlendirir), ya küfür (gerçeği ret) edici! (A. Hulusi)

03 – Her halde biz ona yolu gösterdik, ister şâkir olsun ister nankör kâfir. (Elmalı)

İnna hedeynahussebiyle imma şakiren ve imma kefura yine biz yarattığımız gibi yaratıp salmadık çayıra. Ne yaptık ya? İnna hedeynahussebiyl ona aklı verdik, iradeyi verdik, seçme yeteneğini verdik. İşitme ve görme yeteneğini verdik, bununla da yetinmedik. Fıtratı verdik yani. Ama ne yaptık? Ekstra rahmetimizle hedeynahussebiyl onu doğru yola yönelttik. Yani doğrunun ne olduğunu seçebilecek kabiliyet verdik. Doğruyu eğriden ayırabilecek vahy verdik. Peygamberler gönderdik ve imma şakiren ve imma kefura artık sonuç ona ait. İster şükreden biri olur, yani ister iman eden, nimetlere şükreden biri olur, ve imma kefura, ister nankörlük eden biri olur. Artık ondan sonrası kendine ait. Yani verdiğimiz iradeyi, verdiğimiz aklı, verdiğimiz öğrenme yeteneğini, verdiğimiz işitme ve görme yeteneğini doğru kullanırsa eğer, Allah’ın nimetlerini görür; bu nimetler sahipsiz olmaz der. Sanatını görür, sanatkârsız olmaz der. Eserini görür müessirsiz olmaz der. Fiilini görür failsiz, öznesiz olmaz der ve beni bulur, beni bilir, beni görür o zaman şükreder. Eğer bunu fark edemezse küfreder, nankörlük eder. Artık kendisine ait. Burada şükür ve nankörlük, iman ve küfrü temsil ediyor adeta.

İmma; İm + ma. Şart ve nefy neyin ifadesi değerli dostlar biliyor musunuz? İmma edatı, iki edatın birleşmesi. İm; şart. Ma; nefy. Bu şunun ifadesi eğer küfretme yeteneği olmasaydı iman etme yeteneği de olmazdı. Yani im; eğer 1. si olmasaydı ma; 2.si de olmazdı. Onun için ya rabbi neden insanı yaratında ona küfretme yeteneği verdin. Veya onun yeteneğini öyle geniş tuttun ki küfredebildi, nankörlük edebildi, senden başka yollara sapabildi diye soracaksanız. Ya rabbi insan gibi muhteşem bir varlığı yarattın peki neden kötü yolu da yarattın. Veya insanın kötüye gitmesine izin verdin. Neden insanın cehenneme sürüklenmesine izin verdin diye soracak olursanız, işte bu. İn ve ma edatı bunun cevabı nedir? Eğer 1.si olmasaydı 2.si de olmazdı. Eğer kötü olmasaydı iyiyi bilmezdi. Batıl olmasaydı hakkı bilmezdi. Küfür olmasaydı şükrü bilmezdi. Onun için cehennem olmasaydı cennetin değeri olmazdı. İşte onun için. Seçmeseydi cenneti bulmazdı. Seçmek için de iki şey lazım. Tek şey seçilmez. İşte bunun için der gibidir.

4-) İnna a’tedna lilkafiriyne selâsile ve ağlâlen ve se’ıyra;

Muhakkak ki biz hakikat bilgisini inkâr edenler için silsileler (zincirler – toplumsal şartlanmalar ve değer yargıları), ağlal (boyun bağları – bedenselliğin bağları) ve saîr (alevli ateş – yanış) hazırladık. (A. Hulusi)

04 – Çünkü biz, kâfirler için, zincirler, tomruklar, bir de Seıyr hazırladık. (Elmalı)

İnna a’tedna lilkafiriyne selâsile ve ağlâlen ve se’ıyra bire başka okuyuş ta selâsilen ve ağlâlen ve se’ıyra.

(Şöyle parantez içinde bir yukarıya atıf olması zihni intikal için gerekli; en sonun da inkarı tercih edenler için zincirler, tasmalar ve se’ıyra; kışkırtılmış bir ateşi hazırladık.)

Selasil; silsilenin çoğulu, zincirler manasına geliyor. Ağlâl; Ğulle, tasma, boğaza geçirilen kölelik tasması anlamına geliyor. Ve se’ıyr; aslında kışkırtılmış bir ateş. Yani aslında kışkırtmasa kimse yakmayacak, fakat biri onu kışkırtmış. Kim ola ki? İnsan. İnsan kendi ateşini yakıyor. Zımnen ifade bu. İnsan kendi cehennemini tutuşturan bir varlık.

Yine tasmalar ve zincirler ne oluyor? Dünyada iken Allah’ın verdiği akla, o aklı kullanmamış, Allah’ın verdiği gözü ve kulağı kullanmamış, tasma takmıştı ya aklına tasma, kalbine zincir vurmuştu ya, işte onun karşılığı olarak Allah’ta yarın ebedi hayatta ona tasma, ona zincir vuracak. Hani dünyada iken Allah’a kul olmamış, binlerce tanrı uydurmuş kul olacak. Zaten bir Allah’a kul olmayan binlerce eşyaya kul olur. İşte dünyada madem bir Allah’a eğilmedin, bir Allah’a kul olmadın, nefsine kul oldun, şeytana kul oldun, şehvetine kul oldun, eşyaya ve dünyalığa kul oldun, şimdi gel bakalım. Senin dünyada neye kul olduğunu herkese, elâleme, mahşere göstereyim de gör bakalım dercesine onun boğazına tasma, bileğine zincir geçirecek. Onu anlıyoruz buradan.

Se’ıyr ise derin pişmanlığı ve yürek yangınını ifade ediyor. Derin yürek yangını. Fakat cehennemini kendisinin kışkırttığını ifade ediyor. yani kışkırtılmış bir ateş. Aslında kışkırtmasaydı ateşi olmayacaktı. Ama kışkırttı, maalesef kendi ateşinde yanacak.

[Ek bilgi; GÜZEL BİR AÇIKLAMA

“Yani, biz onlara sadece bilgi ve akıl vermekle kalmayıp aynı zamanda kendilerine doğru yolu, şükretmenin ve küfretmenin yollarını, bunlardan hangisini dilerse o yolu izlemesi için açık açık gösterdik. Sorumluluğu kendilerine aittir.
Beled Suresi'nde "Biz ona eğri ve doğru iki yolu da açıklamadık mı?" denilerek aynı konuya değinilmektedir. (Şems Suresi'nde ise, "O zata yemin olsun ki bütün zahirî ve batınî kuvvetler onun üzerine kaimdir ve kötülük ve iyilik yollarının ikisini de bildirmiştir.)

Bu izahlar ve Allah (c.c) 'ın insanın hidayeti için ne gibi vasıtalarla insanı yarattığının izah edildiği diğer Kur'an ayetlerinin tefsirleri de göz önünde tutularak üzerinde düşünüldüğünde bu ayette geçen "yol göstermek" ten kastın, belirli bir tek şekil olmadığı, sayısız hidayet vasıtalarının hepsinin kastedildiği anlaşılacaktır. Bunların sayısını verebilmek mümkün değildir. Bazı misaller aşağıda verilmektedir.

a- Her insana akıl ve bilginin yanı sıra ahlâkî duygu da verilmiştir. onun vasıtasıyla iyiyi ve kötüyü ayırabilecektir. Bazı ameller ve sıfatlar kötü sayılmıştır. Hatta, insanlar bilfiil bu amellere ve sıfatlara sahip olsa da. Ve hatta kimileri heveslerini meşrulaştırmak için çeşitli felsefî metodlara başvursa da (eğer aynı kötülüğü başkası onlara yapsa kıyamet koparırlar, o zaman bu yapmakta oldukları işin gerçekten kötü olduğunu anlarlar) bu iş ve özellikler kötüdür. Yani, salih amel ve özellikleri, kendi cehalet ve ahmaklıkları yüzünden gericilik sayarlarsa da, eğer bir insanın salih bir ameli vasıtasıyla kendilerine bir fayda dokunacak olsa o zaman bunlara fikrî olarak hürmet etmeye mecbur kalırlar.

b- Her insanın içinde, Allah (c.c) tarafından verilen vicdan (nefs-i levvame) denilen bir şey vardır. Her hal ve konumda kötülük yaptığı zaman onu ikaz eder. İşte bu vidanı, insan ne kadar susturmaya ve yok etmeye çalışırsa çalışsın gene de onu tam manasıyla yok etmeye gücü yetmez. Bu dünyada utanmadan kendisinin vicdansız olduğunu ispat edebilir deliller ileri sürerek başkalarını da ikna edebilir ve kendi kendisini kandırmak için sayısız bahaneler de ileri sürebilir, ama bütün bunlara rağmen Allah (c.c) 'ın onun fıtratında görevlendirdiği "hesap sorucu" o kadar güçlüdür ki insan ne kadar kötü olursa olsun bu hakikati kendi nefsinden gizleyemez. Aynı ifade Kıyamet Suresi 15. ayette şöyle beyan edilmektedir: "Ne kadar mazeret ileri sürerse sürsün, insan kendi nefsini çok iyi bilir."

c- Gerek insanın kendi vücudu ve gerekse etrafında, yerlerde ve göklerde bulunan sayısız alametlerden bütün bunların bir yaratıcı olmadan mümkün olamayacağı anlaşılır. Ayrıca birden fazla bir sürü tanrının da bu muhteşem nizamı ayakta tutması mümkün değildir. Aynı zamanda objektif (afakî) ve subjektif (enfüsî) bir çok deliller de kıyamet ve ahiretin vuku bulacağının işaretidir. Eğer insan gözü kapalı bir şekilde, aklını kullanmadan bu gerçeğe işaret eden alametleri kabul etmekten kaçınırsa bu onun kendi kusurudur. Çünkü Allah (c.c) , hakikate vasıl olmak için her türlü işaretleri ve alametleri gözler önüne sermiştir.

d- İnsanoğlunun kendi yaşadığı günlük ve geçmiş tarihi tecrübelerden hasıl olan ve olmaya devam eden birçok hadiseler bütün kainatın üstünde bir kudret sahibinin var olduğunu, O'nun önünde bütün kainatın aciz olduğunu, O'nun takdirinin her şeyin üzerinde galip ve onların O'na muhtaç olduğunu açıkça ispatlamaktadır. Bu gerçekten haberler veren deney ve gözlem gibi dıştaki alametlerin yanında insanın fıtratında da o zatın varlığına deliller mevcuttur. Öyle ki en katı ateist bile zor bir durumda kaldığında ancak Allah'a dua için elini açar, en katı müşrik bile böyle bir durumda o sahte tanrıları bırakarak yalnızca Allah'a nida eder.
e- İnsan aklı ve fıtratı, bir suçun cezasının ve iyi bir işin de mükafatının olmasını gerekli görür. Buna dayanarak dünyadaki her toplumda bir adalet sistemi mevcuttur. İyi bir işe karşılık muhtelif mükafatlar verilir. Bütün bunlar şunu açıkça göstermektedir ki ahlâk ile hukuksal mükafat arasında hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir bağlantı vardır. Şu da bir gerçek ki dünyadaki sayısız suçların cezası değil tam olarak, kısmen dahi ifa edilememektedir. Hatta bu cezadan bile paçayı kurtarabilmek çeşitli yollarla mümkündür. Ayrıca, bu dünyada doğru ve güzel amellerin de karşılığı alınamaz. Onun için ahiretin adaletini kabul etmekten başka çare yoktur. Ancak bir ahmak ve inatçı kişi adalet fikrinin zerresinin bile olmadığı bir dünyada doğmuş bulunduğunu düşünür. O zaman ona insanlarda bulunan adalet düşüncesinin nereden gelmiş olabileceğini sormak lazımdır.

f- Bütün bu vasıtalar insanın hidayeti bulmasına yardım etmesi için Allah tarafından yaratılmıştır. Ayrıca Allah-u Teâlâ, onlara apaçık doğru yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiş ve açık açık şükretmenin ve küfür ve dalaletin yolunu ve bu iki yoldan birini takip edenlerin neticelerinin ne olacağını bildirmiştir. Peygamberlerin ve kitapların getirdiği talimatlar açık ve dolaylı bir şekilde sayısız biçimde dünyada her tarafa yayılmıştır. Yani hiçbir topluluk Allah ve ahiret düşüncesinden veya iyi ile kötü arasındaki ayrımdan ve onun ileri sürdüğü ahlâki yöntemler ve kanunî emirlerden habersiz değildir. İnsanlar bilse de bilmese de, bu bilgilerin kaynağı peygamberler ve onların getirdiği kitaplardır. Bugün bile, peygamberlerden bihaber olanlar, aslında onların talimatlarına uymaktadırlar.” (Tefhimu’l Kur’an- Ebu’l Al’a Mevdudi)]

5-) İnnel’Ebrare yeşrebûne min ke’sin kâne mizacuha kâfura;

Muhakkak ki Ebrâr (iyiler), mizacı (özelliği) kâfur (kalbe kuvvet veren bir içecek) olan bir kâseden içerler. (A. Hulusi)

05 – Haberiniz olsun ebrar (hayır sahibi, iyi insanlar) öyle dolgun bir kadehten içeceklerdir ki mizacı olmuştur kâfur. (Elmalı)

İnnel’Ebrare yeşrebûne min ke’sin kâne mizacuha kâfura iyilere gelince. İyiler bir kadehten içecekler. Öyle bir kadehten ki min ke’sin, tarifsiz bir kadeh. Çünkü marife olmaksızın gelmiş, nekira gelmiş. Onun için tarifsiz bir kadeh. Ke’sin; tarifsiz, dünyada tarifi yapılamaz. kâne mizacuha kâfura onun karışımı, tatlandırıcısı kâfur dur. Kâfur ile tatlandırılmış, karıştırılmış bir kadehten içecekler.

Kâfur; hiç şüphe yok ki değerli dostlar cennet ve cehennem hakkında ki tüm tasvirler, zihnimizin alamayacağı, dünyada ki her hangi bir şeyle kıyaslayamayacağımız bir hakikattir. Onun içinde mecburen insan zihninin sınırlı ve kayıtlı olması itibarıyla bildiğimiz şeylerden yola çıkarak ahirette ki, ebedi hayatta ki şeyler tasvir edilmiştir. İşte bu da o tasvirlerden biridir. Sakın ha bu manada mecazen demek, yalanın arkadaşı demek değil, böyle anlaşılmasın. Bunlar dünyada gördüklerimizden fersah fersah ötede şeyler. Böyle anlaşılmalı. Yani Kur’an da altın kap geçiyorsa, cennetteki gümüş testiler, altın sürahiler, billurdan kadehler ve kupalar geçiyorsa, dünyada ki altın, gümüş, billur, kristal gelmemeli insanın aklına manasına kullanıyorum.

Kâfur; bir ağaç aslında. Bu ağacın çok özel yerlerinden, üzerinden 200 sene geçtikten sonra damıtılarak elde edilmiş muhteşem bir karışım imiş bu. Katkı maddesi. Fakat 200 yıl bekledikten sonra ancak kıvamını bulan bir katkı maddesi. Değerini varın siz düşünün.

6-) ‘Aynen yeşrebu Biha ‘ıbadullahi yufecciruneha tefciyra;

(O kâfur), Allâh kullarının (kendi özlerinden) fışkırtıp akıtarak içtiği tükenmez bir kaynaktır. (A. Hulusi)

06 – Bir çeşme, ondan Allahın kulları içer, güzel, yollar açarak akıtırlar onu akıtırlar. (Elmalı)

‘Aynen yeşrebu Biha ‘ıbadullahi yufecciruneha tefciyra bu kadehlerin doldurulduğu öyle bir göze var ki, evet, aynen yeşrebu Biha ‘ıbadullah Allah’ın has kulları ondan kana kana içerler. İşte o göze çağıl çağıl çağlayacak. Çağıl çağıl çağlayan, gürül gürül akan yufecciruneha tefciyra bu muhteşem gözeden Allah’ın has kulları içecek. Allah’ın has kulları, ibadeti Allah’a has kılmış kullar. Kulluğu Allah’a has kılmış kullar. Kulluğu başkasına vermemiş, başkasının önünde eğilmemiş, kula kul olmamış, eşyaya kul olmamış kullar bu gözeden, bu gözeden içecekler. Bu göze mutluluğun gözesi. Mutluluk ırmağı varsa o Allah’tan çağlar. Allah’tan çağlamayan hiçbir şey mutluluk değildir, onlar sahte mutluluktur. Onun için eğer siz de bu ırmaktan su içmek istiyorsanız Allah’a dönün, Allah’a. O Allah’tadır çünkü. Kesintisiz ve bitimsiz bir göze bu.

7-) Yufûne Binnezri ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra;

(O Ebrâr) ahdlerini tam yerine getirirler ve şerri yayılıp giden bir günden korkarlar! (A. Hulusi)

07 – Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın olan bir günden korkarlar. (Elmalı)

Yufûne Binnezri ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra o has kullar ki adanmış olana vefa gösterirler. Yufûne Binnezr; adanmış olana vefa gösterişrler. Ennezr; adak. Aslında inzar da aynı kökten gelir, uyarmak. Demek ki nezrini yerine getirmeyen uyarıyı hak eder. korkutulmayı hak eder.

Efendimiz öyle buyuruyor; Adak cimriden ancak mal çıkarmaya yarar. Adamak üstümüze vacip değil, ama adayınca onu yerine getirmek vacip, yani farz. Çünkü Allah adına adıyorsunuz. Allah adına biri bir şey adamışta yerine getirmemişse Allah adına yalan söylemiş olur. Allah’ı yalanına şahit tutmuş olur. Onun için adak mutlaka yerine gelir. Ama bizden bu manada adakta efendimiz niye böyle söyledi diye belki kafalara takılabilir. Yani adak sahibine bir şey kazandırmaz ancak cimriden mal çıkarır.

Adak ta bir tür pazarlık kokusu var da ondan. Eğer Allah’ım bana şunu verirse ben de şunu yapacağım. Vermezse yapmayacaksın. Peki vermesi mi hayırlı, vermemesi mi, onu nereden bileceksin. Biz bütünü görmüyoruz, parçayı görüyoruz. Bütünü o görüyor. Bütünü gören belki vermenin hayırlı olmadığını da görüyor. Yani belki vermesi hakkında hayırlı değildir, onun için vermiyor. Onun için şükür kurbanı, adak kurbanına öncelenir. Şükür öncelenir.

Peki bu manada adak sadece Kurbanda mı akla gelir? hayır, A. İmran/33. ayetiyle başlayan pasajda anlatılan can adama hadisesi nasıl bir adaktır. Meryem’in annesi Hanne nin karnında ki henüz doğmamış yavrusu Meryem’i adaması hadisesi nasıl bir muhteşem adaktır. ..inniy nezertü leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy. (A. İmran/35) Ya rabbi diyor, karnımda ki yavrumu, henüz doğmamış olan yavrumu tüm çevre şartlarından, tüm kınamalardan, içinin ve dışının her türlü bastırmalarından özgür olarak, muharraran, özgür olarak, özgür irademle sana adıyorum. Benden kabul et Allah’ım.

İşte İsa’yı getiren süreç, anne anne de böyle başladı. İsa’nın annesi Meryem’in annesi Hanne de böyle başladı. Yani bu süreç 3 kuşakta adayış süreci tesadüfi bir süreç değil, tesadüf yok. Başarılar tesadüflere bağlı değil. Tevafuk var ve Allah var.

ve yehafûne yevmen kâne şerruhu müstetıyra ve bir virüs gibi yayılan o bir günün şerrinden korkarlar Allah’ın has kulları. Bir virüs gibi yayılan gün. Müstetıyr, tayr da buradan gelir, uçan. Sanki bir virüs gibi böyle hücrelere nüfuz eden, her tarafa yayılan o korkunç günün dehşetinden ürperirler, korkarlar o Allah’ın has kulları.

8-) Ve yut’ımunetta’ame ‘alâ hubbiHİ miskiynen ve yetiymen ve esiyra;

O’nun sevgisi ile yoksulu, yetimi ve ellerine mahkûm olanları doyururlar. (A. Hulusi)

08 – Miskîne, yetîme, esire seve seve yemek yedirirler. (Elmalı)

Ve yut’ımunetta’ame ‘alâ hubbiHİ miskiynen ve yetiymen ve esiyra ve onlar sevmelerine rağmen ‘alâ hubbiHi. Eğer burada ki zamir Allah’a gidiyorsa Allah’ı sevdikleri için yoksulu doyururlar, yetimi doyururlar, esiri doyururlar. Özgürlüğünü kaybetmiş, mahrum kalmış imkansız olanı doyururlar.

Veya Oradaki zamir mala gidiyorsa -ki iki tarafı da görüyor- sanki kasten yerleştirilmiş gibi malı seve seve veya sevdiği maldan vererek doyururlar. Yani ona ihtiyacı olduğu halde, kendisi aç olduğu halde, kendi ihtiyacı olduğu halde muhtaçları doyururlar.

9-) İnnema nut’ımuküm livechillâhi lâ nuriydu minküm cezaen ve lâ şükûra;

“Yalnızca Vechullâh adına sizi yediriyoruz… Sizden ne bir karşılık ve ne de bir teşekkür istemiyoruz.” (A. Hulusi)

09 – Size ancak «livechillâh» it’am ediyoruz, sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir teşekkür. (Elmalı)

İnnema nut’ımuküm livechillâhi lâ nuriydu minküm cezaen ve lâ şükûra (Bir intikal cümlesi) ve kendi kendilerine derler ki biz sizi sadece Allah rızası için livechillah; lafzen Allah’ın yüzü için manasına gelir. Fakat yüz zatı ifade eder, dilde böyledir. Onun için Allah’ın yüzü için diye çevrilmez. Allah’ın zatı için, yani Allah için sizi doyurduk.

lâ nuriydu minküm cezaen biz sizden bir karşılık beklemiyoruz, istemiyoruz. ve lâ şükûra ve teşekkür de beklemiyoruz. Hem yaparlar hem de teşekkür beklemezler. Neden?

1 – Allah’ın verdiğini veriyorlar. Aslında veren Allah’tır. Onun için niye teşekkür bekleyecekler ki. Allah’ın verdiğini Allah’ın kuluna verdiler. Kendileri de Allah’ın verdiği değil mi? Allah kendi verdiğine vermiş, insan da Allah’ın verdiği değil mi? Onun için kimin teşekkür beklemeye hakkı var? Allah’ın nimetini Allah’ın kuluna veriyor.

2 – Allah karşılığını verecek. İnsandan teşekkür beklese beklemese ne olacak, insan teşekkür etmese etse ne olacak, karşılığını Allah verecek onun için.

3 – Bir şey yapmış olmamak için teşekkür beklemezler. Çünkü gerçekte veren Allah’tır, Allah bir daha verir, daha fazlasını verir. Vermeyebilir di, vermedikleri veremezler. Dolayısıyla sana da vermeseydi sen de veremezdin. O zaman vermek bizatihi teşekkürdür. Aslında sen teşekkür etmelisin. Fetekabbel minniy demelisin, yani Rabbim benden kabul et. Kabul edince de teşekkür etmelisin. Ya rabbi, lütuf buyurdun, verdiğimi kabul ettin demelisin. Onun için mü’min hem verir hem de teşekkür eder. Tatlandırıcısı budur, kâfuru budur tabir caizse vermenin.

Hani cennette sunulan içeceklerin içinde öyle bir karışım varmış ya kâfur diye, hemen biraz önceki ayette okuduk. Amellerimizin de içinde tatlandırıcılar varmış. Hem verip hem teşekkür etmek, vermeyi, zekatı, infakı, tasadduku tatlandırmak. Yani içine muhteşem bir karışım katmak.

10-) İnna nehafu min Rabbina yevmen ‘abusen kamtariyra;

“Muhakkak ki biz Rabbimizden, gazaplı ve çok çetin bir süreçten korkarız” (derler). (A. Hulusi)

10 – Çünkü biz rabbimizden korkarız, bir suratsız kara günden (derler). (Elmalı)

İnna nehafu min Rabbina yevmen ‘abusen kamtariyra ve devam ederler, onlar derler ki; biz rabbimizden yüzleri asıp, kaşları çatan bir günün azabından dolayı korkarız. Bu günden dolayı rabbimizden korkarız.

Aslında burada ki havf o gün rabbimizin bize hesap sormasından korkarız. Soracağı hesaptan korkarız. Rabbimizin karşısına hangi yüzle çıkacağımızdan korkarız. Rabbimi bize; Kulum sen nasıl geldin derse korkarız gibi bir zımni mana var.

11-) Fevekahumullâhu şerre zâlikelyevmi ve lakkahüm nadreten ve sürura;

Bundan dolayı Allâh, işte o sürecin şerrinden onları korudu ve onlara bir parlaklık ve sürur verdi. (A. Hulusi)

11 – Allah da onları o günün şerrinden korur ve kendilerini bir parlaklıkla bir sürûra indirir. (Elmalı)

Fevekahumullâhu şerre zâlikelyevmi ve lakkahüm nadreten ve sürura bu yüzden Allah onları bu günün dehşetinden koruyacak. şerre zâlikelyevm şerrinden koruyacak ve yüzlerini Nûr, yüreklerini sürur ile donatacak. ve lakkahüm nadreten ve sürura yüzlerine Nûr koyacak, gönüllerine sürur, sevinç koyacak. Rabbimiz koymak isterse koyar. Mutluluk ırmağı Allah’tan çağlar demiştik ya, mutluluk ırmağından bir çay da sizin yüreğinize akıtmak istese kim mani olur. Onun için Allah has kullarının yüzlerine bir nûr, gönüllerine bir sürur ve sevinç koyacak ki, bunun tarifi yok, tarifi olmadığı için nadreten, süruren. Yani belirsiz gelmiş. Belirlilik takısıyla gelmemiş. Tarifsiz çünkü. Bu sevincin tarifi yok, bu parlaklığın tarifi yok. Yüzden, alından doğan bu güneşin tarifi yok.

12-) Ve cezahüm Bima saberu cenneten ve hariyra;

Onlara sabırlarını cennet ve ipek ile cezalandırdı! (A. Hulusi)

12 – Ve sabırlarına mukabil onlara bir Cennet ve bir harîr verir. (Elmalı)

Ve cezahüm Bima saberu cenneten ve hariyra ve yine onları sabırlarından, sabrettiklerinden dolayı cennetle ödüllendirecek. Hariyr i; ipek diye çevirmek mütenasip olmuyor, uyumlu olmuyor. Cennet ve harir; zaten cennet insanın istediği her şeyin içinde bulunduğu ve güzelliğin üretildiği merkez. Ayrıca hariyr ipek, gerçekten “vav” ile gelen iki şey için mütenasip değil. Aslında hariyr, Hûrr dan gelir; özgür. Yani orada sonsuz bir özgürlük verecek. Veyahut ta orada tüm kötü duygulardan, kinden, hasetten, tüm şehvet duygularından arındıracak, özgür kılacak. Her ikisi de geçerli.

Burada aslında ipeğe ipek denmesinin de özgürlükle bir alakası var. Çünkü ipeği özgür olanlar giyermiş. İpek özgürlük giysisi olarak giyilir ve bir simge olarak giyilirmiş. Onun için burada cennet ve sonsuz bir özgürlük vaad ediyor rabbimiz.

Dünyada özgürlük sonsuz değil, asla değil. Çünkü başkasının özgürlüğünün başladığı yere kadardır benim özgürlüğüm. Dünya da biz kul olduk, rabbim de cennette hariyr i verdi. Doya doya yaşayacağımız muhteşem bir özgürlük.

13-) Müttekiiyne fiyha ‘alel’eraiki, lâ yeravne fiyha Şemsen ve lâ zemheriyra;

Onda koltuklar üzerine yaslanırlar… Orada ne güneş (sıcağı) görürler ve ne de zemherir (dondurucu soğuğu). (Bedensel duyular yoktur o yaşam boyutunda anlamına. A.H.) (A. Hulusi)

13 – Orada erîkeler üzerine dayanmışlardır ne Güneş görürler onlarda ne de zemherîr. (Elmalı)

Müttekiiyne fiyha ‘alel’eraiki, orada fiyha, divanlara sere serpe uzanacaklar eriyke; gelin karyolasına denilir. Yani gelinler ve damatlar için hazırlanmış karyolalara uzanır gibi uzanacaklar. Cennet tasvir ediliyor dostlar. Cennet tasvir edilince söz biter, nutk durur, zihin tavana vurur artık kelimeilerin mecali kalmaz, kelimelerin nabzı durur, söz bitmiştir sözün bittiği yerden konuşuluyor.

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17) ayetinde. Öyle denilmiyor mu. Orada cennetlik bir mü’mini hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse bilemez, kimse tahayyül dahi edemez. ‘adettü li ibadis salihiyn salih kullarım için öyle şeyler hazırladım ki cennette ma lâ ‘aynün raed hiçbir göz onu görmedi, onun gibisini görmedi. Velâ üzünün semi’at hiçbir kulak onun gibisini ve lâ hatara ala kalbi beşerin hiçbir insanın aklına öylesi gelmedi. (Hadis) Allah resulünün dilinden işte secde/17 nin tefsiri. Dolayısıyla nasıl tasvir edeceğiz ki güzelliğin merkezini, güzelliğin kaynağını.

lâ yeravne fiyha Şemsen ve lâ zemheriyra orada ne bir güneş yani ne bir sıcak, yakıcı sıcak, ne de bir dondurucu soğukla karşılaşacaklar, görecekler. Bunların hiç biri olmayacak.

Sa’leb demiş ki; güneş ve ay, zemheriri ay olarak tefsir etmiş 2. kuşağın otoritelerinden Sa’leb. Böyle bakarsak eğer şöyle de yaklaşabiliriz. Cennet; ışığını güneşten aydan değil, mü’minin kendisinden alacak. Yani Mü’min cennetin yıldızı olacak, güneşi olacak. Mü’minden doğacak cennetin ışığı, mü’min aydınlatacak. Böyle de bakabiliriz.

14-) Ve dâniyeten ‘aleyhim zılaluha ve züllilet kutufuha tezliyla;

Onun gölgeleri üzerlerine yakın, onun devşirilenleri (marifetleri) ise boyun eğdirilmiş hâldedir. (A. Hulusi)

14 – Üzerlerine o Cennet gölgeleri sarkmış ve devşirimleri mebzûl mebzûl önlerine konmuştur. (Elmalı)

Ve dâniyeten ‘aleyhim zılaluha ve züllilet kutufuha tezliyla cennetin kutlu gölgesi üzerlerine düşecek de, oranın salkımları emre amade kılınacak. Eyvallah..! ve züllilet kutufuha tezliyla oranın meyve salkımları cennetlik insanların emrine amade zilletle boyun eğecekler. Ben senin emrine amade oldum diyecekler. Zillet bu, burada. Tezliyl, cennetin gölgesinde sayesinde sayeban olacaklar. Eskilerin eskimez ifadesi.

15-) Ve yutafu ‘aleyhim Bianiyetin min fıddatin ve ekvabin kânet kavâriyra;

Gümüşten kaplar ve billur testiler dolaştırılır çevrelerinde. (A. Hulusi)

15 – Hem dolaşılır üzerlerine gümüşten kaplar ve küplerle ki billûrlar. (Elmalı)

Ve yutafu ‘aleyhim Bianiyetin min fıddatin ve ekvabin kânet kavâriyra etraflarında fır fır dönecekler. Aslında yutafu ‘aleyhim; servis yapılacak. Bugünkü dile taşırsak kendilerine servis yapılacak. Bianiyetin min fıddatin tarifsiz gümüşten kaplar içinde kendilerine servis yapılacak. ve ekvabin yine tarifsiz kupalarla kânet kavâriyra ki; kristal gibi. Burada ki kânet aslında teşbih edatı işlevi verir, dolayısıyla Kristal görünümlü gümüş kupalarla onlara servis yapılacak. Fır fır dönülecek etraflarında. Yine bu da cennete ilişkin bir tasvir. Cennete ilişkin her tasvirde olduğu gibi bu da aklımızı, havsalamızı aşan bir hakikati ifade ediyor.

Belki bunu şöyle de anlayabiliriz. Hani etrafları tavaf olunacak ya, onlar dünyada rızaya ram oldular, Allah’ın rızasını tavaf ettiler. Allah’ın rızası şurada mı, burada mı, orada mı diye rızayi bari yi görebilecekleri her yere baktılar. Yani Allah’ın şundan razı olurum dediği şeyleri çok çok işlemeye çalıştılar ya, cennette de onlar tavaf olunacak. Tabir caizse cennetin Kâbe si olacaklar.

16-) Kavâriyre min fıddatin kadderuha takdiyra;

Miktarlarını kendilerinin takdir ettiği gümüşten billur kadehlerdir! (A. Hulusi)

16 – Gümüşten billûrlar, onları türlü türlü biçime koymuşlardır. (Elmalı)

Kavâriyre min fıddatin kadderuha takdiyra öyle gümüşten billurlar ki onların hamini kendileri takdir edecek. Kadderuha takdiyra. Yani cennetin mükemmel güzelliği anlatılıyor burada, güzelliğin üretildiği merkez. Kendileri içecekleri kadar takdir edecekler, zorlanmayacak. Sadece az gelmeyecek değil, fazla da olmayacak. Arzu ettikleri kadar, iştahları kadar, canları çektiği kadar sunulacak.

Belki Kadderuha takdiyra da her şeyi takdir ettikleri gibi yaşayacaklar. Dünya da Allah’ın takdirine uydular, ahirette ise kendi takdirleri gibi yaşamayı hak ettiler zımni karşılığı var gibi geliyor fakire.

17-) Ve yuskavne fiyha ke’sen kâne mizacuha zencebiyla;

Onda özelliği zencefil olan bir kâse içirilirler. (A. Hulusi)

17 – Ve orada bir kadeh sunulur ki katkısı olmuştur zencefil. (Elmalı)

Ve yuskavne fiyha ke’sen kâne mizacuha zencebiyla zencefil ile tatlandırılmış kadehler içerisinde içkiler sunulacak. Zencefil aslında Farsça bir kelime. İlk defa hatta Arap dilinde Kur’an tarafından kullanıldığı söylenilir. Bizim buradan anladığımız ve anlayacağımız şey, bunun dünyada ki hangi amelimizin karşılığı. Kur’an ın tüm ayetlerinin derin boyutunun bize öğüt olduğu da aklımıza gelirse eğer, bunun bize hangi öğüdü verdiği.

İbadetler de tatlandırılıyor. Cennette güzelliğin üretildiği merkez olan cennette bile sunulan içecekler, muhteşem üstüne bir muhteşemlik ifade eden tatlandırıcılarla veriliyor sanki. Dünyada ki ibadetlerimiz de tatlandırılmaz mı? Mesela namaz, Namaz huşû ile tatlandırılır, hudu ile tatlandırılır değil mi? Oruç sadakayla tatlandırılmaz mı? sadakayla beraber oruç tatlandırılmış bir içecek değil mi? Yine infak teşekkürle tatlandırılmaz mı. Biraz önce de söyledim; Hem verirsiniz, hem teşekkür edersiniz, aldığınız için, kabul ettiğiniz için teşekkür ederim diye. Hac; şuurla ve marifetle tatlandırılmaz mı. Tüm ibadetlerimizi tatlandıracak mutlaka bir şey vardır. İçine katacak muhteşem bir karışım mutlaka vardır.

18-) ‘Aynen fiyha tüsemma selsebiyla;

Onda “Selsebîl” denen bir kaynaktır. (A. Hulusi)

18 – Bir çeşme ki denir sel sebil. (Elmalı)

‘Aynen fiyha tüsemma selsebiyla öyle bir göze, öyle bir su gözesi ki orada, cennette, tüsemma selsebiyla; selsebiyl diye isimlendirilir o. Nedir selsebiyl? ‘Ayn; ebedi saadeti temsil ediyor aslında ebedi saadetin kaynağı. Tüsemma; İsm den gelir. İsm; hem alâmet, yücelik kökünden türetilmiştir. Vesm, sumuğ veya. Yücelik kökü daha da belirgin bir kök. Onun için orada öyle bir göze yüceltilecekler, yüceltilecekler ki;

Selsebiyl ne manaya gelir peki? Hz. Ali bunu iki kelimeden müteşekkil bir kelime olarak okumuş. Sel; sor sebiyl yolu. Yolu sor. Dolayısıyla ebedi saadetin kaynağı olan oraya yüceltilen bir yolu sor, bir yolu ara. Sor aynı zamanda ara manasına da gelir. Bir yolu ara manasını Hz. Ali tercih etmiş ki bizimde tercihimiz bu güzel mana. Yani cennetin kaynağına seni götürecek bir yolu sor, seni yüceltecek bir yolu sor.

19-) Ve yetufu ‘aleyhim vildanun muhalledun* izâ raeytehüm hasibtehüm lü’lüen mensûra;

Çevrelerinde ölümsüz genç hizmetliler dolaşır. Onları gördüğünde, saçılmış inci sanırsın! (A. Hulusi)

19 – Ve dolanır etraflarına muhalled evlatlar, görünce onları sanırsın saçılmış inciler. (Elmalı)

Ve yetufu ‘aleyhim vildanun muhalledun kalıcı gençlikler vildanun muhalledun Vildan; Veliyd in çoğulu. Veliyd; Her an taze, genç demektir. Her an taze kalabilmeyi başarabilmiş genç insan. Dolayısıyla Muhalledun; Kalıcı, geçici olmayan. Kalıcı güzellikler, gençlikler kendilerini tavaf edecek. Veya servis yapılacak. Şöyle toparlayabiliriz; Kalıcı güzellikler kendilerine servis yapılacak. Demek ki cennette hep genç kalmanın sırrı bu ayette ifade ediliyor. Hep genç kalmak.

Efendimiz cennet erkeklerinin 33, cennet hanımlarının da 18 yaşında olacaklarına dair bir ifadesi vardı efendimizin. Yani bu aslında cennette ki zamanın geçmeyeceği, zamanın durdurulacağını ve orada insanın, eşyanın, her şeyin en mükemmel halinin olacağı, en zirvede ki halinin olacağı anlaşılıyor. Çünkü cennet kemalin son durağı idi. Cennete de kemalin son durağına ulaşanlar giderdi.

izâ raeytehüm hasibtehüm lü’lüen mensûra sen onları görsen, o kendilerine daimi gençlikler ikram edilmiş, servis yapılmış cennetlikleri bir görsen, zannedersin ki saçılmış inciler. Bu ne harika bir belağat, saçılmış inciye benzetmek cennet ehlini. İnsan bir kum tanesi, aklıma öyle geldi. Hani inciler de midyenin bağrına düşmüş kumun etrafında ki salgıdan oluşuyor ya, incinin ortasını kırın, açmaya çalışsanız kum çikar. İnsan bir kum Başlangıçta bir kum. Fakat rabbani terbiyenin bağrına düştüğünde inciye dönüşüyor. Bir kum, cennetlik bir inciye dönüşüyor. Cennetin gerdanına takılacak bir inci oluyor insan kumu. Rabbani terbiyenin bağrında. Ne muhteşem..!

20-) Ve izâ raeyte semme raeyte ne’ıymen ve mülken kebiyra;

Nereye baksan (sırf) nimet ve büyük bir mülk olarak görürsün. (A. Hulusi)

20 – Ve gördüğün zaman orada bir na’îm ve pek büyük bir mülk görürsün. (Elmalı)

Ve izâ raeyte semme raeyte ne’ıymen ve mülken kebiyra nereden bakacak olsan sınırsız bir nimet deryasını ve büyük bir iktidarı göreceksin, nereden bakarsan bak. Ve izâ raeyte semme raeyte nereden bakarsan bak sınırsız bir iktidar göreceksin, sonsuz bir nimetler denizi göreceksin. Ne’ıymen, mülken, kebiyran..! Eyvallah..! Ne diyeyim? Nasıl tefsir edeyim, tefsir sadedinde ne söyleyeyim ki. Allahuekber den başka. Rabbim hepimize nasip etsin.

21-) ‘Aliyehüm siyabu sündüsin hudrun ve istebrakun, ve hullû esavire min fiddatin, ve sekahüm Rabbuhüm şeraben tahura;

Üzerlerinde ince – lâtif ipekten ve kalın ipekten elbiseler vardır… Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir… Rableri onlara şarab’en tahura (temiz şarap) içirmiştir. (Tüm bu cennet tanımlamaları, Ra’d: 35 ve Muhammed: 15′teki açıklamalarla vurgulandığı üzere; “meselül cennetilletiy” yani cennetin temsil – benzetme yollu misali anlatımıdır. Bu gerçeklik unutulmaya. A.H.) (A. Hulusi)

21 – Üstlerinde bir sündüs esvap yem yeşil ve kalın istebrak, gümüşten bileziklerle süslenmişler, rableri onlara bir şarabı tahûr sunmaktadır. (Elmalı)

‘Aliyehüm siyabu sündüsin hudrun ve istebrak onların üzerinde yemyeşil, capcanlı ipek elbiseler bulunacak. Atlastan kaftanlar olacak. İstebrak; Atlas. Astarlı olan ipeklere, hem ipeği hem kendi kumaşı ipek, hem de astarı ipek olana istebrak deniliyor. Kaftanlar bulunacak. Hudr; yeşil. Yeşil canlılığı temsil eder. Demek ki her an canlı yani sadece kendileri canlı olmayacak, giysileri bile canlı olacak diyebiliriz.

ve hullû esavire min fiddatin, ve sekahüm Rabbuhüm şeraben tahura yine onlara gümüşten künyeler, bilezikler takılacak ve rableri onlara hem temiz, hem de temizleyici. Hem Tahir hem mutahhar bir içki sunacak. Öyle bir içki ki tarifi imkansız, dünyada misli menendi görülmemiş.

Burada künyeler ve bileziklerden bahsediliyor. Gümüşten künyeler, bilezikler. Aslında ruhlarına zincir takmadılar dünyada, ruhlarını özgür bıraktılar ve şehvetlerine zincir takıp engellediler, Allah’ta onlara bunun karşılığında kolyeler, künyelerle donatacak. Takılar takacak. Allah takacak takıyı. Düşünsenize, aslında takılan takının ne olduğundan çok daha önemli olan kimin taktığı değil mi? Bu takıyı sana kim taktı? Bu künye kimin hediyesi? Allah’ın. Düşünsenize..! cennetten daha öte bir şey olsa gerek. Allah takacak takısını cennetliklerin.

22-) İnne hazâ kâne leküm cezâen ve kâne sa’yuküm meşkûra;

Muhakkak ki bu sizin için cezadır (karşılık, yapılmış olanların getirisi)! İmanlı çalışmalarınız tam hakkıyla değerlendi! (A. Hulusi)

22 – Şöyle diye ki işte bu sizin bir mükâfatınızdı, sa’yiniz meşkûr oldu. (Elmalı)

İnne hazâ kâne leküm cezâen ve kâne sa’yuküm meşkûra ve denilecek ki; bunlar size ödül olarak verilmiştir ve üstün gayretiniz Allah tarafından kabul edilmiştir. ve kâne sa’yuküm meşkûra üstün gayretinizi Allah kabul etmiştir. Evet, teşekkürünüz, teşekkürle kabul edilmiş. Allah böyle teşekkür eder.

23-) İnna nahnu nezzelna ‘aleykel Kur’âne tenziyla;

Muhakkak ki biz, evet biz Kurân’ı, sana tenzîl ettik (bölüm bölüm açığa çıkardık sende)! (A. Hulusi)

23 – Filhakika biz indirdik biz sana Kur’an ı ceste ceste. (Elmalı)

İnna nahnu nezzelna ‘aleykel Kur’âne tenziyla yepyeni bir pasaja girdik. İşte biz indirdik senin üzerine Kur’an ı tedrici olarak. Peyderpey, parça parça. Bu Kur’an ı biz indirdik biz. Senin üzerine.

24-) Fasbir lihükmi Rabbike ve lâ tutı’ minhüm asimen ev kefura;

O hâlde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir isyankâra yahut inatla inkâr edip gerçeği örtene uyma! (A. Hulusi)

24 – O halde sabret rabbinin hükmünü vermesi için de itaat etme onlardan bir âsime veya nanköre. (Elmalı)

Fasbir lihükmi Rabbike ve lâ tutı’ minhüm asimen ev kefura o halde rabbinin hükmüne sabret sabaraliy, bakınız. Sabır 3 harficer ile gelir. sabaraliy, sabara ‘an, sabara ‘ala. Burada “lâm” la gelmiş. O halde mükellefiyetini yerine getir. Yani kulluk için sabret, lehine sabret. Kendi lehine cennetin için diren. Cennetin için mükellefiyetleri yerine getir. İbadetler de tamam sabır ister onun için, cennete ulaşmak için ibadetlere sabret, kulluğa sabret, mükellefiyete sabret, rabbine kulluğa sabret. Sabret ki cennete eresin.

ve lâ tutı’ minhüm asimen ev kefura onlardan günahkârla nankör, hiç kimseye uyma asim, kefur; günahkar ve nankör.

25-) Vezkürisme Rabbike bükreten ve asıylâ;

Sabah – akşam Rabbinin ismini zikret (hatırla)! (A. Hulusi)

25 – Ve rabbinin ismini an hem irken hem ikindiyin. (Elmalı)

Vezkürisme Rabbike bükreten ve asıylâ rabbinin adını sabah akşam, gündüz ve gece bükreten ve asiyla; karşılıklı çift olarak gelmişse gece ve gündüz, bir günün tamamında an manasına gelir.

26-) Ve minelleyli fescud leHU ve sebbıhHU leylen taviylâ;

Gecenin bir kısmında O’na secde et; O’nu tespih et gece içinde uzun şekilde. (A. Hulusi)

26 – geceden de ona secde et ve tesbih et ona uzun gece. (Elmalı)

Ve minelleyli fescud leHU ve gecenin bir vaktinde ona secde et. Gece namazı, gece secdesi. Hz. Aişe anlatıyor; ResulAllah geceleri bazen öyle uzun secde ederdi ki, ben teslimi ruh etti zannederdim diyor. ve sebbıhHU leylen taviylâ ve uzun geceler boyu onun şanını yücelt, O’nun adına hareket et. Tespihin bir manası da bu.

27-) İnne hâülâi yuhıbbunel’acilete ve yezerune veraehüm yevmen sekıyla;

Muhakkak ki bunlar, önlerindeki dünyayı seviyorlar ve arkasından gelecek çok zorlu bir süreci hesap etmiyorlar! (A. Hulusi)

27 – Çünkü onlar pîşini severler ve önlerindeki ağır bir günü bırakırlar. (Elmalı)

İnne hâülâi yuhıbbunel’acilete ve yezerune veraehüm yevmen sekıyla ne var ki şu nankör adamlar var ya nankör adamlar, dünyayı seviyorlar da zor bir günü, yevmen sekıyla; zor ağır bir günün dehşet verici o hengamını asla akıllarına getirmiyorlar. O günden dolayı asla titremiyorlar. Yani burada aslında dünyayı önceliyorlar, ahireti arkaya atıyorlar. Kısaca mana bu. Dünyevileşiyorlar. Dünyevileşince ahireti unutuyorlar. Ebedi olanı geçici, geçici olanı da ebedi zannediyorlar.

28-) Nahnu halaknahüm ve şededna esrehüm ve izâ şi’na beddelna emsâlehüm tebdiyla;

Onları biz yarattık ve onların bağlarını güçlü kıldık… Dilediğimiz vakit de onların benzerleri ile değiştiririz. (A. Hulusi)

28 – Biz yarattık onları ve kundaklarını biz bağlâdık, dilediğimiz vakit de kılıklarını tebdil ederiz. (Elmalı)

Nahnu halaknahüm ve şededna esrehüm Onları biz yarattık ve parçaları birebirine sıkısıkıya rapdettik. Ve şedetna esrehüm; aslında bütünün parçaları arasında sıkı bir bağ kurduk manasına geliyor. Dünya ahiret, ruh ceset, madde manâ. Yani bütün bunlar arasında ince ince bağlar, irtibatlar kurduk. Bu irtibatı koparırsanız yanarsınız. Dolayısıyla dünyaya dünyada kalacağın, ahirete de orada kalacağın kadar çalış. Bu bağlantıyı iyi kur manasına geliyor.

ve izâ şi’na beddelna emsâlehüm tebdiyla eğer biz istersek onların yerlerine yepyenisini getirerek değiştiririz. Tebdiyl. Çok ilginç; Tağyir değil, tahviyl değil; tebdiyl. Tağyişr ve tahviylden farklı olarak ta tebdiyl; bir şeyin kökünü kazıyıp onun yerine yenisini getirmektir ki İn yeşe’ yüzhibküm ve ye’ti Bi halkın cediyd. (Fatır/16) diyordu Kur’an da rabbimiz. Eğer dilerse sizi götürür, yerinize yepyeni bir tür getirir. Bi halkın cediyd; yepyeni bir tür. Yani Allah insana muhtaç değil, insan Allah’a muhtaç. İnsan Allah için vazgeçilmez değil, Allah insan için vazgeçilmez.

29-) İnne hazihi tezkiretun, femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla;

Muhakkak ki bu bir tezkiredir (hakikati hatırlatmadır)! Dileyen Rabbine (erdiren) bir yol edinir! (A. Hulusi)

29 – İşte bu bir tezkiredir, dileyen rabbine bir yol tutar. (Elmalı)

İnne hazihi tezkireh, işte bu bir uyarı bir öğüttür bu ayetler, bu sure, bu kitap, bu vahiy. femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla artık kim istiyorsa, diliyorsa rabbine varan bir yol tutsun.

30-) Ve ma teşâûne illâ en yeşâAllâh* innAllâhe kâne Aliymen Hakiyma;

Allâh dilemedikçe siz dileyemezsiniz! Muhakkak ki Allâh ‘Aliym Hakiym’dir. (A. Hulusi)

30 – Mamafih Allah dilemeyince dilemezsiniz, çünkü yegâne alîm, hakîm Allah dır. (Elmalı)

Ve ma teşâûne illâ en yeşâAllâh fakat Allah dilemeseydi siz asla dileyemezdiniz. Bir önceki ayette ne demişti? femen şâettehaze ila Rabbihi sebiyla artık dileyen, isteyen Allah’a varan bir yol tutsun. Bu ayette ne diyor? Allah dilemeseydi siz dileyemezdiniz. Peki çelişki var mı? Asla. Haşa, Peki, nasıl anlayacağız? Allah sizin dilemenizi diledi. Size iradeyi vermeyi dileyen de Allah tı. Onun için siz dileyesiniz diye diledi. Şimdi siz dileyin. İyi dileyin. Kötüyü dilerseniz dileğinizin sonucu gerçekleşecek.

innAllâhe kâne Aliymen Hakiyma Zira Allah her şeyi bilen hikmetle hükmeyleyendir. Yani her şeyi bildi, insanın kötüyü de seçeceğini bildi tabii ki. Hani melekler yer yüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın deyince rabbimiz; ben sizin bilmediğinizi bilirim diyordu ya. Ona sanki bir açıklama gibi.

[Ek bilgi; “Yani her ne kadar size bir hürriyet verilmişse de Külli irade Allah’ındır, sizin dilemeniz de O’nun dilemesine bağlı bir durumdur.

Bunu ben şöyle ifade etmeye çalışayım; Diyelim ki bir insan asansöre biniyor, 15 katlı bir binada diyelim 7. katta kendisi. İsterse 15. kata yükselebilir isterse de sıfıra da inebilir. Her birinde yapması gereken sadece bir düğmeye basmaktır. Ama onu yükselten ve çıkartan kendisi değildir, sistem ona göre kurulmuştur.

İşte bir insan bir takım iyilik ve kötülükleri istiyor, ama bunların meydana gelmesi Allah’ın dilemesiyledir. Yoksa diyelim cereyanlar yok, biz asansöre bindiğimizde istediğimiz kadar basalım herhangi bir netice meydana gelmeyecektir. İşte bizlerin fiilleri Allah’ın yaratmasıyladır.” (Prof. Dr. Şadi Eren- tefsir dersleri)]

31-) Yudhılu men yeşâu fiy rahmetiHİ, vezzâlimiyne e’adde lehüm ‘azâben eliyma;

Dilediğini Rahmetine dâhil eder! Zâlimlere gelince, onlara feci bir azap hazırlamıştır! (A. Hulusi)

31 – O dilediğini rahmeti içine kor, zalimlere ise elîm bir azâb hazırlamıştır. (Elmalı)

Yudhılu men yeşâu fiy rahmetiH O dilediğini rahmetine sokar, vezzâlimiyne e’adde lehüm ‘azâben eliyma zalimler için O eliym bir azab hazırlamıştır. Şiddetli, acı, can yakıcı bir azab hazırlamıştır.

Rabbim bizi nefsine zulmedenlerden etmesin, bizi sözüne ihanet edenlerden etmesin.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

            Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır


İslamoğlu Tef. Ders. MÜRSELAT SURESİ (01-50)(185-B)

$
0
0

231

{{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”}}

Değerli Kur’an dostları Mürselat suresi insan suresinin hemen arkasından 77. sırada geliyor. Gönderilenler manasına geliyor. ‘Adiat, Naziat, Zariyat, Saffat ile isim benzerliği var. İbn. Abbas’ın annesi öyle diyor. Peygamberin ağzından akşam namazında son dinlediğim sure bu sure idi diyor.

Mekki olduğunda hiç şüphe yok, üslup ve muhteva açısından baktığımızda Mekke’nin ilk yıllarında indirilen surelere benziyor ve İbn. Mes’ud’dan gelen rivayette bunu doğruluyor. Biz Mina da bir mağara da saklanıyorduk, bu sure indi diyor. ki 4. yıla, davetin gizli dönemine, 4. yıla tekabül etse gerektir.

Konusu vahiy ve yeniden diriliş, hesap günüdür kısaca. Şimdi mürselat suresinin tefsirine geçelim.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) Velmurselati ‘urfa;

Andolsun o ardı ardına irsâl olunanlara; (A. Hulusi)

01 – Kasem olsun o urf için gönderilenlere. (Elmalı)

Velmurselati ‘urfen şahit olsun birbiri ardınca gönderilenler. ‘urfen; Horozun ibiğine ‘urf denir, atın yelesine atın kimliğini verdiği için ‘urf denir. Ma’ruf ta aynı kökten gelir. herkes tarafından görülüp, tanınıp bilindiği için. İyi şeyler, iyilik, ma’ruf tur. Dolayısıyla bunu öyle bir köke atfetmekte mümkün. İyiliği yaymak için gönderilenler şahit olsun.

Mevsufsuz sıfatlar ilk 5 ayette gelir. Tıpkı benzeri surelerde olduğu gibi nazi’at ta, ‘adiyat ta Zari’at ta, Saffat ta mevsufsuz sıfatlarla başlayan 5 sureden biri. Bunlar nelerdir; müfessirler arasında ihtilaf var. Melekler demişler, rüzgarlar demişler, kâmil ruhlar demişler. Ama biz tıpkı mukattaat harfleri ile başladığı surelerin nasıl vahye delalet ediyorsa bu mevsufsuz sıfatlarla başlayan sureler de mevsuflar vahiydir, ya da vahiyle ilgilidir genel kuraklından hareket ederek manayı öyle verelim. Şahit olsun birbiri ardınca gönderilen ayetler.

2-) Fel’asıfati ‘asfâ;

Şiddetle esip de savuranlara; (A. Hulusi)

02 – Derken büküp devirenlere, (Elmalı)

Fel’asıfati ‘asfân bir fırtına gibi ortalığı kasıp kavuranlar. Yani vahiy gelince nasıl fırtına esmiş insanların akıllarında, kalplerinde, vahyin girdiği toplumlarda nasıl bir fırtına estirmişti. Mekke de estirdiği fırtınayı bir düşünsenize.

3-) Vennaşirati neşra;

Diriltip ayağa kaldıranlara; (A. Hulusi)

03 – Ve neşrederek yayanlara, (Elmalı)

Vennaşirati neşran ve ilahi mesajı yaydıkça yayanlar şahit olsun.

4-) Felfarikati ferka;

Seçip ayıranlara; (A. Hulusi)

04 – Derken seçip ayıranlara, (Elmalı)

Felfarikati ferkan Hakk ile batılı seçip ayıranlar şahit olsun.

5-) Felmülkıyati zikra;

Hatırlatıcıyı ilka edenlere (şuurda açığa çıkaran kuvveler. Mele-i Âlâ. Alûn melekler. “İlka” da, “likâ” da aynen “nefh” gibi derûndan zâhire ya da içten dışa doğru “şuurda” oluşan bir hâl, hissediştir. Ahfâ – Hafî {Sıfat tecellisi} – Sır {Esmâ tecellisi} – Ruh {Fuad – Esmâ mânâları yansıtıcısı} – Kalp {Şuur} – Nefs {Bilinç} sıralamasında, Ruh’tan kalbe yansımaları anlatır. “Halife – İnsan” bu mertebelerin tamamıdır ya da bu bütünlüğe “İnsan” adı verilmiştir; denebilir. Bundan yukarısının ise dile gelip anlatılması doğru değildir, denir. Allâhu âlem! A.H.)! (A. Hulusi)

05 – Sonra bir öğüt bırakanlara. (Elmalı)

Felmülkıyati zikran derken insanı tarifsiz güzellikte bir öğütle, bir nasihatle buluşturanlar şahit olsun.

6-) ‘Uzren ev nüzra;

Özür (kabahati silmek için) yahut uyarı olmak üzere. (A. Hulusi)

06 – Gerek özr için olsun gerek inzar, (Elmalı)

‘Uzren ev nüzra Şöyle meallendirebiliriz biraz açarak; O öğütle imana yöneleni mazur kılan ‘Uzran ve tevbe edenin de affını müjdeleyen ayetler şahit olsun. ‘Uzren ev nüzra. Neziyr; müjde.

7-) İnnema tu’adune levakı’;

Vadolunduğunuz (bâ’s) mutlaka gerçekleşecektir!

07 – Herhalde size vaad olunan muhakkak olacaktır. (Elmalı)

İnnema tu’adune levakı’ elbette tehdit edildiğiniz şey mutlaka, ama mutlaka gerçekleşecektir.

8- ) Feizennücûmu tumiset;

Yıldızlar silindiğinde (ışıkları görünmez olduğunda), (A. Hulusi)

08 – Hani o yıldızlar silindiği vakit, (Elmalı)

Feizennücûmu tumiset yıldızlar söndürüldüğü zaman.

9-) Ve izesSemâu furicet;

Semâ yarıldığında, (A. Hulusi)

09 – Ve o Sema açıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izesSemâu furicet gök parça parça, şerha şerha yarıldığı zaman.

[Ek bilgi; PARÇALANAN GÖK

Göklerin yarılmasına gelince; Kuran’da göklerin yarılması, zaafa uğramasıyla ilgili başka ayetler de vardır.

Gök yarıldığı zaman (9)

Gök soyulup çıkarıldığı zaman (Tekviyr/11)

Gök yarılıp, çatlamıştır. Artık o gün zaafa uğramıştır. (Hakka/16)
Bu ayetlerin iki türlü anlaşılabileceği kanaatindeyiz.

1 - Birincisi gök kelimesini Evren olarak alırsak, sürekli genişleyen göğün en dış kısımlarından kaynaklanan bir bozulma (Evren’in vakum yapısının bozulması kastediliyor da olabilir. Bu uzun konuya burada girmeyeceğiz.)

2 - İkinci olarak gök kelimesini Dünya’mızın Atmosfer kısmı olarak alırsak, gerçekten de oluşan bu kadar büyük çaplı depremler, yeryüzündeki faaliyet, muhakkak Atmosfer’i de etkileyecek, Atmosfer hem zaafa uğrayacaktır, hem yarılacaktır, hem de Atmosfer’in koruyucu tabakası Dünya’nın üstünden soyulacaktır.

Zaten Atmosfer, Dünya’nın çekim gücünün ve Atmosfer moleküllerinin hareketinin hassas dengesinde durmaktadır. Dünya’da bahsedilen çapta büyük denge bozukluklarına Atmosfer de dayanamaz. Ayetlerin birinci dereceden kastı öngördüğümüz bu iki anlamdan biri olabilir. Biz, ayetlerin her iki duruma birden işaret ettiğini düşünüyoruz.(Tükenmeyen mucize Kuran)]

10-) Ve izelcibâlu nüsifet;

Dağlar savrulduğunda, (A. Hulusi)

10 – Ve o dağlar savrulduğu vakit, (Elmalı)

Ve izelcibâlu nüsifet ve dağlar un gibi ufak, toz duman edildiği zaman. Farkındasınız, son saatte ne haber veriyor. Kimsenin haber veremeyeceği bir gerçekten haber veriyor. Yani şu milyarlarca yıllık göklerin ve yerin bir ömrü oldun da, bir ölümü oldun da ey insan sen ölümsüz gibi mi davranasın, senin ki nasıl iş demeye getiriyor.

11-) Ve izerRusulu ukkıtet;

Rasûller (-Nebiler değil-) yeni işlevleri için yerlerini aldıklarında. (A. Hulusi)

11 – Ve o elçiler miykatlarına irdirildiği vakit, (Elmalı)

Ve izerRusulu ukkıtet ve bütün elçiler, peygamberler şahitlik vaktinde toplandığı zaman. Şahitlik yerinde ve zamanında toplandığı zaman.

12-) Lieyyi yevmin üccilet;

Hangi gün için ertelenmişlerdi? (A. Hulusi)

12 – Onlar hangi güne tecil edildi? (Elmalı)

Lieyyi yevmin üccilet peki, bütün bunlar ne zaman gerçekleşecek? Hangi gün gerçekleşecekmiş.

13-) Liyevmilfasl;

Ayırt edilme süreci için! (A. Hulusi)

13 – Fasıl gününe, (Elmalı)

Liyevmilfasl kötü ile iyi arasında ki ayırım günü gerçekleşecek. Kötü ile iyi arasındaki ayrım. Yevmil Furkan, yine yevmidiyn din günü.

14-) Ve ma edrake ma yevmulfasl;

Fasl (ayırt edilme) süreci nedir bilir misin? (A. Hulusi)

14 – Bildin mi nedir fasıl günü? (Elmalı)

Ve ma edrake ma yevmulfasl yevmülfasl nedir sen nereden bileceksin, sen nasıl bileceksin yevmülfasllın ne olduğunu. Yani Yevmülfaslı dirayetle bilemezsin. Allah’tan rivayet yoluyla öğren.

15-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte (ölümle birlikte başlayacak ikinci yaşam sürecini) yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

15 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn O gün vay haline yalanlayanların, yalan sayanların o gün vay haline. Bu surede, bu ayetten tam 8 kez gelir. Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn.

[Ek bilgi; "Mükezzibin" kelimesinin her âyette tekrarlanmadan önce geçen konunun ifade ettiği mânâya göre düşünülmesi gerekir. Mesela birinci geçtiği yerde hüküm gününü, ikincide suçlulara yapılacak azabı, üçüncüde Allah'ın ilmini ve gücünü, dördüncüde insanoğlunun muhtaç ve sınırlı bir güce sahip olduğunu, ilâhî kudretin her şeyi kapladığını ve Allah'ın nimetini inkâr mânâları ile ilgilidir. (Elmalı- Tefsir)]

16-) Elem nühlikil’evveliyn;

Evvelkileri helâk etmedik mi? (A. Hulusi)

16 – Helâk etmedik mi evvelkileri? (Elmalı)

Elem nühlikil’evveliyn ne yani biz onların önceki benzerlerini de helak etmedik mi. Yok etmedik mi, mahvetmedik mi, neye şımarıp neye küstahlaşıyorlar.

17-) Sümme nutbi’uhümül’ahıriyn;

Sonra, ardı sıra gelenleri de onlara tâbi ederiz (onlar da helâk olurlar). (A. Hulusi)

17 – Sonra arkalarına takacağız geridekileri, (Elmalı)

Sümme nutbi’uhümül’ahıriyn sonrakileri de onların peşine takıveririz, zor mu Allah için sonrakileri de öncekilerin peşine takmak. Öncekiler hangi yoldan gidip nereye vardılarsa, sonrakiler de oraya varacaklar. Firavunun izini izleyip de Musa’nın vardığı yere varmak olur mu?

18-) Kezâlike nef’alu Bilmücrimiyn;

İşte suçluları böyle yaparız! (A. Hulusi)

18 – Biz öyle yaparız mücrimleri, (Elmalı)

Kezâlike nef’alu Bilmücrimiyn işte biz müçrimlere, yani günahı tabiat haline getirenlere böyle muamele ederiz.

19-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

19 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn yazıklar olsun yalanlayanların haline.

20-) Elem nahlukküm min main mehiyn;

Sizi basit bir sudan yaratmadık mı? (A. Hulusi)

20 – Yaratmadık mı sizi bir hakîr sudan? (Elmalı)

Elem nahlukküm min main mehiyn sizin yaratılış sürecinizi basit ve zayıf bir sıvıdan başlatmadık mı. İnsan suresinin girişinde ifade edilen hakikat burada da farklı bir cümleyle ifade edildi. Sürecin başlangıcına delalet ediyor burada ki mim.

21-) Fece’alnahu fiy karârin mekiyn;

Onu güvenli bir mekânda (rahimde) oluşturduk; (A. Hulusi)

21 – Kılıp da onu bir makarda temkin, (Elmalı)

Fece’alnahu fiy karârin mekiyn ki bu o sıvıyı rahiym gibi sağlam bir karar mahallinde korumaya almadık mı, biz almadık mı. Biz aldık daha doğrusu. Yani rahimde o sıvıyı korumaya biz almıştık.

22-) İla kaderin ma’lum;

Malûm bir kadere kadar! (A. Hulusi)

22 – Malûm bir kadere değin. (Elmalı)

İla kaderin ma’lum önceden belirlenmiş bir süreye kadar onu rahimde biz muhafaza ettik.

23-) Fekaderna* feni’melKadirun;

Böylece biz takdir ettik! Ne güzel takdir edenleriz! (A. Hulusi)

23 – Demek ki ölçmüşüz, demek ki biz ne güzel kâdiriz. (Elmalı)

Fekaderna* feni’melKadirun bütün bunları biz takdir ettik, biz ne güzel takdir ediciyiz. Biz bir kaderle yapıyoruz, ölçüyle yapıyoruz. Kadere iman; Allah’ın ölçüsüz iş yapmadığına imandır. Ey kul sen de ölçülü iş yap mesajı var burada.

24-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

24 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn vay gele o yalanlayanların haline başına.

25-) Elem nec’alil’Arda kifâtâ;

Arzı bir toplanma yeri kılmadık mı? (A. Hulusi)

25 – Ye kılmadık mı Arzı bir tokat, (Elmalı)

Elem nec’alil’Arda kifâtân yer yüzünü bir arada yaşama alanı yapmadık mı.

26-) Ahyâen ve emvata;

Diriler ve ölüler için! (A. Hulusi)

26 – Gerekse diriler için gerekse emvat, (Elmalı)

Ahyâen ve emvata diriler ve ölüler için. Veyahut ta manevi diriler ve manevi ölüler. Yani kafirler ve mü’minler için yeryüzünü bir arada yaşama alanı yapmadık mı. Yani mü’min de yer yüzünde yalıyor, kafir de. Bu da bizim bir takdirimizin gereği.

27-) Ve ce’alna fiyha revasiye şamihatin ve eskaynâküm mâen furata;

Orada yüksek (haşmetli, azametli) sâbit dağlar oluşturduk ve size tatlı bir su içirdik. (A. Hulusi)

27 – Ve oturtup da onda yumru yumru oturaklı dağlar, sunmadık mı size bir su (tatlı) bir furat, (Elmalı)

Ve ce’alna fiyha revasiye şamihat ve başı yüce heybetli dağlar var ettik. ve eskaynâküm mâen furata ve yine size billur gibi sular bahşettik. Eskayna ile sekayna, sekaytü; bir bardak su verdim. Eskaytü; akan sudan bir parça nasip verdim demektir. Yani onlara şarıl şarıl akan sular bahşettik.

28-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

28 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn vay gele bu gerçeği yalanlayanların başına. Yazıklar olsun, Allah’ın verdiği suyu içip te kuduranlara.

29-) İntaliku ila ma küntüm Bihi tükezzibun;

Haydi, yalanlamakta olduğunuza gidin! (A. Hulusi)

29 – Haydi boşanın o yalan dediğinize, (Elmalı)

İntaliku ila ma küntüm Bihi tükezzibun haydi artık yalanlayıp durduğunuz hesap gününe doğru ilerleyin bakalım. Yani kaçamazsınız, herkes akıbetine doğru yürüyor, kafirde, mü’min de. Kaçamazsınız, Allah’tan kaçış yok.

30-) İntaliku ila zıllin ziy selasi şu’ab;

Haydi, üççatallı gölgeye gidin (Hristiyanların inandığı teslis – üçleme; Allâh – Ruh-ül Kuds ve Oğlu inancı kurtarsın bakalım sizi, anlamında)! (A. Hulusi)

30 – Haydi boşanın bir üç çatallı gölgeye, (Elmalı)

İntaliku ila zıllin ziy selasi şu’ab 3 boyutlu gölgeye, zehirli bir gölgeye doğru ilerleyin. 3 boyutlu gölge; İnsanın duygu, düşünce ve eylemini kuşatan. Veya cehennemin yakıcı, boğucu ve kör edici gölgesi.

[Ek bilgi; Siz Allah'a inanmıyordunuz. Onun bir ortağı olduğunu; baba, oğul ve mukaddes ruh gibi üç parçadan oluştuğunu zannediyordunuz. Şimdi onun bir olduğuna inanan müminler Arş'ın gölgesinde, o koyu gölgede gölgelenirlerken siz inandığınız üç çatallı gölgeye sığınınız.

Ata'dan rivayet edildiğine göre bu üç çatallı gölge, cehennem dumanın gölgesi diye yorumlanmış, birçok tefsirci bu hitabı da öncekinin bir izahı gibi kabul ederek bunu takip etmişler ve şöyle demişlerdir: Cehennem dumanı üç ayrı yerden yükselecek, kâfirler onu ateşten korur zannederek koşacaklar ve onu en kötü bir halde bulacaklardır. Bu duruma göre bu âyette geçen "zıll", yani gölge, "yalanlamakta olduğunuz şey"in bir açıklaması demek olur.

Fakat Ebu Hayyan'ın naklettiğine göre, İbnü Abbas şöyle demiştir: Bu hitap haça tapanlara söylenecektir. Müminler Allah sayesinde Arş'ın gölgesinde korunacak, haça tapanlara da, "taptığınız haçın gölgesine gidin" denecek. Zira haçın üç çatalı vardır. ŞU'AB, bir cisimden ayrılan çatallardır." Yani haçın bir kolu, gövdesi demek olduğundan çatalları üçtür. (Elmalı – Tefsir)]

Demek ki, “Üç çatallı bir gölge”, hıristiyanlığın teslis inancının, Allah’ı oluşturduğuna inandıkları üç unsurun bir simgesidir. Haç, onu temsil eder. Hıristiyanlık bunu ve Ahireti yalanlamıyor fakat en büyük kurtuluşu bu haçtan bekleyerek buna inanıyor. Bu nedenle Ahirette, o hüküm günü müslümanlar inanmış oldukları o saf bir Allah inancı gölgesinde gölgelenirlerken, “Allah hem birdir, hem üçtür” diye üç unsur ile teslis (üçlemey)e inananlara: “Haydin gidin, o “üç çatallı teslis gölgesine” denecek. Fakat öyle bir üç çatallı gölge neye yarar? Gölgelendirir mi? Azaptan korumak için bir faydası olabilir mi?

31-) Lâ zaliylin ve lâ yuğniy minelleheb;

Ne (ateşten) gölgelendirir ve ne de (renk renk) alevden kurtarır! (A. Hulusi)

31 – Ne gölgelendirir ne alevden korur. (Elmalı)

Lâ zaliylin ve lâ yuğniy minelleheb Evet, öyle bir gölge ki serinletmez ve ateşin alevinden de asla korumaz.

32-) İnneha termiy Bişererin kelkasr;

Muhakkak ki o saray gibi büyük kıvılcımlar atar! (A. Hulusi)

32 – çünkü o, öyle şirareler atacaktır ki her biri bir saray gibi. (Elmalı)

İnneha termiy Bişererin kelkasr o alevin ateşi saraylar gibi dev yapılar gibi kıvılcımlar saçarak kükrer. Cehennem anlatılıyor. Cehennemin korkunçluğu dile getiriliyor.

33-) Keennehu cimaletun sufr;

Sanki o (kıvılcımlar) sarı dev halatlar gibidir! (A. Hulusi)

33 – Sanki sarı sarı hopalar gibi. (Elmalı)

Keennehu cimaletun sufr sanki Keennehu cumaletun sufr sanki akkordan halatlar gibi. İki şekilde de okunduğu için iki şekilde de okudum. Veya, sarı develerin gövdeleri gibi. Dişer okuyuşta da öyle. Tercihimiz Cumaletün okuyuşuna dayanmaktadır. Evet, yani akkordan halatlar gibi size doğru atılır.

34-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

34 – Vay haline o gün yalan diyenlerin. (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn yazıklar olsun o gün yalanlayanlara.

35-) Hazâ yevmu lâ yentıkun;

Bu, konuşamayacakları gündür. (A. Hulusi)

35 – Bugün nutukları tutulacağı gündür. (Elmalı)

Hazâ yevmu lâ yentıkun bu ağızlarını açamayacakları bir gündür. Yani mazeret ileri süremezler, ağızlarını açıp ta mazeret ileri süremeyecekler. Benim küfür mazeretim şuydu, şunun peşine takıldım böyle oldum. Bunun aklına uydum böyle oldum diyemeyecekler.

36-) Ve lâ yü’zenü lehüm feya’tezirun;

Onlara izin de verilmez ki mazeret beyan etsinler! (A. Hulusi)

36 – İzin de verilmez ki itizar ederler. (Elmalı)

Ve lâ yü’zenü lehüm feya’tezirun o gün onlara izin verilmeyecek ki özür dilesinler.

37-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreci yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

37 – Vay haline o gün yalan diyenlerin. (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn yazıklar olsun o gün yalanlayanlara.

38-) Hazâ yevmulfasl* cema’naküm vel’evveliyn;

Bu ayırt etme sürecidir! Sizi ve öncekileri bir araya getirdik. (A. Hulusi)

38 – Bu işte o fasıl günü topladık sizi ve evvelkileri, (Elmalı)

Hazâ yevmulfasl işte bu yevmulfasl. Hakkın batıldan, kafirin mü’min den, iyinin kötüden, doğrunun yanlıştan ayrıldığı gündür. Yani suyu getirenle testiyi kıranın bir tutulmadığı gündür. cema’naküm vel’evveliyn orada onlara denilecek ki parantez içi bir intikal cümlesi ile vereyim manayı; Sizi öncekilerle birlikte işte biz böyle bir araya getirdik.

39-) Fein kâne leküm keydün fekiydun;

Eğer bir hileniz varsa, hadi bana bir hile yapın! (A. Hulusi)

39 – Varsa bir fenniniz atlatın beni, (Elmalı)

Fein kâne leküm keydün fekiydun haydi eğer elinizde bir kurtuluş planı varsa durmayın hemen o planı uygulamaya koyun da görelim.

40-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

40 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn vay gele o gün yalanlayanlara, vay gele yalanlayanların başına gelecek olana.

41-) İnnelmüttekıyne fiy zılalin ve ‘uyun;

Muhakkak ki müttekîler (korunmuşlar), gölgelerin ve kaynakların içindedirler. (A. Hulusi)

41 – Şüphesiz ki (korunan) muttakîler gölgelerde kaynaklar, (Elmalı)

İnnelmüttekıyne fiy zılalin ve ‘uyun fakat Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan takva sahipleri, imanı takviyeli olup ta depremlerde yıkılmayanlar var ya fiy zılalin, gölgelikler altında ve pınar başlarında olacaklar.

42-) Ve fevakihe mimma yeştehun;

Canlarının çektiklerinden meyvelerle! (A. Hulusi)

42 – Ve canlarının istediğinden meyveler içindedirler, (Elmalı)

Ve fevakihe mimma yeştehun ve canlarının istediği her şey onları neşe ve zevke gark edecek. Evet, canlarının istediği her şey olacak orada ve her şeyden neşe ve lezzet alacaklar.

43-) Külû veşrebû heniy’en Bima küntüm ta’melun;

“Yaptığınız çalışmalardan dolayı afiyetle yeyin ve için!” (A. Hulusi)

43 – Yiyin, için âfiyet olsun işlediğiniz amellere mukabil, (Elmalı)

Külû veşrebû heniy’en Bima küntüm ta’melun yiyin için afiyet olsun yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyet olsun. Bu Allah’ın bir ödülüdür denilecek.

44-) İnna kezâlike neczilmuhsiniyn;

Doğrusu biz muhsinleri (müşahedelerinde Hak’tan gayrı bulunmayanları) böylece cezalandırırız! (A. Hulusi)

44 – İşte biz Muhsinleri böyle karşılarız, (Elmalı)

İnna kezâlike neczilmuhsiniyn işte biz Allah’ı görür gibi yaşayanları böyle ödüllendiririz. Muhsinleri, iyileri böyle ödüllendiririz.

45-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

45 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn yalanlayanların vay haline o gün.

46-) Külû ve temette’u kaliylen inneküm mücrimun;

“Yeyin ve azıcık keyif sürün (dünyada)… Muhakkak ki siz suçlularsınız!” (A. Hulusi)

46 – Yiyin, zevk edin biraz, çünkü mücrimlersiniz, (Elmalı)

Külû ve temette’u kaliylen inneküm mücrimun siz de dünyada yiyip için ve geçici hazların sevdasını sürün, ey yalanlayanlar güruhu.

47-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

47 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn yalanlayanların o gün vay haline.

48-) Ve izâ kıyle lehümurke’u lâ yerke’un;

Onlara (müşriklere): “Boyun eğin” denildiğinde, rükû etmezler! (A. Hulusi)

48 – Yerler, içerler de rükû’ edin denildiği zaman onlara, rükû’ etmezler, (Elmalı)

Ve izâ kıyle lehümurke’u lâ yerke’un zira bir zamanlar dünyada yaşarken onlara Allah’ın huzurunda eğilin denildiğin de asla eğilmemişlerdi. Allah’tan başka herkesin huzurunda eğilenler, Allah’ın önünde eğilmemişlerdi.

49-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

49 – Vay haline o gün yalan diyenlerin, (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn yazıklar olsun o gün yalanlayanlara.

50-) Febieyyi hadiysin ba’dehû yu’minun;

Artık Ondan (Kurân’ın verdiği bu büyük haberden) sonra hangi söze iman ederler? (A. Hulusi)

50 – Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar? (Elmalı)

Febieyyi hadiysin ba’dehû yu’minun haydi buna inanmadılar, iyi de bundan böyle hangi söze, hangi habere inanacaklar. Allah’a da inanmadılarsa kimin haberine inanacaklar. Allah’ın ayetlerine inanmayan kime inanır. Allah’a inanmayanın başkasına inanmasının ne yararı olur.

HafizanAllahu ve iyyaküm. Allah’a inanmamak gibi bir küstahlıktan rabbim sizleri ve bizleri muhafaza buyursun. Rabbim ayetlerin manalarını tüm hücremizde tecelli ettirsin. Rabbim cehenneminden korusun, cennetine nail etsin.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. NEBE’ SURESİ (01-40) (186-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin, amin..! Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize Nebe’ suresinin tefsiri ile devam edeceğiz. Ama önce Nebe’ suresi hakkında özet bir girizgâh sunmak isterim.

Nebe surei celilesi elimizde ki mushafta 78. sure. Tabii ki nüzul sıralamasında böyle değil. Çok çok önlerde. Adını 2. ayetinden alıyor. Anin Nebeil ‘Azıym (2) göklerin manşeti, büyük haber, muhteşem haber, şok haber diyebilir miyiz acaba modern basın dilini taklit ederek. Evet şok haber. Rabbimizin insana verdiği insan için şok edici haber nedir diye sorarsanız insanı bekleyen ahirettir, insanı bekleyen akıbettir. Varlığın, dünyanın yerlerin ve göklerin bir sonu olduğu, insanın da mutlaka bir sonunun olacağıdır. Onun için adını önemli ve büyük haber manasına gelen nebe’ kelimesinden almakta.

Buhari’de sure, ilk ayetinin tamamıyla isimlendirilmekte ‘Amme yetesâelun (1) şeklinde. Kurtubi; Suretü amme diye isimlendirmiş. Demek ki halk arasında kullanılan isimlendirme şekli, yine müfessirlerimizin tercihlerinden bir tercih. Tesâül ve Mu’sırat diye de isimlendirilmiş.

İniş zamanı Nazi’at ve Nebe’ sureleri mushafta da nüzulde de ardışıklı. Önce Nebe’ suresi, sonra Nazi’at suresi ardı ardına hem mushafta, hem de nüzulde öyle gelmiş. Ünlü Hz. Osman tertibinde Nebe’ suresi Mearic ile Nazi’at arasına yerleştirilmiş. Yani elimizde ki mushafta ki yerinme çok yakın bir yer bu. Tertipte ki yerine bakacak olursak surenin iniş yılını yaklaşık olarak 6. yıla tarihlendirebiliriz. 6. yılda Mekke’de ki o korkunç boykotun müşriklerin Allah resulüne uyguladıkları, mü’minlere uyguladıkları o dehşet verici boykotun hemen bir yıl öncesine denk geliyor.

Konusu; insanın ebedi istikbali. Zaten Kur’an da insanın ebedi istikbalinden bahsetmeyen sayfa mı var, sure mi var. Rabbimiz insanın ebedi istikbali ile ilgileniyor. Rabbimiz insanın ebediyetiyle ilgileniyor. Rabbimiz insanın ölen tarafından daha çok, ölmeyen tarafıyla ilgileniyor. Yeniden diriliş eşsiz bir belagatle ele alınıyor bu surede. 1 ve 5. ayetler arasında ilahi nimetler sıralanıyor. İlahi ödül ve ceza ayrıntılı bir biçimde tasvir ediliyor. Zaten ilahi nimetlerin sıralandığı her pasajda ya önünde, ya arkasında, ya da içinde ilahi ödül ve cezada hemen peşi sıra geliyor. Kur’an ın mesani, çift kutuplu özelliği gereği.

Kafir olarak ölen bir insanın son yakarışıyla sure sona eriyor. ya leyteniy küntü turaba (40) Nolaydım, keşke toprak olup gideydim boş yalvarışıyla, anlamsız yalvarışıyla, faydasız ve yararsız yalvarışıyla son buluyor. Şimdi suremizi tefsire geçebiliriz.

[Ek bilgi; Bu sûre-i celîlenin başlıca konuları şunlardır:

1. Müşriklerin kendi aralarında kıyamete ve Yüce Peygamber'e dair soruşturmalarını beyan etmek.

2. Kıyametin vukuunun mümkün olduğuna dair deliller getirme ve inkarcıları tehdîd etmek.

3. Kıyamette takva sahiplerinin cennetlere nail olacaklarını müjdelemek, inkarcıların da cehenneme sevk edileceklerini ihtar etmek.

4. Meydana geleceği muhakkak olan kıyamet gününde azap görecek kâfirlerin nasıl mahv ve yok olmalarını temennide bulunacaklarını gözler önüne sermek. (Ö. Nasuhi Bilmen)]

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym olan Allah adına. Özünde merhamet sahibi, işinde merhamet sahibi Allah adına. Sonsuz sevginin menbaı olan ve yarattığı her şeyi sevgiyle ve şefkatle yaratan, sevgiyle yaratıp şefkatle muamele eden Allah’ın adıyla.

1-) ‘Amme yetesâelun;

Neyi sorguluyorlar? (A. Hulusi)

01 – Neden soruşturuyorlar? O büyük nübüvvet haberinde. (Elmalı)

‘Amme yetesâelun neyi soruşturuyorlar? Giriş yine belagatli, giriş yine muhteşem, giriş yine insanı titreten ve çarpan bir giriş. Neyi soruşturuyorlar? Yetesâelun. Aslında ‘Amme; ‘am – ma edatlarından müteşekkil bir kelime. Tesaül babından yetesâelun olduğu için mana hem özne, hem de nesneden sadır olur bu babda, tesâül babı. Tesâül babından geliyorsa bir kelime mana hem nesne hem de özneden sadır olur. Hem fail, hem de mefulden sadır olur. Yani bu durumda neden soruşturuyorlar diye çevirdiğimin sebebi de anlaşılmış oluyor.

Konuya soruyla girmek Arap belagatine Kurân ın kattığı orijinal bir katkı olduğunu daha önce bir vesile ile söylemiştim. Bu da orijinal bir üslup. Neyi soruşturuyorlar, neden soruşturuyorlar.

[Ek bilgi; Müşrikler kendi aralarında, öldükten sonra dirilmeyi birbirlerine soruyorlar; inkâr ve alay maksadıyla hep bu konulardan söz ediyorlardı. Dolayısıyla, olayın önemini, dehşetini ve müşriklerin tutumlarından dolayı muhatapları hayrete düşürmeyi ifade etmek için söz soru şeklinde söylenmiştir. (El Sabuni- Savfetut tefasir)]

2-) Anin Nebeil ‘Azıym;

Azametli Haberi mi (ölüm sonrasında yaşamın devamı)? (A. Hulusi)

02 – O büyük nübüvvet haberini mi. (Elmalı)

 

Anin Nebeil ‘Azıym soruyu sordu, cevabı veriyor. Muhteşem haberi soruşturuyorlar. Muhteşem haberden zımnen sual var içinde. Muhteşem haberi mi soruşturuyorlar. O şok haberi mi, şok haberden soruyorlar. Veyahut ta ikisini birlikte düşünürsek şok haberden sorarak neyin peşine düşüyorlar. Şok haberi soruşturma konusu yaparak, sanki inanılmaz bir şeymiş gibi neyin peşine düşüyorlar şeklinde anlamamız gayet mümkin ve doğru olur.

Haber dedim ama maalesef Türkçemizde haberin alternatifi müteradifi bir başka kelime yok. Yani Nebe’in tam karşılığı yok. Nebe’; kaderden ayrı. Arap dilinde fakirin de tasdik ettiği bir usül, bir dil okulu usulü gereği mutlak müteratif yoktur diyen usule kendimi yakın hissederim. Hakikaten mutlak müteratif yoktur. En azından bendeniz bilmiyorum. Mutlaka kelimeler farklı ise ‘İhtilâfü-l esma tedüllü ‘alâ ihtilâfül Mana. İsimlerin farklılığı, mananın farklılığına delalet eder.

Burada da Nebe’ gelmiş Haber değil bu. haberden farklı. Haber; basit habere denir. Kişi için önemli olsun olmasın gelen her tür haber, haberdir. Fakat Nebe’ alan kişi için hayatı ehemniyeti haiz olan habere denir. Önemli, hayati haber. İşte burada da Nebe’ gelmiş, Anin Nebeil ‘Azıym muhteşem haber, veya korkunç haber, veya muazzam haber. Her ikisini birden, hem muhteşemini, ihtişamını hem de korkunçluğunu birleştiren bir kelime, muazzam haber.

Hatırlayınız ..in caeküm fasikun Bi nebein fe tebeyyen.. (Hucurat/6) size bir fasık haber getirdiğinde durup araştırın, iyice araştırın diyen ayette Bi haberin gelmiyor. Bi nebe’in geliyor. Yani sizin için çok değerli bir haber getirdiğinde, sıradan bir haber değil, yani her gelen haber, yani fasık trafiği gördü bugün trafik yoğun dedi, yani bunu da araştırın manasına gelmiyor bu. Veya fasık gelirken yolda bir kaza gördü, kaza gördüm dedi, bu bizim için amel edeceğimiz bir şey değil. Ama eğer bizim amel edeceğimiz, onu uygulayacağımız, onunla tavır takınacağımız, duruş alacağımız bir haberse o Nebe’ oluyor, haber olmaktan çıkıyor. Önemli haber, bizim için amel edeceğimiz, uygulayacağımız haber olmuş oluyor.

3-) Elleziy hüm fiyhi muhtelifun;

Ki o konuda anlaşmazlık içindedirler! (A. Hulusi)

03 – Ki onlar onda ihtilâfa düşüyorlar. (Elmalı)

Elleziy hüm fiyhi muhtelifun ki onlar, o önemli haber hakkında farklı farklı görüşler serdediyorlar. Muhtelifun, farklılaşıyorlar. Farklı düşünüyorlar, farklı görüşlere sapıyorlar. Acaba; Anin Nebeil ‘Azıym geldikten sonra, o büyük haber, yani kıyamet, ahiret, hesap günü, ölümden sonra bir dünyanın daha varlığı konusunu niye ihtilaf konusu yapıyorlar? Bunu nasıl anlayacağız? Muhtelifun. Haydi soruşturmayı anladık. İnanmamak için soruşturma konusu yapıyorlar. Fakat Muhtelifun; Onda farklı farklı düşünceler serdediyorlar.

Burada işte Mekke’nin inanç haritası, hatta bölgenin inanç haritası gündeme geliyor. Mekke’lilerin kafalarının aslında yeniden diriliş konusunda karışık olduğunu serdeden bir ayet. Öyle çok ta net değil. Bizim genellikle sandığımız ve tefsirlerimizin çoğunun atladığı gibi, ki bu atlamanın arkasında yatan sebep de gelen tüm benzer ayetlerde ki inkarcı muhatapların hepsini tek bir zümre sanmamızdan kaynaklanıyor. Bu aynı şey Hıristiyan’lar içinde geçerli. Kur’an da ki Hıristiyanlarla ilgili ifadeler. Hatta Kur’an da ki Yahudilerle ilgili ifadeler. Hepsini bir sanma yanlışlığımızdan kaynaklanıyor. Müşrikler de öyle. İkiye ayırıyor müşrikler inanç açısından. Kodamanlar var. Bazı kaynaklarda bunlar 12 ile 18 isim sayılır. Yemen kökenli bir dehriliği savunuyor bunlar. Bir tür ilkel bir ateizm bu dehrilik. Yani zamanla gelir zamanla gideriz. Bizi zamandan başka hiçbir şey yok etmez. Dehrilik bu.

Dolayısıyla bunlar ahirete inanmıyorlar. Bunlar Yemen üzerinden gelen İran kökenli bir dehriliğe, ilkel bir materyalizme inanıyorlar. Öldükten sonra toprak olacaklarına, toz toprak olacaklarına. İşte yerden bir avuç toprağı alıp ta bunun gibi olduktan sonra mı dirileceğiz diyen tip bu tip. Bunlar belli tipler Mekke’de ki. Mümeyye Bin Halef, Übey Bin Halef, Utbe, Şeybe, Ebu Cehil ve benzerleri. Bir de geniş kitle var. Bunlar belli belirsiz bir ahiret inancına sahipler ki, putların şefaat edeceğine inanıyorlar.

Sadece bu değil, Casiye/32. ayeti de bunun delili. … in nezunnü illâ zannen.. (Casiye 32) Yani zannediyoruz. Haydi diyelim ki bir ahiret var. manasına gelen bu ibare ile Kur’an bize aktarıyor; Geniş kitlelerde ki bu şüpheli ahiret düşüncesini. Onun için burada Elleziy hüm fiyhi muhtelifun farklı farklı düşüncelere sapıyorlar. İfadesi aslında vahiy ortamında ki ilk muhatap olan inkarcıların da ahiret konusunda hepsinin tek bir gözeye doldurulamayacağını gösteriyor.

4-) Kellâ seya’lemun;

Hayır, (düşündükleri gibi değil), yakında (vefat edince) bilecekler! (A. Hulusi)

04 – Hayır, ileride bilecekler. (Elmalı)

Kellâ seya’lemun ister acaba var mıdır diye tereddüt gösterenler, eğer var idiyse orada da yırttık diyorlar onlar zaten. Çünkü burada Allah bize zenginlik verdiğine göre, bizi desteklediğine göre orada da bizi destekleyecek demektir diyorlar onlar, o kafa. Ama asla yoktur, yani toz toprak olduktan sonra mı diriltileceğiz diyenler. Hangisi olursa olsun hepsi seya’ğlemun zamanı gelince görecekler, bilecekler.

5-) Sümme kellâ seya’lemun;

Yine hayır (düşündükleri gibi değil), yakında bilecekler! (A. Hulusi)

05 – Hayır, hayır ileride bilecekler. (Elmalı)

Sümme kellâ seya’lemun kesinlikle, yani; ben 1. ile 2. nin aynı olduğu kanaatinde değilim. Kur’an da nasıl ki mutlak müteratif yoksa, mutlak tekrar da yok. 1. si Kellâ seya’lemun; hayır, dünyada bilecekler, onlardan bir kısmı daha dünyada bilecek. Yani bir ahiret varmış diye belki ölüm anında, belki sekerat anında, belki ölümden hemen önce, belki de ihtida ederek. Artık kani olacaklar. Ama burada bilmediler bir şekilde; Sümme, daha sonra kellâ seya’lemun kesinlikle bilecekler. Zamanı gelince ahirette, zaten ahirette bilmeyen kalmayacak. Ama bilmek bir işe yaramayacak.

6-) Elem nec’alil’Arda mihâda;

Biz arzı (bedeni) bir beşik (içinde gelişeceğiniz geçici kullanım aracı) yapmadık mı? (A. Hulusi)

06 – Değil mi ki biz arzı bir döşek yaptık. (Elmalı)

Elem nec’alil’Arda mihâda biz değil miyiz yer yüzünü yayıp döşeyen, yer yüzünü beşik yapan biz değil miyiz. Yer yüzünü yapmadık mı, beşik yapmadık mı, döşemedik mi. Mihad; beşik.

7-) Velcibale evtada;

Dağları (bedendeki organları) da birer kazık! (A. Hulusi)

07 – Ve dağları birer kazık. (Elmalı)

Velcibale evtada dünya kadar beşik olursa bu beşiğin ayakları neden olur Kur’an dostları? Dağlardan değil mi? Ve dağları da o beşiğe ayak yapmadık mı? Direk yapmadık mı? Eh, beşiği dünya kadar olanın dağ gibi de ayağı olur. Aslında şöyle zihnimizde devam ettirebilir miyiz? İsterseniz ettirelim zihnimizde, Nasıl? Dünya kadar beşik, dağlardan bu beşiğin ayağı, bu beşikte ki bebekte insanoğlu, bu beşiği sallayan da Allah’ın kudret eli diyebilir miyiz? Sanırım diyebiliriz. Bu kadar büyük beşiği bir gün gelecek Allah, içinde ki eğer ihanet ederse, kendisini eleyip beleyen Allah’a ihanet ederse, evet, Ve mehhedtu lehu temhiyda (Müddessir/14) Kalem (Müddessir olacak) suresinde bir azgın şahıstan söz edilir. Evet bir azgın müşrikten. Yani onu yalnız olarak yaratıp ona evlatlar, cömertliğinin eseri olan mallar vermedik mi dedikten sonra Ve mehhedtu lehu temhiyda. (Müddessir/14) der. onu eleyip belemiştik onu bir bebek gibi eleyip belemiştim ne oldu? Yeterli bulmadı. Kendinse verdiğimi bir daha istedi. Sümme yatme’u en eziyd. (Müddessir/15) dahası, daha fazlası yok mu dedi.

Evet, demek ki eğer bu beşiğin içinde ki bebek ihanet etmeye kalkarsa, Allah’ın eleyip belemesine rağmen; işte o zaman beşik devrilecek.

[Ek bilgi; Yer küresinin teşekkülü kaba taslak şöyle düşünülüyor; Çok yüksek derecede ki bir sıcaklığın hüküm sürdüğü ve özellikle -kayaların erime halinde olduğu- merkezi bir tabakayı ihiva eden derin bir tabaka ile katı ve soğuk olan yer kabuğundan yani yüzey tabakasından meydana gelmektedir. Bu tabaka çok incedir yerin yarıçapı 6.000 km. den fazla olduğu halde, bu yüzey tabakası birkaç Km. ile birkaç on km. arasında bir kalınlık teşkil eder. Bu da yer kabuğunun ortalama olarak yer küresinin yarı çapının %1. i kadar bile olmadığı anlamına gelir.

Jeolojik olaylar işte –denilebilirse- bu ince deri üzerinde meydana gelmektedir. Bunların temelinde dağ silsilelerinin esası olan kıvrılmalar bulunur. Dağların oluşumuna jeolojide orogene’se (dağ oluşması denilir. Bu oluşum sürecinin büyük bir önemi vardır. Çünkü bir dağı meydana getirecek olan bir engebeye yer altında yer kabuğunun aynı oranda bir gömülmesi tekabül eder ki bu yere çakılmada, alt tabakada ona bir temel sağlar.

Kur’an ın dağlarla ilgili ifadeleri ve onların bir takım kıvrılma hadiselerinin sonucunda sabir bir şekilde yerine oturduklarına işaret eden ayetler çok önemlidir.

“Değil mi ki biz arzı bir döşek yaptık.” (Nebe’/6)

“Ve dağları birer kazık” (Nebe’/7).

Burada işaret olunan kazıklar (vedet in çoğulu evtad) çadırı yere tespit etmek için kullanılan kazıklardır. Çağdaş jeologlar yer kıvrımlarının onlarca km. ye varan değişik boyutlarda olan engebeler halinde yerleşmiş olduklarını bildirirler. Yer kabuğunun sağlamlığı da bu kıvrılma olayından ileri gelir.

(Maurıce Bucaılle – Kitab-ı Mukaddes, Kur’an ve bilim/268-270)]

8-) Ve haleknâküm ezvaca;

Sizleri de eşler (bilinç – beden) olarak yarattık. (A. Hulusi)

08 – Ve sizleri çift çift yarattık. (Elmalı)

Ve haleknâküm ezvaca ve biziz sizi çift çift yaratan, eşli yaratan, ezvac. Aslında sizi biz çifterli yarattık. Her şeyi, sadece insan değil burada, tüm varlıklar çiftli yaratılmıştır. Her ne ki yaratılmıştır, o çifttir, her ne ki tektir o yaratılmamıştır, yaratandır. Allah tektir. Veşşef’ı velvetr. (Fecr/3) çifte ve teke yemin olsun. Vetr; tek; Şef’ı çift. Dolayısıyla insan da çift yaratılmıştır. Bu çift yaratılış sadece erkekle dişi değil, aynı zamanda insanın maddesi ve manası, ruhu ve cesedi, dini ve dünyası. Burası ve ötesi. Hepsi bu çiftliliğin bir sonucu.

9-) Ve ce’alna nevmeküm sübâta;

Uykunuzu bir dinlenme kıldık. (A. Hulusi)

09 – Ve uykunuzu bir sübat yaptık. (Elmalı)

Ve ce’alna nevmeküm sübâta uykunuzu da ölüm sembolü kıldık. Biz kıldık. Uykunuzu ölüm sembolü.

İnsan uykusuna has bir özellik. Sübat Ve ce’alna nevmeküm mevta demiyor bakınız. Mevt kullanmıyor. Sübat kullanıyor. Sübat ile mevt farklı olmalı. Burada insan uykusuna has bir özellik olsa gerektir diye düşünüyorum. Allahü alem..! Can ile değil ruh ile alakalı olsa gerek. Çünkü hayvanlar da uyuyor ama hayvanların uykusuna sübat kullanılmıyor. İnsanın uykusuna sübat kullanılıyor. Allahu alem, uykunun ölümle hayat arasında bir tür araf olmasından dolayı. Ruhun bağımsız kalması bazen hatta gidip gezmesi, ve bazen görülen rüyaların da ruhun gezintisiyle ilgili olmasıyla alakalı olsa gerek. Çünkü bu ayeti okuduğumuzda hemen şu ayette hemen aklımıza geliyor. Uykuyu sizin için ölüm kıldık, ölüme benzer kıldık (Furkan/47) Evet, ölüm benzeri kıldık öyle de anlamamız mümkin. Onun için burada uykunun ölümle karşılaştırılması ve kıyaslanması insan uykusuna has bir durum olsa gerek ki sübaten şeklinde gelmiş.

Burada dikkat çekici bir incelik var, dil inceliği. Bakınız; Halâknaküm geliyor. Ezvacen ile geldiğinde. Yani sizi çifter li libas, örtü kıldık.yarattık. Ama Ve ce’alna nevmeküm sübâtan geliyor uykunuzu da ölüm benzeri kıldık. Ve ce’alnelleyle libâsa geceyi de biz libas örtü kıldık. Ve ce’alnennehare me’aşan ve gündüzü de hayat sembolü kıldık. Bakınız ilginç. Burada Halâka eşyanın cevherine nispetle, ce’ale arazına ve eylemine ve ahvaline nispetle kullanılır. Eşyanın cevherinden söz edilecekse eğer, özünden, öz durumundan varlığından var oluşundan Halâka fiili kullanılıyor. Eşyanın özünden var oluşundan, varlığından değil de arazından, tavırlarından, niteliklerinden ve eyleminden söz edilecekse ce’ale kullanılıyor.

Evet, uyku ne muhteşem bir nimetmiş bize aynı zamanda onu gösteriyor. Uyku ne muhteşem bir nimet gerçekten. Bazı şeyler gece yapılır. Uyku o açıdan muhteşemdir. Karanlık ilahı anlamına gelmesin diye uykuya da aynı zamanda rabbimizin bir nimeti olarak gösteriliyor. Çünkü bu ayetlerin muhatapları içerisinde geceyi şer ilahı olarak görenler vardı. Hatta ateşperestlikte, Zerdüştlükte olduğu gibi Ehrimen; karanlık tanrısıydı. Ve karanlık şerrin geldiği şey olarak görülüyordu. Karanlığın Allah’tan bağımsız olarak şeytanlaştırılmaması gerektiğini söylüyor aynı zamanda bu ayet bize.

10-) Ve ce’alnelleyle libâsa;

Geceyi örtü kıldık. (A. Hulusi)

10 – Ve geceyi bir libas yaptık. (Elmalı)

Ve ce’alnelleyle libâsan biraz önce söylediklerimin hepsi bu ayet içinde geçerli. Tarifsiz bir örtü kıldık geceyi.

11-) Ve ce’alnennehare me’aşa;

Gündüzü de geçim meşgalesi kıldık. (A. Hulusi)

11 – Ve gündüzü bir meaş yaptık. (Elmalı)

Ve ce’alnennehare me’aşa ve gündüzü de hayat sembolü, yaşam sembolü kıldık.

Yer yüzü ve dağlar lem nec’al şeklinde gelmiş muzari fiilin başına lem getirilerek mazi yapılmış. Muzariden mazi yapılmış. Şimdiki, gelecek ve geniş zaman dan geçmiş zamana çevrilmiş. Ama başına “lem” getirilerek. Fakat çok ilginçtir cinsiyet, uyku gece doğrudan mazi ile gelmiş haleknâküm ezvacan , ce’alna. Lem nec’al değil. Lem nahlûk değil. Veya halâknaküm, ce’alna, evet, Ve ce’alnelleyle, Ve ce’alnennehare, lem nec’alil’Arda mihâdan, Velcibale evtadan. bakınız Elem nec’alil’Arda mihâdan evet, yapmadık mı, kılmadık mı soru şeklinde geliyor ama maziye çevriliyor “lem” ile.

Bunun nüktesi var mı diye soracak olursanız evet var. Bu ikisi arasında fark şu; İlki somut varlıklar, yani fiili muzarinin “lem” ile maziye çevrilerek anlatıldığı soru biçiminde Elem nec’alil’Arda diye gelen Elem nahlû’kum değil, ezvacen değil. Ve dahası Elem nec’al nevmeküm sübaten değil. Bakınız, nedir Ve ce’alna nevmeküm sübâten işte bu fark birincilerin somut, ikincilerin ise soyut olmasından dolayıdır. Arap dilinde böyle bir incelik vardır.

12-) Ve beneyna fevkaküm seb’an şidada;

Fevkinizde (yedi yörüngeli sistem – bilinç boyutunuzda) sağlam yedi (semâ) bina ettik. (A. Hulusi)

12 – Ve üstünüze yedi sağlam bina çattık. (Elmalı)

Ve beneyna fevkaküm seb’an şidada ve üzerinize 7 kat göğü sapasağlam bina ettik. Biz bina ettik. 7 kat göğü sapasağlam. Mecazen aslında çok katlı, katmanlı demektir. Burada ki 7 kat odur. 7 kattan kastın dünyayı çevreleyen atmosfer, veyahut ta güneşi çevreleyen gezegenler olduğu, veyahut ta 7 kat göğün kainatın katmanları olduğu, veyahut ta bu kâinatın 7 kattan bir kat diğerlerin ise onu aşan ve bilmediğimiz alem-i lâhuta kadar, alem-i melekuta kadar çıkan katlar olduğuna dair yorumlar yapılmış. Allah’u alem..! Fakat biz burada çok katmanlı bir varlık hiyerarşisinden bahsedildiğini kesin olarak anlıyoruz, gerisini Allah bilir diyoruz.

13-) Ve ce’alna siracen vehhaca;

Bir de ışık saçan bir kandil (Güneş – akıl) koyduk. (A. Hulusi)

13 – Ve içlerine şaşaalı parıl parıl bir kandil astık. (Elmalı)

Ve ce’alna siracen vehhaca ve oraya son derece güçlü ısı ve ışık kaynağı koyduk. siracen vehhaca yı nasıl çevireyim diye bir an duraksadım, tereddüt ettim. Vehhec aslında güneş. Isı ve ışık kaynağı diye çevirmem kelimenin yapısından dolayı. Aslında VeşŞemsi ve duhaha. (Şems/1) yı hatırlayalım güneşe ve aydınlığına yemin olsun, veya şahit olsun. Güneş ilah değil demek istiyor burada. Aslında bu ayetlerin indiği dünyada tapılan eşyayı bir sıralamaya dizsek 1 numarayı güneş alırdı.

Güneşi ben insana musahhar kıldım, insan yer yüzünün incisi, kâinat ağacının hem tohumu, hem meyvesi olan insan için yarattığım güneşe insan dönüp de nasıl tanrı diye tapar. Kölesine tapan ahmak efendiyi oynamak caiz midir. Kölesine tapan ahmak efendi. İşte bu ayetlerin indiği çağ açısından bakacak olursak böyle. Bugün içinde dahi bir nebze yine ders var.

14-) Ve enzelna minelmu’sırati mâen seccaca;

Yağmur bulutlarından şarıl şarıl bir su inzâl ettik. (A. Hulusi)

14 – Ve o mu’sıralardan şarıl şarıl bir su indirdik. (Elmalı)

Ve enzelna minelmu’sırati mâen seccaca ve sıkılmaya hazır bulutlardan şarıl şarıl sular indirdik. El mu’sırat; sıkılmaya hazır bulutlar.

15-) Linuhrice Bihi habben ve nebata;

Onunla taneler ve bitkiler çıkaralım diye. (A. Hulusi)

15 – Çıkaralım diye onunla taneler ve otlar. (Elmalı)

Linuhrice Bihi habben ve nebata onunla tohumlar ve bitkiler bitirelim, yetiştirelim diye.

16-) Ve cennatin elfafa;

İç içe girmiş bahçeler! (A. Hulusi)

16 – Ve sarmaş dolaş bağlar Bahçeler. (Elmalı)

Ve cennatin elfafa dahası salkım saçak bahçeler var ettik. Cennet; has bahçe demek. Elfaf; ağaçları birbirine girmiş, ağaçlarından göz gözü görmez olmuş muhteşem bahçe demek. Ve cennetin elfafa. Rabbimiz nimetleri birer birer saydı. Bizi yarattığını, yaratmakla kalmayıp bizim içi yer yüzünü döşediğini, beşik kıldığını, dağları bu beşiğe direk yaptığını ve bizi onun içinde eşli yarattığını, yalnız da yaratmadığını, bizim için kadın için erkekler, erkekler için kadınlar yaratıp bunları birbirinin örtüsü kıldığını, birbirine sekinet ve sükunet kıldığını, bir birine meveddet ve rahmet kıldığını, bir biri ile bunların varlığını sürdürmesi için kanun koyduğunu.

Ve dahası uykuyu yarattığını, sadece uyanıklığı değil. Uykuyu yaratmasaydı uykusuzluğun ne büyük bir bela olduğunu uykuya hasret olanlar bilir. Hastalara sormak lazım uyku ne büyük nimet diye. İşte onu da verdiğini. Yine geceyi bir örtü kıldığını ve gündüzü de hayatta çalışmanın bir sembolü kıldığını, göğü de üzerimize tek kat değil kat kat, muhtemelen 7 katlı gaz tabakası olsa gerek. Atmosferi oluşturan gaz tabakaları. Trotosfer stratosfer, biyosfer, ozonosfer (Mezosfer, termosfer, ekzosfer) gibi gaz tabakaları ve bununla bizi koruduğunu. Çünkü arkasından güneş gelecek. Güneşin zehirli ışınlarını rahmete nasıl çevirdiğini. Bu rahmete çevirmek içinde 7 kat bize atmosferden kalkan geçirdiğini ifade buyurduktan sonra rabbimiz. Söz nereye geliyor bakınız;

17-) İnne yevmelfasli kâne miykata;

Muhakkak ki o Fasl (ayrılıp tasnif olma) süreci vakit olarak belirlenmiştir. (A. Hulusi)

17 – Şüphesiz ki o fasıl günü bir miykat olmuştur. (Elmalı)

İnne yevmelfasli kâne miykata şüphesiz ayrışma gününün belli bir vakti vardır. Yani bütün bunları yaptıkta, bütün bunların bir ömrü yok mudur sanıyorsun ey insan. Ey insan ebedi mi zannediyorsun kendini. Güneşin, ayın, yerin göğün bir ömrü var. Milyarlarca yıllık hayatı olan güneşin bile bir ölümü var da, yaşasa yaşasa 100 yıl yaşayacak olan sen, insan nasıl ölümsüzmüş gibi Allah’a kafa tutarsın. Bu ne biçim küstahlıktır demeye getiriyor. Ben böyle anlıyorum en azından.

18-) Yevme yunfehu fiysSuri fete’tune efvaca;

O süreçte Sur’a üfürülür de gruplar hâlinde gelirsiniz. (A. Hulusi)

18 – O gün ki sur üfürülür derken gelirsiniz fevcâ fevc. (Elmalı)

Yevme yunfehu fiysSuri işte o gün sura üfürülür. Sur borusu çalınır, kalk borusu çalınır. fete’tune efvaca grup grup ortaya çıkarsınız. Hayat ırmağının kenarında sanki bir bitki gibi ortaya çıkarsınız diyor iman bahsinde Buhari ve Müslüm ün naklettiği bir sahih hadiste efendimiz.

19-) Ve fütihatisSemâu fekânet ebvaba;

Semâ da açılmış, kapı kapı olmuştur (bilinç, duyu organsız algılama yaşamına açılmıştır). (A. Hulusi)

19 – Semâ da açılmış olmuştur ebvab. (Elmalı)

Ve fütihatisSemâu fekânet ebvaba kapıları varmış gibi sema kapı kapı açılır. Sema açılır. Semanın kapıları, sanki kapılara sahipmiş gibi açılır. Fekânet orada yine teşbih edatı işlevi görüyor.

20-) Ve suyyiretilcibâlu fekânet seraba;

Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur (organların sınırlaması kalmamıştır). (A. Hulusi)

20 – Ve dağlar yürütülmüş olmuştur serab. (Elmalı)

Ve suyyiretilcibâlu fekânet seraba ve sanki bir serapmış gibi dağlar yürütülür, götürülür. Yani daha önce dağı gördüğünüz yere bakacak olsanız eğer, orada dağ yok. Daha önce gördüğüm mü doğruydu, şimdi gördüğümü. Yani gerçekten burada dağ yok muydu. Bir ömür dağı orada görmüşsünüz, ama serap olmuş şimdi. Yani zihniniz dağı oraya getirip koymak zorunda kalır eğer bakacak olsanız. Dağ yerinde yoktur çünkü.

21-) İnne cehenneme kânet mirsada;

Kesinlikle Cehennem güzergâh olmuştur (herkes oradan geçer)! (A. Hulusi)

21 – Şüphesiz ki Cehennem olmuştur mırsad. (Elmalı)

İnne cehenneme kânet mirsada ve hiç şüphe yok ki cehennem o gün cehennemin gözleri yolda kalmıştır. Kânet mirsada. Ben Mirsad’ı böyle çevirmeye uygun gördüm. Gözleri yolda kalmış. Yani hem rasat yeri, hem rasatın kendisi. Dolayısıyla cehennemin gözü yolda kalmıştır cehennemlikleri beklemekten. Cehennemlikleri gözlemektedir adeta.

22-) Littağıyne meâba;

Tuğyan edenler (azgınlar; zâlimler, Sünnetullâh’a göre korunma çalışmaları yapmayanlar) için yerleşim alanıdır! (A. Hulusi)

22 – Azgınlar için bir meâb. (Elmalı)

Littağıyne meâba o haddini bilmezler için bir meâb dır, son duraktır. Tağutlar için, haddini aşanlar için, kendini unutanlar için, firavunlaşanlar için, nemrutlaşanlar için, Allah’a sırt dönenler için. Allah’a; sana ihtiyacım yokmuş havası basanlar için bir son duraktır. Cehennem son durağı.

23-) Labisiyne fiyha ahkaba;

Çok uzun süre kalıcılar olarak! (A. Hulusi)

23 – Devirlerce içine kalacaklar. (Elmalı)

Labisiyne fiyha ahkaba onlar orada uzun zaman boyu kalacaklar. Onlar orada çok çok uzun zamanlar boyu kalacaklar. Ahkab; gerçekten de otoritelerimiz çok farklı zamanlarla açıklamaya çalışmışlar. Mesela bir hadiste ahkab; 80 yıl olarak geçiyor. Hukb daha doğrusu. İbn. Abbas 300 yıl diyor. 40 veya 30.000 yıl diyenler de var. Hasan Basri belirsiz bir süredir diye tefsir etmiş ahkab’ı. Ebu Said el Hudri hadisinde şöyle bir rivayet naklediyor efendimizden; Cennetlikler ve cehennemlikler cennete ve cehenneme giderler. Herkes yerine yerleşir yani. Allah Telâ en sonunda cehenneme seslenir; Kalbinde hardal tanesi kadar iman olanı oradan çıkarın. Buhari ve Müslüm. Bu hadis Allah resulünün rabbinin rahmetini, rabbinin mağfiretini okumasıdır başka bir şey değil.

Elbette cehennemin süresi bizim bileceğimiz bir şey değildir. Çünkü gaybdır, ahirete ilişkin her şey gaybdır. Rabbimiz bildirirse biliriz. Bildirmezse gaybı taşlamak bize düşmez. Doğrusunu Allah bilir. Allah’u ‘alem diyoruz bu ayetin tefsiri sadedinde.

24-) Lâ yezûkune fiyha berden ve lâ şeraba;

Orada ne bir serinlik tadarlar ne de keyif veren içecek! (A. Hulusi)

24 – Ne bir serinlik tadacaklar ne de bir şarap. (Elmalı)

Lâ yezûkune fiyha berden ve lâ şeraba orada ne yürek serinletici bir haber, ne de iç yangınını söndürecek bir içecek bulunmaktadır.

25-) İlla hamiymen ve ğassâka;

Ancak hamim (kaynar su) ve gassak (irin) müstesna! (A. Hulusi)

em>25 – Ancak bir hamîm ve bir gassak. (Elmalı)

İlla hamiymen ve ğassâka ancak kavurucu umutsuzluk ve buz gibi bir karanlık vardır. Hamiym i kavurucu bir umutsuzluk diye çevirdim hep. Çünkü orada ki hamiym, dışardan gelen bir yangın değil, insanın içinden gelen bir yangın. Kaybetmenin verdiği bir yürek yangını. Yitirmenin verdiği bir yürek yangını. Telafisi imkansızlığın verdiği bir yürek yangını. Pişmanlığın hiçbir fayda sağlamadığı, dönüşün mümkin olmadığı, artık öğrenmiş olmanın da yarar getirmediği bir yürek yangını. Düşünün ki Allah’tan mahrum kaldın ey kul dediler. Senin için bitti. Sen yaşarken Allah’a sırt dönmüştün, şimdi ise Allah sana sırt döndü tabir caizse. Kulun o anda yüreğinde ki yangını bir düşünün. Bir düşünsek diyeceğim ama düşünemeyiz bile. İşte bundan söz ediyor. Hamiym bu.

Ğassak buz gibi zehirli bir, sıvışan, zift türü sıvışan, adeta insanın iç dünyasını dışına vuran bir karanlık. Zift gibi bir karanlık. Yani yürekte ki gece insanın dışına vurmuş. İçini dünyada iken günah kiriyle öyle karartmış ki, artık cehennem bile onun yüzünden kapkara kesilmiş. Böyle bir karanlık.

26-) Cezâen vifaka;

Tam karşılığı olarak yaşamlarının! (A. Hulusi)

26 – Bir ceza ki bervechi vifak. (Elmalı)

Cezâen vifaka uygun, mütenasip suçla uyumlu bir ceza olarak böyle yaptık.

27-) İnnehüm kânu lâ yercune hısaba;

Muhakkak ki onlar bir hesap (yaşamlarının sonucunu) ummuyorlardı! (A. Hulusi)

27 – Çünkü ummazlardı onlar hiç bir hesap. (Elmalı)

İnnehüm kânu lâ yercune hısaba şüphesiz onlar vaktiyle hesaba çekilmeyi arzu etmiyorlardı lâ yercune hısaba hesaba çekileceklerini hiç ummuyorlar, arzu etmiyorlar, beklemiyorlardı. Ama oldu işte. İnsanın beklentisine ve arzusuna göre hakikat tecelli etmez ki, O zaman ne yapmak lazım; İnsan hakikate göre kendini ayarlamak zorunda. Hakikat bize uymaz, biz Hakka ve hakikate uymak zorundayız.

28-) Ve kezzebu BiâyâtiNA kizzaba;

Varlıklarındaki işaretlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı! (A. Hulusi)

28 – Âyetlerimizi tekzip ede ede kesilmişlerdi kezzab. (Elmalı)

Ve kezzebu BiâyâtiNA kizzaba ve işte ayetlerimizi korkunç bir şekilde yalanladılar, kökten yalanladılar. Kezzebu, kizzaba; kökten yalanladılar.

29-) Ve külle şey’in ahsaynâhu Kitaba;

(Oysa biz) her şeyi en incesine kadar kaydedip dosyalaştırdık! (A. Hulusi)

29 – Her şey’i ise biz ıhsa etmiş bir. (Elmalı)

Ve külle şey’in ahsaynâhu Kitaba biz de her şeyi bir bir sayarak ahsaynâhu kitaba; kayıt altına aldık. Yani o kitaba yı amellerin kayıtlı tabiatına atıf olarak göreceğiz. Her şeyi kaydettik. Her şeyi görüntülü, sesli, niyetli, yüreğini, zihnini, aklını, bilincini, bilinç altını, şuur altını he r tarafını kaydettik. Hayat filmini seyrettirirken her kareyi bütün bunlarla birlikte seyrettireceğiz. Biz buradan bunu anlıyoruz. Kitaben; dikkat buyurun, belirsiz gelmiş, yani aklınız almayacak, aklınızın almadığı bir şekilde kaydettik.

30-) Fezûku felen neziydeküm illâ ‘azâba;

O hâlde tadın; size azaptan başka bir şeyi asla artırmayacağız! (A. Hulusi)

30 – Artık tadınız, artık size azâb artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz. (Elmalı)

Fezûku felen neziydeküm illâ ‘azâba (sonunda diyeceğiz ki) ektiğinizin meyvelerini tadın. Fezûk; tadın. Ektiniz, cehennem ağacı ektiniz, zakkum ektiniz, şimdi meyvesini tadın. felen neziydeküm illâ ‘azâba artık size sadece cezayı artıracağız. Azaptan başka bir şeyi size artırmayacağız. Artacak bir şey varsa o da cezanız. Çünkü siz Allah’ın verdiği krediyi çar çur ettiniz. Allah sizi size emanet etti, siz size ihanet ettiniz. Allah’tan ne istemeye hakkınız var. Ne almaya hakkınız var.

Azab burada aslında mahrumiyet. Kök manası da budur azabın. Yani Fezûku felen neziydeküm illâ ‘azâba ancak mahrumiyetinizi artıracağız. Derin ıstırap; Allah’tan mahrum olmaktır aziz dostlar. Rabbim kendinden mahrum etmesin.

31-) İnne lilmüttekıyne mefaza;

Muhakkak ki korunmuşlar için kurtuluş vardır. (A. Hulusi)

31 – Şüphesiz ki korunanlara halâs ve kâm var. (Elmalı)

İnne lilmüttekıyne mefaza hiç şüphe yok ki muttakiler için, sorumluluğunun bilincine varanlar için tarifsiz bir kurtuluş ve mutluluk vardır. Mastar anlamıyla alırsak kurtuluş diye çevirmemiz lâzım, değilse mutluluk diye çevirmemiz lâzım.

32-) Hadâika ve a’nâba;

Sulak bahçeler, üzüm bağları… (“Meselül cennetilletiy” uyarısı hatırlanmalı. Cennete dair anlatılanların tümü semboller benzetmelerle anlatılmaktadır.) (A. Hulusi)

32 – Hadîkalar var, üzümler var. (Elmalı)

Hadâika ve a’nâba bahçeler ve tarifsiz bağlar a’naben. Aslında Hadâika; bahçeye denmez sadece, içinden su çıkan bahçeye değir. İçinden su çıkan bahçeler ve tarifsiz bağlar. Yine kimsenin bilmediği yerden konuşuyor Kur’an. Yine hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir aklın tasavvur edemeyeceği sonsuz nimetler diyarından konuşuyor. Çünkü O’nun verdiği haber gibisini kim verebilir ki. ve lâ yünebbiuke mislü Habiyr. (Fatır/14) her şeyden haberdar olanın verdiği haber gibi haberi kim verebilir sana. Kimse veremez. İşte onu diyor bu ayet.

33-) Ve keva’ıbe etraba;

Yaşıt muhteşem eşler! (Cinsiyet kavramı olmayan şuur yapının hakikatinden gelen Esmâ özelliklerini açığa çıkaracağı muhteşem kapasiteli o boyutun özelliğiyle oluşmuş bedenler. Dişi – erkek ayrımsız! Allâhu âlem. A.H.) (A. Hulusi)

33 – Ve turunç sîneli yaşıtlar var. (Elmalı)

Ve keva’ıbe etraba Dahası dengi dengine göz alıcı eşler. Evet, tam da böyle. Çünkü; Keva’ıb; aslında yüksek, yüce yer demektir. hatta sonradan kazandığı anlam yuvarlak anlamı kazanmış, kübik veya yuvarlak anlamı kazanmış. Ayak bileğine Kabeyn denir. Kâbe diyoruz bakınız Kâbe’ye kübik olduğu için. Belki hatta bir tarafıyla yuvarlak olduğu için çünkü hatıym tarafı yuvarlaktır. Kalbe benzer bir yerde. Burada Ve keva’ıb; tek bir cins için kullanılmaz Arapça da. Her iki cinse de hamledilir, her iki cinsi de kapsar. Etrab; Tam denk demek. Tercihimizi bu da destekler Onun için eşler birbirine uyumlu, dengi dengine eşler cennette.

34-) Ve ke’sen dihaka;

Dolu kadehler! (A. Hulusi)

34 – Ve bir dolgun peymâne var. (Elmalı)

Ve ke’sen dihaka ve dolup taşan kadehler. Tabii ki dünya şarabıyla değil, cennet şarabıyla.

35-) Lâ yesme’une fiyha lağven ve lâ kizzaba;

Orada ne bir boş söz duyarlar ne de bir yalan. (A. Hulusi)

35 – Orada ne boş bir lâf işitirler ne de bir tekzip. (Elmalı)

Lâ yesme’une fiyha lağven ve lâ kizzaba dünya da Allah’ın yasakladıklarını, sırf rabbimi üzmeyeyim, incinmesin diye yaklaşmayanlar, ahirette rabbimizin ikramıyla karşılaşacaklar. İşte onu söylüyor. Lâ yesme’une fiyha lağven ve lâ kizzaba Orada ne boş bir söz ne de bir yalan duymayacaklar.

36-) Cezâen min Rabbike ‘ataen hısaba;

Rabbinden bir ceza, (yani) yaptıklarına bağış olmak üzere! (A. Hulusi)

36 – Bir karşılık ki rabbinden atâ, yeter mi yeter. (Elmalı)

Cezâen min Rabbike ‘ataen hısaba tarifsiz bir hesaba göre, veya tarifesiz bir hesaba göre bahşedilen limitsiz bir ödül ‘ataen hısaben; limitsiz bir ödül. Kelimelerin zaten sıfat tamlamasının, hem sıfatının, hem mensufunun belirsiz gelmesi manaya bunu katar yan anlam olarak. Limitsiz bir ödül. Allahuekber..! Büyük Allah’ın ödülü de büyük olur. Onun için cennete girince Mü’minin ilk söyleyeceği şey Allahuekber olacak. Onun için bayram namazlarında ziyade tekbir alırız. Çünkü cennetten bir esinti ve efiltidir bayramlar. Allahuekber diyerek. Bu kadar büyük nimeti ancak büyük Allah verir demiş oluruz. Bu kadar küçük amele, eyleme, hayata, bu kadar büyük nimeti ancak büyük Allah verir demiş oluruz.

37-) RabbisSemavati vel’Ardı ve ma beynehümerRahmâni lâ yemlikûne minhu hıtaba;

Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir, Rahmân’dır! Hiç kimse O’ndan bir hitaba mâlik değildir. (A. Hulusi)

37 – O Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbi, Rahman, bir hitaba malik olamazlar ondan. (Elmalı)

RabbisSemavati vel’Ardı ve ma beynehüme O öyle bir Rab ki; göklerin, yerin ve o ikisi arasındakilerin rabbi. Er Rahman; O sonsuz merhametin kaynağıdır. İşte o Rahman’dır. lâ yemlikûne minhu hıtaba ve hiç kimse O’na hesap sormaya malik olamayacak. Burada şahsen O’na cennet bağlamında geldiği için O’na karşı ağzını açamayacak değil, Hiç kimse O’na; Neden ona bundan şu kadar büyük nimet verdin diye hesap soramayacak şeklinde anlaşılmalıdır.

38-) Yevme yekumur Ruhu vel melaiketu saffâ; lâ yetekellemune illâ men ezine lehurRahmânu ve kale savâba;

O süreçte, RUH (insanların tümünde şuur boyutunda açığa çıkan TEK’il Esmâ hakikati mânâsı) ve melekleri saf saf kıyamdadır. (Fıtratında) Rahmân’ın izin verdiği hariç, kimse konuşamaz hâldedir! O da doğruyu söyler. (A. Hulusi)

38 – O günkü Kıyama duracak Ruh ve Melâike saf saf. Bir kelime söyleyemezler, o kimseden başka ki o Rahman ona izin vermiş o da savabı söylemiştir. (Elmalı)

Yevme yekumur Ruhu vel melaiketu saffân lâ yetekellemun insanlığa ait bütün ruhların ve meleklerin saf saf dizildiği gün kimse ağzını açamayacak. Evet, tercihim burada ki er Ruh nedir sualine tercihim; Katade, İbn. Abbas ve Hasan Basri’nin tercihidir. Ruh belirlilikten dolayı çoğul anlam taşır. İnsana dünyada üflenen akıl, irade, fıtrat ve vicdan suretinde tecelli eden ruh, bu ruhtur. Teveffinin ardından asli vatanında şahit olarak huzura çıkarılan ruh budur. Teveffi ruha nispetle kullanılır Kur’an da mevt, cesede nispetle. Ceset mevt olur, ruh teveffi eder, sahibine vefa gösterir ve sahibine gider. Ruh Allah’ın emirlerinden bir emirdir. Sahibi Allah’tır ve şahit olarak huzura gidecek bir emanettir.

illâ men ezine lehurRahmânu ancak Rahman’ın izin verdikleri müstesna. Yani onlar konuşabilirler. Burada Ezine; ûzn; kulak anlamından türetilmiş, kulaktan. İzin bekleyene müsaade olduğu için kulak kökünden türetilmiştir. İzn de aynı kökten gelmiştir. Evet Üzn. ve kale savâba sadece doğruyu söyleyecek.

Müşriklerin yamuk şefaat anlayışını reddeden bir ayet bu. yani O’nun huzurunda biri eğer birini kayıracaksa Allah’ın kayırdığını kayıracak. Çünkü Allah’ın razı olmadığından Allah’ın sevdiği razı olamaz. Peygamberler, sıddıyklar, alimler, şehiydler; Allah’ın razı olduğundan razı olacaklar. Razı olmadığından da razı olmayacaklar.

39-) Zâlikel yevmülHakk* femen şâettehaze ila Rabbihi meâba;

İşte budur Hak süreç! Artık dileyen Rabbine erecek çalışmayı yapsın! (A. Hulusi)

39 – O günkü haktır, o halde dileyen Rabbine varacak bir yüz edinsin. (Elmalı)

Zâlikel yevmülHakk işte bu hakkın tecelli ettiği gündür. Hakikatin tecelli ettiği gündür. femen şâettehaze ila Rabbihi meâba artık kim dilerse rabbine varan bir yol tutsun. Dileyen rabbine varan bir yol tutsun, yani fahvel hitab dileyen de rabbine varmayan bir yol tutsun. Ama sonunu iyi düşünsün.

40-) İnna enzernaküm ‘azâben kariyba* yevme yenzurulmer’u ma kaddemet yedahu ve yekulülkafiru ya leyteniy küntü turaba;

Doğrusu biz sizi yakın bir azap (ölüm) ile uyardık! O gün kişi, ellerinin (kendine) ne takdim ettiğine bakar; hakikat bilgisini inkâr eden de şöyle der “Keşke toprak olsaydım!” (A. Hulusi)

40 – Çünkü biz size yakın bir azâbı ihtar ettik, o gün ki kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve diyecek ki kâfir: ah nolaydı ben bir türâb olaydım. (Elmalı)

İnna enzernaküm ‘azâben kariyba şüphesiz biz sizi yakın, çok yakın bir azab ile uyarıyoruz. yevme yenzurulmer’u ma kaddemet yedahu ve yekulülkafir O gün geldiğinde kişi takdim ettiklerine bakacak, eliyle ne gönderdiğine bakacak. Daha hayatta iken ahireti için yaptığı yatırıma bakacak Yaptığı yatırımın hep günah olduğunu gören kimse bakacak ki içinde yüz ağartıcı bir yatırım yok. Dünyada yapıp gönderdikleri, cehennemini büyütmüş, cennetini değil. Ateşini kışkırtmış, Nûr’unu yakmamış. Bakacak ki yüz karası, kendini mahvedecek şeyler.

İşte o zaman nankör kişi diyecek ki ya leyteniy küntü turaba nolaydım, keşke toprak olaydım. Keşke toprak olup gideydim de bu günleri görmeyeydim diyecek. Yani zira bu kişi yaşarken yeniden diriliş gerçeğini göz ardı etmiş, ölünce toprak olacağını sanmıştı. Ama orada baktı ki ölünce toprak olunmuyor. Evet, bugün bir tek ölümü çağırmayın diyordu ya Kur’an; ölümleri çağırın, bir çok ölümü çağırın, size bir tek ölüm yetmez. İşte o tiplerden birinin son halini, ahirette ki içine düştüğü o derin pişmanlığı dile getiren bu ayetle sure son buluyor.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. NAZİ’AT SURESİ (01-46)(186-B)

$
0
0

231

{{“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”}}

 

Aziz dostlar surei celilemiz bittikten sonra şimdi Nazi’at suresine geçeceğiz. İnşaAllah Nazi’at suresinin tefsirini de bu derste işlemeye çalışacağız.

Nazi’at suresi, söküp çıkaranlar anlamına gelen adını, ilk ayetinden alıyor bir çok sure gibi. Mekki bir sure. ‘adiyat, Zari’at, Saffat, Mürselat ile beraber, ki beş suredir bunlar Mevsufsuz sıfatlarla başlayan bir sure. Mürselat suresini daha önce işlemiştik oradan hatırlayacaksınız mevsufsuz sıfatlarla başlamak ne demekti.

Hz. Osman tertibinde Nazi’at suresi Nebe’ ile İnfitar sureleri arasında yer alıyor. Buna itiraz etmek için elimizde hiçbir gerekçemiz yok. Dolayısıyla bu sureyi boykot döneminin hemen ardına, yani yaklaşık Mekke döneminin 9. yılına tarihlendirebiliriz.

Suremizin konusu ahiret. Her şeyin bir ruhu vardır değil mi. ama her şeyin. Bedenin bir ruhu var insanın bir ruhu var, peki hayatın ruhu nedir? Bu dünya hayatının ruhu nedir? Ahirettir. Bu dünya ahiretin cesedi, ahiret, bu dünyanın ruhudur. Ahireti olmayan bir dünya hayatı ruhsuz bir cesetten başka hiçbir şey değildir. İşte bu surenin konusu da budur. Benzerleri gibi vahye üstü kapalı atıfla başlar. Yani tüm mevsufsuz sıfatlarla gelen surelerin usulünde olduğu gibi bu da vahye atıfla başlar. Şimdi bu girizgâhtan sonra suremizi tefsire geçelim.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahim olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.

1-) Vennazi’ati ğarka;

Şiddetli güç (kuvvesi; Mars); (A. Hulusi)

01 – O daldırıp nez’ edenlere. (Elmalı)

Vennazi’ati ğarkan nasıl çevirsem diye tereddüt ediyorum, çünkü bu ayetlerin mevsufu yok. Sıfat var fakat mevsuf yok. Nitelenen yok. Niteleyen var. Şöyle çevirebilirim. Şahit olsun muhatabın yüreğine dalıp küfrü oradan söküp atan yiğitlere, veya ayetlere. Çünkü dalıp, çekip çıkarmak, söküp almak, söküp atmak manasına geliyor. Vennazi’ati ğarkan ğark ise; dalmak, içine dalmak, dibine kadar dalmak manasına geliyor. Dalıp çıkarmak ikisi birden, söküp atmak. Dalmak ve daldıktan sonra söküp çıkarmak.

Bu saydığım beş sure, mevsufsuz sıfatlarla gelen 5 surenin de vahye atıfla başladığı kanaatindeyim. Tıpkı Hurufu mukadda ile başlayan surelerin vahye atıfla başladığı gibi. Dolayısıyla dalıp çıkarılan nedir? O yok. Ama müfessirlerimiz farklı farklı şeyler söylemişler. İlk beş ayetin mevsufu yok. Meleklerdir demişler. Yıldızlardır diyenler olmuş. Ok atanlar diyenler olmuş. Kabzedilen ruhlar diyenler olmuş. İlk ikisini bir ayrı, son üçünü bir ayrı. İlk üçünü bir ayrı son ikisini bir ayrı, yani bir şeyle bir mevsufla tanımlayanlar olmuş.

Fakat şöyle bir itiraz yöneltilebilir bu yaklaşımlara. Kur’an meleklerin dişi tasavvur edilmesini reddeder. Oysa ki Vennazi’at ile kelime dişil gelmiş. Mevsufu da dişil olabilir mi? Gerçi Külli cem’in müennesûn; her cem’i, her çoğul müennestir kuralı gereği, burada çoğul olduğu için böyle gelmiş olabilir. Ama öyle olmaya da bilir doğrusu. Onun için yıldızlara ve ruhlara da müdebbir denilemez. Bu itiraz yerinde bir itiraz. Yıldızlar müdebbir olamaz, o zaman yıldızlar akıllı olmuş olurdu. Ruhlara da akıl ithaf edilemez. Yoksa ruhlara bizim hayatımıza müdahil oldukları gibi bir güç vehmetmek gerekir ki bu da Kur’an ın düşünce dünyasına aykırı.

O zaman tercihimiz yine vahiy yönündedir; dalıp çıkaran gazap ayetleri şahit olsun.

2-) Vennaşitati neşta;

Yumuşakça götüren (kuvve; Güneş), (A. Hulusi)

02 – Ve usulcacık çekenlere, (Elmalı)

Vennaşitati neşta müjde dolu bir umudu yaydıkça yayan rahmet ayetleri şahit olsun.

1. ayet gazap ayetlerine, 2. ayette rahmet ayetlerine, çünkü neşat; sevinç, müjde manasına gelir. yani sevinci yaydıkça yayan, müjdeyi yaydıkça yayan rahmet ayetleri, cennetle müjdeleyen ayetler.

3-) Vessabihati sebha;

(Yörüngelerinde) yüzüp yüzüp giden (kuvveler; Satürn – Jüpiter), (A. Hulusi)

03 – Ve yüzüp yüzüp gidenlere. (Elmalı)

Vessabihati sebhan ve o umutla hayat denizine açılıp yüzdükçe yüzen mü’minler şahit olsun.

Sebh; yüzme. Sabihat yüzenler. Dolayısıyla burada ki yüzme ne olabilir diye düşündüğümüzde bir mevsuf takdir etmek zorundayız. O mevsufu gazap ve rahmet ayetleri kendine geldikten sonra kendilerine gelen müjdeye iman edip, gazap ayetlerinin uyarısından da sakınan mü’minler kastediliyor olabilir. İşte onlardır hayat denizinde umutla yüzen.

4-) Fessabikati sebka;

Yarışıp öne geçen (kuvveler; Merkür – Venüs), (A. Hulusi)

04 – Derken yarışıp geçenlere. (Elmalı)

Fessabikati sebkan ve hayır yolunda birbiriyle yarışanlar şahit olsunlar.

5-) Felmüdebbirati emra;

Hükmü tedbir edenlere (açığa çıkaran kuvveler; AY), (Bu âyetlerin ‘yıldızlara işaret ettiği yorumu’ Hasan Basri ve İmam Razi’ye ait olup, paylaştığım anlayıştır. A.H.) (A. Hulusi)

05 – Derken bir emir çevirenlere kasem olsun ki (Kıyamet var). (Elmalı)

Felmüdebbirati emran derken onların peşinden işleri yoluna koyanlar, tedbir edenler müdebbirati emran işleri yerine koyanlar. Şahit olsun. Yani ilk mü’minlerin sanki fotoğrafı çekiliyor gibi bu ayetlerde. Ayetler iniyor, gazap ayetleri mü’minlerin yüreklerinde korku, rahmet ayetleri içlerinde müjde oluyor. Ve bu ayetlerin verdiği aşk ve şevkle mü’minler hayatın içine dalıyor, hayat denizinde başlıyorlar yüzmeye. Gayretle canla, başla çalışıyorlar. Küfre ve şirke karşı bir muazzam savaşa, mücadeleye, cihada girişiyorlar. Ve işleri en sonunda yoluna koyuyorlar. İş bölümü yapıyorlar, iş birliği yapıyorlar, Felmüdebbirati emran emri tebdir ediyorlar.

6-) Yevme tercüfurRacifetü;

O süreçte Racife (vefat sarsıntısı; zelzele) sarsar. (A. Hulusi)

06 – O gün ki sarsar râcife. (Elmalı)

Yevme tercüfurRacifeh yeminin cevabı burada geldi. İşte o gün yer yüzü şiddetli bir sarsıntıyla sarsılacak. Zımnen bunların her biri şahit olsun ki o gün yer yüzü şiddetli bir sarsıntıyla sarsılacak.

7-) Tetbe’uherRadifeh;

Onu Radife (bâ’s; yeni ruh bedenle yaşama başlayış) izler. (A. Hulusi)

07 – Onu velyeder o râdife. (Elmalı)

Tetbe’uherRadifeh artçı sarsıntılar birbirini izleyecek. Racife, radife birbirinin mukabili olsa gerek Kur’an ın üslubu gereği. Sürecin başlangıcını ve devamını ifade ediyor. Ne sürecinin? Elbette kıyamet sürecinin. Son saatin ayrıntılarını burada görüyoruz. Dolayısıyla Kur’an bizi yine uyarırken şu kâinatın bir ömrü var ey insan. Şu kainatın bir ömrü varsa sen ölümsüz olduğunu mu sanıyorsun. Dolayısıyla kâinatı Allah senin için, yeri göğü senin için, güneşi ayı senin için yarattı. Peki seni kim için yarattı. Bunu hiç mi düşünmüyorsun. Seni kendisi için yarattı. Bunu unutma zımni uyarısı var burada.

8 – ) Kulûbün yevmeizin vacifetun;

O süreçte (bazı) bilinçler şok olur! (A. Hulusi)

08 – Yürekler o gün oynar kaygıdan. (Elmalı)

Kulûbün yevmeizin vacifeh kalpler çarpılmış gibi titreyecek o gün. Sanki cereyana tutulmuş gibi.

9-) Ebsaruha haşi’ah;

Onların görüşleri şaşkın, eziktir! (A. Hulusi)

09 – Gözleri kalkmaz saygıdan. (Elmalı)

Ebsaruha haşi’ah onların gözleri yıkılmışçasına, bitmişçesine yan yatmıştır. Ya da bitmişliği temsil edecek gözleri, haşi’ah. Hani bitik, bitkin bir insanın görüntüsü olur ya. Şimdi ahirette artık her şeyini kaybetmiş, mutlak bir iflas ile iflas etmiş bir adamı gözümüzün önüne getirelim, bitmişliğini gözümüzün önüne getirelim, bu ayet onu söylüyor.

10-) Yekulune einna lemerdûdûne fiylhafireti;

Hâlâ diyorlar: “Gerçekten biz ilk hâlimize (toprak olduktan sonra hayata) geri döndürülür müyüz; bâ’s var mı?” (A. Hulusi)

10 – Diyorlar ki: biz, gerçek döndürülecek miyiz o hufre de. (Elmalı)

Yekulune einna lemerdûdûne fiylhafirah hala diyorlar ki ne yani şimdi biz yeniden eski halimize mi döndürüleceğiz. O zaman öyle diyecekler.

11-) Eizâ künna ‘ızamen nehıreh;

“Çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuzda mı?” (A. Hulusi)

11 – Ya’ ufalanmış kemikler olduğumuz vaktı ha? (Elmalı)

Eizâ künna ‘ızamen nehıreh tamamen çürüyüp bir külçe kemik haline gelsek de yeniden mi dirileceğiz.

12-) Kalu tilke izen kerretun hasiretun;

“İşte bu, o takdirde (yaşamın devam etmesi) hüsranlı bir geri dönüştür” dediler. (A. Hulusi)

12 – O dediler: o halde hüsranlı bir dönüş. (Elmalı)

Kalu tilke izen kerretun hasirah ve ekliyorlar o zaman desene bu ikinci bir hüsran olacak. Tabii ki dalga geçer babda söylüyorlar bunu. Yani gır gır geçiyorlar. Desene bu ikinci hüsranımız olacak.

13-) Feinnema hiye zecretun vahıdetun;

Oysa o tek bir komuttur! (A. Hulusi)

13 – Fakat o zorlu bir kumandadır. (Elmalı)

Feinnema hiye zecretun vahıdeh ne ki o, Allah ile şaka olur mu? Allah söylüyorsa sadakallahul azıym; Allah doğruyu söyler. Ne ki o öldürten bir çığlık gibi tek vuruşla işi bitirecek. Allah tek vuruşla işi bitirecek.

14-) Feizâ hüm Bissahireh;

Bir de bakarsın ki onlar geniş alandadırlar! (A. Hulusi)

14 – Bakarsın uyanmışlar hepsi meydandadır. (Elmalı)

Feizâ hüm Bissahireh işte o zaman gözleri fal taşı gibi açılacak. O yılgın gözleri, o inkarcı gözleri, o aldırmayan gözleri, o hakikati görmeyen gözleri fal taşı gibi açılacak.

15-) Hel etake hadiysü Mûsa;

Musa’nın olayı sana ulaştı mı? (A. Hulusi)

15 – Geldi ye sana Musâ’nın kıssası? (Elmalı)

Hel etake hadiysü Mûsa şimdi bir girizgâh yaptı, bir giriş yaptı ve bize ahiretten sondan akıbetten, insanın ebedi istikbalinden bir manzara sundu. Bu dehşet manzarasıydı. Kıyametin, son saatin dehşet manzarası. Yerlerin göklerin ömrünün doluş manzarası bu.

Şimdi ise insanoğluna tarihten bir pencere açıyor ve bu pencereden Hz. Musa’yı seyrettiriyor. Tabii ki bu kıssa bir çok yerde anlatılır Musa ve Firavun kıssası. Ama burada anlatılan kıssa tamamen Hz. Musa ile ilgili. Demek ki ilk muhatap Allah resulüne bir teselli babında, aynı zamanda bir inşa babında bir anlatım bu. Hel etake hadiysü Mûsa kad etake hadiysü Mûsa. Hel ile başlayan tüm ayetleri böyle anlayabiliriz demiştim. Yani Musa’nın haberi sana geldi mi? Musa’nın haberi işte sana geldi.

16-) İz nadahu Rabbuhu BilVadilMukaddesi Tuva;

Hani Onun Rabbi Ona, (Bi-)mukaddes vadi Tuva’da hitap etti: (A. Hulusi)

16 – O vakit ki ona rabbi nidâ etmişti o mukaddes vadîde: Tuva da. (Elmalı)

İz nadahu Rabbuhu BilVadilMukaddesi Tuva hani ona rabbi nida etmişti mukaddes Tuva vadisinde. Ona rabbi nida etmişti, seslenmişti.

Mukaddes; ismi mef’ul, kutsal kılınmış demek. Zaten fail olarak hiç gelmez, hep mef’ul olarak gelir. Fail olarak nasıl gelsin ki, Allah’ın esmasından biridir Kuddus. ..Kuddûs’üs Selâm’ul Mu’min’ul Müheymin.. (Haşr/23) çünkü kutsallığı O koyar. O bir şeyi kutsal kılarsa o kutsaldır. Yoksa olmaz. Onun için mukaddes denilmiş. Bakınız, yani Allah’ın kutsal kıldığı, bir fail tarafından kutsallık yüklenmiş bir mef’ul. Kur’an da 3 yerde kullanılıyor ikisi Tuva vadisi için, birisi Filistin için, Ama Kur’an Filistin için aynı zamanda mübarekte kullanılıyor. Mekke ve havalisi için. Yine Filistin için de mübarekte kullanılıyor. Filistin için hem mübarek, hem mukaddes kullanıldığına göre. Demek ki bu ikisi birbirine yakın manalarla kullanılıyor. Bereketli ve Allah’ın kutsallık verdiği, mukaddes kıldığı vadi.

Vadi mukaddesliğini kendisinden almıyor, o vadide olan şeyden alıyor. Ne oldu orada? O vadide vahiy indi. Vahiy indiği yere bir mübareklik, bir bereket, bir mukaddeslik katıyor. Çünkü vahiy kutsal olandan neş’et ediyor. Ey insan sana inerse seni ne yapmaz zımni suali bunun içinde var. Onun kutsal kılmadığını kutsal ilan etmek Allah’tan rol çalmaktır. Bunu unutmamak lazım.

17-) İzheb ila fir’avne innehu tağâ;

“Git Firavun’a! Muhakkak ki o azgınlaştı!” (A. Hulusi)

17 – Haydi demişti git Firavuna da, çünkü o pek azdı. (Elmalı)

İzheb ila fir’avne innehu tağâ Musa’ya seslendik Tuva vadisinde. Dedik ki firavuna git, şüphesiz o haddini aştı, azdı, çığırından çıktı. Tam da tağa; tağalma; su taşınca çığırından çıkınca bu cümle kullanılır. Çığırından çıktı, haddini aştı firavun.

18-) Fekul hel leke ila en tezekkâ;

“De ki: Arınıp saflaşmaya ne dersin?” (A. Hulusi)

18 – De ki: ister misin temizlenesin? (Elmalı)

Fekul hel leke ila en tezekkâ ve ona de ki senin arınmaya gönlün var mı? Adam olmaya gönlün var mı? Yani sana öğüt versem sende öğüt alacak beni dinleyecek bir kulak var mı? Şu kibarlığa bakınız, davetçiye davet üslubu da öğretiliyor aynı zamanda. Davet eden Musa AS. davet edilen yer yüzünün süper güçlerinden biri olan Mısır’ın firavunu. hel leke ila en tezekkâ seni uyarsam benim uyarımı dinler misin?

19-) Ve ehdiyeke ila Rabbike fetahşâ;

“Seni Rabbine erdirmeme? (Azameti karşısında) haşyet duyarsın!” (A. Hulusi)

19 – Ve rabbine irşat edeyim de seni saygılanasın? (Elmalı)

Ve ehdiyeke ila Rabbike fetahşâ eğer cevabın evet ise ben seni doğru yola yönlendireceğim, sen de kendine çeki düzen vereceksin. Böyle biraz açılımlı çevireyim. Yani ben seni hidayet yoluna yönlendireceğim, sen de kendine çeki düzen verip Allah’a karşı saygılı olacaksın. Fetahşâ; Haşyet içinde olacaksın.

20-) Feerahul’ayetelkübra;

Derken ona büyük mucizeyi gösterdi! (A. Hulusi)

20 – Vardı ona o büyük mucizeyi de gösterdi. (Elmalı)

Feerahul’ayetelkübra ve ona Musa en büyük ayeti gösterdi. Yani mucizeyi gösterdi, büyük mucizeyi. Burada nübüvvet, yani peygamberlik belgesini gösterdi şeklinde anlayabiliriz. Her peygamberin bir peygamberlik belgesi vardır. Mucize budur ve Allah Resulünün peygamberlik belgesi Kur’an dır. Ne yaptı peki Firavun?

21-) Fekezzebe ve ‘asâ;

(Firavun) yalanladı ve isyan etti. (A. Hulusi)

21 – Fakat o tekzip etti, isyan etti. (Elmalı)

Fekezzebe ve ‘asâ yalanladı ve isyan etti. ‘asa yı eğer değnek gibi dümdüz durdu manasına alırsak; yalanladı ve diklendi. Değnek gibi, kazık gibi diklendi.

22-) Sümme edbere yes’â;

Sonra koşarak ardına döndü. (A. Hulusi)

22 – Sonra koşarak idbara gitti. (Elmalı)

Sümme edbere yes’â sonra hışımla bulunduğu yeri terk etti.

23-) Fehaşere fenâda;

Akabinde topladı, seslendi: (A. Hulusi)

23 – Derken mahşerini topladı da bağırdı: (Elmalı)

Fehaşere fenâda sonra adamlarını topladı başladı bağırıp çağırmaya. Taktik veriyor;

24-) Fekale ene Rabbukümül’a’lâ;

“Ben, sizin en âlâ Rabbinizim!” dedi. (Kadim Hakikat bilgisini elde eden Firavun, bunu şuurun sınırsız kuşatıcılığıyla tüm varlıkta müşahedesi yerine; bilincine yükleyerek bedenselliğine vermiş; bilinç varlığına tanrısallık vermiş ve bedenselliğinde dilediğini yapma noktasına yani nefs-i emmâre yaşamına düşmüştü. Bu yüzdendir ki Musa a.s. ona hakikat bilgisini aktarmak yerine, yani Allâh’a iman yerine, Rabb-ül âlemîn’e iman noktasına çekerek uyarı yapmıştı. Yani tüm varlıkta tedbir eden Esmâ mertebesine dikkatini çekerek hayalindeki vahdeti, bilinç – beden boyutunda yaşayarak birimselliğiyle sınırlamak yerine; şuur boyutunda tüm varlığa yaygın Esmâ mânâları çıkışına iman etmesini teklif etmişti. A.H.) (A. Hulusi)

24 – Benim en yüksek rabbiniz, dedi. (Elmalı)

Fekale ene Rabbuküm ve dedi ki ben sizin rabbinizim el ‘alâ en büyük benim. Mahsus böyle çevirdim Ben sizin en büyük rabbinizim şeklinde çevirmedim. Çünkü el ‘alâ sebebi nat olmalı burada. Sebebi nat olarak anlaşıldığında böyle çevirmek lazım. Çünkü Firavun da biliyordu ki gökleri ve yeri yaratan kendisi değil. Güneşi doğudan doğdurup, batıdan batıran kendisi değil. Bunu da itiraf ettiğini biz yine Kur’an dan öğreniyoruz. Dolayısıyla en büyük rabbin gökleri yaratan güneşin ve ayın rabbi olduğunu biliyordu. Fakat kendisi yer yüzünde bir numara olduğunu düşünüyordu.

Hatta göklerin ilahı göklere karışsın yere de beni memur kıldı ben karışırım kafasındaydı. Yani bir tür Allah’ın müdahil olmadığı alan fikrine inandığı için Firavunlaştı. Yani seküler mantığa saplandığı için firavunlaştı. Allah’ın müdahil olmadığı alan düşüncesi şirk düşüncesinden başka bir şey değildi. Firavunu firavun yapan da belki ta zihniyetinin arka planında buydu.

Bu firavun tarihsel olarak Hiksos hanedanı, -ki Hiksos hanedanı Hz. Yusuf’a görev veren hanedan- Çoban krallar manasına geliyor ve aslen Arap soyundan olan bir hanedan dı, Mısır’ın fatihleri olarak Mısır’a girdiler. Aslen Irak ve Suriye kökenlidirler. Dolayısıyla Hiksos hanedanı ile Hz. Yusuf arasında da bir köken birliği, Sami kök ailesine ait bir birlik söz konusuydu. Evet, o hanedan sürüldükten sonra, çıkarıldıktan sonra, yerine geçen kamosa hanedanı kendini; tanrının yer yüzünde ki simgesi olarak ilan etti., yani yaşayan tanrı. Eskiden firavunlar öldükten sonra tanrı ilan edilirdi, ama kamosa hanedanı döneminde ilk defa yaşayan tanrı ilan ettiler. Bu aslında ona bir atıf olsa gerek.

25-) Feehazehullahu nekâlel ‘ahıreti vel ûla;

Bunun üzerine Allâh, onu sonsuz yaşam boyutunun ve öndekinin (dünyanın) ibret verici azabı ile yakaladı. (A. Hulusi)

25 – Allah da onu tuttu sonuna önüne nekâl olmak üzere tenkîl ediverdi. (Elmalı)

Feehazehullahu nekâlel ‘ahıreti vel ûla dünya ve ahirete ibret olsun diye Allah onu enseledi. Bunun sonucunda Allah onu enseledi. Ehazehu; yakaladı. Niçin? Dünya ve ahirete ibret olsun diye.

26-) İnne fiy zâlike le’ıbreten limen yahşâ;

Muhakkak ki bunda haşyete ermiş kimseler için elbette bir ibret vardır! (A. Hulusi)

26 – Şüphesiz ki bunda bir ibret var, saygı duyacaklar için. (Elmalı)

İnne fiy zâlike le’ıbreten limen yahşâ hiç şüphe yok ki bunda Allah’a karşı sorumlu davrananlar için derin bir ibret vardır. ‘ıbre, ubur, geçit manasına gelir kökü. Yani bir geçitten geçeceksiniz düşünceyle, olayın arka planından bakacak ve satır aralarını ve satır arkalarını okuyarak sadece rabbim ne dedi değil, rabbim ne demek istedi bana diye soracağız. İşte bu ‘ıbret oluyor.

27-) Eentüm eşeddü halkan emisSema’* benâha;

Sizin yaratılışınız mı zorlu yoksa Semâ mı? (Ki Allâh) onu bina etti! (A. Hulusi)

27 – Siz mi daha çetinsiniz yaratılışça yoksa Semamı? O «Allah» onu bina etti. (Elmalı)

Eentüm eşeddü halkan emisSema’* benâha yaratılış açısından siz mi daha eşed siniz, yoksa gök kubbe mi. Eşed i klasik mealler gibi zor diye çevirmek kökten yanlış olur. Zira Allah için zor yok ki yaratışta. Allah için şunu yaratmak, bunu yaratmaktan daha zordur diye bir şey söylenemez ki. Eşed de zaten tek manası bu değil, daha sağlam manasına gelir. Aslında ilk manası budur, ana manası budur. Yani siz mi sağlamsınız, gökler mi sağlam. Hiç şüphesiz gökler sağlam. Çünkü insanoğlu yaşasa yaşasa 100 yıl kadar yaşar, göklerse milyarlarca yıldan beri duruyor. Onun için hangisi daha sağlam sualinin cevabını biliyoruz.

28-) Rafe’a semkeha fesevvaha;

Onun sınırlarını yükseltti de onu tesviye etti (işlevini yerine getireceği özelliklere göre oluşturdu)! (A. Hulusi)

28 – Boyuna irtifa’ verdi. Nizamına koydu. (Elmalı)

Rafe’a semkeha fesevvaha gök kubbeyi yükseltti ve dengeli bir iç düzene kavuşturdu. Fesevvaha. Hatta belki mahul kaleyhini yükledi, yaratılış amacı neyse onu da yükledi, programladı diye anlamakta mümkin. Tesviyenin bir manası da odur.

29-) Ve ağtaşe leyleha ve ahrece duhaha;

             Onun gecesini kararttı, onun gündüzünü aydınlattı. (A. Hulusi)

29 – Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı. (Elmalı)

Ve ağtaşe leyleha ve ahrece duhaha onun gecesini karanlık ve gündüzünü de aydınlık yaptı.

30-) Vel’Arda ba’de zâlike dehaha;

İşte bundan sonra arzı yayıp döşedi. (A. Hulusi)

30 – Ondan sonra da arzı döşedi. (Elmalı)

Vel’Arda ba’de zâlike dehaha ve onun ardından yer yüzünü yuvarlatarak bir düzene koydu. Yuvarlatarak diye çevirim dehaha den dolayıdır. Aslında Şems/6 ayetinde ki tahâha ile burada ki dehaha; hem mahreç açısından, hem de mana açısından birbirine çok yakındır. Deve kuşu yumurtasıyla alakalıdır. Deve kuşu yumurtasında denmez deha, tâha. Ya neye denir? deve kuşu yumurtasının yerine yuvasına denir. Fakat zaten deve kuşu yumurtasının yuvası da deve kuşunun yumurtası şeklinde olur. Çünkü kumun içine yapıyor, yumurtayı bırakıyor, bıraktıktan sonra yumurta dışında ki sıvı salgıyla ve hayvanın üstünde oturma ağırlığıyla, hayvanın da nemiyle beraber zaten oraya tam yumurta gibi bir oyuk açılıyor. Yer yüzünün yuvarlaklığının tipik olarak ifadesidir ve mucizevi bir haberdir aynı zamanda.

Zaten Kur’an da felek kelimesinin geldiği ayetlere baktığımızda felekte dönen şeyler için, yuvarlak şeyler için, tedvir için kullanılır. Dolayısıyla bunlar hep birbirini teyit eden Kur’ani kavramlar. Onun için o zaman Batlamyus teorisi dünyada tek teori. Yani tüm uzay bilginleri düz bir tepsi gibi zannediyorlardı dünyayı, düz bir tepsi. Kur’an sa deve kuşu yumurtasının yuvasıyla açıklıyor. Yani yuvarlak olduğunu zımnen söylüyor.

31-) Ahrece minha mâeha ve mer’aha;

Ondan onun suyunu ve mer’asını çıkardı(ğı hâlde). (A. Hulusi)

31 – Ondan suyunu ve mer’asını çıkardı. (Elmalı)

Ahrece minha mâeha ve mer’aha yine orada ondan, oranın suyunu çıkardı ve beslenme kaynaklarını yarattı, var etti, çıkardı.

32-) Velcibale ersaha;

Dağlara gelince, onları demir atmış gibi dikip sâbitledi. (A. Hulusi)

32 – Ve dağlarını oturttu. (Elmalı)

Velcibale ersaha yine dağları sağlamca yerleştirdi.

[Ek bilgi; Yer küresinin teşekkülü kaba taslak şöyle düşünülüyor; Çok yüksek derecede ki bir sıcaklığın hüküm sürdüğü ve özellikle -kayaların erime halinde olduğu- merkezi bir tabakayı ihiva eden derin bir tabaka ile katı ve soğuk olan yer kabuğundan yani yüzey tabakasından meydana gelmektedir. Bu tabaka çok incedir yerin yarıçapı 6.000 km. den fazla olduğu halde, bu yüzey tabakası birkaç Km. ile birkaç on km. arasında bir kalınlık teşkil eder. Bu da yer kabuğunun ortalama olarak yer küresinin yarı çapının %1. i kadar bile olmadığı anlamına gelir.

Jeolojik olaylar işte –denilebilirse- bu ince deri üzerinde meydana gelmektedir. Bunların temelinde dağ silsilelerinin esası olan kıvrılmalar bulunur. Dağların oluşumuna jeolojide orogene’se (dağ oluşması denilir. Bu oluşum sürecinin büyük bir önemi vardır. Çünkü bir dağı meydana getirecek olan bir engebeye yer altında yer kabuğunun aynı oranda bir gömülmesi tekabül eder ki bu yere çakılmada, alt tabakada ona bir temel sağlar.

Kur’an ın dağlarla ilgili ifadeleri ve onların bir takım kıvrılma hadiselerinin sonucunda sabir bir şekilde yerine oturduklarına işaret eden ayetler çok önemlidir.

“Değil mi ki biz arzı bir döşek yaptık.” (Nebe’/6)

“Ve dağları birer kazık” (Nebe’/7).

Burada işaret olunan kazıklar (vedet in çoğulu evtad) çadırı yere tespit etmek için kullanılan kazıklardır. Çağdaş jeologlar yer kıvrımlarının onlarca km. ye varan değişik boyutlarda olan engebeler halinde yerleşmiş olduklarını bildirirler. Yer kabuğunun sağlamlığı da bu kıvrılma olayından ileri gelir.

(Maurıce Bucaılle – Kitab-ı Mukaddes, Kur’an ve bilim/268-270)]

33-) Meta’an leküm ve lien’amiküm;

Sizin ve en’amınızın (hayvanlar) yararlanması için. (A. Hulusi)

33 – Sizin ve davarlarınızın indifa’ı için. (Elmalı)

Meta’an leküm ve lien’amiküm siz ve hayvanlarınız için geçim yeri olsun diye böyle yaptık.

34-) Feizâ câetittammetülkübra;

Et Tammet’ül Kübra (karşı konulmaz olay – ölüm tadılıp yeni yaşam) başladığında. (A. Hulusi)

34 – Fakat geldiği vakit o «tâmmei Kübrâ»(Elmalı)

Feizâ câetittammetülkübra imdi, o muazzam olay gerçekleştiği zaman, yeniden kıyamete getirdi, son saate getirdi, büyük olaya getirdi. O muazzam olay gerçekleştiği zaman.

35-) Yevme yetezekkerul’İnsanu ma se’a;

O süreçte insan çalışmalarının getirisinin ne olacağını hatırlar! (A. Hulusi)

35 – O insanın neye koştuğunu anlayacağı gün. (Elmalı)

Yevme yetezekkerul’İnsanu ma se’a evet işte o gün insan neyin peşinden koştuğunu fena halde hatırlayacak, fakat hiçbir işe yaramayacak. Neyin peşinden yeldirdi, neyin peşinden ömrünü tüketti, saçlarını hangi değirmen de ağarttı, işte o zaman fark edecek. Eyvah..! diyecek ama iş işten geçmiş olacak.

36-) Ve burrizetilcahıymu limen yera;

Görüşü açılan (göz sınırlaması olmadan gören) için cehennem bâriz (apaçık) karşısındadır! (A. Hulusi)

36 – Ve Cahîm hortlatıldığı vakit, görür kimseler için. (Elmalı)

Ve burrizetilcahıymu limen yera cehennem, görme yeteneği olan herkesin gözüne sokulacak adeta burrizet; bariz olacak. Yani görme yeteneğine sahip herkesin gözüne gözüne sokulacak cehennem ben buradayım diye.

37-) Feemma men tağâ;

Azıp kural tanımayana, (A. Hulusi)

37 – Artık herkim azgınlık etmiş, (Elmalı)

Feemma men tağâ fakat tuğyan eden şu kimseye gelince, haddini aşan, tağutlaşan yani Allah’a baş kaldıran, Allah’a sana ihtiyacım yok havalarında olan, sırt dönen, firavunlaşan, Nemrutlaşan şu tip gelince.

38-) Ve aserelhayateddünya;

Dünya zevkleri için yaşamayı seçene gelince; (A. Hulusi)

38 – Dünya hayatı tercih eylemiş ise, (Elmalı)

Ve aserelhayateddünya ve dünya hayatının etkisiyle kendini kaybeden tipe. Devam ediyor;

39-) Feinnelcahıyme hiyel me’va;

Muhakkak ki yakıcı ortam mekânı olur! (A. Hulusi)

39 – Muhakkak Cahîmdir onun varacağı, (Elmalı)

Feinnelcahıyme hiyel me’va işte cehennemdir bu tiplerin son varacakları, varıp duracakları son durak cehennem olacaktır.

Firavunlaşmayı aslında dile getiriyor bu ayetler. Cehenneme götüren, firavunu firavun yapan şey nedir diye sorsanız ayetlerden cevabını alıyoruz. Bir- tuğyan, iki- dünyevileşmek. Bir haddini bilmeme, iki dünyevileşme. Hani efendimiz de Hubb-ud-dünya Re’sü Külli hatietin diyordu ya, dünya sevgisi tüm günahların, tüm yanlışların başıdır. Dünyevileşme de insanı firavun eden bir sürecin başlangıcı olarak geliyor.

40-) Ve emma men hafe mekame Rabbihi ve nehennefse ‘anilheva;

Rabbinin makamından korkan ve nefsini boş geçici sonsuzlukta hiçbir getirisi olmayan davranışlardan koruyana gelince; (A. Hulusi)

40 – Herkim de rabbinin makamından korkmuş ve nefsi hevadan nehy eylemiş ise. (Elmalı)

Ve emma men hafe mekame Rabbihi fakat rabbinin makamından korkan kimseye gelince. Aslında bu rabbinin sevgisini yitirmek korkusu. ve nehennefse ‘anilheva ve kendini nefsinin hevasından alıkoyan kimseye gelince. Nefsinin hevasına teslim olan değil, iç güdülerinin, bilinç altının, şehvetinin ayartmalarına karşı direnen kimse bu.

41-) Feinnelcennete hiyel me’va;

Muhakkak ki cennet, barınağın ta kendisidir. (A. Hulusi)

41 – Muhakkak Cennettir onun varacağı. (Elmalı)

Feinnelcennete hiyel me’va işte onların varacağı yerde cennet olacaktır.

Burada cennete götüren amellerde sayılıyor. Yukarıda tersi. Allah korkusu ve hevadan uzaklaşmak, yani keyfi yaşamdan uzaklaşma. Kendi kurallarını kendin değil, rabbine koydurma, rabbinin koyduğu kuralları uygulama.

42-) Yes’elûneke ‘anissa’ati eyyane mursaha;

Sana O Saat’ten soruyorlar: Onun gelip çatması ne zaman, diye. (A. Hulusi)

42 – Sana o saatten soruyorlar: ne zaman demir atması? (Elmalı)

Yes’elûneke ‘anissa’ati eyyane mursaha ey peygamber sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.

43-) Fiyme ente min zikraha;

(Oysa) onun bilgisi sende ne arar! (A. Hulusi)

43 – Nerde senden onu anlatması? (Elmalı)

Fiyme ente min zikraha sen nerede onu bilmek nerede. Şöyle yaklaşık çeviriler yapabilirim. Sen onu nereden bileceksin, sen onu nasıl bilebilirsin ki falan. Ama inanın metin ne söylüyorsa ben mümkin olduğu kadar metnin aslına sadık kalarak hedef dile taşımaya çalışıyorum kaynak dili. Bize de düşen budur. Metnin aslına sadakattir, vahye sadakattir. Yumuşatmak bize düşmez. Yani bu konuda Kur’an ın üslubu keskinse ben onun içine yumuşatıcı katamam ki. O keskinliği verebildiğim oranda tercüme de başarılı olurum.

Sen kim onu bilmek kim diyorsa Kur’an ya bizim içimizden çıkan, peygamber olmadığı halde kıyametin vaktini hesaplamaya kalkanlara ne diyor. Aslında böyle ele almak lazım.

44-) İla Rabbike müntehaha;

Onun sonu rabbinedir. (A. Hulusi)

44 – Rabbinedir onun müntehası. (Elmalı)

İla Rabbike müntehaha onun nihai sınırı rabbine malumdur, sadece rabbine.

45-) İnnema ente munziru men yahşâha;

Sen ancak O’ndan haşyet duyan kimsenin uyarıcısısın! (A. Hulusi)

45 – Sen ancak bir münzirisin ondan haşyet duyacakların. (Elmalı)

İnnema ente munziru men yahşâha sen sadece onun azametinden korkanları uyarabilirsin. Sen sadece Allah’a yönelenleri uyarabilirsin. Sen sadece Allah’tan titreyenleri, Allah’ın azameti karşısında havf ve haşyet duyanları uyarabilirsin. Onlara faydalı olur. Çünkü Allah korkusu yüreğine düşmemiş insanları uyaramazsın.

46-) Keennehüm yevme yeravneha lem yelbesû illâ ‘aşiyyeten ev duhaha;

Onu gördükleri süreçte, sanki onlar (dünyada) hiç kalmamışlardır! Ancak bir Aşiyye (Güneş’in ufukta batma süresi) yahut onun battıktan sonraki kalan aydınlık süresi kadar dünyada yaşamış olduklarını sanırlar.(A. Hulusi)

46 – Onu görecekleri gün onlar, sanki bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler. (Elmalı)

Keennehüm yevme yeravneha lem yelbesû illâ ‘aşiyyeten ev duhaha onlar, Allah’tan korkmayan, Allah’ı sevmeyen, Allah’a saygı duymayan, daha doğrusu kendisine saygı duymayan, Allah’ın açtığı bir kredi olduğu halde kendi kendini heba eden ve ihanet eden kimselerin sonu ne olacak.

Onlar bu hakikati gördükleri zaman sanki bu dünyada bir gece veya bir gündüzden, illâ ‘aşiyyeten ev duhaha, bir gece, ya da bir gündüzden fazla kalmamış gibi gelecek onlara.

Bu ilginç dostlar, vahiyden ve Allah’tan mahrum geçen bir ömür tek bir gece kadar bereketsiz diyor bu ayet.

Evet Nazi’at suresinin 46. ayeti olan son ayeti, Allahsız ve vahiysiz geçen bir ömür, bir tek gece kadar, ya da bir tek gündüz kadar bereketsiz diyor. Peki ya tersi? Tersi de diyor mu? Evet tersi de diyor. Allahlı ve vahiyli geçen bir gece;

İnnâ enzelnaHU fiy LeyletilKadr, Kadr/1)

Ve mâ edrake mâ LeyletülKadr, (Kadr/2)

Biz onu kadir gecesinde indirdik. Sen nereden bileceksin kadir gecesinin ne olduğunu.

LeyletülKadri hayrün min elfi şehr. (Kadr/3)

Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Otuz bin kat daha hayırlıdır. Ne demek bu? İçinde Allah olan ve vahiy olan bir gece ise bir ömre bedeldir. Çünkü bin ay 83 yıl eder. O zaman bu ayetle Kadr suresini birleştirdiğimizde çıkan sonuç şudur; Allah’sız ve vahiysiz bir ömür bir gece kadar bereketsiz, Allah’lı ve vahiyli bir gece bir ömre bedeldir.

Rabbim her gecemizi vahyin nazil olduğu gece kılsın inşallah.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Less. AL-BAQARAH (47-66)(5)

$
0
0

231

“Euzubillahiminesheytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”

Rabbishrah li sadri

Ve yessir li emri

Vahlul ukdetem mil lisani

Yefkahu kavli (Ta-ha/25-26-27-28)

Expand me my breast; Easy my task for me; remove the knots on my tongue; so they may understand me.

Dear fellows. In this lesson we will continue on our tafsir from the 47th verse of Al-Baqarah. If you recall the subject of our previous lesson, it was the process of Sons of Israel to became Jews. So like those verses we studied, we are still on this subject and we will stay on topic of this adventure. The events which turns Israilians into Jews.

“Bismillahirrahmanirrahim”

47 – Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve enni faddaltukum alel alemin.

O Children of Israel, remember My favor (the knowledge) that I have bestowed upon you and that I excelled you over many nations. (A.Hulusi)

O Children of Israel! call to mind the (special) favor which I bestowed upon you, and that I preferred you to all others (for My Message).

Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum O Sons of Israel. Remember my favor I bestowed upon you. ve enni faddaltukum alel alemin. And remember I chose you among other nations.

I would like to talk about the favor which was given to Children of Israel. I should explain the verbal and actional meaning of this word before I answer the nature of nation.

Favor; Every legal thing with a beauty essence in it. With a wider explanation; the thing a person accept its graceful nature, and a blessing which a person find happiness when it can hold it. In arabic language the word “yes”, called “Nam!” It comes from the same root like “Nimet”. Nimet and nam. Yes and blessing. If you ask how these two come from the same word root origin, the answer is this. If a reply from a person is positive and used with “yes”, then that person find something beautiful and graceful about that thing.

The favor bestowed upon Sons of Israel is the favor of prophethood and book. If we look beyond and deep of them, we may say, the favor of revelations, celestial messages. The quest of carrying celestial messages to humanity is a favor. Not a chore. If Allah gives this responsibility to a nation, then that nation is blessed with a huge favor. And of course bigger the favor, greater the responsibility.

And this concept of alemin, el alemin. I translated it as nations of earth. The verse in Al-Fatihah; “El hamdu lillahi rabbil alemin” “Hamd to Allah, Rabb of all worlds.” The alemin concept there and this verse have different natures. The concept of alemin in Al-Fatihah is much wider than here in the verse Al-Baqarah-47. Alemin in Fatihah is a reference for all beings. Because Allah is Rabb of all things. But alemin which Sons of Israel chosen from is earths nations, earths clans by definition. That’s why I chose to translate like this.

After reminding Sons of Israel which became Jews about the favor of prophethood and book favors, about the quest of carrying the celestial message to humanity, now Allah gives us another reminder. A reminder of those who betrayed Allah’s choice.

48 – Vetteku yevmel la teczi nefsun an nefsin shey’ev ve la yukbelu minha shefaatuv ve la yu’hazu minha adluv ve la hum yunsarun

Be aware and protect yourselves from the day when no one can pay any price for another, nor will intercession (for another) be accepted (Once the biological brain ceases to exist the spiritual brain is unable to evaluate new data and hence cannot accept intercession, that is, it rejects the knowledge of the reality), nor will compensation be taken to free them, nor will they be aided. (A.Hulusi)

Then guard yourselves against a day when one soul shall not avail another nor shall intercession be accepted for her, nor shall compensation be taken from her, nor shall anyone be helped (from outside).

Vetteku yevmel la teczi nefsun an nefsin shey’ev Be aware from the day, o sons of Israel. A day when nobody can pay a price for anyone nor will intercession be accepted. ve la yukbelu minha shefaatuv Nor will any kind of compensation, bribe or guide from anyone will be taken. ve la yu’hazu minha adluv That day no ransom will be demanded to free someone. ve la hum yunsarun nor will anyone be aided. With a specific translation, no man will be able to help some others. In this verse, a warning is given about that tense day. There’s another concept here in this verse. Shefaat. What is shefaat (intercession)?

The concept of intercession is oftenly comes with several verses in Qur’an. Yet in these verses; intercession comes with a negative form. Like the verse; Allahu la ilahe illa huvel hayyul kayyum …“men zellezi yeshfeu indehu illa bi iznih* Who is the one delivering intercession without permission of Allah? Most of the other verses are in this form of addressing. Without Allah’s permission no one can give any intercession. He can’t. No person is able to give any kind of help or intercession without Allah’s blessing and permission. So help from any sheih, holy man or intercessior won’t be able for any person on that day. All verses comes with this tone. Refusing intercession.

So what should we understand from this? Those verses come for a society which deny intercession, so they may believe; or they come for a society which believe intercession, so they may find out their wrong beliefs? We have to ask this question first. And with verses we seek answers in Qur’an for this question, our answer is formed like this. People who don’t believe any kind of help or intercession on that day, are not the one who addressed in these verses. On the contrary, these words come for those who believe intercession but with a wrong, superstitional way.

They take their deities and gods they worship as a conduit and intercessior between them and Allah. And when they are asked a question like; “Why do you worship these idols?”, their answer is this according to Qur’an.

li yukarribuna ilellahi zulfa (Az-Zumar/3) We only serve them in order that they may bring us nearer to Allah. They take their idols and deities as a helper, a being with a power of intercession. For that reason, verses about intercession were arrived mostly in negative forms. Do you really believe those things will save you from Allah? Do you really think they will give any intercession to you, so that you accept them as helpers when you reach Allah? Behold; Allah tells us, no creature will have a power of intercession without Allah’s permission. Hence, this is the conclusion we reached with all those verses about this concept. There’s a wrong belief among non-believers and Qur’an corrects it by denying this belief.

So if we ask what is the real intercession belief? We should understand the idea first. Let’s make a metaphor. A prize is given, more prizes. But the being who has all these prizes and organization, appoints another person to give them who win. It’s an honor for sure. He says. “I accepted this winner for gold medal. But I’m giving you the honor of delivering this prize to him. You give it.” And the conduit takes the medal and delivers as he is supposed to.

So let’s ask. The one who wins the gold medal… Does he take his prize from this conduit or from the higher authority who accepts him as a winner? If this winner turns to this conduit and say, “You give me this prize, give another for some other guy.” Would it be normal to ask from him? Wouldn’t it be forgetting the real owner of prizes? Betraying the true owner? So intercession is this. The right of judgement is not for who blessed with a permit of intercession. The authority of judgement is one. Allah…

The intercession power is told for Allah’s domain only in Qur’an with an open attitude. But for those who may have that potential at some some point, would surely have this power by permission of Allah. There are mentions in Qur’an that Allah will give permission of intercession to angels and some humans Allah loves and holds dear. But those who are blessed with this permission of delivering salvation and intercession are just deliverers. The authority of having and giving salvation is one and only Allah. For this reason intercession must be asked from who has this power, not from the one who delivers it. Only from Allah. And this is a part, a condition of Unity Belief.

There’s another spot that needs to be revealed here in this verse. Why is it here? We may find the answer to this question in manners of Jewism. They took the favor of delivering Allah’s revelations to humanity and turned it into a chosen holy racism logic. Allah chose them for delivering celestial words amongst earths communities. But they misunderstood the situation. For this favor of Allah also carried a great deal of responsibility. If they managed to use these words in their lives, if they became a worthy community for revelations and if only they managed to deliver those words without changing and corrupting them, they might be able to accomplish their duties. But they didn’t. And even after deserting those responsibilities, they were still in wrong assumptions. We are Allah’s chosen clan. We are loved by Allah. So the false assumption of this chosen race in Tora, which was also written by their own hands came to life.

Another verse in Qur’an reveals us how far they have gone with their claims like this. They say; nahnu ebnaullahi ve ehibbauh We are Allah’s sons and lovers.

Qur’an says they carried this perverted beliefs like this. And with this reality it’s possible to see this perverted beliefs in Tora’s corrupted chapters. As they blessed their own race and ignored others. For the same reason in Hebrew “stranger” word is “goim”. Goim has two different meanings. One is stranger; the other is infidel.

Again we may see some expressions within the corrupted parts of Tora. Every beings besides Sons of Israel will serve Sons of Israel. They will be their slaves. You will take their sons as servants, and girls as slaves. Yet in the same book but uncorrupted parts you see Jeremiah chapter. Jeremiah was a prophet of Israilians. He was a truth seeker. And you may see the battle of beliefs. “O sons of Israel. You think you are above others. You disobeyed Allah, you betrayed Allah’s trust. Yet you still claim “I’m unshakable. I’m incorruptable.” We also see these expressions in Tora.

So sons of Israel turned they beliefs into a holy race ideology. And they didn’t just do that. They took Allah’s religion into a racial religion.

They took god belief into a national deity and they announced yahuva or yahve, as they call it; sons of Israel’s special god.

Also, they took Moses and other prophets, which are also prophets of all muslims and announced them as national leaders or Israel. National religion, national book, national leaders and national god. Those are the products of the corruptted beliefs for sons of Israel.

This type of belief is being denied in this verse. They say “Fire shall not touch us but for a few numbered days.” Qur’an says about this claim in Al-Baqarah/80. illa eyyamem ma’dudeh Fire shall not touch us but for a few numbered days. When they are asked why, they say, “We are Allah’s friends, Allah’s sons.” And to answer all these:

“O sons of Israel. If you wait for a special treatment in afterlife, that won’t happen. Because you betrayed the revelations.”

If we make connections among these verses; this claim comes to life.

“I chose you to deliver revelations to humanity on earth but you turned it into a chosen race idea. Into a sick nationalism.” And from that point another verse comes.

49 – Ve iz necceynakum min ali fir’avneyesumunekum suel azabi yuzebbihune ebnaekum ve yestahyune nisaekum* ve fi zalikum belaum mir rabbikum aziym

(And recall that) We had saved you from the family of Pharaoh, who was afflicting you with the worst torment, slaughtering your sons and keeping your females alive. You were in a great affliction from your Rabb. (A.Hulusi)

And remember, We delivered you from the people of Pharaoh: They set you hard tasks and punishments, slaughtered your sons and let your women-folk live; therein was a tremendous trial from your Lord

Ve iz necceynakum min ali fir’avneyesumunekum suel azabi yuzebbihune ebnaekum ve yestahyune nisaekum We had saved you from the family of Pharaoh. What was pharaoh doing? yesumunekum suel azabi He was giving the worst punishments, torments. Slaughtered your sons and spare only your girls. ve fi zalikum belaum mir rabbikum aziym This was a great trial from your Rabb. This was an exam.

The word “All” here. ali fir’avn With a verbal meaning it means people of the same home. But metaphorically it was exactly the same meaning as we use today. That is, executive board of a company. The board which was managers, shareholders and CEO or founder always use terms like; “We are a family.” This may be just a metaphorical expression but same terms may also be used for pharaoh’s management. So pharaoh’s family means his crew and managers, as in viziers, army generals, priests or such.

As for the word pharaoh; it means great house, palace. But in later years of Egypt, this word was also used for king, sultan, khan; basically the leader of community. For this reason this is a common name. There wasn’t just a person named Pharaoh. In fact the pharaoh mentioned in this verse is Ramses The Second according to Old Testament translators. Or it could be some other.

If you ask why Qur’an doesn’t give the name of him but call him just pharaoh or king or manager or leader; this is the manner of speech in Qur’an. And the wisdom behind the manner is this. Every era has its own pharaohs, it may be your pharaohs too. If Qur’an uses his own name instead of saying pharaoh, then you may call these incidents just a story, just a historical event occured way back in the past. But this is not an ancient story. It’s a type of story that may happen every era. So every era, every century, every time period will have its own pharaohs and Moses.

So don’t linger in topics like the identity or the name of pharaoh; focus on his mental mission, who was he represents, what ideology was he defending. After that you would be able to see all heretic leaders in all eras until now are mental descendents of pharaoh line. And those who fight them, who oppose them are mental descendents of Moses line. This explanations have these meanings too. Again in this holy verse a tremendous trial is mentioned.

ve fi zalikum belaum mir rabbikum aziym “Therein was a tremendous trial from your Rabb” A hard evaluation. If you think carefully there was a genocide going on back there. Sons of Israel were massacred by pharaoh. Honest and muslim sons of Israel… Remember Islam is not just the name of our beliefs, it’s the name of all people from the first to last which have a belief of Unity. And for that Islam is not a specific name for the Community of Muhammad’s religion. No it’s the name of religion believed by true and honest believers to celestial words of Allah delivered by all previous prophets. So in this concept, the sons of Israel who suffered and tortured there were Muslim Israilians. And pharaoh and his men leaders of herecy; had massacred them.

Even the books from that era, books written by sons of Israel reveals us the nature of torment there. Whoever got pregnant from them; was marked. All births were known via accoucheurs. And whoever hides the news, pharaoh and his leadership were punishing her entire family. That was the torture. That was the terrible torment and genocide.

And what do you think, women of Israilians did? Like they could say; “Since they will kill them, why bother giving birth. We don’t need to get pregnant.” No… Not one of them said that. Pharaoh’s men killed and women of Israilians delivered more. They said, “Our job is to give birth. We should do our job. Everyone did their duties. Infidelity did his duties, so did Iman. They didn’t quit, they didn’t give up. They killed newborns, decapitated in front of their mothers eyes right after birth. But those mother didn’t quit. “I should do my duty.” Every single one of them said that. And true believer women of Israilians gave birth without hesitation.

So what happened in the end? Those who kill, lost; when the others won. Pharaoh and his squad drowned in water like it was the blood of all newborn babies of Sons of Israel.

So… If we carry that incident today; what does it mean for us? What does it mean with this Allah’s verse for addressed people of this age we live in? The message is clear.

“O True Believers. They may come at you like pharaohs. You may suffer and feel pain, torture or even genocide. But won’t you stay strong as the women of sons o Israel? Do your jobs and attend your duties. Keep going.”

This verse always put together with the verse 45. Vesteiynu bis sabri ves salah Ask for help from Allah with pray and patience.

I chose to translate patience as resistance in my previous lesson. And salat as both daily duties and prays. So if you ask for the reason of all patience, all resistance, all prays; you should look at this verse. When you put this verse and 45th verse, one completes another. For a person to feel patience, he surely feel something bad. So that praying and resisting must be put on table. For a man to resist and stay his calm, he should feel a hard problem. A test; so to speak. So in front of a trouble and calamity; what is patience?

And this verse descibes patience. Patience is what the women of Israilians did. Keep giving birth. Don’t give up just for they killed them. And with all those patience, asking for Allah’s help. For those cries, those hands did reach their destination and sons of Israel found their Moses. Because they kept giving birth; hope didn’t disappear and Moses grew up in Pharaoh’s palace. Same pharaoh who killed all those babies. So the reward they were waiting with all those patience, resistance and prays came as Moses into their hands.

50 – Ve iz ferakna bikumul bahra fe enceynakum ve agrakna ale fir’avne ve entum tenzurun

By manifesting the forces of Allah’s Names in your essence We had parted the sea and saved you and drowned the family of Pharaoh as they were looking on. (A.Hulusi)

And remember We divided the sea for you and saved you and drowned Pharaoh’s people within your very sight.

Ve iz ferakna bikumul bahra fe enceynakum ve agrakna ale fir’avne ve entum tenzurun And remember We divided the sea for you and saved you and drowned Pharaoh’s group while you were looking.

There’s a bahr word here. Actually when Qur’an talks about the drowning of pharaoh in its verses, it uses two distinct words. Bahr and yevm. Bahr is an arabic word. It means a great water mass. It is used as seas nowadays. Yevm is not an arabic word, hebrew actually. Tora uses the word yevm and for explaining suuh. It means sea of reeds. More specifically swamp of papyrus. In verse Ta-ha/78, when it mentions pharaohs drowning;

fe gashiyehum minel yemmi ma gashiyehum. (Taha/78) but things surrounded them, completely overwhelmed them and covered them up.

When all these evidences come together, we see some Tora tafsirians explain pharaohs drowning like this. Even it’s gone by now, back in the days there was a big swamp in an area next to Red Sea. A swamp where there are several lakes in it. And this area was a reed bed. Reeds grow in swamps, you know, which is the real meaning of yevm in hebrew. Yevm is reed, papyrus. The sea of reeds is the explanation of this situation.

Some verses shown as proofs in Tora. According to them, when Tora is revealing pharaohs drowning, these were happened. Rabb sent a great wind and that wind blew all night without interruption till morning. And a dry corridor, a passage was manifested in swamp. Sons of Israel went through this corridor. And with the will of Allah, the wind stopped. Swamp began to close the passage while pharaoh and his men were still in it. After that they were stuck and eventually sucked by swamps mud.

When we look at the verse Ta-Ha/78 fe gashiyehum minel yemmi ma gashiyehum. There’s a settle and similar end. Of course only Allah knows what really happened. But according to facts of history, neither Nile nor Red Sea were mentioned for this incident, since the swamp explanation is probably very likely.

51 – Veiz vaadna musa erbeiyne leyleten summettehaztumul icle mim ba’dihi ve entum zalimun.

We had pledged forty nights to Moses, and during this period you had deified a calf as wrongdoers (you had done injustice to yourselves by falling into duality as a result of denying your essential reality). (A.Hulusi)

And remember We appointed forty nights for Moses, and in his absence ye took the calf (for worship), and ye did grievous wrong.

Veiz vaadna musa erbeiyne leyleten We appointed forty nights for Moses summettehaztumul icle mim ba’dihi and during this period you had deified a calf ve entum zalimun. And by doing that you became illdoers to yourselves.

If we follow the truths explained here one after another, we may understand what Qur’an wants to say. Think; back then sons of Israel suffered pharaohs tortures and genodcide. It was so recent for them like yesterday. But when the time came, Allah saved them from pharaohs grasp. They were passing sea and seeing miracles. I mean they were in great agony but Allah’s help arrived almost personally and now they were in a spot which they should bow down and give thanks to Allah without ending. But what is it? When their prophet Moses went to the Mountain of Tur to get revelations from Allah; sons of Israel which should give thanks to Allah, went into deep infidelity. They created a baby cow. A calf.

I want to stay on this topic for a while. Why calf? Why not any other animal but cow? Because there was a false god in Egypt. A goddess named Hathor which was worshipped by both Egyptians and Pharaohs. A totemic cow. Today there’s an old Egypt Council Building in Tahrir Square in Cairo. That old council building is now the Old Egyptian Civilizations Museum. You may see cow statues all over the second floor when you look briefly. They were belong to Pharaohs era. Some of them are really big. And you can see that in some of them, pharaoh sits right in front of the cow.

I took pictures of those statues. I still have them as proofs. So sons of Israel were going into deep infidelity by worshipping the god of their enemies. They were stuck in a swamp of mimicing their enemies. This verse tells us about this incident.

They met a clan on road, a clan which worshipped the same gods of Egyptians. Sons of Israel saw their idols and felt warmth in their hearts for that statue. An artist among their ambassadors, an artist named Samiri collected most of their valuable possessions they saved from pharaoh. We may see details of this, also from other verses in Qur’an. He collected gold and silver jeweleries and melted them. And with this metalic mass he built a statue of Hathor. Goddess of pharaoh and his people. This idol of calf was put in the middle and after that sons of Israel began to give their respects and attentions to this statue.

Qur’an was actually telling us this corruption and betrayal of sons of Israel. Also there’s an addressing here in Qur’an for first and modern readers. That expression is this. They worshipped gold and silver. They worshipped earth. They became earthlings. But in reality this is a symbol. The calf idol was a symbol. They were worshipping earth. Worshipping gold, money and possessions. So the community of Muhammad; if you betray the favor and blessing of Qur’an’s message like the community of Moses did; you will also be earthlings and their path and destination will become yours. The end will be that severe and bad. This is the true message that need to be taken here.

52 – Summe afevna ankum mim ba’di zalike leallekum teshkurun

After this incident We had forgiven you, that perhaps you would be grateful (realize and evaluate). (A.Hulusi)

Even then We did forgive you; there was a chance for you to be grateful.

Summe afevna ankum mim ba’di zalike We can see Allah’s greatness, the depths of Allah’s mercy and forgiveness in this verse. After this incident we did forgive you. leallekum teshkurun . Maybe you would notice your mistakes, regret them and be greatful for Allah’s blessings.

53 – Ve iz ateyna musel kitabe vel furkane leallekum teehtedun

And recall when We gave Moses the Book (the knowledge of the reality of existence) and the Furqan (the ability and knowledge to differentiate right from wrong) so that you would turn to the truth. (A.Hulusi)

And remember We gave Moses the Scripture and the Criterion (Between right and wrong): There was a chance for you to be guided aright.

Ve iz ateyna musel kitabe vel furkane leallekum teehtedun Remember we gave Moses the Book to know the difference between right and wrong. So that you seek its guidance. That means Allah gave Moses the celestial revelations, the book of knowledge for right and wrong for people to seek its guidance.

There’s a expression of “Furkan” here. Furkan word is used in Qur’an for all three books. For Tora, for Bible and for Qur’an. Furkan means right from wrong. It means seperation. Word can be used for both the person and the action. A person who seperate right from wrong is called Furkan. As well as the seperation act which is also called Furkan. So this adjective of Furkan is not a feature of the book itself. It’s a feature of celestial revelations. Hence all books belong to celestial origin are Furkan. Because of that the expression of Furkan is not for the speech of Qur’an entirely. It’s the name of Qur’an’s meaning. The meaning of Qur’an holds the feature of Furkan. Speech however, is the feaure of Qur’an. For the same reason I named our tafsir; “Tafsir el Qur’an Te’vil el Furkan”. Why? Because Furkan is a feature of meaning and meaning is processed by Te’vil. That means Te’vil is the definition of turning something into its original state. All the way to its creator. Therefore what we have been doing is the tafsir of Qur’an and Te’vil of Furkan.

There’s also a sentence here; leallekum teehtedun. What is meant with this? I mean by seeking its guidance. Revelations of course, for being a guidance for all people. The book mentioned in this verse is in my opinion the first five books in Tora. The first five books called Pentatok. Nowhere in Qur’an you may find an expression of Tora close to Moses. There’s no completion between the name Tora and the name Moses. The things mentioned close to Moses are three words. First one is the book, second one is the page and the third one is the tablet. Or plural form of it.

But you cannot find a connection between the names Tora and Moses. If you ask why; because the arab community back then, the Madina arabs who lived in seventh century didn’t called Tora for just Moses book. In fact Tora was the name of the script which was come for all prophets for the sons of Israel. The collection of 39 books. As an observation to this fact, Qur’an never uses the completion of Tora with Moses. But also not to make an argument among the Jews of Madina, Qur’an explains the truth of this situation and it reveals the book came to Moses was in fact a special book. This book which named Tora after, was actually the first five books which holds the real Tora. It’s pretty meaningful for Qur’an to make such seperation.

54 – Ve iz kale musa li kavmihi ya kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihazikumul icle fe tubu ila bariikum faktulu enfusekum* zalikum hayrul lekum inde bariikum* fe tabe aleykum* innehu huvet tevvabur rahiym

Moses had said to his people, “O my people, indeed by taking a calf (as a deity) you have wronged yourselves (your essence). So repent (for denying His existence in your essence and turning to external deifications) to the Bari (the One who exquisitely creates existence with His Names) and kill your illusory selves (ego). In the sight of the Bari, doing this is beneficial for you. He will accept your repentance. Indeed, He is the Tawwab (Accepting of Repentance) and the giver of grace as a result of it (when the person discerns his mistake and repents, the quality referenced by Tawwab prevents any possible negative outcome and reverses these effects, allowing for new realizations to take place)”. (A.Hulusi)

And remember Moses said to his people: “O my people! Ye have indeed wronged yourselves by your worship of the calf: So turn (in repentance) to your Maker, and slay yourselves (the wrong-doers); that will be better for you in the sight of your Maker.” Then He turned towards you (in forgiveness): For He is Oft- Returning, Most Merciful.

Ve iz kale musa li kavmihi ya kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihazikumul icle Remember Moses said to his people; “O my community, my clan. You have wronged yourselves by creating and worshipping this calf.”

I translated the word bittihaz as creating, manifesting. But by adding a second opponent and saying it like, bittihazikumul icle, one can easily translate this sentence as worshipping, taking it as a god. Like the others. I, however find the first meaning more accurate. Manifesting, creating calf. I think making something and worshipping it are two different things. I believe Allah wishes for us to see the difference here.

Creating; I mean you created an idol by force when there’s no need. Possibly they didn’t worship the calf statue, they didn’t go, bow down and worship it. But they were showing respect to calf. They put a throne for it in their hearts. We saw it from Qur’an.

ve ushribu fi kulubihimul icle. (Baqarah-93) Their hearts were filled with love for the calf. This expression is the exact definition of it. Yet we may translate it by saying, “They put a throne in their hearts for the calf.” That was the incident. Like I said, it’s quite possible they weren’t worshipping the statue of calf. Maybe they didn’t believe in calf like they believed in Allah who rescued them from pharaohs torment, who sent them reveleations and whom Moses was telling them about. Everything was pretty obvious back then. But what did they do? They were giving their respects.They put earth in their hearts. They were in love for gold and silver on a worshipping degree. And they were imitating their enemies. The calf there was a symbol of all those. Because of this, I wanted to translate it as a literal meaning.

fe tubu ila bariikum turn in repetance to your creator. faktulu enfusekum* Destroy your egos. zalikum hayrul lekum inde bariikum that will be better for you in the sight of your Maker fe tabe aleykum So you will be forgiven. innehu huvet tevvabur rahiym. He is Often-Forgiving, Most Merciful.

You may notice there’s a sentence faktulu enfusekum which I translated as “kill your egos.” In some tafsirs this section is translated as “kill yourselves.” And for that many stories were told about this incident. Supposedly, according to stories from sons of Israel, many people had killed each others and 70000 people had committed murder there. All because of this order. They say, “They killed each others.”. Because they understood the meaning as destroy yourselves and for that, they literally did. Some stories of sons of Israel were used as back ups for this act.

I, with my humble opinion, think the meaning here is “killing your egos, your greedy natures.” I mean, the order here is cleansing and educating your natures. I believe this because of two reasons.

1 – Right above there’s an order saying fe tubu ila bariikum repetance to your maker. Those who give repetance are like sin-free. Those who ask for forgiveness shall be forgiven is he’s sincere with his repetance. If Allah of worlds ordered to make repetance, surely only Allah will accept those cries. Allah wouldn’t order for repetance unless has a wish for accepting them.

2 – If we give the meaning “Kill yourselves” here. They weren’t also killing themselves. That would be suicide. No, supposedly they killed each others which is the definition of murder. However the verse was saying “Kill yourselves.” If we understand it this way. Hence the verse should have a meaning of “Educate your innerselves, destroy your egos.” That’s how I wishes to express my opinion. Of course only Allah knows better.

[Additional Info: Third expression is metaphorical. Killing yourselves. For your sin nature acts, rip those feelings out from your natures, leave your personal greeds. Because greed is the one which turn you into mischief and herecy. And repetance is only possible if you succeed in doing these. Only then, repetances would be accepted. This is the meaning. The te’vil behind it. Beautiful yet figurative. (Elmalı tafsir) ]

zalikum hayrul lekum inde bariikum that will be better for you in the sight of your Maker. fe tubu ila bariikum So that Allah forgives you innehu huvet tevvabur rahiym. For Allah is Oft-Returning, Most Merciful.

55 – Ve iz kultum ya musa len nu’mine leke hatta nerallahe cehraten fe ehazetkumus saikatu ve entum tenzurun

And you had said, “O Moses, we will never believe you until we see Allah outright”; after which lightening (the knowledge of the reality to eradicate your existence) had struck you while you were looking on. (A.Hulusi)

And remember ye said: “O Moses! We shall never believe in thee until we see Allah manifestly,” Thereupon ye were dazed with thunderbolt even as ye looked on.

Ve iz kultum ya musa len nu’mine leke hatta nerallahe cehraten And you had said, “O Moses, we will never believe you until we see Allah outright.”

Why is there an expression of outright here? Because they saw Allah’s mercy and blessings countless times so far. Water splitted right in front of them, Allah saved them from pharaoh and gave sustenance in desert. menne ves selva which they got without any effort and cloud in desert for them to travel easily. Allah saved them from countless troubles, yet they only saw Allah with results. They knew him with only blessings, mercy and help. But they were beginning to become Jewminded and for that they wanted to see Allah outright. And they confronted Moses with that excuse; they said “We won’t believe you unless we see the Maker outright.”

Actually what they claimed they wouldn’t believe was not Allah’s existence. They were saying “We won’t believe what you brought were from Allah. We won’t believe your meeting with Allah and you’re Allah’s prophet.”. I believe this meaning is more accurate.

fe ehazetkumus saikatu ve entum tenzurun after which lightening had struck you while you were looking on and you had found your trouble. The lightning here can be taken as both literal and metaphorical of course. A lightning which struck in their hearts and for its reason they realized what kind of wrong and treason they were about to step in and turn back while there was still a chance for forgiveness. But I believe the true literal meaning, a real lightning has a more strong sense here.

56 – Summe beasnakum mim ba’di mevtikum leallekum teshkurun

Then after you tasted death (your nothingness and that the Wahid’ul Qahhar is the one and only existence) We had revived your life with a new understanding, that perhaps you would evaluate this. (A.Hulusi)

Then We raised you up after your death; ye had the chance to be grateful.

Summe beasnakum After that I resurrected you again. This resurrection is a spiritual awakening came after spiritual death. Meaning, after all those treasons and infidelity, Allah accepted their repetances and blessed their dead hearts with Iman resurrection again. mim ba’di mevtikum leallekum teshkurun Hopefully now you will be greatful.

Of course we may get the meaning as a social death. In reality a community is filled with desperation, it’s possible to call that society, “dead”. There’s no inconvience telling that. And for that resurrection of a society can only be possible with Iman. A true believing society is a living society. And Qur’an’s call is a resurrection, an awakening call. As does it also say for itself.

57 – Ve zallelna aleykumul gamame ve enzelna aleykumul menne ves selva* kulu min tayyibati ma razaknakum* ve ma zalemuna ve lakin kanu enfusehum yazlimun

And We shaded you with clouds (to veil you from the scorching truth and to maintain your humanly life) and revealed to you (from your essence to your consciousness) manna (the force of power in the Names of Allah comprising your essence) and quails (the ability to feel your spiritual aspect) saying, “Eat from the pure things with which We have provided you.” And they (by not evaluating the knowledge of the reality) did not do wrong to Us but they did wrong to themselves (A concealed meaning has been provided here in addition to the literal meaning of the verse). (A.Hulusi)

And We gave you the shade of clouds and sent down to you Manna and quails, saying: “Eat of the good things We have provided for you:” (But they rebelled); to Us they did no harm, but they harmed their own souls.

Ve zallelna aleykumul gamame ve enzelna aleykumul menne ves selva We gave you the shade of clouds and we treated you with menne ves selva. If you ask where is the treat expression, the word enzelna means treating in arabic language. The word comes from the root of Enzele which also has a meaning of treating. For that reason when someone is a guest for an arab, the dining table he treats you is called nuzul as well as the name of the treatment.

Also the word mene here, has a meaning of growing from soil, coming from earths ground. Not something came from above. So if we give them a meaning of sent from heavens, it may very well be opposition for this incident. Therefore by looking into the depths of the sentence men ve selva, we should say that those were treats from Allah.

What is “men”, also “man” in Tora? It’s said that when sons of Israel were stayin in desert, they were founding some kind of seeds, white drops above desert sands every morning when they woke up. Naturally they gathered them and grinded them. They made great breads. Also their oils could make very tasty meals. Tora says, sons of Israel found sustenance with those. Also a hadith has another explanation on this, saying, “Mushrooms are from “Menh”.”, which holds the meaning the nature of this “men” in men ve selva.

So we may easily name everything grow on their own effortlessly, “men”. That means sons of Israel were getting sustenances, treats given by Allah for them without any effort. Nature of mushrooms are like that too. It can grow on earths ground without any effort. Also fuv or in another name desert fig has also a feature of growing as a desert cactus in hot climate which grows on desert ground without any effort. And this cactus fruit has a cooling feature as well.

Like all those, some translators translate the meaning of selva as meat of quail bird. But the selva word has also a literal meaning and that meaning is everthing that give a person comfort. Like the word “salve”.

kulu min tayyibati ma razaknakum “Eat of the good things We have provided for you.” ve ma zalemuna ve lakin kanu enfusehum yazlimun “But by rebelling they did not do wrong to Us;” so what did they do? ve lakin kanu enfusehum yazlimun “but they did wrong to themselves.”

58 – Ve iz kulnedhulu hazihil karyete fe kulu minha haysu shi’tum ragadev vedhulul babe succedev ve kulu hittatun nagfirlekum hatayakum* ve senezidul muhsinin

And recall when We said, “Enter this city (dimension) and eat whatever you will (from the blessings of this dimension) and enter the gate prostrating (in confession of your nonexistence and that only the Names of Allah exist) and ask to be forgiven (for identifying with your ego) so that We will forgive your mistakes (formed by your illusory self)… We will increase (our blessings) to those (the doers of good) who unrequitedly share from what We have bestowed upon them.” (A.Hulusi)

And remember We said: “Enter this town, and eat of the plenty therein as ye wish; and enter the gate prostrating (with humility), and say: “Forgive (us)”; We shall forgive you your faults and increase (the portion of) those who do good.”

Ve iz kulnedhulu hazihil karyete fe kulu minha haysu shi’tum ragadev vedhulul babe succedev And remember We said: “Enter this town, and eat of the plenty therein as ye wish; and enter the gate prostrating (with humility), and say: “Forgive (us)”; ve kulu hittatun say “Estagfirullah, forgive us o Rabb!” nagfirlekum hatayakum And what do we do? We forgive your mistakes. ve senezidul muhsinin We will increase our blessings to those the doers of good who unrequitedly share from what We have bestowed upon them.

There’s a word that we should stay on: hitta. Hitta; in Hebrew means sent down from above, which explains all the meanings of send down forgiveness, send down your blessing with a single word of istigfar as forgive us for all the bad deeds we had done. Quite possibly the word “estagfirullah” in islamic terminology has the same type of meaning.

Again for the word muhsinin; I choose to translate it as, “Like you see Allah” we will expand our blessings. Because that’s how our prophet explains the beneficence. En tagbudallahi ke enneke terahu Be a worshipper like you see Allah. Fe inne lem terahu even you don’t see Allah; fe inne hu yerake be sure that Allah sees you. So the explanation of our prophet for beneficence is the reason why I choose to translate this word like this.

59 – Fe beddellezine zalemu kavlen gayrallezi kiyle lehum fe enzelna alellezine zalemu riczem mines semai bi ma kanu yefsukun

But those among them, who did wrong to themselves, changed the things that were said to them to things that were not said to them. Resultantly We disclosed from the sky (from the amygdala in their brains) suspicion (illusion; ideas that cause torment). (A.Hulusi)

But the transgressors changed the word from that which had been given them; so We sent on the transgressors a plague from heaven, for that they infringed (Our command) repeatedly.

Fe beddellezine zalemu kavlen gayrallezi kiyle lehum But those who made bad to themselves changed the word from that which had been given them with something else fe enzelna alellezine zalemu riczem mines semai bi ma kanu yefsukun So what did we do after that? We sent on the transgressors a plague from heaven, for that they infringed repeatedly. bi ma kanu yefsukun for that they went stray repeatedly.

60 – Ve izisteska musa li kavmihi fe kulnadrib bi asakel hacer* fenfecerat minhusneta ashrate ayna* kad alime kullu unasim meshrabehum* kulu veshrabu mir rizkillahi ve la ta’sev fil erdi mufsidin

And recall when Moses prayed for water for his people, and We said, “Strike the stone with your staff (with the forces of the Names in your essence).” And (when he struck) there gushed forth from it twelve springs. Every group of people knew their way (their source of water). We said: “Eat and drink from the provision of Allah, and do not go to extreme causing corruption on the earth.” (A.Hulusi)

And remember Moses prayed for water for his people; We said: “Strike the rock with thy staff.” Then gushed forth therefrom twelve springs. Each group knew its own place for water. So eat and drink of the sustenance provided by Allah, and do no evil nor mischief on the (face of the) earth.

Ve izisteska musa li kavmihi fe kulnadrib bi asakel hacer And remember the time when Moses prayed for water for his people fe kulnadrib bi asakel hacer we said “Strike your staff to this rock.” fenfecerat minhusneta ashrate ayna Then gushed forth therefrom twelve springs. Twelve springs gushed forth the second he struck his staff to that rock. kad alime kullu unasim meshrabehum Each group knew its own place for water. kulu veshrabu so eat and drink mir rizkillahi of the sustenance provided by Allah. ve la ta’sev fil erdi mufsidin do not cause mischief on the earth. That’s the order given to sons of Israel. Don’t create mechanisms and cons to create mischief and corruption on earth.

There’s an expression that we should think on it, there’s a blessing for sons of Israel who were stuck on desert for days and without water. I personally haven’t visited to that spot but those who travel there says there’s indeed a rock, this rock which the water had gushed forth with 12 holes in it. It exists and open for visiting in Sina Desert. But like I said, I haven’t gone there. This blessing mentioned here is a new blessing given by Allah for sons of Israel even after all those infidelic behaviours. But there’e also a warning given with this blessing. Don’t create tricks to cause mischief on Earth.

I translated the expression ve la ta’sev here as tricks or cons, because “a seye” means mischief unnoticed, but “a yete” is mischief noticed. This a’se comes from the root of a s y. These type of words in arabic language is like saying same word with changing two letters in it. Like all languages including arabic, there are different accents to create that kind of little differences and nuances.

61 – Ve iz kultum ya musa len nasbira ala taamiv vahidin fed’u lena rabbeke yuhric lena mimma tumbitul erdu mim bakliha ve kissaiha ve fumiha ve adesiha ve besaliha* ihbitu misran fe inne lekum ma seeltum* ve duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu ve bau bi gadabim minellah* zalike bi ennehum kanu yekfurune bi ayatillahi ve yaktulunen nebiyyine bi gayril hakk* zalike bi ma asav ve kanu ya’tedun

And recall when you said, “O Moses, we can not be content with one kind of food. Call upon your Rabb to bring forth for us from the earth its green herbs and its cucumbers and its garlic and its lentils and its onions!” Moses asked, “Do you want to exchange what is beneficial and superior for what is lesser and worthless? Then go down to the city and you will find what you have asked for.” And so they were covered with humiliation and poverty and were stricken with wrath (were reduced to a state of existence based on externality). That was because they covered and denied the signs (the forces of the Names) of Allah in their essence, and going against the reality (giving in to their ego) they killed the Nabis. As a result of their rebellion, they transgressed the limits and went too far. (A.Hulusi)

And remember ye said: “O Moses! we cannot endure one kind of food (always); so beseech thy Lord for us to produce for us of what the earth groweth, -its pot-herbs, and cucumbers, Its garlic, lentils, and onions.” He said: “Will ye exchange the better for the worse? Go ye down to any town, and ye shall find what ye want!” They were covered with humiliation and misery; they drew on themselves the wrath of Allah. This because they went on rejecting the Signs of Allah and slaying His Messengers without just cause. This because they rebelled and went on transgressing.

Ve iz kultum ya musa len nasbira ala taamiv vahidin And remember ye said: “O Moses! We cannot endure one kind of food (always), tired of it. fed’u lena rabbeke Pray your Rabb for us. yuhric lena mimma tumbitul erdu mim bakliha So that Rabb produce for us of what the earth groweth. Like what? mim bakliha legumes ve kissaiha and zucchini. Some translations say cucumber and some say zucchini. Actually kissa means “acur”.

In arabic literature cucumber is named as hiyar. But we cannot find this name in any of old historical books or any hadith book for that matter. Hiyar. We can see hissa and kissa. In hadith completion, we see kissa like this. Rasulallah were eating ripe date fruit and “kissa” together. So if we translate kissa here as zucchini, it would be wrong since zucchini is not edible in raw state. Also hiyar is a derivative fruit from acur. With all that evidences, it’s safe to assume that kissa here is acur.

ve fumiha and garlic, ve adesiha and lentil ve besaliha and onion. Moses said to them; kale e testebdilunellezi huv edna billezi huve hayr “Will you exchange the better for the worse?” You want to trade the holy and great with something below and beneath?

What is the reasoning of Moses for higher and better? It wasn’t a comparison between menne ves selva with lentil, onion and garlic. Absolutely not. There was no possibility of any form of classification in sustenances. What so great and holy is freedom. “You get your freedom by giving up those onions and garlics. Now you want to give back your freedom in exchange of some onions and garlics?” ihbitu mirsan Turn back then, to Egypt. Go back there. If you wish to trade your freedom with onions and garlics; if you’re saying, “I don’t mind being a slave as long as I have some onions and garlics.”, then go back to Egypt. What you wish is already there. So give back your freedom, and earn your onions, garlics and your slavery.

ve duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu they were covered with humiliation and misery; vel meskenetu marked with the seal of defeat and humiliation. ve bau bi gadabim minellah they drew on themselves the wrath of Allah.

What is “meet Allah’s wrath” or “drow on themselves the wrath of Allah”? We should stay on this for a while. It’s possible to see via these type of expressions may be misinterpretated from reading the Qur’an and create a cursed clan ideology. Like sons of Israel are cursed community logic. This logic is wrong altogether. In fact this type of logic is cursed from the beginning. There’s no cursed community, but cursed ideology. What they were doing, their acts were cursed; not their community. Why have any other member of that society lived any era should have been cursed for some actions they haven’t done? This attitude was the center of this wrath here and those who stayed on that attitude have felt that curse and wrath as well. Nonetheless Qur’an says for hypocrites; “Hypocrites have drown themselves the wrath of Allah.”

Again Qur’an says openly that whoever kills a true believer deliberately, Allah curses on him. So being cursed is not a trademark for sons of Israel or any other community. Whoever make cursed actions will suffer from the wrath of Allah. For that there’s no damned society, only damned behaviours exist. Community of Moses had done that and met their curse. So from this point of view it’s easy to understand that whoever from the community of Muhammad may have done something like that; like exchanging his freedom for garlics and onions, trading holy and celestial for low and beneath; whoever trade his beliefs, religion and afterlife for mere earthly gains will indeed feel this wrath, this curse. That; we should understand from this verse.

zalike bi ennehum kanu yekfurune bi ayatillahi ve yaktulunen nebiyyine bi gayril hakk This because they went on rejecting the Verses of Allah and slaying Allah’s Prophets without just cause. zalike bi ma asav ve kanu ya’tedun Again. This because they rebelled and went on transgressing. The sole reason for all these… Their rebellious actions and transgressions.

I should point out the fact about this quickly here. What is the meaning of “killer of prophets”? It’s because Jews had killed many of their prophets. Some prophets met their deaths by Jews are Elijah, Joshua, Micah, Zachariah and his son John (a.k.a. John the baptist) and some more we don’t know. For that Jesus addressed Jews like this in Matta Bible. “Jarusalem. O who stoned and killed prophets, Jarusalem.” There are even some chapters in Tora on how Jews had tormented and stoned their prophets too.

62 – Innellezine amenu vellezine hadu ven nesara ves sabiine min amene billahi vel yevmil ahiri ve amile salihan fe lehum ecruhum inde rabbihim *ve la havfun aleyhim ve la hum yahzenun

Indeed, among the believers (despite their dualistic view – concealed shirq), the Jews, the Christians and the Sabeans (who deify and worship the stars) – those who believe that the Names of Allah comprise their essential reality and in the life after, and who, engage in the necessary deeds for their salvation (A state of emancipation from the conditions of nature and bodily life and the experience of ‘certainty’ [yakeen].) – will be rewarded (with the resulting forces) in the sight of their Rabb (their composition of Names.) They will have nothing to fear, nor anything to grieve over! (A.Hulusi)

Those who believe (in the Qurán), and those who follow the Jewish (scriptures), and the Christians and the Sabians,- any who believe in Allah and the Last Day, and work righteousness, shall have their reward with their Lord; on them shall be no fear, nor shall they grieve.

Innellezine amenu vellezine hadu ven nesara ves sabiine min amene billahi vel yevmil ahiri ve amile salihan fe lehum ecruhum inde rabbihim Those who believe and those who become Jewminded. vellezine hadu, I translated this as “become Jewminded” form, since there are 3 different expression forms in Qur’an for Jews. 1 – yahud, 2 – el yahud, and 3 – vellezine hadu form. Last form carries a different addressing style so I believe this type means turning his mind on Jewish form, become Jew-minded. Not sons of Israel themselves. ven nesara Christians, ves sabiine Sabians.

Sabians have been mentioned 3 places in Qur’an. And sebbe means turn or return. This word comes from the root of sa ba a in mandanese which is a dialect of aramic. It means dive into water and take full ablution. They are the members of a sact seperated from Jewism and believers of Unity. Their holy books unearthed and translated in this last era. As there are mentions in their books, Marib area and two plains are now the home of 20.000 Sabians today on earth. They are the believers of a seperate religion altogether in Iraq and partially in Iran. Qur’an knows their religions back then and counts them with the others, other celestial originated religions. They say and believe John the Baptist as their prophets. For now I think that amount of information will suffice for them.

min amene billahi all those classes. Muslims who believe, I mean. And from Israilians, Christians and Sabians, who believe. vel yevmil ahiri whoever believe the afterlife ve amile salihan take actions of good deeds. fe lehum ecruhum inde rabbihim shall have their reward with their Rab. Their rewards their prizes are eternal in Allah. They will surely get what they deserve. ve la havfun aleyhim they won’t feel worry from future. ve la hum yahzenun nor they won’t fell regret from their past. Of course, the meaning of this verse should have some attention. Baqarah/62 and Maide/69 are same. Except one words different use, both verses have the exact same addressing forms.

The meaning in this verse in very clear. And this verse includes Muslims along with those who qualify themselves as muslims but call themselves Jews or Christians or Sabians or call themselves something different entirely. This verse includes and addresses all of them. And Qur’an which put all those people in front of the book, lays 3 rules.

It says; It doesn’t matter what you call yourselves, what you name yourselves. Important is what Allah calls you. What important is, what are you; according to Allah’s measurements. So, you cannot be Muslims just by calling yourselves Muslims. You are a real Muslim, only if you act like a Muslim which Allah describes as. And Allah describes this now. Three rules have been given. This is an Iman to Allah package, so to speak.

What are the contents of this package. Believe all prophets had come so far. Because we learn this from Qur’an. And Qur’an qualifies as real infidels who say, “I believe some of prophets were real and some of them were now. I only believe some of them.” So, as we can see here clearly that, partially believing prophets, like believing some of them and denying others is named as real infidelity in Qur’an.

So within the topic of Iman to Allah, there are also subtopics as Iman to all prophets sent by Allah and Iman to all books sent by Allah.

Besides Qur’an doesn’t count all members of religions of celestial books, the same. It always seperates, never totalizes. Like in the verse (Ali Imran/113) Leysu sevaa* min ehlil kitabi Not all Ehli Kitap (Believer of books) are the same. Also in several verses in Qur’an make indications like; Of the People of the Book are a portion that stand (for the right): They rehearse the Signs of Allah all night long, and they prostrate themselves in adoration. With examples like these, most verses seperate Ehli Kitap into two sides. Goods and bads. For the bad side, there are some notions like “Whoever says Allah is the third of three, turns into infidelity.” Or “Those in Christianism who believe in Jesus Christ with the belief of Trinity and claim that he’s indeed a part of god”; Qur’an also uses expressions like “They became infidels.” And for that Qur’an’s approach to Ehli Kitap is different.

Qur’an doesn’t look at religions within the direction of our ambitions and enthusiasms. There are some measures put by Allah. It classifies people according to these measurements. Those conditions are;

1. Iman to Allah. In this package there are also believing all the prophets and all the books sent by Allah.

2. Iman to Afterlife. That means further truths of life.

3. Performing actions of good deeds

Whoever may reach the tresholds of these conditions shall drink from the source of eternal joy. This is the message Allah gives us at this point.

63 – Ve iz ehazna misakakum ve rafa’na fevkakumut tur * huzu ma ateynakum bi kuvvetiv vezkuru ma fihi leallekum tettekun

And recall when We took your covenant and We raised over you the Mount Sinai (a miracle of Moses). Hold what We have given you (the knowledge of the reality) as a force and remember (dhikr) what is in it so that you may protected. (A.Hulusi)

And remember We took your covenant and We raised above you the Mount (Sinai) : (Saying): “Hold firmly to what We have given you and bring (ever) to remembrance what is therein: Perchance ye may fear Allah.”

Ve iz ehazna misakakum And remember We took your covenant ve rafa’na fevkakumut tur We raised over you the Mount Sinai. I give the meaning of “vav” there, by its original state. We took your promise when we raised the Tur above you. huzu ma ateynakum bi kuvvetiv What was this promise? Hold firmly to what We have given you. vezkuru ma fihi leallekum tettekun and remember what’s therein. Make them as your constant consciousness. Don’t ever forget. Refresh your consciousnesses with what is therein. leallekum tettekun So that you may realize your responsibilities.

At this point the reality mentioned in this verse must be this. Allah had taken a promise from sons of Israel that they would follow the path of revelations. This covenant is like one of the previous countless covenants. There were many before, but the promise was refreshed at this point again. But there’s also a truth here for this community as well. The truth behind this verse is a direct addressing to first muslims and modern day true believers.

“O, community of Muhammad. Like we took the covenant from sons of Israel on Tora, we also took one on Qur’an from you as well. We took a covenant from you to follow the revelations sent by Allah. So look; if you break your promise, the consequences will be like the consequences for those who broke their covenants before.”

The order here “hold firmly”, it’s obviously not saying, “Take the book and press it on your chests, raise it to your lips and hold it with both hands.”. No, absolutely not. Every rational mind can understand the real meaning here. The thing that wants to be done here; is not the book or pages of Mushaf (cloth case of Qur’an), it’s judgements that needs to be hold firmly. The life within those judgements. If we manage to turn those life described in revelations to our lives, only then we would managed to hold firmly to revelations and fulfill our covenants.

{Additional Info: “We took a covenant from you..” This promise here was either a promise taken immemorial before, or a promise later within the content of prays, or it was a promise taken via proofs of mind on both their thoughts and actions. After that we raised the Tur (Big Mountain) of your brains; so that it would be possible to comprehend and accept the meaning of this. (İbn Arabi-Te’vilat)

We may see a similar example in the verse (Hashr/21). “Had We sent down this Qur’an on a mountain, verily, thou wouldst have seen it humble itself and cleave asunder for fear of Allah. Such are the similitudes which We propound to men, that they may reflect.” }

64 – Summe tevelleytum mim ba’di zalik *fe lev la fadlullahi aleykum ve rahmetuhu lekuntum minel hasirin

But after this you turned away once again and went back to your old ways. If it were not for the bounty and grace of Allah upon you, you would surely have been among the losers. (A.Hulusi)

But ye turned back thereafter: Had it not been for the Grace and Mercy of Allah to you, ye had surely been among the lost.

Summe tevelleytum mim ba’di zalik *fe lev la fadlullahi aleykum ve rahmetuhu lekuntum minel hasirin But after this you turned away. If not for Allah’s mercy and grace, if not Allah pitied you and forgave you; you would surely have been destroyed.

65 – Ve le kad alimtumullezina’tedev minkum fis sebti fe kulna lehum kunu kiradeten hasiin

Assuredly, you would know about those among you who disrespect the Sabbath and transgress the limits. We said to them, “Become apes (live as imitators who refuse to experience the results of their reality), despised.” (A.Hulusi)

And well ye knew those amongst you who transgressed in the matter of the Sabbath: We said to them: “Be ye apes, despised and rejected.”

Ve le kad alimtumullezina’tedev minkum fis sebti And you knew well those amongst you who transgressed the limits of Sabath (Saturday Striction) fe kulna lehum kunu kiradeten hasiin We said to them. “Be worse than apes, despised.”

You may not find this meaning accurate, this be worse than apes translation. “Be despised apes” this is the literal version of this sentence. But apes cannot be categorised as high and low, honored and despised among each other. I believe that translating this sentence as “Be worse than apes.” has a more accurate meaning. Also Translator Alisi says, “This expression is not an order.” about this addressing. It’s a desertion, evacuation, emptying. Meaning Allah’s cutting the ways of help and turn back to them. Saying, “Do whatever you want”.

So, why this type of addressing was necessary? Because their minds became monkey. Those who say their transformation were physical; show you proofs from sources of sons of Israel. But there are no evidences given from Rasulallah about this subject. In fact the opposite. In a hadith from Rasullallah via Ahmed bin Hambel is like this:

“Allah never cursed a community before, pigs and apes existed long before that.” This hadith was also given in Muslim Hadith Book. So we should count the translation of Mucahit as true version about this hadith. Mucahit says; “Their ethics became monkeys.

So how did they become monkeys? They were turning to a state of imitating their enemies. They were becoming the very enemies who tried to destroy them. Because they built a cow which was a goddess of their enemy, pharaoh. After that they paid their respects to it. That was what their minds despised monkey seed.

66 – Fe cealnaha nekalel li ma beyne yedeyha ve ma halfeha ve mev’izatel lil muttekiyn

This was so it can be an exemplary punishment for those who were present (who experienced this event) and their successors and a lesson for those who seek protection. (A.Hulusi)

So We made it an example to their own time and to their posterity, and a lesson to those who fear Allah.

Fe cealnaha nekalel li ma beyne yedeyha ve ma halfeha ve mev’izatel lil muttekiyn So we made it an example to communities of their own time and to societies of their successors. ve mev’izatel lil muttekiyn and a lesson, an advice, a recommendations to those who know their responsibilities, seek protections and fear Allah.

With this notion Allah gives us an advice and says; “O Community of Muhammad; if you also turn your minds into imitating your enemies; if you become the people of imitation rather than the people of correction…” Even Prophet Muhammad Rasulallah wasn’t ordered to imitate early celestial actions. As Gazali said; Imirna bitte etni la bitteshebbu (We were ordered to follow sunnet (Rasulallah’s way), not imitating some other beliefs.) So even if prophet hadn’t been ordered to imitate, how on earth can we become imitators, copiers of our enemies? There was no good or evil version of imitation. It is necessary to become a mind of correction and determine the good by this state of mind. But mimicing the evil was the worst kind of all. And Qur’an says about them; “Those whose ethics became apes.”

“Ve ahiru davana velil hamdulillahi rabbil alemiyn” (Jonah/10)

“Praise be to Allah, the Cherisher and Sustainer of the Worlds!” All products of our claims, causes and lives are for Allah and our last word to our Allah is “Hamd”. “Esselamu aleykum.



İslamoğlu Tef. Ders. ‘ABESE SURESİ (01-42)(187-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin, amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün inşaAllah 187. halkamızda, dersimizde Kur’an ın 114 burcundan müstesna bir burcuna daha tırmanmaya çalışacağız. ‘abese suresi.

‘Abese suresini diğer surelerden farklı kılan bir özelliği var. Allah resulüne uyarı olması. Allah resulünün uyarıldığı tek yer hiç şüphesiz ‘abese suresi değil. Kur’an ın başka yerlerinde de, daha doğrusu nübüvvet süreci boyunca Allah resulü rabbimizin denetimi altında olduğunun bir ifadesi olarak uyarılmış. Mesela Tebük seferine çıkılırken ResulAllah’tan sefere çıkmamak için izin isteyen, yada sefere çıkmak için izin isteyen, izin istenmemesi gerektiği halde. Çünkü sefer varsa çıkılır. Sefere çıkmak için özel bir izin gerekmez. İstenmemesi gerektiği halde izin isteyerek aslında çıkmasak ta olur gibi bir tavır gösterenler hakkında ..lime ezinte lehüm.. (Tevbe/43) Niçin onlara izin verdin. Diyen uyarı gibi ayet gibi. ‘AfAllâhu ‘ank (Tevbe/43) Allah seni affetti veya Allah seni affetsin, niçin onlara izin verdin ifadesinde buyrulduğu gibi.

Yine münafıkların cenazesine gidip onun mezarı başında bulunup onun cenaze namazını kılan, cenazesi için dua eden Allah resulüne bir daha onların namazını kılma, cenazesi için dua etme, mezarının başında bulunma şeklinde ki uyarı gibi uyarılar görüyoruz Kur’an da.

Bunların 1. amacı Allah resulünün insan olduğunu göstermek. Elbette büyük hatadan masum ve mahfuz idi. Peygamberler öyledirler. Onun için İsmet sahibidirler. Allah’ın koruması altındadırlar. Fakat insan olmanın icabı bazı küçük hatalar da rabbimiz tarafından düzeltilmektedir. Bunun 1. amacı peygamberler gibi son nebinin de insan olduğunu göstermek ki Kur’an bu konuda (Kul) innema ene beşerun mislüküm. (Fussilet/6) Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım demesini ister Allah Resulünden.

2 – 2. amacı eğer Allah Resulünün hayatı rabbinin kontrolü altında ise ki öyle; o bir hata işleyince uyarılıyorsa onun tüm eylemleri Allah’ın kontrolünden geçiyor, bu kontrole takılanlar düzeltiliyor. Eğer düzeltilme ihtiyacı duyulmuyorsa onlarda zımnen onaylanmış demektir.

3 – Hepimize bakın Allah’ın resulü, Allah’ın resulü iken hatası kendisine söylendiğinde tevbe ve istiğfar ediyor, kendini düzeltiyor, rabbine sığınıyor. Siz; sizken neden hatanızı savunursunuz zımni vurgusunu içeriyor. Siz de hatanızı savunmayın, siz de hatanız düzeltildiğinde kabullenin. Hatayı etmek bir, hatayı savunmak bin suçtur zımni vurgusunu içeriyor ve belki daha fazla daha bir çok vurguyu da içeriyor. Bunları zikretmekle yetinip. Sureye girelim.

Mushafta 80. sırada duran ‘Abese suresi ismini ilk ayetinden alıyor. ‘Abese ve tevella (1) ‘Abese; surat astı, yüzünü ekşitti manasına geliyor. Mekki olduğunda hiçbir tereddüt yok. Suremiz nübüvvetin ilk yıllarında indirilen surelerden biri. Surenin ilk pasajı; iniş zamanı hakkında bilgi veriyor aslında. Surenin ilk pasajında bir olay yansıyor bize. Bu olay Abdullah İbn Ummi Mektum. İbn. Ümmü Mektum künyesiyle anılan Abdullah isimli sahabe, ki bu sahabe annesine nispetle anılıyor. Bazı kaynaklarda anne annesine denilmişse de doğru değil. Annesine nispetle anılıyor. Neden babasına değil diye bir soru gelecek olursa, babası meşhur bir sülaleye mensup değil. Ama annesi Ebu Cehil’in, Velid’in mensubu bulunduğu mahzumoğulları sülalesine mensup. Onun içinde soylu, meşhur bir sülaleye mensup olduğu için annesine nispetle anılıyor, babasına değil.

İbn. Ümmü Mektum üzerinden gerçekleşen bir uyarı olayını dile getiriyor aslında sure. Onun içinde biz bu olay münasebetiyle bu surenin indiği zamanda henüz Allah resulü ile Mekkeli müşrikler arasında ki köprülerin atılmadığını anlıyoruz. Neden? Çünkü Allah resulünün Mekkeli müşrik kodamanlarla sanabi bi kureyş diye anılan kureyşin ileri gelenleri ile sohbet ederken, konuşurken, hatta onlara tebliğ ederken âma olan İbn. Mektum gelerek; “Ya ResulAllah rabbinin sana öğrettiklerini bana öğret.” Demesi üzerine nazil oluyor.

Buradan yola çıkarak biz surenin iniş zamanını anlıyoruz. Henüz daha ilk yıllar, çünkü köprüler atılmamış. Henüz Resulallah onlarla konuşabiliyor. Onlara anlatabiliyor ve onlarda henüz dinleyebiliyorlar. İşte böyle bir zaman surenin iniş zamanı.

Surenin konusu biraz önce de dile getirdiğim örnek olay İbn. Ümmü Mektum, âma sahabe, gözleri görmeyen engelli sahabe olayı üzerinden bize Hz. Nebiyi inşa eden bir sure olarak indiriliyor.

Aslında bizi inşa ediyor. Allah Resulünü inşa ediyor, ama çok genelde bizi inşa ediyor. Ve Hz. peygamberi uyarıyor. Aynı zamanda özürlülerle ilişkimizin nasıl olması gerektiğini öğretiyor. Özürlünün önceleneceğini, engelli bir insanın öncelik hakkı olduğunu, tabir caizse sanki rabbimizin onu gözü ile imtihan ederken, onu özürlülükle imtihan ederken, bizi de onunla imtihan ettiğini, bu imtihanı verebilmemiz için ona daha sıcak, daha müşfik, daha şefkatli yaklaşmamız gerektiğini söylüyor sure zımnen.

Kişilerin Allah katında ki değerinde servetin, şöhretin ve sosyal statünün herhangi bir yerinin olmadığını öğretiyor. Özellikle surenin ilk ayetleri, 1 ve 2. ayeti. Yani birine muamele ederken servetine bakıp muamele etmeyin, kıyafetine bakıp muamele etmeyin, şöhretine bakıp muamele etmeyin. Allah’ın gör dediği yerden bakın, takvasına bakın, ahlakına bakın, insanlığına bakın, şefkatine bakın, davranışına bakın. Yani Allah’ın baktığı yerden bakın, bak dediği yerden bakın. Yoksa insanlara sosyal statüsünden, şöhretinden, servetinden bakarak değer biçmeyin. Öyle fakirler var ki onun Allah katında ki değerinin, belki binde biri bile etmez sizin servetine değer verdiğiniz insanlar. Onun için insanın değer ölçüsünü Allah’tan alın. Burada biz aynı zamanda bu ahlaki öğüdü alıyoruz. Yani zengin sevenler, meşhur sevenler hep uyarılmış oluyor.

Surenin ilk pasajının maksadını veren ayet 23. ayet. Biz bütün sureyi bu ayet üzerinden anlayabiliriz. Kellâ lemma yakdı ma emerah (23) işte bu ayeti kerime. Surenin adeta Kımmesi, zirvesi pik yaptığı yer.

Ne diyor? Hiç kimse O’nun emirlerini, Allah’ın emirlerini asla kusursuz olarak yerine getiremeyiz. Sanki rabbimiz sevgili nebiyi uyarırken, aslında bu doğal bir şey demek istiyor. Yani sen de hata yapabilirsin. Tarih boyunca, insanlık destanı boyunca hiç kimse Allah’ın emrini kusursuz yerine getirmiş değil ki sen getiresin. İşte surenin 23. ayeti, surenin ilk pasajının da ana fikrini veriyor. Kellâ lemma yakdı ma emerah (23) hiç kimse Allah’ın emirlerini şimdiye kadar kusursuz olarak yerine getirmiş değildir. Asla yapamaz bunu, bunu beceremez diyerek bize surenin ana fikrine de sunuyor. Şimdi surei celilenin tefsirine geçebiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahıym Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Sevginin menbaı olan, şefkatin menbaı olan ve tüm sıfatlarıyla şefkatini ve sevgisini varlığa yayan Allah adıyla.

1-) ‘Abese ve tevella;

Asıldı yüzü ve çevirdi yüzünü! (A. Hulusi)

01 – Ekşidi ve döndü. (Elmalı)

‘Abese ve tevella surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı.

2-) En câehül’a’mâ;

O âmâ geldi diye. (A. Hulusi)

02 – Çünkü ona amâ geldi. (Elmalı)

En câehül’a’mâ âma, kör, özürlü geldi diye.

Bu ayetler kimi muhatap alıyor. Bütün tefsirlerimizin hemen hemen tümünde bu ayetlerin muhatabı Allah resulü AS. Yani kör olan, görme özürlü olan İbn. Ümmü Mektum gelince Allah resulü Kureyş’in ulularından bir kaçıyla konuşuyormuş, sohbet halindeymiş. Onlara İslam’ı tebliğ ediyor imiş. Âma olan İbn. Mektum da manzarayı görmediği için Allah resulünden, Allah’ın kendisine öğrettiğini, kendisine öğretmesini istiyor. Bu kelimelerle yardım istiyor. Bunun üzerine bu ayetler, bu pasaj nazil oluyor. İşte esbab-ı nüzul rivayetleri, iniş nedeni rivayetlerine bakarak bu pasajın içine bu ayetleri de dahil edip, bu ayetler de Allah resulüne hitap ediyor şeklinde tefsir ediyorlar.

Fakat buraya acizin bir itirazı var. Tamam bu pasajın muhatabı Allah resulü. Fakat ilk iki ayetin muhatabı Allah resulü olmasa gerek.

Neden olmasa gerek? Delilim ‘abese ve tevella kelimelerinin aynen bir başka yerde Müddessir/23-24. ayetinde Kureyş in iki ulusu hakkında, Kureyş in iki meşhur müşriği, sapığı hakkında geldiğini görüyoruz.

Ebu Cehil veya Velid veya bir başkası. İsimler çok önemli değil. Ama aynen bu iki kelime, bu iki sıfat, yani fiil olarak burada gelmiş, orada da benzer bir biçimde Kureyş in küfrü ile ünlü şahsı için kullanılıyor. Müddessir/23-24. ayetlerinde.

Yine tevella kelimesi, sırt çevirme, yüz dönme kelimesi Kur’an da nerede kullanılıyorsa orada kafirler ve müşrikleri için kullanılıyor. Gerek Müddessir/23-24, gerek tevella kelimesinin Kur’an da geçtiği her ayet alt alta konduğunda bu ibarenin muhatabının Allah resulü olmadığı sonucuna varabiliriz. Bu ilk iki ayette muhatap Allah resulünün konuştuğu müşrik liderler. Yani âmanın Allah resulüne geldiğini gördüklerinde yüz çeviriyor, yüzleri ekşiyor ve sırtlarını dönüyorlar. Yani Allah resulü âma ile muhatap olacaksa eğer, biz toplumun aşağı kesimlerinin yanında bulunmayız diyorlardı zaten. Kur’an ın farklı yerlerinde onların bu tavırları ele veriliyor.

İşte o tavrın bir devamı ve bir uzantısı olarak toplumun aşağı kesimleriyle, onlar öyle görüyorlar. Yoksulları ezilmişleri, fakirleri, köleleri, azatlıları, soylu olmayanların yanında durmayı zül addediyorlar. Onlarla aynı fotoğrafa aynı kareye girmeyi zül addediyorlar. Hesapta kendileri onurlu ve şerefli, onlar onursuz ve şerefsiz (haşa) olmuş oluyor. Onların onur ve şeref anlayışları çok farklı. İşte bu yüzden toplumda nispeten meşhur olmayan kabilelere mensup insanlarla yan yana görünmek istemiyorlar. Burada da onu görüyoruz.

Bütün bu delillerle birlikte andığımızda ‘abese suresinin ilk iki ayetinin muhatabı Allah resulü değil, Allah resulünün o an konuştuğu, veya Allah resulüyle konuşmaya gelmek üzere olan, gelen ama Allah resulüne âmanın, âma bir mü’minin yöneldiğini görünce onunla aynı kareye girmeyi zül addeden bu mütekebbir, burnu havada, küstah, kibirli müşrikler olduğunu rahatlıkla istikrai, tüme varım yöntemiyle okuma sonucunda Kur’an da ki ‘Abese ve tevella kelimelerinin bir başka yerde ikisiyle birlikte geçtiği Müddessir/23-24 ten; Tevella kelimesinin geçtiği diğer ayetlerden yola çıkarak rahatlıkla söyleyebiliriz.

Peki bunu söylemekle şunu söylemiş olur muyuz? Bu surede Allah resulüne uyarı yapılmamaktadır, uyarı yoktur. Hayır. Bu surede Allah resulüne uyarı vardır. Uyarı 1 ve 2. ayetlerde değil, 3 ve devamında ki ayetlerdedir. Onlar doğrudan Allah resulünü muhatap almaktadır, Allah resulüne hitap etmektedir, işte şimdi o ayetleri görelim.

3-) Ve ma yüdriyke le’allehu yezzekkâ;

Ne bilirsin, belki o arınacak! (A. Hulusi)

03 – Ne bilirsin o belki temizlenecek. (Elmalı)

Ve ma yüdriyke le’allehu yezzekkâ (sana gelince ey peygamber. -Parantez içinde böyle bir giriş cümlesi tasavvur edebiliriz- sana gelince ey peygamber) nerden biliyorsun, ve ma yüdriyke, nerden biliyorsun le’allehu yezzekkâ hadi o sana gelen âma arınacak idiyse.

Burada bir uyarı açık. Peki başında ki iki ayet olmadan doğrudan bu uyarıyla başlaması bir problem oluşturur mu? Bizce oluşturmaz. Çünkü gerekçesi biraz sonra zaten önümüze sürülecek. Şöyle bir manzara tasvir edelim; Allah resulüne müşriklerin kodamanlarından birkaç kişi yönelmiş geliyorlar. O anda eş zamanlı olarak bir de gariban bir mü’min geliyor. Üstelik gözleri görmüyor. Gariban mü’minin geldiğini gören müşrik kodamanlar yüzlerini ekşitiyorlar, hoşlanmıyorlar, manzaradan hoşlanmıyorlar, onunla aynı kareye girmekten hoşlanmıyorlar. Allah resulü de onların bu tavırlarından rahatsız oluyor. Ama rahatsız olması âmanın geldiği için.

Neden? Çünkü onlar belki de bu vesileyle imana girecekler, belki Allah resulünü ender dinleme moduna girmişler, burada bu fırsat kaçacak bu adamlar da küfür belasından kurtulamayacaklar diye Allah resulü telaş ediyor. Ve Allah resulünün de hoşuna gitmiyor. Âmanın o anda gelip, belki eş zamanlı gelip bu olayın böyle gerçekleşmiş olması.

İşte Allah resulü bunun için uyarılıyor. Allah resulü âmadan yüz çevirmiş, ondan uzaklaşmış ki tevella yüz çevirip uzaklaşmak demek. Yani sadece yüz çevirmek değil, yüz çevirmek mecazdır. Uzaklaşmak. Allah resulü uzaklaşmaz. Allah resulü böyle bir şey yapmaz. Dolayısıyla uzaklaşan onlar. Yüzünü ekşiten onlar, ama Allah resulü onların uzaklaşmasına üzülüyor ve bu sefer Âmanın gelişini isabetsiz buluyor, zamansız buluyor. İşte ona bir cevap ona bir uyarı olarak geliyor bu ayetler.

[Ek bilgi; Sûrenin nüzul sebebiyle alâkalı din konusunda söz söyleme hakkına sahip olan seleflerimizden müfessir ve muhaddisler bu sûrenin bir hadise üzerine geldiğini söyleyerek bize şu olayı naklederler:

Bir defasında Allah’ın Resûlü Mekke’nin kalburüstü insanlarını, eşrafı, Mekke’de büyük kabul edilenleri büyük kabul ederek onları huzuruna almış din anlatıyor, tebliğde bulunuyordu. Kureyş’in aristokratlarını ikna edip Allah’ın dinine kazandırabilmek için olağanüstü çaba sarf ediyor, deliller getirmeye çalışıyordu. Onların dine kazandırılmasıyla toplumda dinin yayılmasının hızlanacağı, onların inanmalarının İslâm’a izzet kazandıracağı ümidiyle Allah’ın Resûlü tüm dikkatini, tüm himmetini teksif etmiş, bütün gücüyle onlara yönelmiş, onlara din anlatırken birdenbire iki gözü âmâ olan, gözleri görmediği için de düşe kalka, güçlükle oraya kadar ulaşan İbni Ümmü Mektum çıkagelir ve: “Ey Allah’ın Resûlü! Bana hidâyet yolunu göster! Ben Müslüman olmak istiyorum!” der.

Bu konuda farklı rivâyetler var. Kimileri de bu zatın daha önceden Müslüman olduğunu ve anlayamadığı bir âyetin mânâsını sorduğunu veya “ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğretir misin?” diyerek geldiğini söylerler.

Ya Müslüman olmak için, yahut da Müslümanlığını güzelleştirmek için gelip ResulAllah’tan bilgi ister. Âma olup çevresini göremediği için, yani o ortamda Rasulullah efendimizin kendilerini Allah’ın dinine kazandırmak üzere uğraşıp dil döktüğü Mekke aristokrat grubun farkında olmadığı için veya ResulAllah’ın o andaki meşguliyetinden dolayı bu talebini birkaç kez tekrarlar.

O anda kendince bu müdürdür, bu genel müdürdür, bu amirdir, bu büyüktür, bu reistir, bu liderdir, bu elit tabakadır, bu aristokrattır diye müşriklerin ele başlarını ikna derdiyle kalbi ve kafası dopdolu olan ve onun bu tavrından dolayı çevresindekilerin ürkmesinden endişelenen Allah’ın Resûlü:

“Şimdi bunun sırası mıydı ey Ümmü Mektum?” dercesine onun bu davranışı-nı münasebetsizlik kabul ederek, onun talebini cevapsız bırakarak ısrarla ötekilere yönelişini sürdürür. Zira reislerin, güçlülerin, kalburüstü insanların dine girmesi için çırpınıyordu o anda. İşte Allah’ın Resûlü bu âma kişiyi cevapsız bırakıp ötekilere din anlatmaya devam edince bu sûre nazil olur.

Bir tarafta reisler var, öbür tarafta kör bir adam. Bir tarafta toplumun üstün kabul ettiği, toplumun değer verdiği aristokratlar, beri ta-rafta toplumda hiçbir değeri olmayan, hiçbir statüsü bulunmayan bir âmâ.

Gerçi Rasulullah efendimizin mâzeretleri vardı. Bir kere Allah’ın Resûlü bilmiyordu. Onların bu âmâya tercih edilip edilmeyeceğini bilmiyordu. Daha önce bu konuda kendisine bir uyarı gelmemişti. Nitekim bu uyarıdan sonra Allah’ın Resûlü asla böyle bir davranışta bulunmadı. Hayatının sonuna kadar bu uyarıdan sonra Rasulullah efendimiz hiçbir fakirin yüzüne surat asmadı, hiçbir kimseye zenginliğinden ötürü özel alâka göstermedi.

Bir de şöyle bir mâzereti vardı ResulAllah’ın. Ümmü Mektum ResulAllah’ın akrabasıydı. Her an onun görüşüp konuşma imkânına sahipti. Yani daha sonra da gelip görüşebilirdi ResulAllah’la. Başka zaman da sorabilirdi soracaklarını.

Ama yine de Allah Resûlü’nün bu davranışında cahiliyyenin değer yargıları vardı. Bunu, Rabbimizin bu sûresindeki tavrından, peygamberini bundan dolayı kınamasından anlıyoruz. (Besâiru-l Kur’an – Ali Küçük)]

[Ek bilgi 2; Bazı tefsirlerde, Efendimiz’in bu hadiseden sonra İbn Ümmi Mektum’u gördüğünde ona ikramlarda bulunarak ‘merhaba ey Rabbimin beni kendisi sebebiyle itab ettiği kişi’ dediğine de yer verilir. (Mesela bkz.: Kurtubî, XIX, 138; Beyzavî, IV, 523.)..

…Yapılan İzahlar Işığında Uygun Bulduğumuz Meâl; 1-2. (Ey Nebi, sen de gördün ki), o (kibirli adam), yanına a’mâ (biri) geldi diye rahatsız olup surat astı ve (sonra) sırtını dönüp gitti. (Prof. Dr. Yener Öztürk]

4-) Ev yezzekkeru fetenfe’ahüzzikra;

Yahut hatırlatılanı düşünecek de böylece o zikra (hatırlatma) kendisine fayda verecek! (A. Hulusi)

04 – Veya öğüt belleyecek de o öğüt kendine fâide verecek. (Elmalı)

Ev yezzekkeru fetenfe’ahüzzikra ya da senin öğüdün ona verecek, o da öğüt alacak idiyse. Hadi böyle olacak idiyse. Yani sen isabetsiz buldun, âmanın gelişini zamansız buldun, onun gelişini hoş görmedin. Yani keşke gelmeseydi de şu müşrik reislerine İslam’ı tebliğ etseydim dedin içinden. Fakat hangisinin öğüt alacağını ne biliyorsun? Kimin öğüt alacağını ne biliyorsun, bilmiyorsun ki. Ama Allah biliyor. Allah kalpleri görüyor. Sen kalpleri görmüyorsun ama Allah görüyor. Dolayısıyla olanda hayır vardır. Yani onlar yüz çevirip çekip gittilerse, aslında öğüt almaya gelmediler de ondan gittiler. Onun için sen âmaya yönel, sen öğüt alacak olana yönel. Sen öğüdün fayda vereceği kimseye yönel. Onlar zaten öğüt almayacaklardı, yani onlar için üzülmene değmez. Onlar için kendini yıpratmana değmez.

Lealleke bahı’un nefseke ella yekûnu mu’miniyn. (Şuârâ/3) mü’min olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin diyordu ya Kur’an. Yani onlar üzülmeye değmeyen adamlar. Sen şu gözleri görmeyen, şu yoksul, şu kabilesi meşhur olmayan adam var ya ona bak. Aslında biz burada ki hikmeti ileriki yıllarda, Medine de nübüvvet iktidarının kurulduğu ve peygamber devletinin neşv ü nema bulduğu Medine de görüyoruz. Bu âma zat Allah resulünün seferleri sırasında tam 12 kez Allah resulünün yerine Medine valisi olarak vekalet ediyor. Demek ki gelecek için bir vali adayı, bir Allah resulünün yerine Medine ye, İslam devletinin başkentine vekalet edecek bir devlet başkanı vekili, yetiştiriliyor aslında.

Rabbimizin baktığı yerden bakınca ne farklı görünüyor. Onun için ilk görünen şeye hükmetmemek lazım kimin geleceğinin ne olduğunu Allah bilir. Demek ki rabbimiz daha o günden Allah resulüne bu zatın madenini gösteriyordu, cins madenini.

Bu ayete şöyle bir mana da verebiliriz; Ev yezzekkeru fetenfe’ahüzzikra veya alacağı öğüdün kendisine yarar sağlayacağını. Yani sen öğüt vereceksin bu bir unsur. Verdiğin öğütte kendisine yarar sağlayacak. Demek ki öğüdün iki boyutu var. 1.- öğüt vermek, 2 – Öğüt almak. Yani öğüt veren peygamber de olsa öğüt alan almadıktan sonra o öğüdün hiçbir yararı olmaz. Burada söylenen bu. Demek ki öğüt almak için iradeyi kullanmak ve öğüt alacak bir irade sergilemek lazım. Yani öğüt veren dünyanın alemlere rahmet olan insanı da olsa, öğüt alan almadıktan sonra kimse öğüt veremez. Evet, öğüt almayana kimse öğüt veremez. Onun içinde öğüt almayan cezayı hak eder. Öğüt almayanın mazereti yoktur. İşte burada söylenmek istenen hakikatte budur.

Burada tercihimiz yudriy fiilinin birike zamiri, diğeri müteakip iki cümle olan iki mefulüyle birlikte tek bir cümle gibi okunması esasına dayanır. Sen sadece öğüt verirsin. Yani ilk iki ayetin muhataplarının farklı 3. ve devamında ki ayetlerin muhatabının da farklı. İlk iki ayetinin muhatabının müşrik reisleri, daha sonraki ayetlerin muhatabının da Allah resulü olduğuna dair okuma tercihimizin gerekçesi de yüdriy fiilinin iki mef’ul alır, Hatta bazen üç mef’ul alır bu fiil. Dolayısıyla iki mef’ulünün birin ke zamiri, diğerinin de müteakip iki cümle oluşuna dayanmaktadır.

Bu ayetlerde kalpleri sen okuyamazsın vurgusu da var. Zaten efendimiz bunu itiraf ediyor. Diyor ki Lem ab as em eşukka alâ kulubinnas ben insanların kalplerini açıp bakmak için gönderilmedim. Yine bir savaş sırasında son anda tevhid kelimesini söyleyen ama öldürülmekten kurtulamayan bir müşrik üzerine; sen demek rabbim Allah’tır diyen birini mi öldürdün ey Usame diye Üsame Bin Zeyd i şiddetle uyarması ve o kadar uyarması ki Hz. Üsame nin keşke bu günden sonra Müslüman olsaydım diyecek kadar yerin altına geçmesi, utanması hadisesinde biz bunu görüyoruz. Üsame dönmüş ve demişti ki;

- Ama Ya ResulAllah o kendini kurtarmak için öyle söyledi. La ilahe illallah dedi. Efendimiz ona dönüp kalbini açıp baktın mı buyurmuştu. Hel şakakte kalbeh; kalbini, yarıp baktın mı?

Ne güzel bir uyarı, hepimiz için. Yani kalbini yarıp bakmadık, kalbini yarıp bakmış gibi muamele edemeyiz. İnsanların kalplerinden geçeni okuma iddiasında olamayız. Biz zahirle amel ederiz. Biz beyana itibar ederiz. Biz insanın özünde güvenli olduğuna inanırız. Kalbini Allah’a havale ederiz. Eğer kandırmaya çalışıyorsa kendini kandırıyordur. Eğer nifaka sapıyorsa o Allah’a ayandır. Allah’ı kimse aldatamaz, kandıramaz. Biz beyana itibar ederiz. Onun içindir ki Allah resulü münafıkların beyanına itibar edip onları İslam toplumunun dışına çıkarmadı vefat edinceye kadar. bildiklerine dahi bunu yapmadı. İşte burada verilen bir başka öğütte bu.

Yine bir başka öğüt daha var. 3. bir nokta seçkinciliği ret, elitizmi reddediyor bu ayetler. Yani toplumun en akıllılarını, en zenginlerini, en varlıklılarını, en yakışıklılarını alalım, gerisi döküntü. Biz toplumu yönetenlere yönelelim, veya toplumun kaymak tabakasına yönelelim, onları gözümüze kestirelim gerisi nasıl olsa süprüntüdür. Bu elitist bir yaklaşımdır. Bu elitizmdir, seçkinciliktir ve Kur’an bunu reddediyor.

Haddi zatında toplumun zayıfları, ezilenleri, mustazafları, ezilmişleri İslam’ın doğal müttefikleridir. Tarih boyunca böyle olmuştur. Tüm peygamberlerin getirdiği ilahi davete ilk uyan toplumun ezilen kesimleri olmuş. onun içinde çağlar üstü doğruların ortak adı olan İslâm’ın doğal müttefiki hep ezilenler olmuştur. Aksine o çok hürmet edilen, kendisine öncelik tanınan toplumun kodamanları en son gelenler olmuş ve gelirken de kendi hislerini kendi kirlerini de paslarını da beraberlerinde getirmişlerdir. Onlar tulâka olmuştur Allah resulünün ifadesi ile Mekke nin fethi günü. Yani salıverilmişlerden olmuşlardır. Asla gönülden teslim olmamışlardır. Gönülden teslim olanları çıkmışsa da çoğunluğu hep sureta, teslim olmak zorunda kalmışlardır.

İşte bu ayetlerin bize verdiği ders sosyolojik olarak toplumu sınıflara bölen bir zihniyeti redir. Toplumun içerisinde öğüt alabilen kim varsa bizim için saygıya değer olan öncelikli olan o olmalıdır. Yani burada ey Müslüman’lar Allah rızası için iş yaptığını söyleyenler, Allah yolunda çalıştığını iddia edenler zengin sevmeyin. Yani zengin sever olmayın.

Zenginden nefret edin değil Allah’a yakın olmanın paranın varlığıyla yokluğuyla alakası yok. Zengin de Allah’a yakın olabilir. Fakir fakir olduğu için Allah’tan uzak yada yakın olmaz. Zengin de zengin olduğu için Allah’tan uzak ya da yakın olmaz. Herkes takvasıyla uzak yada yakın olur. Burada servetin belirleyici olması istenmiyor. Şöhretin belirleyici olması istenmiyor, fiziğin belirleyici olması istenmiyor. Statünün belirleyici olması istenmiyor. Konumun belirleyici olması istenmiyor. Yani insanlara değer biçerken, insanlara dışlarıyla konumlarıyla, statüleriyle değil, Allah’ın yarattığı bir değer, Allah’ın yarattığı bir unsur, Allah’ın yarattığı şerefli bir varlık olarak saygı duyun, değer verin, cebinden değer vermeyin, kesesinden bakarak değer vermeyin. Menfaatinizden bakarak değer vermeyin. Yani yağlı bir av görmüş tilki gibi bakmayın insanlara. İnsanlara bakarken Allah’ın gör dediği yerden bakın öğüdü var burada.

5-) Emma menistağnâ;

Kendini mustağni görene gelince… (A. Hulusi)

05 – Amma istiğnâ edene gelince. (Elmalı)

Emma menistağnâ bizim okuyuşumuza göre ve ikinci ayetlerin muhatabına yeniden döndü pasaj, ve dedi ki; Emma menistağnâ amma şu müstağni kimseye gelince. Kendi kendine yettiğini zannedene gelince. İstiğna bu. Ğaniy görmek kendisini. Kendisini kendisine yeter zannetmek.Neden zannettiğinde diye çevirdim, çünkü kendi kendine yetmez insan. İnsanoğlu kendi kendisine yettiğini zanneder ama yetmez. Bakın insanoğlu bu manada başkasına muhtaç olma anlamında diğer canlılardan daha zayıftır. Bir inek yavrusu doğar doğmaz yürür de, bir insan yavrusunu yürütmek için aylar, hatta bir yılı aşkın bir zaman boyunca kucakta gezdirmek lazım. Annesine muhtaçtır, bakıcısına muhtaçtır, çevreye muhtaçtır, babaya muhtaçtır. İnsan hep muhtaçtır. Ama kendi kendine yettiğini zanneden, hele bu zan ile Allah’a posta koymaya kalkışan bir tipi düşünün. Bu ayet, ‘abese/5. ayeti işte o tipi getiriyor gözümüzün önüne.

Şirk nedir diye sorsanız tarifim şudur; Şirk insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir.

6-) Feente lehu tesaddâ;

Sen ona ilgi gösteriyorsun! (A. Hulusi)

06 – Sen onun sedâsına özeniyorsun. (Elmalı)

Feente lehu tesaddâ sen bütün ilgini ona yönelttin, ona döndün. Yani kendi kendisine yettiğini zannedene yöneldin, ona döndün, fakat âmaya yöneltmedin. Bu yakışmadı diyor yani. Bu sana yakışmadı. Bunu ey nebim, ey resulüm, ey elçim. Bunu sana yakıştıramadım. Nebiye bir uyarı tabii ki.

7-) Ve ma ‘aleyke ella yezzekkâ;

Onun arınmamasından sana ne! (A. Hulusi)

07 – Onun temizlenmemesinden sana ne? (Elmalı)

Ve ma ‘aleyke ella yezzekkâ ama onun, berikinin arınmamasının sorumlusu sen değilsin ki. Ve ma ‘aleyke ella yezzekkâ yani o kodamanın, o varlıklı müşriğin akıllanmamasının, arınmamasının, temizlenmemesinin ki; tezekki burada çok önemli bir anahtar kelime tezekki. Ella yezzekka. Arınmamasının sorumluluğundan sana ne. Yani sen sorumlu değilsin, seni Allah sorumlu tutmaz. Sen öğüt verirsin, o öğüt alır veya almaz. Almazsa bunun hesabını Allah sana sormaz ki Onun hesabını Allah ona sorar.

Ama bu kelime gerçekten anahtar bir kelime ve bu kelime aynı zamanda öğüt verip, verdiğiniz öğüdün karşılığını almanız. Veyahut ta birinin sizi arındırıp sizi arındırana müspet cevap vererek sizinde arınmanız manasına gelir. Tezekki: kelime olarak, kip olarak bu manaya gelir. Onun için Yetezekka dır aslı mutavaat içindir bu kelime. Mutavaat yani dönüşlü bir fiil. Ne demek? Siz etki yapacaksınız etkinize tepki alacaksınız. Siz arındıracaksınız, arındırmaya çalıştığınız insan da arınacak.

Buradan yola çıkarak kelimenin mutavaat kipinden yola çıkarak vardığımız sonuç tezekki; nefis teskiyesi dediğimiz tezekki sadece tek taraflı bir işlem değildir. Yani kendinizi ölü yıkayıcı elinde ölü gibi hissederek tezekkiye eremezsiniz, tezkiyeye eremezsiniz. Tezekki yapamazsınız. Çünkü mutavaat içindir. Biri sizi yıkayacak, ama siz de yıkanacaksınız. Biri sizi arıtmaya kalkacak ama siz de arınacaksınız. Yani iradeniz mutlaka işin içinde olacak. İradeniz işin içinde olmazsa, mürit olmazsanız, irade etmezseniz, iradenizi kullanmazsanız sizi yıkayanın dünyanın en iyi yıkayıcısı olması, en iyi deterjanlarıyla yıkaması hiçbir işe yaramaz.

İşte aslında kelimenin kökü, yezzekka kelimesi ki aslı yetezekka dır, Mutavaat için bu kipten olması bize sadece temizleyenin iyi olması yetmez, temizlenenin de bu iradeyi sergilemesi lazım manasını verir. Yani gönüllü olacak temizlenmeye. Vahiy temizleyicidir, gerçekten temizleyicidir.

(Kul) innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhün Vahid. (Fussilet/6) Allah resulü ben de sizin gibi bir insanım demesi emr olunuyordu. Yani ne var ki bana vahy olunuyor, ben de sizin gibi bir insanım. Demek ki Allah Resulü istediğini temizleyemiyor, onun istemesi yetmiyor ya da. Kur’an da Ebu Talip hakkında indirildiği ifade buyrulan o ayeti hatırlayalım;

İnneke lâ tehdiy men ahbebte ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa. (Kasas/56) sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, hidayete iletemezsin. Fakat Allah dilerse onu hidayete eriştirir. Allah’ın dilemesi içinde kendinin dilemesi lazım. Kendinin dilemesi olmazsa Allah dilemez. Evet,

Ve kulil Hakku min Rabbiküm… De ki Hakk rabbinizden açıkça ortaya çıkmıştır. Hakikat femen şâe felyu’min ve men şâe felyekfür. (Kehf/29)artık dileyen iman etsin, dileyen küfretsin. Bu ve buna benzer bir çok ayetin de gösterdiği gibi, önce dilemek lazım ki Allah’ta dilesin. Allah’ın verdiği iradeyi hidayet istikametin de kullanmayanın hidayetini dilemez Allah. Allah dilememizi istemeseydi, dilemeyi vermezdi, iradeyi vermezdi.

8 -) Ve emma men câeke yes’â;

Ama sana öğrenme hevesiyle gelen o! (A. Hulusi)

08 – Ve amma sana can atarak gelen, (Elmalı)

Ve emma men câeke yes’â yine sözün muhatabının akışı değişti, Fakat büyük bir iştiyakla yürekten ve gönülden sana koşup gelene gelince:

9-) Ve hüve yahşâ;

O haşyet duyuyor! (A. Hulusi)

09 – Haşyet duyarak gelmişken, (Elmalı)

Ve hüve yahşâ ki o Allah’a saygıda kusur etmemişti. Yani Allah’tan hep haşyet içinde, Allah’ın yüceliğinin hep şuuru içinde olmuştu.

10-) Feente ‘anhu telehha;

Sen onunla ilgilenmiyorsun! (A. Hulusi)

10 – Sen ondan tegafül ediyorsun, (Elmalı)

Feente ‘anhu telehha sen işte onu ihmal ettin, yani ihmal ettiğin kişi böyle biriydi. Allah’tan tir tir titreyen, Allah’ın azametinin farkında olan, Allah’ı tanıyan, Allah’ı bilen, Allah’ı seven biriydi. Fakat sen işte onu, böyle birini ihmal edip öbürüne yöneldin. Yani senin gönlün ona yönelikti, onlar imana ererse Mekke kurtulur. Önde gidenler mü’min olursa arkadan gelenler zaten olur diye düşündün ki bu aslında hepimiz bir parça böyle düşünüyoruz. Bu çok kınanacak bir şey de değil. Ama rabbimiz yine de resulüne böyle düşünmemesini emrediyor, istiyor. İşte pasaj burada bitti ve yeni pasaja giriyoruz. Yeni pasaja girerken de öğütler genelleşiyor.

11-) Kellâ inneha tezkiretun;

Hayır, muhakkak ki o hatırlatmadır. (A. Hulusi)

11 – Hayır hayır zinhar, çünkü o bir tezkiredir, (Elmalı)

Kellâ inneha tezkirah yoo..! böyle yapma, sizde böyle yapmayın ey mü’minler. Ey resulün risalet mirasını üstlenenler, yüklenenler, siz de böyle yapmayın. inneha tezkirah bu (ayetler) bir uyarıdır. Yani rabbin seni uyarıyor ey nebi, ey alemlere rahmet olan. Bu bir uyarıdır. Hatta biz bunun altında şöyle zımni bir şefkat ifadesini de görüyoruz. Maksat seni üzmek değildir, seni uyarmaktır. Yani Kellâ da biz bunu zımnen görüyoruz. Maksat seni uyarmaktır. Neden? Dost, dostu uyarır. Rabbin senin hasmın değil dostundur, rabbin seni uyarıyor. Sen Ona teşekkür et, sen seni uyarana teşekkür et, yanlış yapmaman için seni uyaran, sana iyilik eden demektir. zımnen böyle bir nükte de görüyoruz burada.

12-) Femen şâe zekereh;

Dileyen Onu hatırlar! (A. Hulusi)

12 – İmdi onu dileyen tezekkür etsin. (Elmalı)

Femen şâe zekereh tabii ki uyarı kabul eden, uyarılmayı dileyene, öğüt almak isteyen kimse için bu bir uyarıdır. Ama öğüt almayan ne kadar uyarırsan uyar, kellim, kellim la yem faağ söyle söyle fayda vermez. Yani yalnız sana değil. Bu son ayet Femen şâe zekereh oradaki “men” in kapsamı hepimizi içine alır. Uyarı alacak, öğüt alacak herkes için burada anlatılanlar bir uyarıdır. Biz de bu uyarıya dahiliz. Bizi uyarıyor rabbimiz aslında. Biz bu ayetlerin sebebi nüzulüyüz.

13-) Fiy suhufin mükerremetin;

Çok şerefli kayıtlardadır, (A. Hulusi)

13 – Tekrim edilir. (Elmalı)

Fiy suhufin mükerremetin bu uyarı, bu öğüdün kaynağı seçkin ve kutsal kayıtlar altında korunmuştur. Kutsal kayıt, seçkin kayıtlar altında. Mükerrameh; aslında kerem, keriym; bir türün en seçkinine en iyisine verilen isimdir, keriym. Dolayısıyla mükerrameh, keriym kılınmış demektir. Kendisinden keriym değil, kendisinden kutsal değil, Allah ona kutsiyet vermiş. Yani onu keriym kılan biri var. Onun içinde o kendiliğinden mübarek değil, o kendiliğinden kutsal değil. Allah onu bereketlendirmiş ve kutsal kılmış. Dolayısıyla Fiy suhufin mükerrameh Burada ki suhuf aslında kayıt manasına geliyor. Yani seçkin kayıtlar altında korunmuştur vahyin kaynağı. Bu şu manaya geliyor; vahyin kaynağını kimse saptıramaz. Vahyin kaynağına kimse tecavüz edemez. Vahyin kaynağını kimse bulandıramaz manasına geliyor.

Bu zımnen de bir Kur’an ın kaynağının ilahi olduğuna dair ‘Abese suresinde bir delilin olduğunu göstermiyor mu? Kur’an ın Allah resulü tarafından yazılan bir vahiy değil, Allah’tan gelen bir vahiy olduğunun delilini görmüyor muyuz. Eğer ResulAllah kendi elleriyle kaleme almış olsaydı, kendi kendisine kızar mıydı? Veya eğer ResulAllah’ın bir şeyleri gizlemek gibi bir hakkı olsaydı gizleyeceği ilk yerlerden biri de burası olmaz mıydı? Çünkü burada ona uyarı yapılıyor (Azar işitiyor) Rabbinden uyarı alıyor. Rabbinden aldığı uyarıyı bize iletmek zorunda. Yani bu ayette aslında Allah Resulünü uyardığım cümleler de Kur’an a girer, çünkü korunmuştur. O manası var.

14-) Merfû’atin mutahheretin;

Ulviyete yükseltilmiş ve tümüyle arınmış! (A. Hulusi)

14 – Yüksek tutulur mutahhar sahîfelerde, (Elmalı)

Merfû’atin mutahherah yüce ve şaibesiz. Mutahherah; tertemiz, şaibesiz bir kelam bu kelam. Bu hitap şaibesiz bir hitap, yüce bir hitap. Yani o hitabı kimse kaynağında bulandıramaz. O hitaba kimse dokunamaz. Kimse oynayamaz onunla.

15-) Bieydiy seferetin;

Sefere’nin (yazıcı meleklerin) elleri (kuvveleri) ile. (A. Hulusi)

15 – Kiramı berabere, (Elmalı)

Bieydiy seferah elçilerin elleriyle taşınan, seferah, sefiyr de oradan geliyor. Büyük elçiye sefir derler. Bieydiy seferah yüce elçilerin. Orada ki kapalı “t” yi biz açarsak böyle bir zımni anlam da alırız. Yüce ve kutlu elçilerin elleriyle taşınan bu mübarek ayetlerin kaynağına kimse müdahale edemez.

16-) Kiramin berereh;

Keriym (şerefli, üstün) ve Barr (daima iyilik ve tâat sadır olan Sefere) (A. Hulusi)

16 – Sefere ellerinde, (Elmalı)

Kiramin berereh türünün en iyisi ve hatasız. Bererah; hatasız. Sıfır hata demektir. çünkü melekler hata yapmazlar. Melekler Allah’a teslim olmuş iradesiz varlıklardır. Yani iradeleri olsaydı hata yapma yetenekleri de olurdu. Allah irade vermemiştir hata yapma yetenekleri olmadığı için. Veya irade vermediği için hata yapma yetenekleri yoktur. sadece emre muti olmakla görevlidirler. Onlar Allah’ın görevlileridirler.

17-) Kutilel’İnsanu ma ekfereh;

Ölesi (de hakikati göresi) insan, ne kadar da inkârcıdır! (A. Hulusi)

17 – O kahrolası insan ne nankör şey, (Elmalı)

Kutilel’İnsanu ma ekfereh insana getirdi sözü ‘abese suresi ve tüm insan soyunun bize, yapısını ele veren bir gerçeği dile getiriyor şimdi. Canı çıkası insan, nankörlükte ne kadar da sınır tanımazdır. Kutile aslında Arap dilinde ölesice, geberesice, canı çıkasıca manasına gelir, tıpkı Türkçede ki kullanımı gibi hem severken hem de döverken kullanılır. Yani bazen severken de söyleriz mesela geberesice deriz. Bazen kızarken de deriz. Arap dilinde de aynen böyle iki yanlı kullanılır.

İnsan nankörlükte ne kadar da sınır tanımaz? Ma ekferah burada ki fiili teaccübi evvel siğa içinde kalıp bu. Yani hayret edilecek kadar nankör bir varlık. Şaşılası nankörlükte bir varlık. Niye bu kadar nankör olur insan? Anlamak mümkün değil gibi bir açılımı var.

[Ek bilgi; İnsandan sâdır olan her amel/eylem, ya şükürdür veya küfür (nankörlük). Kişinin içinde yüzdüğü bunca nimeti görmezlikten gelip başına gelen bazı musibetleri anması, nankörlük karakterini uyandıran durumlardandır. Yine İnsana ulaşan sıkıntıların ve korkuların ortadan kalkması da nankörlüğün ortaya çıktığı durumlardandır. (Besâiru-l Kur’an- A. Küçük)]

18-) Min eyyi şey’in halekah;

Hangi şeyden yarattı onu? (A. Hulusi)

18 – O yaratan onu hangi şeyden yarattı? (Elmalı)

Min eyyi şey’in halekah peki o Allah insanı neden yarattı? Şöyle bir baksın. Bu nankörlüğüne tağyan olmayan, nankörlüğüne yeter olmayan insan şöyle dönüp de neden yaratıldığına bir baksın.

19-) Min nutfetin, halekahu fekadderehu;

Bir nutfeden yarattı onu; tabiatını oluşturdu! (A. Hulusi)

19 – Bir nutfeden, yarattı da onu biçimine koydu, (Elmalı)

Min nutfetin, bir basit sıvıdan, basit bir damlacıktan yaratıldı. Min nutfetin; öz sudan yaratıldı. halekahu fekadderah o basit sıvıya Allah nazar etti, öyle bir görev yükledi, öyle bir yetenek bahşetti, öyle bir müdahale de bulundu ki, o, bir yerine bulaşması durumunda kin saydığı insanın, yıkamadan rahat edemediği, içinin rahat etmediği o şeyden muhteşem bir varlık yarattı Allah. Onu da o yarattı,O’ndan yarattı. Aslında burada Min nutfetin aynı zamanda insan türünün yaratıldığı özü gösteriyor. Buna Adem de dahildir. Adem’in de nutfeden, can suyundan, spermden yaratıldığına buradan yola çıkarak hükmedebiliriz.

halekahu fekadderah ve sonra, onu yarattı halekahu, onu yarattı, fekadderah sonra ona takdir yeteneği bahşetti. Fakirin tercihi bu kelimeye takdir yeteneği, kadderah. Ama bir başka anlamla şöyle de çevirebilirim. Onu yarattı ve onu takdir etti. Yaratmak aynı zamanda zaten takdiri içerir. Onun için kadderahu ona takdir etme yeteneği ona miktar koyma yeteneği verdi. Ki bununla Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ.. (Bakara31) yı yan yana koyabiliriz. Ademe isimlerin tamamını öğretti. Veya Halekal İnsân, Allemehül beyân. (Rahman/3-4) İnsanı yarattı, ona kendini ifade etme yeteneğini verdi, beyanı öğretti. Bunların üçünü yan yana koyduğumuzda fekadderah ibaresine fakirin verdiği mana Allah’u alem isabetli gibi görünüyor. Yani ona takdir yeteneği verdi.

20-) Sümmessebiyle yesserah;

Sonra yolunu kolaylaştırdı ona. (A. Hulusi)

20 – Sonra ona yolunu kolaylattı. (Elmalı)

Sümmessebiyle yesserah sonra ona doğru yolu kolaylaştırdı. Ona doğru yolda yürümeyi, hidayeti bulmayı kolaylaştırdı. Ne ile? 1 – fıtrat verdi, 2 – akıl verdi 3 – irade verdi, bununla da yetinmedi peygamber gönderdi, peygamberlerle kitaplar mesajlar gönderdi daha ne yapsın Allah. Bu kaç kere şefkattir, kaç kere rahmettir, kaç kere mağfirettir. Bütün bunlara aslında nankörlük yapan, küfreden insan bir kere değil kaç kere nankörlük yapmaktadır, kaç kere küfür etmektedir. Nankörlüğü kaç kattır insanın Allah’a karşı söyler misiniz. Ma ekferah (17) bu işte nankörlükte ne kadar da sınır tanımazdır bu işte.

21-) Sümme ematehu feakbereh;

Sonra öldürdü de kabre (bedene) yerleştirdi onu. (A. Hulusi)

21 – Sonra onu öldürdü de kabre gömdürdü. (Elmalı)

Sümme ematehu feakbereh sonra onun için ölümü yarattı ve kabre girmeyi takdir etti. Yani ölümü yarattı ve ondan sonra yolunu kabre düşürttü, kabre uğrattı.

22-) Sümme izâ şâe enşerah;

Sonra onu dilediğinde kabrinden (bedeninden) bâ’s eder. (A. Hulusi)

22 – Sonra dilediği vakit ona nüşur verecek. (Elmalı)

Sümme izâ şâe enşerah sonra dilediğinde onu tekrar diriltecek, inşa edecek yaratacaktır. Başlangıçta nasıl yoktan var etmişse, rabbimiz vardan var edecektir. Yoktan var ettiğine inanıp, vardan var ettiğine inanmamak bir çelişki, yoktan var olan insanı, vardan var edeceği konusunda tereddüde düşmek bir başka çelişki. Dolayısıyla yoktan var eden Allah vardan var edemez mi? Böyle mi düşünüyorsunuz. Tabiata bakın, kıştan sonra bahar nasıl geliyor, tabiata bakın geceden sonra gündüz nasıl geliyor. Kendinize bakın, şu yüzünüz 6 ay önceki yüzünüz değil, 6 ayda yüzünüzde değişmeyen hücre kalmıyor. Yani sizin vücudunuzda her an milyonlarca hücre ölüyor, milyonlarcası doğuyor. Bunu görün. Aslında siz ölümün ve hayatın deveran ettiği bir aynasınız. Kendinize bakmayı bir becerebilseniz.

23-) Kellâ lemma yakdı ma emerah;

Hayır! Ona emrettiği şeyi henüz yerine getirmedi (Hilâfetinin tam hakkını veremedi). (A. Hulusi)

23 – Hayır hayır, doğrusu o hiç onun emrini tam eda etmedi. (Elmalı)

Kellâ lemma yakdı ma emerah işte surenin zirve ayeti geldi; Hiçbir insan asla onun emirlerini kusursuz, eksiksiz, noksansız yerine getirmeyi beceremez. Yani surenin 3.- 4, – 5. – 6. ayetleriyle birlikte düşündüğümüzde; Ey nebi sen Allah’ın tebliğ emrini, nübüvvet ve risalet görevini yerine getireyim diye, Allah’ın kullarına hidayeti ulaştırayım diye çırpındın. Bu çırpınma sırasında sana gelen Mekke kodamanlarının iman etmesi için, sana gelen bir âmanın gelişini zamansız buldun ve hoşuna gitmedi. Yani bu bir hata idi. Fakat bu hata çok doğal, insani bir hata. Zaten hiç kimse şimdiye kadar Allah’ın emirlerini kusursuz yerine getirememiştir.

Buradan çıkardığımız sonuç ne? Allah sizden kusursuzluk beklemiyor, sizden insanlık bekliyor meleklik değil. Melek olmaya kalkmayın, insan olun yeter. Allah sizden kusursuzluk beklemiyor, kusurda ve hata da direnmemenizi bekliyor. Adem‘de kusur işledi, şeytan da. Fakat şeytanı şeytan eden hatasını savunmaktı, Adem’i adam eden de hatasına istiğfar etmekti, itiraf etmekti. İşte bu, fark bu. Siz de Adem gibi olun, Adem gibi davranmazsanız iblisleşirsiniz. Dikkat buyurun Kur’an da nerede şeytandan bahsediliyorsa, iblis olarak bahsedildiği yerlerde Allah’a nispetle kullanılır, Yani Allah’a nankörlüğü anlatıldığında iblis ismiyle anılır şeytan, insana nankörlüğü, insanı saptırması anlatıldığı yerlerde de şeytan olarak kullanılır.

24-) Felyenzuril’İnsanu ila ta’âmih;

İnsan yediğine bir baksın! (A. Hulusi)

24 – Bir de insan taamına baksın. (Elmalı)

Felyenzuril’İnsanu ila ta’âmih insan yediklerine bir baksın.

25-) Enna sabebnelmâe sabbâ;

Doğrusu biz o suyu bolca akıtıp döktük. (A. Hulusi)

25 – Biz o suyu bir döküş dökmekteyiz. (Elmalı)

Enna sabebnelmâe sabbâ hiç şüphe yok ki biz, elbet suyu biz tarifsiz bir cömertlikle indirdik.İndirdikçe indirdik. Sabebnâ, sabbâ; cömert bir biçimde indirdik, sınırsızca indirdik. Baksın insanoğlu, Allah’ın indirdiği suyu insanoğluna satıyor. Kendi yaratmadığı halde satıyor. Bulduğu zaman onu bir kabın içine dolduruyor ve ağa pahasına satıyor. Allah sizden su parası alsaydı bir düşünün servetiniz yeter miydi? Hangi ırmağa, hangi çağlayana, hangi yağmura para yetirirdi. Bir mevsimde yer yüzüne düşen yağış miktarı, yer yüzünde yapılan tüm ticaretin miktarının kat kat fazlası.

Dolayısıyla Fe Bi eyyi alai Rabbiküma tükezziban (Rahman) nasıl olur da Allah’ın nimetini yalanlarsınız. Nasıl Allah’ın üzerinizde ki hakkını yalan sayarsınız. Ya Allah bir de havaya para almaya kalksaydı? Ücretsiz hava alamazsınız deseydi. Allah’ın verdiğini siz kapların içine koyup bir birinize pazarlıyorsunuz. Ama Allah sizden hiçbir ücret istemiyor, sadece kulluk istiyor, sadece bilmenizi istiyor. Sadece ben kulum sen Allah’sın itirafınızı istiyor. Çok mu istiyor? Zımnen bu söyleniyor.

26-) Sümme şakaknel’Arda şakka;

Sonra arzı bir şakk ile yardık da (böylece), (A. Hulusi)

26 – Sonra o Arzı bir yarış yarmaktayız(Elmalı)

Sümme şakaknel’Arda şakka sonra yer yüzünü şakka şakka etti, yani yer yüzünü yardı da içinden bitkileri, tohumları çıkarttı. Sizin için gökten yağmuru, yerden bitkiyi fışkırttı.

27-) Feenbetna fiyha habbâ;

Orada ekinler yetiştirdik. (A. Hulusi)

27 – Bu suretle onda daneler. (Elmalı)

Feenbetna fiyha habbâ ve oradan tohumları sizin için bitirdi. Sizin için tohumları meyveye, tohumları bitkiye, tohumları gıdaya dönüştürdü. Yani tüm besinleriniz oraya bağlı. İster hayvani, ister nebati olsun, nereden besleniyor olursanız olun besinlerinizin merkezi topraktır. Allah toprağa böyle bir işlev yüklememiş olsaydı, bu cömertliği toprağa vermemiş olsaydı kendi cömertliğinden, sizi kim doyurur ve insanoğlunun insanoğluna ettiğini gördüğümüzde insan insana neler etmezdi.

28-) Ve ‘ineben ve kadbâ;

Üzüm, taze yonca, (A. Hulusi)

28 – Üzümler, yoncalar. (Elmalı)

Ve ‘ineben ve kadbâ üzüm bağları, sebze bahçeleri.

29-) Ve zeytunen ve nahlâ;

            Zeytin, hurma, (A. Hulusi)

29 – Zeytinlikler hurmalıklar. (Elmalı)

Ve zeytunen ve nahlâ zeytin ağaçları, hurma ağaçları, hurmalıklar, zeytinlikler.

30-) Ve hadâika ğulba;

Sık ve iri ağaçlı bahçeler, (A. Hulusi)

30 – Âfâka ser çekmiş dilber bahçeler. (Elmalı)

Ve hadâika ğulba ve balta girmemiş ormanlar. Ğulba yı sık ağaçlı alan olarak geçen bu ibareyi, balta girmemiş orman olarak tercih ettim. Çünkü sık ağaçlı bahçeler zaten hadâik, içinden su çıkan sık ağaçlı bahçe demektir. hadâika. Fakat bir de ğulba gelmiş o zaman balta girmemiş orman diye çevirmek daha doğru gibi geldi bana.

31-) Ve fakiheten ve ebba;

Meyve ve çayır, (A. Hulusi)

31 – Meyveler, çayırlar neler yetiştirmekteyiz. (Elmalı)

Ve fakiheten ve ebba meyveli meyvesiz bitkiler, envai çeşit. Yani aklınıza, hayalinize gelmedik sayamayacağınız, onun için ikisi de nekira gelmiş. Fakiheten, ebban.

32-) Meta’an leküm ve lien’amiküm;

Siz ve en’amınız yararlansın diye. (A. Hulusi)

32 – Sizin ve davarlarınızın intifaı için. (Elmalı)

Meta’an leküm ve lien’amiküm hem siz yiyesiniz, hem de hayvanlarınız yesinler, beslensinler diye Allah böyle cömert yarattı. Böyle cömert nimetler verdi.

33-) Feizâ câetissâhhatu;

O korkunç sayha duyulduğunda, (A. Hulusi)

33 – Amma geldiği vakit o Sahha (o sayhasını dinletecek belâ). (Elmalı)

Feizâ câetissâhhah yepyeni bir pasaja girdik; Nihayet kulakları sağır eden mahşer çığlığı kopacak. Kulakları sağır eden mahşer çığlığı.

34-) Yevme yefirrulmer’u min ahıyh;

O süreçte kişi, kardeşinden kaçar, (A. Hulusi)

34 – O kaçacağı gün kişinin kardeşinden. (Elmalı)

Yevme yefirrulmer’u min ahıyh ne olacak o zaman? Kişi öz kardeşinden kaçacak. Kur’an hiç kimsenin haber veremeyeceği mahşerden haber veriyor. Bize o kâinattan, bize o alemden, bize o dünyadan kimse haber taşıyamaz. Hiçbir ajansın oradan haber taşıma gibi bir yeteneği yok. Sadece Allah verir ve iyi dinleyelim, neymiş oradaki manzara.

35-) Ve ümmihi ve ebiyh;

Anasından, babasından, (A. Hulusi)

35 – Ve anasından babasından. (Elmalı)

Ve ümmihi ve ebiyh kişi o gün öz annesinden kaçacak, öz babasından kaçacak.

36-) Ve sahıbetihi ve beniyh;

Karısından ve oğullarından! (A. Hulusi)

36 – Ve refîkasından ve oğullarından. (Elmalı)

Ve sahıbetihi ve beniyh ve eşinden, can yoldaşından, yani sevgilisinden ve çocuklarından kaçacak. Evet, küfür, şirk tuğyan, fısk, fücur, isyan öyle tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalık gibi olacak ki mahşerde, insan aynı kareye girmek istemeyecek bir kafirle, isterse annesi, isterse babası olsun. Onunla poz vermek istemeyecek, mahşerde onunla yan yana görünmek suç ve töhmet olacak. Onun için kaçacak. Ne kadar severse sevsin, kafirin yanında durmak bile töhmet olacak.

37-) Liküllimriin minhüm yevmeizin şe’nün yuğniyh;

O süreçte onlardan her birinin derdi kendi işidir! (A. Hulusi)

37 – Onlardan her kişinin bir şe’ni vardır o gün başından aşar. (Elmalı)

Liküllimriin minhüm yevmeizin şe’nün yuğniyh o gün herkesin birbirinden kaçmak için yeterli sebepleri olacak. Yani ne kadar manidar bir ayeti kerime. Yeterli gerekçeleri, yeterli nedenleri olacak o gün birbirinden kaçmak için herkesin. Rabbim o gün bizi kaçılan değil, yanında durulmakla iftihar edilenlerden kılsın inşaAllah.

38-) Vucûhun yevmeizin müsfiretün;

O süreçte yüzler (vardır) parıldar! (A. Hulusi)

38 – Yüzler vardır o gün ışılar. (Elmalı)

Vucûhun yevmeizin müsfirah bazı yüzler vardır o gün ışıl ışıldır. Ağardıkça ağaracak müsfiratün; ağardıkça ağaracak.

39-) Dahıketün müstebşiretün;

Gülen, müjdelendiğiyle sevinçli! (A. Hulusi)

39 – Güler sevinir. (Elmalı)

Dahıketün müstebşiretün gülen tebessüm eden, şen şakrak, müjdelenmiş yüzler.

40-) Ve vucûhun yevmeizin ‘aleyha ğaberetün;

O süreçte nice yüzler de (vardır) toz kapatmış! (A. Hulusi)

40 – Yüzler de vardır o gün üzerinde tortoz. (Elmalı)

Ve vucûhun yevmeizin ‘aleyha ğaberah bazı yüzler de vardır o gün buna mukabil, öyle yüzler ki bütünüyle toz toprak.

41-) Terhekuha kateretün;

Onu da karalık bürür! (A. Hulusi)

41 – Sarar onu bir kara. (Elmalı)

Terhekuha katerah karardıkça kararacak. Öbürü ağardıkça ağaracak, Dahıketün müstebşirah şen şakrak olacak, bu da Terhekuha katerah karardıkça kararacak.

42-) Ülâike hümül keferetül fecerah;

İşte bunlar facir (bâtıla meyleden) hakikat bilgisini inkâr edenlerin ta kendileridirler! (A. Hulusi)

42 – İşte onlar o keferei fecere. (Elmalı)

Ülâike hümül keferetül fecerah işte bunlar inkarın dibini boylayan, küfrü kendine hayat tarzı edinenlerdir. İnkarın dibini boylayanlar ve günahı hayat tarzı haline. Fücur, fecerah günahı hayat tarzı haline getirenlerdir.

Rabbim öyle olmaktan muhafaza buyursun. Rabbim yüzü ak edenlerden, ak olanlardan kılsın. Yarın yüzümüzü kara çıkarmasın inşaAllah.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn” El Fatiha.

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. TEKVİR SURESİ (01-29)(187-B)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Şimdi Müteakip sureti olan Tekviyr suresinin tefsirine geçiyorum.

Tekviyr suresi 81. sure mushafta. Hiç şüphe yok ki nüzul sıralamasında hayli önlerde bir sure. Mekki bir sure. Necm den önce indiği kesin, zira Necm/13-18 ayetleri arasında ki pasaj, bu surenin 23. ayetine atıftır. İlk tertipler Tekviyr suresini, ‘Ala suresinin önüne, 7. sıraya koymuşlar.

Cinnet ve delilik suçlaması yöneltiliyor Allah Resulüne. Mecnun olduğu suçlaması ki dönemin tabiatına uygun olduğu görülüyor. Dar’ül erkam dönemi yaklaşık. Yani davetin henüz gizli olduğu dönem.

Bu surenin özel bir durumu var. 12 adet iza zaman zarfı geçiyor bu surede. 12 tane, tam. 6. sı dünya ile ilgili, 6 sı ahiret ile ilgili bu zaman zarflarının. Adeta inkarı ret ve ispatı te’kit için 12 yerde de böyle bir te’kit kullanılıyor. Yani aklını kullan ey insan. Allah’ın sözüne, kelamına kulak ver, aklını kullan yoksa halin harap olur dercesine.

Surenin konusu son saat. Bir önceki sure gibi ve hesap günü. Alem; rahmanın nefesinin bir tecellisidir. Kevn ve fesat, nefes-ür Rahman’ın alınış ve verilişidir tabir caizse. Oluş ve bozuluş o nefesin veriliş ve alınışına delalet eder. Yani fesat bir kaos değildir. İlahi nefesin alınışıdır. Enbiya/4. ayetinde ki kozmik dürülüşü andırır bir dürülüştür bu surede anlatılan.

Hani; Yevme natvis Semae ketayyis sicilli lilkütüb. (Enbiya/104) ayetinde öyle bulunuyordu ya o gün biz uzayı. -Es sema tekil gelince uzaya delalet eder- bir kitabın, -o günkü kitaplar rulo halinde idi- rulonun katlarını dürer gibi sarar düreriz. kema bede’na evvele halkın nu’ıydüh tıpkı başlangıçta nasıl başlamışsak, onu bir daha yeniden yaratırız. İşte burada ki o dürülüş anlatılacak, bundan bir sonraki sure de açılış, infitar; açılış anlatılacak. Burada dürülüş, orada açılış. Şimdi surenin tefsirine geçebiliriz. Ki aslında kıyametle ilgili Kur’an da ki surelerin genel bir, Kur’an da ki üslubun, ahiret, son saat, kıyametle ilgili Kur’an üslubunun genel bir sayım dökümünü yapmak isterdim. İnşaAllah bu derse yetişmeyecek ama bir sonraki derste Kur’an ın kıyamet, ahiret, son saatle ilgili genel üslubunun karakteristiği nedir sualine cevap verecek 3 – 5 başlık halinde bir sunum yapmak isterim.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) İzeşŞemsü küvviret;

Güneş dürüldüğünde (Akıl karşılaştığı gerçeklik ile kaplanıp gücünü yitirdiğinde), (A. Hulusi)

01 – O Güneş dürüldüğü vakit, (Elmalı)

İzeşŞemsü küvviret güneşin defteri dürüldüğü zaman. Güneşin de defteri dürülecek. Yani ömrü milyarlarca yıl olan güneşin bile bir ölümü var ey insan oğlu, güneşin ömrü karşısında senin ömrünün esamesi bile okunmaz. Peki ya bu Allah’a karşı tekebbürün ve gururun ne. Kendini ne zannediyorsun sen ey insanoğlu. Zımnen fakir bu ayetleri böyle okuyor. Evet, haddini bil, kendine gel.

            İbm. Abbas güneş içine çökecek, yutan veya yutulan bir karanlık halini alacak diye tefsir ediyor bu ayeti. Burada küvvirat; sarığın sarılması gibi sarılmadan bahsediliyor. Aslında rücu bu, geri, aslına rücu, aslına dönüş. Yeniden yaratılışın tersi bu. İnfitar yeniden yaratılış, rücu ettikten sonra, dürüldükten sonra tabir caizse rulonun geri açılması. Burada ise rulo haline getirilmesi. Tekviyr zaten budur, yuvarlak, kürevi cisimler için kullanılır küvvirat, tekviyr kelimesi. Küre de oradan gelir. Top gibi cisimlere küre diyoruz. Küre de oradan gelir zaten. Yer yüzünün yusyuvarlak olduğunun başka delilini aramaya gerek yok bu ibare yeter de artar bile.

[Ek bilgi-1; Güneşin ölümü
Alfa füzyonu sırasında her ne kadar yıldızın çekirdeği çökse de, dış tabakalar yaklaşık 100 kat genişleyerek bir "kızıl dev" hâlini alır

Nükleer füzyon reaksiyonları gücünü kaybettikten sonra, radyasyon sıcaklığına bağlı basınç tekrar düşerek kütle-çekimiyle dengelenir ve yıldızın hacmi o kadar küçülür ki yoğunluğu suyunkinin bir milyon katına ulaşır. Bu duruma gelen yıldıza "beyaz cüce" denir. Beyaz cücelerin büyüklükleri yaklaşık olarak dünyanınki kadardır. Kütlesi ise, Güneş'in kütlesinin yarısı ile 1,4 katı arasındadır. Yüzey sıcaklıkları yaklaşık 10 bin dereceyi bulan beyaz cüceler, zamanla enerjilerini kaybederek kararıp söner.

Kıyamet ile ilgili bir diğer teoriye göre, dev kara delikler bütün kâinatı yutacaktır. Maddeyi yutuşu sırasında kara delik çevresinde oluşan akresyon (yığışım, toplanma) diski de bize maddenin "dürülme" tabirini hatırlatmaktadır. (Ömer D. İkramoğlu- Sızıntı dergisi)]

[Ek bilgi-2; Güneşin ölümü Video)]

2-) Ve izennücûmünkederet;

Yıldızlar karardığında (Düşünme işlevi durup – fikirler ışık tutmaz olduğunda), (A. Hulusi)

02 – Ve yıldızlar bulandığı vakit, (Elmalı)

Ve izennücûmünkederet ve yine yıldızlar döküldüğü zaman, döküleceği zaman. İze, zaman zarfı. Mazi fiili geçmiş kipiyle gelen fiili geleceğe döndürür. Burada aslında küvvirat mechul, inkederat; mutavaat. Kur’an ın tamamında ahiret, mahşer, son saatle kıyametle ilgili tüm ayetler fiil olarak geldiği zaman hep ya meçhul ya da mutavaat kipiyle gelir. Neden? Failine bakmayın, faili o kadar belli ki onu anmaya gerek yok. Ne olduğuna bakın da ibret alın manasına gelir.

3-) Ve izelcibâlu süyyiret;

Dağlar yürütüldüğünde (organlar çalışmaz olduğunda), (A. Hulusi)

03 – Ve dağlar yürütüldüğü vakit, (Elmalı)

Ve izelcibâlu süyyiret dağlar yürütüldüğü zaman,

4-) Ve izel’ışaru ‘uttılet;

Işar (en gözde develer; zenginlik ve statü nesneleri) başıboş bırakılıp terk edildiğinde (dünya değerlerinden geçildiğinde), (A. Hulusi)

04 – Ve kıyılmaz mallar bırakıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izel’ışaru ‘uttılet doğumu yakın hamile, gebe develer, doğurduklarını unuttukları zaman. Veya 10 aylık hamile develer. Eşar bu manaya geliyor, öşur, aşera. 10 aylık hamile develer terk edildiği zaman, unutulduğu zaman. Bir bedevi ve cahiliye Arabının gözünde şu dünya da en değerli şey nedir diye sorsanız, 10 aylık hamile devedir dermiş. Çünkü 10 aylık hamile deve, iki deve. Üstelik anne dişi yine doğuracak. Doğuracağının dişi olma ihtimali de var. Yani bir görünüyor ama iki. Bir cahiliye insanı için dünyada ki en değerli varlık 10 aylık hamile bir deve. Onun için yani en değerli varlığını dahi unutacak, gözü görmeyecek. Bu ayetle ve hac suresinin ilk 3 ayetini okuduğumuzda beraber o zaman bu halin dehşetini daha iyi anlarız.

5-) Ve izelvuhûşu huşiret;

Vahşiler haşrolunduğunda (hayvani duygular toplanıp güçlerini kaybettiklerinde), (A. Hulusi)

05 – Ve vuhuş toplandığı vakit, (Elmalı)

Ve izelvuhûşu huşiret vahşi hayvanlar birbirine sokulduğunda. Biz bunu şöyle de anlayabiliriz. Av ve avcı birbirine sığındığında. Adeta aslanla geyik birbirine sığınacak. Kurtla kuzu birbirine sığınacak. Yılanla fare birbirine sokulacak. Yani av ve avcı birbirine sokulacak günün dehşetinden, azametinden, korkunçluğundan. O günün dehşetini izah için ifade ediliyor bunlar.

6-) Ve izelbiharu sücciret;

Denizler kaynadığında (şartlanma yollu edinilmiş bilgiler açığa çıkan gerçekler karşısında tutuşup kaynadığında), (A. Hulusi)

06 – Ve denizler ateşlendiği vakit, (Elmalı)

Ve izelbiharu sücciret denizler fokur fokur kaynadığında. Yani tabii ki burada aslında denizlerin tükenişi, kaynayarak tükenişi, bitişi dile getiriliyor.

[Ek bilgi; Dünyanın Ölümü BL04 video. ( http://www.youtube.com/watch?v=Pvpzocs7eRI )]

7-) Ve izennüfûsu züvvicet;

Nefsler tezvic edildiğinde (bilinçler ölümün bu tadılışıyla birlikte yeni ruh bedenleriyle eşleştirildiğinde), (A. Hulusi)

07 – Nüfus çiftlendiği vakit, (Elmalı)

Ve izennüfûsu züvvicet züvviyet diye de okunur. Bütün insanlar tasnif edildiğinde, züvvicet, tezvic edildiğinde, eşleştirildiğinde. Aslında hani bu ayeti izah eden Kur’an da başka ayetler de var. Ne gibi? Vakıa suresinde ki ayetler gibi. Tüm canlılar üçe ayrılacak diyor. Varlığı, hatta; Ve küntüm ezvâcen selâseh. (Vâkı’a/7) insanlar üçe ayrılacak. Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh. (Vâkı’a/8) sağ ehli Ve ashabül meş’emeti mâ ashabül meş’emeh. (Vâkı’a/9) iyiler, kötüler. Ves sabikunes sabikun. (Vâkı’a/10) bir de iyilerin liderleri, rehberler. İyiler de tek sınıf değil. Kendi arasında iyiler; yürüyenler, koşanlar, belki de sürünenler. Onun için sürünenle Allah yolunda koşanlar aynı olur mu? İşte onun da aynı olmayacağını zımnen söyleyen bir ifade.

8- ) Ve izelmev’ûdetu süilet;

Diri diri toprağa gömülen (kız çocuklara) sorulduğunda, (A. Hulusi)

08- Ve o diri gömülen sorulduğu vakit, (Elmalı)

Ve izelmev’ûdetu süilet öldürülen kız çocuğu sorduğunda, seelet, bir okuyuş böyle. Süilet diye okursak sorulduğunda kız çocuğuna. Seelet okuyuşunu benimsersek, o kız çocuğu sorduğunda.

9-) Bieyyi zenbin kutilet;

“Hangi suçundan dolayı öldürüldü?” diye. (A. Hulusi)

9 – Hangi günahla öldürüldü? (Elmalı)

Bieyyi zenbin kutilet hangi suçundan dolayı öldürüldüğünü sorduğunda. Evet, beni hangi suçumdan dolayı öldürdünüz dediğinde. Nedir bu? Bu el vu’ud; cahiliye Arabında bilinen bir korkunç cinayet türü. El Va’d, mev’udeh.

Bu bir vahşet aslında kız çocuğu doğduğu zaman haydi dayına gidiyorsun diye evden çıkarılır, en güzel elbiseleri giydirilir, önceden kazılmış bir çukurun başına getirilir ve çukurun içinde kendisini bekleyen bir hediye olduğu kandırmacasıyla onun başına yaklaştırılır ve onun başında bakarken arkasından itilip üzerine toprak atılırdı. İşte el vu’d veya el ve’d bu cinayet.

Bu birkaç sebepten yapılırdı. Bir yokluk ve yoksulluk, açlık korkusuyla. İki kız çocuklarının ilerde kötü yola düşme korkusuyla. Düşünün ahlak adına cinayet işlemek. Bunu Naciye Bin Sa’sa isimli bir zat 360 çocuğu kurtardığı rivayet edilir. Bir rivayette 400 çocuğu. Böyle öldürülmek üzere olan 400 kız çocuğunu kurtaran bir zat. Böyle yiğitler de çıkmıştı o dönemde. Tamam bir tarafta vahşeti uygulayanlar vardı ama, öbür tarafta yine cahiliye insanı içinden böyle yiğitler de çıkıyordu. Hatta bir kezinde Allah Resulüne bu ayetlerin okunması üzerine gelen bir zat, 8 kızını bu yolla katlettiğini, 8 kızını cinayete kurban götürdüğünü itiraf edecekti. Böyle bir vahşet.

Aslında burada söylediği şu; Bu günün insanı aman aman ne vahşet, ne fena, ne korkunç falan diye kendini teselli etmesin. Günümüzün cinayetleri çok daha sofistike işleniyor ama. Günümüzde daha az cinayet işlenmiyor. Hayır hayır, böbreği için, dalağı için, ciğeri için kesilen orada burada çöp bidonlarına atılan, kaçırılan dünyanın çocuklarını kastetmiyorum. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşayan sözüm ona gelişmiş beylerinin eksik organlarına bir organ deposu olmak için kesilip biçilen yavrulardan söz etmiyorum.

Asıl söz ettiğim bu günün kürtaj hadisesi. Bugün anne karnında annenin hissettiği her şeyi hissedecek kadar diri, canlı bir beden olan milyonlarca yavruyu göz kırpmadan, hem de en vahşi ce yani orada parçalamıyor yine canlı canlı, diri diri. Şimdi o kız üzerinde deneyelim. Doğunca diri diri parçalamak, çok ay ne çirkin, ay ne vahşi oluyor da anne karnında diri diri bir kesici aletle parçalamak ay ne cici, ay ne gelişmiş, ay ne modern mi oluyor. Böyle mi bakacağız.

Hayır. Bu bir iki yüzlülüktür. Modern cahiliyenin cinnetidir bu. Onun için Modern cahiliyenin kadiym cahiliye ye söyleyecek sözü ve yüzü yoktur aslında.

Ve tabii bu cinayeti ve cinneti İslam kökünden kazımıştır. Bırakınız onu Allah resulü 3 kız çocuğunu güzelce yetiştirip terbiye edene cenneti müjdelemiştir. İşte oradan işte buraya. Gelinen nokta bakınız. Bırakınız böyle bir cinayet toplumundan Allah resulü öz kızına daha 7 – 8 yaşındayken Fatıma sına babasının annesi adını koyacaktır. Ümmü Ebiyhe. Oradan buraya. Böyle bir cinayet toplumun içinde Allah resulünün yaptığı ahlak inkılabının yüceliğine bakın ki öz çocuklarını diri diri gömen bir toplum; Kızı Allah resulüne geldiğinde yerinden kalkıp kızını yerine oturtan bir baba ahlakı ortaya çıkacaktır.

Evet, Nereden nereye. Diplerin dibinden şahikaların tepesine zirvelere. İşte bu Allah resulünün insanlığa yaptığı katkıyı biz nasıl görmezden geliriz. Bir vicdan sahibi nasıl görmezden gelir.

10-) Ve izessuhufu nuşiret;

Kaydedilmiş sayfaları açıldığında, (A. Hulusi)

10 – Ve defterler açıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izessuhufu nuşiret amel defterleri açıldığında.

11-) Ve izesSemâ’u küşitat;

Semâ sökülüp giderildiğinde (bilinç muhakemesini yitirdiğinde), (A. Hulusi)

11 – Ve sema’ sıyrıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izesSemâ’u küşitat Evet, bir deri gibi gök, ya da uzay soyulduğunda. Bambaşka bir şeyden söz ediliyor burada. Uzayın dürülüş sürecinin tamamlanışından söz ediliyor. Sema, uzay bir deri gibi soyulacak diyor. Nasıldır bilmiyoruz.

12-) Ve izelcahıymu su’ğğiret;

Cahîm tutuşturulup alevlendirildiğinde (pişmanlık yangını alevlendiğinde), (Not: Yaptığımız yorum, âyetlerin kişinin kıyametini sembolize etmesi yönündendir. A.H.) (A. Hulusi)

12 – Ve Cehennem kızıştırıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izelcahıymu su’ğğiret cehennem, gözleri yuvalarından fırlatan, cahıym bu. Cehennem ateşi kışkırtıldığında. Buradan cehennemin bilinen kozmoloji dışında bir yer olduğu çıkarılabilir.

13-) Ve izelcennetü üzlifet;

Cennet yaklaştırıldığında, (A. Hulusi)

13 – Ve Cennet yaklaştırıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izelcennetü üzlifet ve cennetin görüntüsü yakın plan sunulduğunda. Üzlifet; yakın plan görüntü sunulduğunda. Böyle çevirmeyi çok isabetli görüyorum. Bu da yine cennette yerler ve göklerin dışında bir özge ve özel bir mekan olduğuna delalet etse gerektir.

14-) ‘Alimet nefsün ma ahdaret;

Her nefs (bilinç) hazırladığı şeyi bilmiştir (biyolojik bedenli yaşamında yaptıklarının getirisini algılamıştır). (A. Hulusi)

14 – Anlar bir nefis ne hazırlamıştır. (Elmalı)

‘Alimet nefsün ma ahdaret her can ne hazırladığını işte o zaman bilecek.

15-) Felâ uksimu Bilhunnesi;

Kasem ederim El Hünnes olarak (Güneş’in ışığından gündüz görünmeyen yıldızlar), Not: Hz.Âli r.a. “El Hünnes”i şöyle tefsir eder: “Bunlar gündüzün sinen – görünmeyen, geceleyin zâhir olan – çıkan yıldızlardır (gezegenlerdir).” (A. Hulusi)

15 – Şimdi kasem ederim o sinenlere, (Elmalı)

Felâ uksimu Bilhunnesi yook..! bundan öte söz yok. İşte ben yemin ediyorum gizlenenlere, işte Allah yemin ediyor gizlenenlere. Daha öte söz olur mu, ötesi yok, yemin eden Allah. Bu ve bir sonraki ayetlerin mevsufları yok, sıfatlar var. Dolayısıyla tefsirler bunlara yıldızlar, gezegenler, yabani hayvanlar falan diye tefsir etmişler bunların mevsuflarını. Ama iki ihtimal görüyorum;

1 – Zamanın ve mekanın geri sarılış sürecinin sonunda. Yıldızlar, galaksiler, alemin tamamı bir çekirdekte gizlenmiş. İşte buradaki gizleme bu. Yani Bilhunnes.

2 – Gönüllerde vahyin harekete geçirdiği gizli güç. Bu iki şeye delalet edebilir. Allahu alem..!

16-) Elcevarilkünnesi;

El Cevar’e, El Künnes’e (yörüngelerinde seyrederken aynı zamanda burçların etki alanlarında dolaşanlar – gezegenler), (A. Hulusi)

16 – O akıp akıp yuvasına girenlere, (Elmalı)

Elcevarilkünnesi yuvalarına giren yıldız ve gezegenlere yemin ediyorum. Yani yıldızlar cariye gibi döndüğü için el cevaril denmiş

17-) Velleyli izâ ‘as’ase;

Geri döndüğünde geceye, (A. Hulusi)

17 – Ve yöneldiği dem o geceye, (Elmalı)

Velleyli izâ ‘as’ase zaman ve mekansız yokluğun kalıcı karanlığına yemin ediyorum. Zamansız, mekansız yokluğun kalıcı karanlığına yemin ediyorum. Şöyle de diyebilir miyiz? Yokluk gecesinin sonuna yemin ediyorum. Yani her şey dürülmüş, artık alem bir çekirdeğin içinde yok olacak, görünmeyecek noktaya kadar inmiş, noktanın altına inmiş adeta. Başlangıcına geri dönmüş.

18-) Vessubhı izâ teneffes;

Teneffüs ettiğinde sabaha, (A. Hulusi)

18 – Ve nefeslendiği dem o sabaha ki, (Elmalı)

Vessubhı izâ teneffes ve henüz soluk almaya başlayan zaman yemin ediyorum. Alem geri çekilmiş, geldiği yere dönmüş, artık yeni bir sabah, yeni bir varlık sabahı olacak. İşte ona yemin ediyorum.

19-) İnnehû lekavlu Rasûlin keriym;

Ki, muhakkak O, şerefli bir Rasûlün sözüdür; (A. Hulusi)

19 – Muhakkak o (Kur’an)i kerîm bir Resulün getirdiği kelâmdır. (Elmalı)

İnnehû lekavlu Rasûlin keriym hiç şüphe yok ki bu mübarek bir elçinin sözüdür, Sadece elçinin sözü değil, keriym; türünün en iyisi olan bir elçinin sözü.

Ne demek Allah’ın kelamıydı hani; Kur’an öyle diyordu hani, elçinin sözü mü? Elçinin sözü elçiye ait değildir, bunu bilmeyecek ne var. Elçi sözün elçisidir, sözün sahibi Allah’tır, elçi o söze elçilik yapmıştır, burada da söylenen odur.

20-) Ziy kuvvetin ‘ınde ziyl’arşi mekiyn;

Kuvvet sahibi (bir Rasûlün)! Arş sahibi’nin indînde güvencede! (A. Hulusi)

20 – Bir Resul ki pek kuvvetli, metîn, Zül’arşın nezdinde mekîn, (Elmalı)

Ziy kuvvetin ‘ınde ziyl’arşi mekiyn arşın sahibi katından ona hem güç, hem de makam bahşedilmiştir.

21-) Muta’ın semme emiyn;

İtaat edilendir orada (Semâ’da), Emin’dir. (A. Hulusi)

21 – Muta’ orada, emîn, (Elmalı)

Muta’ın semme emiyn kendisine itaat edilir, üstelik güvenilir bir elçidir o. Hz. Cibrilden bahsediliyor, vahiy meleğinden.

22-) Ve ma sahıbuküm Bimecnun;

Sahibiniz (Hz. Muhammed) bir cin etkisi altında olan değildir! (A. Hulusi)

22 – Yoksa sahibiniz mecnun değil, (Elmalı)

Ve ma sahıbuküm Bimecnun ve yeni pasajda Allah resulüne yeniden döndü sure. Arkadaşınız cinlenmiş değildir. Yani deli diye çevirmedim. Çünkü cahiliye arabının tasavvurunda şiir cinle alakalı, şair, mecnun, sihir, arraf hep bilinmeyenin bilgisine ulaşma çerçevesinde kullanılırdı. Onun için vahyi de cinle alakalandırıyor cahiliye tasavvuru ve aklı.

23-) Ve lekad reahu Bil’ufukılmubiyn;

Andolsun ki Onu apaçık ufuk olarak müşahede etti! (A. Hulusi)

23 – Vallahi gördü onu açık ufukta. (Elmalı)

Ve lekad reahu Bil’ufukılmubiyn onu apaçık bir ufukta görmüştü. Apaçık, berrak bir ufukta görmüştü. Vahyin geliş sıklığının henüz bilinmediği başlangıçta doğal bir vahiy molasını kesildi zanneden Allah resulüne bir teselli bu.

Burada Necm/13. ayetine bir atıf var. Ve lekad reahu nezleten uhra. (Necm/13) onu bir kez daha iniş sırasında görmüştü. O ayetle bu ayet bakışımlı.

24-) Ve ma huve ‘alelğaybi Bidaniyn;

O, gayb hakkında cimri değildir! (A. Hulusi)

24 – Ve o gayb üzerine kıskanılır değil, (Elmalı)

Ve ma huve ‘alelğaybi Bidaniyn evet, o gaybı kıskanan biri değil ki. Allah resulü gaybı eline geçirmişte hiç kimseye vermemek için onu kıskanıyor değil ki. Veya şöyle de anlaya bilir miyiz, çevirebilir miyiz. Gaybi bilgi üzerinde tekel kuran biri değil ki. Evet.

25-) Ve ma huve Bikavli şeytanin raciym;

Ve O, recm olunmuş (hakikatten uzaklaştırılmış) şeytanın lafı da değildir! (A. Hulusi)

25 – Ve o bir racîm Şeytanın sözü değil, (Elmalı)

Ve ma huve Bikavli şeytanin raciym yine o kovulmuş, taşlanmış şeytanın sözü de değil. Çünkü o şeytana dost değil ki şeytan da ona dost olsun. Şeytanın ilk geçtiği yer nüzul sürecinde burası. Dayanıklı ip manasına halat manasına geliyor. Es şatanu aslında çok cazip bir yılana da verilen isim. Öyle cazip bir yılan ki, hem zehirli, hem cazip. Gören gözünü alamıyor ondan. Ama üzerine gittikçe de zehirleme tehlikesi artıyor. Tam iblise benziyor, ne güzel de bir benzetme ve köken olmuş bu. Evet.

26-) Feeyne tezhebun;

O hâlde (Kurân’ı bırakıp) nereye gidiyorsunuz? (A. Hulusi)

26 – Siz nereye gidiyorsunuz? (Elmalı)

            Feeyne tezhebun nereye gidiyorsunuz Feeyne tezhebun ey insanlık nereye gidiyorsunuz?

27-) İn huve illâ zikrun lil’alemiyn;

O âlemler (insanlar) için yalnızca Zikir’dir (hatırlatmadır)! (A. Hulusi)

27 – O hâlis bir zikirdir âlemin için, (Elmalı)

İn huve illâ zikrun lil’alemiyn bu bütün bir insanlığa öğütten başka bir şey değil ki. Siz nereye gidiyorsunuz, öğüt almayacak mısınız. Alemlerin rabbi sizi öğüt almaya çağırıyor, siz kime kaçıyorsunuz. Allah’tan kaçılır mı ey insanlık.

28-) Limen şâe minküm en yestekıym;

Sizden bilfiil gerçek üzere yaşamayı dileyenler için! (A. Hulusi)

28 – İçinizden müstekîm olmak dileyenler için, (Elmalı)

Limen şâe minküm en yestekıym sonuçta içinizden doğru yolda yürüyenler, yürümeyi isteyenler için bir öğüttür. Doğru yolda yürümeyi dileyenler için bir öğüttür. Yani yine öğüt alacak olan sizsiniz. Allah öğüt veriyor da, bu öğüdü kafanıza sokmuyor, siz ona yüreğinizi açacaksınız. Eğer isterseniz, alırsanız Allah’ın verdiğini, Allah’ın uzattığı vahyi tutarsanız, Allah’ın kudret elini tutmuş olacaksınız.

29-) Ve ma teşâune illâ en yeşâAllâhu Rabbül’alemiyn;

Rabb-ül âlemîn olan Allâh dilemedikçe, siz dileyemezsiniz! (A. Hulusi)

29 – Fakat o âlemlerin rabbi Allah dilemeyince siz dilemezsiniz. (Elmalı)

Ve ma teşâune illâ en yeşâAllâhu Rabbül’alemiyn şunu iyi bilin ki alemlerin rabbi olan Allah eğer sizin dilemenizi dilememiş olsaydı siz asla dileyemezdiniz.. Bir önceki ayette ne diyordu? Limen şâe minküm en yestekıym içinizden dosdoğru yolda yürümeyi isteyenler için bir öğüttür diyordu, yürümeyi dileyenler için. Demek ki dileyebiliyormuşuz. Peki son ayet ne diyor? Allah dilemeden siz dileyemezsiniz diye mi çevireceğiz? Hayır. Allah sizin dilemenizi dilediği için si,z dileyebiliyorsunuz şeklinde çevireceğiz.

İradeyi veren Allah’tır. Eğer Allah dilemenizi istemeseydi irade vermezdi. İrade vermiş dileyesiniz diye. Onun için sapıklığınızın sonucunu, kusurunu Allah’a çıkaramazsınız.

Ne diyordu müşrikler? ..lev şaAllâhu ma eşrekna.. (En’am/148) eğer Allah isteseydi, dileseydi biz şirk koşmazdık. Allah’a iftira etmeyin diyor. Hiçbir sapığın sapıklığını Allah dilememiştir. Allah irade vermiştir ki siz doğruyu seçesiniz. Ve doğruyu da göstermiştir.

Rabbim O’nun verdiği iradeyle hakikate ihanet edenlerden etmesin O’nun verdiği iradeye sadık kalıp o iradenin hakkını verenlerden kılsın.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn” El Fatiha.

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


İslamoğlu Tef. Ders. İNFİTAR SURESİ (01-19)(188-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve ‘etba’ıhi ecmaiyn. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr.

Rabbim hayır ile başlat, hayır ile tamamlat. Rabbim kolay kıl, güç kılma. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün dersimize, ki 188. ders İnşaAllah. 10 yıldan beri süren görüntülü ve sesli tefsir projemizin sonuna geliyoruz. Herkes saçını bir yerde ağartır. Rabbim saçlarımızı güzellikler uğrunda ağartmayı nasip etsin. İnşaAllah biz de Kur’an a hizmet uğrunda ağartmış oluruz. Rabbim kabul buyursun.

Bugün İnfitar suresini, bu dersimizde işleyeceğiz İnşaAllah. İnfitar suresi mushafta 82. sure. Adını ilk ayetinden alıyor. Yolsuzluk yapanlar manasını verebilirim. İnfitar; bir çekirdeği yarıp içinde ki potansiyeli ortaya çıkarmak manasına geliyor. Zaten fa ta ra, çekirdeği yardı. Allah’ın esmasından biri de Fatır; yarıp çıkaran, var eden, yaratan manasına. Dolayısıyla İnfitar; mutavaat kipiyle gelmiş, yani yarılma emrini alıp, bu emre imtisal edip, boyun eğip, teslim olup yarıl emrine cevap vererek yeniden varlığın ortaya çıkması manasına geliyor. Ki İnfitar suresi zaten bize bu gerçeği ifade ediyor, bu hakikati ifade ediyor. Bu gaybi hakikati zaten bir başkası da bize veremez.

Bir önceki sure Tekviyr suresiydi, dürülüşü ifade ediyordu. Nefesi rahmaninin alınışına tekabül eden varlığın geldiği yere iadesi, varlığın geri bir tek noktaya dönüşü, rücu anlatılıyordu. Burada da adeta bir tek çekirdekte, bir tek noktada temerküz eden, geldiği yere geri dönen, hani Enbiya/104. ayetinde buyrulduğu gibi geldiği yere geri dönen;

Yevme natvis Semae ketayyis sicilli lilkütüb. (Enbiya/104) kitap sayfaları gibi, ruloları gibi ta başına geri dürülen, dürülerek geri doğduğu noktaya döndürülen varlık, İnfitar suresinde yeniden bir açılış, bir saçılış, bir ortaya çıkış ve bir yeniden oluş sürecine giriyor. Bize İnfitar suresi bunu veriyor.

Sure Mekkî. Hem mushafta, hem de nüzulde ilginç bir tevafuk ve tetabuk gereği 82. sırada bulunuyor. Hem iniş sıralamasında, hem de elimizde ki Mushaf sıralamasında. Hz. Osman’a nispet edilen ünlü nüzül tertibinde Nazi’ât suresi ile İnşikak suresi arasına denk geliyor. Ki boykot dönemi öncesi surelerinden sayabiliriz. Yani bu yaklaşık Mekke döneminin 5. veya 6. yılına tekabül edebilir.

Surenin konusu açık. Son saat, kıyamet ve tabii ki ahiret. Bize göre sure yeniden başlangıcı ifade ediyor. Ama klasik tefsirlerimizde kadiym müfessirlerimiz sureyi bir yıkılış suresi olarak okuma eğilimindeler. Fakat fakir bu eğilime katılmıyor. Bu sure bir önceki surenin tam zıddını ifade ediyor. Bir önceki sure aslına dönüşü, bir çekirdeğe dönüşü, bu sure ise bir çekirdekten yeniden kainatın oluşunu ifade ediyor. İnşaAllah birazdan ayet ayet göreceğimiz gibi.

Surenin zirve ayeti; Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym (6) Elleziy halekake fesevvake fe’adelek (7) Fiy eyyi suretin ma şâe rekkebek (8) ey insan sana karşı bu kadar cömert olan rabbine bu gururun ne. Bu kadar neden mağrursun Allah’a karşı. Allah sana bu kadar cömertken sen Allah’a neden bu kadar hasissin. Kullukta neden cimrisin ey insan. Ki O seni yarattı, yaratmakla kalmadı sana yaratılış amacını ma hulika leh i,ni yükledi. Onunla da kalmadı seni bir dengeye bindirdi, yani duygu düşünce, eylem, fikir, ruh, beden. Madde mana, Dünya ahiret dengesine kavuşturdu. Muhteşem bir dengenin ifadesisin sen ey insan. Dolayısıyla bu kadar cömert olan rabbine karşı bu gururun ne? Diyen ayet surenin zirvesini teşkil eder ki 6. 7. 8. ayeti surenin.

Maksat belli. Hesap verilecek bir hayatı yaşamamız için ikaz ediliyoruz. Hesabı verebilecek, verilebilecek bir hayat yaşa ey insanoğlu. Ey insanoğlu Allah’ın sana açtığı krediyi; krediye aykırı alanlarda kullanma, sözleşme dışı kullanma. Allah’ın tabi caizse varlığın ve saadetin için açtığı krediyi gidip de Kumar masasında ütülme ey insanoğlu. Adeta mesaj bu. Şimdi surenin tefsirine geçebilirsiniz.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman rahiym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.

Surenin tefsirine geçmeden daha önceki derste söz verdiğim ve kıyametle ilgili, mahşerle ilgili, ahiretle ilgili, son saatle ilgili tüm Kur’an da ki surelerin, ayetlerin genel üslubu ve karakteristiğini veren ilkeler üzerine birkaç kelam etmek isterim.

Önümde bunlara dair bir kaç not tuttum. Kur’an ahiretle ilgili, son saatle ilgili, yani bizim için gayb olan, iman konusu olan bu mevzularla ilgili ayetlerde nasıl bir üslup kullanıyor sualinin cevabı olabilecek birkaç maddelik not. Onu sizinle paylaşmak isterim.

Ahiret, kıyamet ve son saatle ilgili surelerin lafızları, dehşet, hayret ve ilgi uyandıracak lafızlarla gelmiştir. Olayın büyüklüğünü ve dehşetini anlatmak için kullanılan lafızlardır bu konuda ki tüm ayetlerde kullanılan lafızlar.

1 – Şiddetlidirler. Mesela Ğaşiye; bürüyüp kaplayan. İnşikak; param parça olmak. İntisar; Yine toz duman olmak. Yani kül gibi savrulmak. Vakıa; müthiş olay, korkunç olay. Nebeil ‘Azıym; olay haber. Tabir caizse şok haber. Sanki göklerin bir manşeti var, bu manşette ebedi manşet. Yani eğer insanların yazdığı gazetelerde bir manşet varsa, göklerin haberinde de bir manşet var. Nebe’un Azıym; Şok haber. Nedir bu? Bir gün kıyametin kopacak ey insanoğlu,

Yine Sayha, çığlık. Hem de insanı çıldırtan bir çığlık. Racfe; sarsıntı, sarsıntıyla birlikte çığlık. Öyle bir deprem ki, insanlar içmeden sarhoş olacaklar. Hac suresinin girişinde olduğu gibi. Emzikli anneler bebelerini unutacaklar diyor. İşte böyle. Zelzele; inne zelzeletessaati şey’ün azıym. (Hac/1) diye başlar ya Hac suresi, işte son saatin zelzelesi. Öyle bir deprem ki, yeryüzünde ki 8 – 9 şiddetindeki insan yapılarını yerle bir eden depremlere benzemez. Bu deprem dağları yerle bir edecek, kıtaları yerinden oynatacak, belki yer yüzünü yörüngesinden söküp küçük bir top gibi fırlatacak uzaya. Belki yer yüzü kalbi dayanamayacak dünyanın ve patlayacak, uzaya dağılacak. İşte öyle bir deprem bu.

Ba’sera; içini boşaltmak, teba’suf; içini dışına çevirmek. Yine et taammeh; hızla dehşetli bir biçimde yayılan. Yani şiddetiyle bilinen kelimelerdir bir.

2 – Şeffaflık ve dakikliği ile bilinen kelimelerdir. Son saat, kıyamet ve Ahiret hakkında kullanılan kelimeler. Miskale zerretin; zerre miktarı. Adeta tozlu mamullerin teraziye yapışan miktarı. Veya güneş ışığı eve girdiğinde o ışığın içinde ki yüzen zerrecikler. hebâen münbessen (Vakı’a/6) Un ufak olmak manasına. Yine küçüklüğü, dakikliği, şeffaflığı ifade eder. Yine. kel ‘ıhnil menfûş (Ka’ria/5) Hallaç pamuğu gibi, yün gibi. Atılmış veya renkli yün. Bu ifade de şeffaflık ve dakikliği ifade eder. Yine kelferaşil mebsûs. (Ka’ria/4) Nedir? Uçuşan kelebekler. Kelebekte şeffaflığı, narinliği, nazeninliği ifade eder. Kanadına elimizi vurduğumuz zaman toza dönüşüverir. Yine es serab; Yoktu ama varmış gibi, çölde yansıyan suymuş gibi yansıyan bir yansıma. Ed Duhan; Duhan, yani duman. İşte bunun gibi kıyamet ve son saat hakkındaki kavramlar, birincisi şiddetli kavramlar, ikincisi de şeffaf ve dakik kavramlar.

Yine ikinci bir kural çıkarabiliyoruz son saat ve ahiret konusunda. Kur’an ahiret ve son saati naklettiği ayetlerinde olayı failine bina etmez. Ne yapar? Bunun yerine iki şey yapar; Ya meçhul fiille gelir, yani failini bildirmez. Faili meçhuldür. Ya da mutavaat kipiyle gelir. İşte İnfitar da olduğu gibi. İnfitar mutavaat kalıbıdır. Küvvirat meçhul kalıbıdır. Failini ya çok bilindiği için anmaz, ki faili çok iyi bilinen fiillerde fail kullanılmaz. Çünkü zihninize onun başka faili gelmez. Gökyüzünü dürecek başka kimdir ki. Yıldızları söndürecek başka kimdir ki, güneşi, karartacak başka kimdir ki. Yer yüzünü toz toprak gibi un ufak paramparça edecek başka kimdir ki. Denizleri kaynatacak başka kimdir ki Dağları yürütecek başka kimdir ki, gökleri çatır çatır çatlatacak başka kimdir ki, Kainatı bir tek zerreye kadar dürecek başka kimdir ki. Veya bir tek zerre gibi tohumdan yeniden bir alem çıkaracak başka kimdir ki. Failini söylemeye lüzum yok manasına gelir.

İkincisi de sen faile değil, burada fiile dikkat et. Asıl fiilden al dersini. Çünkü fiil bu kadar büyükse fail ne kadar büyük onu sen intikal yoluyla çıkar manasına gelir ki, burada onu görüyoruz. İzesSemâunşakkat. (İnşikak/1) bakınız Hukkat, Muddet. Hep mutavvat ve meçhul fiiller kullanılıyor. Zülzilet; Mechul fiil. Evet, Feizâ nüfiha.. (Mü’minun/101) bakınız meçhul kullanılmış. Huvviretil ard. Yine meçhul kullanılmış…dekketen vahıdeh. (Hakka/14) Yine meçhul kullanılmış. Feizennücûmu tumiset. (mürselat/8) meçhul kullanılmış. Yıldızlar söndürüldüğü zaman. Yine Ve izesSemâu furicet. (Mürselat/9) gök yarıldığı zaman. Meçhul kullanılmış. izeşŞemsü küvviret (Tekvin/1) meçhul kullanılmış. Döndürüldüğü sarıldığı dürüldüğü zaman. Yine; izelcibâlu süyyiret. (Tekviyr/3) Dağlar yürütüldüğü zaman. Meçhul kullanılmış. Fail yok. Yine Ve izel’ışaru ‘uttılet. (Tekviyr/4) 10 aylık hamile develer terk edildiği zaman. Meçhul kullanılmış Ikterabetis sa’ah. (Kamer/1) mutavvat için kullanılmış bakınız. Yine faili yok. Ama Mutavvat olduğu için bir failin etkisine tepki vermiş. İzesSemâunfetaret. (İnfitâr/1) yine mutavvat kipi kullanılmış. Fertekıb yevme te’tis Semau Bi duhanin mubiyn. (Duhan/10) burada da yine mutavvat kipi kullanılmış.

Dolayısıyla Kur’an da kıyamet son saat ve ahiret sahneleri hep ya meçhul ya da mutavaat kipinde gelmiş. Müfessirler failini takdir etmişler bunun Allah demişler. Gerekçe olarak ta fail bilindiği için demişler bir kısmı ki, onu biraz önce zikrettim.

Peki, buna biz ne diyeceğiz? Doğru diyeceğiz mi? Fakir daha farklı bir yaklaşıma sahip bu konuda. Eğer faili bilindiği için meçhul kiple gelmişse, faili daha iyi bilinen bir çok olay Kur’an da failiyle beraber gelmiştir. Mesela; …illâ HU* haliku külli şey’in.. (En’am/102) Allah her şeyin halıkıdır. Buna ne şüphe. Onun için her şeyin halıkı olduğu bilinmiyor muydu. Onun için Hulika gelemez miydi. Meçhul gelemez miydi. Yine ..halekasSemâvati vel’Ard. (Yasin/81) gökleri ve yeri O yarattı. Bu da hulika şeklinde gelemez miydi meçhul şeklinde. Yine; nezzelel Furkane alâ abdiHİ. (Furkan/1) Kur’an ı kulu üzerine O indirdi. İndiren belli zaten. Bu da nüzzile gelemez miydi meçhul olarak.. Bunun gibi bir çok örnek var. Demek ki tek sebep bu değil. Onun içinde faili çok bilindiği için izahı tek başına yetmiyor.

Peki ne sonuç çıkaracağız buradan?

1 – Ey insanoğlu kâinat Allah’ın koyduğu yasalara göre işliyor. Bu yasalar. bir başı olanın bir sonu da olduğu şeklindedir. Onun için kâinatın da bir ömrü vardır. Kâinat Allah’ın yasalarına uygun bir ömür sürsün de, sen Allah’ın yasalarından mı kaçasın. Veya Kâinat iradesiz olduğu halde Allah onlar için bir yasa koysunda, senin gibi mahlukatın şereflisi olan bir varlığa, insana yasa koymasın mı. Seni boşa mı yaratmış olsun. Anlamsız ve amaçsız mı olasın. Senin için yarattığı gökler için bir kanunu olsun da, gökleri senin için yarattığı, yani gökleri ve yerleri uğruna yarattığı insan için bir kanunu olmasın mı. Biz netice olarak aslında bu kiplemelerden, bu üsluptan, Üslubu-l Kur’an dan bu sonucu çıkarabiliriz. Neticede kıyamet ve son saatlerle ilgili ayetlerden alacağımız ibret şudur. Kıyamet ansızın kopacaktır. Bağdeten. Ansızın.

2 – Olaylar kevn ve fesat yasaları gereği kendi iç dinamiği ile gerçekleşecektir. Yani dışarıdan bir müdahaleye gerek yoktur. Kendi iç dinamiği ile, çünkü Allah onun yasasını ona yüklemiştir. Onunla gerçekleşecektir. Onun için meçhul ve mutavaat fiilleri ile gelir.

3 – Dışarıdan bir emir ve amire ihtiyaç duyulmayacaktır. Çünkü rabbimiz onun emrini daha baştan vermiştir.

4 – Sistem yaratılıştan almış olduğu emri kendisi uygulayacak, yani sistem aslında Müslüman dır. Güneş Müslüman olduğu için dürülecek. Gök Müslüman olduğu için yarılacak, ay Müslüman olduğu için kararacak, Denizler Müslüman olduğu için kaynayacaktır. Allah’ın emrine teslim olmuştur. Siz de o zaman Allah’ın emrine teslim olun demektir bu Allah’u alem. En doğrusunu Allah bilir. Şimdi suremizin tefsirine geçebiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

1-) İzesSemâunfetaret;

Semâ yarıldığında, (A. Hulusi)

01 – Semâ çatladığı vakit, (Elmalı)

İzesSemâunfetaret es sema, yani gök tekil geldiğinde uzay diye çevirebiliriz. Daha önce de vurgulamıştım. Uzay çatlayan bir çekirdek gibi çatladığında. Yani çatlayan bir çekirdekten çıkan filiz gibi yeniden yaratılmaya başladığında. Çünkü fetara; bir çekirdeğin ağaca dönüşmek için ucunu çatlatıp içinden filizin çıkmasına denir. Filiz çıktı, filiz çıkmak için çatladı aslında. Onun için Lillâhi Fatıris Semavati vel Ard. (Fatır/1) Allah göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Yani bir tohumdan, bir çekirdekten bir ağacın çıkması gibi gökleri ve yeri çıkarmıştır, yaratmıştır manasına gelir. Onun için burada yeniden yaratılışın bir tek tohumdan nasıl başladığı ifade edilmekte.

Tekviyr in zıddı olduğunu daha önce söylemiştim, bir önceki sure. Belki mushafta Tekviyr suresi ile İnfitar suresinin arka arkaya gelmesinin sebebi de budur. Hem mushafta, hem nüzül sıralamasında İnfitar suresinin yeri 82. sıradır. Belki bunun da sebebi budur. Dolayısıyla biz İnfitar ile Tekviyr’i, yani dürülüş ve açılışı rahmanın nefesinin alınış ve verilişi, daha doğrusu veriliş ve alınışı olarak göreceğiz.

2-) Ve izelkevakibünteseret;

Gezegenler saçılıp dağıldığında, (A. Hulusi)

02 – Ve Yıldızlar döküldüğü vakit, (Elmalı)

Ve izelkevakibünteseret gezegenler, kevket; nücumdan farklı olarak, necm den farklı olarak gezegenlere denir. gezegenler serpilip saçıldığında. Yani bu saçılma parçalanma ve yok olma değil başlangıç olarak tefsir ettik, bunu tercih etmiştik biz. Yani bu surenin son saat değil ilk saate tekabül ettiğini söylemiştik ki bu bizim tercihimiz ve yorumumuz. Bu yorum üzerinden diğer ayetleri de anlayacak olursak yıldızlar yeniden serpilmeye başlandığında. Yani oluş, kâinatın oluşu yeniden başladığında, daha yıldızlar bebek iken, alem bebek iken bu kâinat daha yeni doğmuş bir bebek iken.

3-) Ve izelbiharu fucciret;

Denizler kaynayıp fışkırtıldığında, (A. Hulusi)

03 – Ve denizler akıtıldığı vakit, (Elmalı)

Ve izelbiharu fucciret denizler yeniden yükselip kabardığında yani kâinat daha bebek, denizler yeni oluşuyor, yer yüzü bebek. Bebek yeryüzünde yeni yeni oluşuyor denizler.

[Ek bilgi; Kıyamet sahneleri açıklanırken daha evvel Tekvir suresinde “denizler kaynatıldığı zaman” ifadesi geçmişti. Burada ise denizlerin kıyamet günündeki durumu “denizler yarılıp akıtıldığı zaman” diye açıklanmaktadır. İki açıklamayı beraber değerlendirirsek, kıyamet anında oluşan depremler nedeniyle yerkabuğu altındaki magmanın denizleri kaynatacağı, denizlerin yarılıp yataklarından taşarak karaları kaplayacağı ve hayat diye bir şey bırakmayacağı anlaşılmaktadır.

Bu ayetlerde ifade edilen olaylar şu ayetlerde de bulunmaktadır;

Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir.

İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahman’a özgüdür. Kâfirler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur.

Ve o gün, o zalim kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım!

Eyvah, keşke falancayı izdaş edinmeseydim.

Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Zikir’den o saptırdı. Ve şeytan insan için bir rezil edenmiş!” der. (Furkan/25- 29)

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Melekler onun (semanın) çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, Biten, (yok edilenlerin yerine getirilenler) taşır. (Hakka/16)

Sonra da gök yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olduğu zaman... (Rahman/37)

Gökyüzü de açılıp kapı kapı oluvermiştir. Dağlar da yürütülüp serap oluvermiştir. (Nebe/19)

Gök bile onunla [o günün şiddeti ile] parçalanır. O’nun vaadi gerçekleşmiştir. (Müzzemmil/18)

Denizler kaynatıldığında… (Tekvir/6)(Hakkı yılmaz-Tebyinü-l Kur’an)]

4-) Ve izelkubûru bu’siret;

Ruhlar dünyalarından çıkartıldıklarında (evrensel gerçekliği fark ettiklerinde); (A. Hulusi)

04 – Ve kabirler deşildiği vakit, (Elmalı)

Ve izelkubûru bu’siret kabirler içini boşalttığında. Yeniden yaratılış, yani ba’sü ba’del- mevt; öldükten sonra diriliş. İman ettiğimiz o ölümden sonra diriliş. Allah’u alem mahşer başlıyor burada. kabirler içini boşalttığında mahşer başlıyor. Mahşer yeri yeniden düzenleniyor, rabbimiz haşr yerini yaratıyor yeniden.

5-) ‘Alimet nefsün ma kaddemet ve ahharet;

Her nefs takdim ettiği (yapıp önceden gönderdiği) ve tehir ettiği (yapmadığı, sonraya bıraktığı) şeyi bilmiştir. (A. Hulusi)

05 – Bilir bir nefis: nedir takdîm ettiği ve tehîr ettiği? (Elmalı)

‘Alimet nefsün ma kaddemet ve ahharet o zaman asıl bize öğüt olan tarafı burada, asıl söylemek istediği burada geldi. İşte o zaman insan, her can; nasıl çevireyim ma kaddemet ve ahharet i öncelediğini niçin öncelediğini, ertelediğini de niçin ertelediğini bilecek. Bu çeviri yüreğime tam oturdu. Evet, neyi öncelediğini, neyi ertelediğini, bunu da niçin yaptığını bilecek.

Öyle değil mi? Şimdi bir şeyleri önceliyoruz, dünyayı önceliyoruz. Elbiseyi önceliyoruz, yiyeceği önceliyoruz, midemizin gıdasını önceliyoruz da ruhumuzun gıdasını erteliyoruz. Bedenimizin örtüsünü önceliyoruz da, kalbimizin örtüsünü erteliyoruz. Bizim dünyada ki komşumuzu önceliyoruz da ahirette ki komşumuzu erteliyoruz. Dünyada ki hatırımızı ve şöhretimizi önceliyoruz da ahirette ki hatırımızı ve şöhretimizi erteliyoruz. Dünyayı önceliyor, ahireti erteliyoruz. Nefsi önceliyor, ruhu erteliyoruz. İç güdülere öncelik veriyoruz da bilince öncelik vermiyor ve erteliyoruz. Dünyamıza öncelik veriyoruz da dinimize öncelik vermiyoruz. Çocuğumuzun okuluna öncelik veriyoruz, statüsüne öncelik veriyoruz, çocuğumuzun istikbali adıyla dünyevi geleceğini kuruyoruz ve inşa ediyoruz da ahiret istikbalini erteliyoruz. Acıktığımızda, karnımızın acıktığı zamanı biliyoruz da, aklımız ve ruhumuz acıktığı zaman iplemiyoruz.

İşte neyi önceleyip neyi ertelediğini, daha doğrusu aslında öncelediklerinin öncelenmeye değer olmadığını, ertelediklerinin de ertelemeye gelmeyecek kadar önemli olduğunu insan işte o gün bilecek ama hiçbir yararı olmayacak. İş işten geçecek. Evet, bunu söylüyor aslında. Ve arkasından zirve ayet geliyor;

6-) Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym;

Ey insan! Keriym olan Rabbine (Hakikatine, hakikatini bildiren bilgiye nankör olmaya) nasıl cüret ettin? (A. Hulusi)

06 – Ey insan! Ne mağrur etti seni o kerîm Rabbına? (Elmalı)

Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym ey insanoğlu bu kadar cömert olan rabbine karşı seni böyle gururlandıran, müstağni kılan be? Ğarrake; gurur buradan geliyor. Aslında aldanıştır. Ğarrake, seni aldatan. Beni kim aldatıyor? Beni ben aldatıyorum. İnsanın en büyük aldanışı kendi kendisini aldatışıdır. Bir başkası bizi aldatırsa bunu fark ettiğimizde aldanmaktan kurtuluruz. Ama biz kendi kendimizi aldatırsak bundan nasıl kurtuluruz? Onun için insanoğlunun en tehlikeli aldanışı, kendisini aldatışıdır. En tehlikeli aldatma kendini aldatmadır.

İşte bu ayet, İnfitar suresinin 6. ayeti bu gerçeğe dikkat çekiyor. Kendinizi aldatmayın diyor. Kendinizi aldatırsınız zaten, Allah’ı aldatamazsınız. Rabbinize karşı neden bu kadar gururlusunuz. Rabbinize karşı oysa ki yer bağır olmanız lazım, secde halinde olmanız lazım. Çünkü varlığınızı O’na borçlusunuz. Her şeyinizi, aldığınız nefesi O’na borçlusunuz.

Zaten borcunuzu ödemediniz ki. Sizi, size emanet etmişti, onu ödemediniz. Borç borçla ödenmez ki. Yaşadığınız her an, aldığınız her nefes borç. Peki nasıl düşünüyorsunuz ödemeyi? Hayır. İşte din dıyn den gelir onun için. Din borçluluk bilincidir. Borçlu olduğunu itiraf et ey kulum, ödemiş sayacağım. Biz mesajı böyle alıyoruz.

Ey kulum; “Allah’ım sana borcum yok ki, sana ne borcum var deme, böyle der gibi yapma, bu anlama gelecek bir gurura girme, Ya rabbi her şeyimi sana borçluyum itirafında bulun ödemiş gibi üstünü çizeyim borcunun. Ne cömert rabbimiz var değil mi, keriym Allah’ımız var.

7-) Elleziy halekake fesevvake fe’adelek;

O ki seni yarattı (izhar etti), seni tesviye etti (beynini, bilincini ve ruhunu oluşturacak şekilde meydana getirdi), seni tam dengeli yaptı! (A. Hulusi)

07 – Ki seni yarattı, düzenine koydu, tenasüp ve itidal verdi. (Elmalı)

Elleziy halekake fesevvake fe’adelek bakın ikramına, okuyalım. Teker teker nasıl sayıyor bakınız. Ne ikram etmiş rabbimiz bize? Öncelikle bizi bize ikram etmiş. Biz O’nun bir ikramıymışız. Bizi bize zimmetlemiş, bizi yaratıp bize emanet etmiş. Elleziy halekake seni O yarattı, yaratmakla kalmadı fesevvak; seni tesviye etti, yani mâ hulika leh i, yükledi, yaratılış amacını da verdi. Amaçsız yaratmadı manası çıkar bundan bir. Anlamsız yaratmadı manası çıkar iki, senin için biçtiği amacı sana fıtrat olarak yükledi manası çıkar üç. Eğer O’nun yüklediği amaç ve anlamın dışında yaşarsan kendini anlamsız ve amaçsız zannedersen işte bu Allah’a karşı başkaldırı ve gurur anlamına gelir manası çıkar dört.

Dahası; fe’adelek, evfe’addelek iki şekilde de okunur. Şeddeli olarak ta okunur, şeddesiz olarak ta, mübalağa vezniyle de okunur. Yani seni ta’dil etti, adaletli bir biçimde yarattı. Biz bunu dengeli diye çeviriyoruz ve anlıyoruz. Duygu-düşünce dengesi koydu sana. Bir duygu dünyan var, bir düşünce dünyan var. Onun için duygularını da kirletmemeye çalış düşüncelerini de. Duygusal temizliğini de koru, düşünsel temizliğini de.

Yine; seni madde ve mana ile birleştirdi. Yani ruh, mana alemini temsil ediyorken, cesedin madde alemini temsil ediyor. Bu ikisini bir araya getirdi, sen iki alemin karıştığı noktada duruyorsun. Meracelbahreyni yeltekıyan. (Rahman/19) adeta iki denizin birleştiği noktada bulunuyorsun.

Yine; seni dünya ve ahiret için yarattı. Dünya senin tarlan, ahiret senin hasadın olacaktı. Yine; seni hem dünyaya hem de ahirete yönelik bir boyutla yarattı ki, hem burayı inşa edesin, hem orada mutlu olasın diye. Yani fe’adelek, evfe’addelek bu dengeyi ifade ediyor. sen bu dengeyi bozma ey insanoğlu. Yani bedenle ruh dengesini, madde ile mana dengesini, dünya ile ahiret dengesini bozma. Yani nerede ne kadar kalacaksan orada o kadar çalışmaktır dengeyi bozmamak. Dengeyi bozmamak; eşit davranmak değil. Dengeyi bozmamak herkese hakkını vermektir. Dünyaya dünya da kalacağın kadar, ahirete de ahirette kalacağın kadar hakkını vermektir.

[Ek bilgi; Şüphesiz insan, yapısı gerçekten güzel ve düzgün, özü itibariyle dengeli bir yaratıktır. İnsanın bünyesindeki yaratmanın Hayret verici güzellikleri onun anlama kapasitesinin çok üstündedir. İnsanın etrafında gördüğü her şeyden daha Hayret vericidir.

Bu güzellik, düzgünlük ve denge insanın hem bedensel yapısında, hem akli yapısında hem de ruhsal yapısında gözlenebilmektedir. Ve bütün bunlar insanın bünyesinde şahane bir güzellik ve düzgünlük içinde dizilmiştir, uyum içine girmiştir. (Seyyid Kutub- Fizilal’il Kur’an)]

8- ) Fiy eyyi suretin ma şâe rekkebek;

Hangi sûrette olmanı diledi ise öylece terkibini – bileşimini oluşturdu! (A. Hulusi)

08 – Dilediği her hangi bir surette terkîp etti. (Elmalı)

Fiy eyyi suretin ma şâe rekkebek yani burada parantez içi var olduğunu düşünebiliriz) Hangi surette dilemişse seni o surette terkip etti.

9-) Kellâ bel tükezzibune Biddiyn;

Hayır, (iş sandığınız gibi değil)! Bilakis dininizi (tâbi olduğunuz Sistem’i) yalanlıyorsunuz! (A. Hulusi)

09 – Hayır hayır, doğrusu siz dîni tekzip ediyor, cezaya inanmıyorsunuz. (Elmalı)

Kellâ şimdi iyi bak; şimdi burada dur. Sanki; Yoo..! burada dur ve düşün Allah’ın dediklerini Yani burada ki kellâ, aslında yukarıda ki 6. ayete atıf. Ya eyyühel’İnsanu ma ğarreke BiRabbikelkeriym ey insanoğlu bu kadar cömert olan rabbine karşı seni böyle müstağni kılan ve gururlandıran ne. Ayetinde, işte böyle bir Allah’a karşı gururlanılmaz. Kulluk yap, boyun eğ, yerlere kapan, rabbinin huzurunda secdeye eğil, O’na kayıtsız şartsız teslim ol deyince ey insan, bunun aksini yapamazsın. Bu kellâ nın altında bunlar var.

bel tükezzibune Biddiyn peki sen ne yapıyorsun ey insan, böyle yapacağın yerde, ne yapıyorsun? Bilakis o tip dini yalanlıyor, siz dini yalanlıyorsunuz. Yani hatta belki Biddiyn; deyn köküne eğer atfedersek; siz Allah’a borçlu olduğunuz gerçeğini yalanlıyorsunuz. Bu mana yüreğime daha çok yattı. Siz Allah’a borçlu olduğunuz gerçeğini yalanlıyorsunuz. Borcum yok diyorsanız, her şeyinizi borçlu olduğunuz birine, ondan nasıl davranmasını beklersiniz. Şu dârı dünyada bile ödenebilecek küçük borçlarımızı inkar ettiğimizde tepemize gök kubbeyi yıkıyorlar da, ya varlığımızı kendisine borçlu olduğumuz Allah’a olan borcumuzu inkar edersek ne olur ki? Ne oluruz? Allah korusun.

10-) Ve inne ‘aleyküm lehafizıyn;

Muhakkak ki (her düşüncenizi beyninizden ruhunuza) kaydediciler olduğu hâlde. (A. Hulusi)

10 – Halbuki üzerinizde hâfızlar var. (Elmalı)

Ve inne ‘aleyküm lehafizıyn hiç şüphe yok ki üzerinizde gözetleyip hafızaya kaydediciler olduğunda hiç şüphe yok. Yani bu konuda tereddüdünüz olmasın. Veya “vav” ı haliye olarak alırsak eğer; üzerinizde gözetleyip hafızaya kaydediciler olduğu halde dini yalanlıyorsunuz ha? Evet, böyle de anlayabiliriz. İki ayeti bir, ortada ki “vav” ı da hâl “vav” ı olarak görürsek. Yani her hareketiniz kaydediliyor, üzerinizde gözetleyiciler var. Böyle olduğu gerçeğine rağmen mi dini yalanlıyor veya Allah’a borçlu oldunuz gerçeğini, hakikatini yalanlıyorsunuz.

[Ek bilgi; Nörokuantoloji Notları;

Evren, esas yapısı itibariyle, tümüyle, sayısız manyetik dalgalardan oluşmuş bir kütledir ve her dalga boyunun kendine has orjinal bir mânâsı vardır.

Beyin ise orijini itibariyle bu dalga boylarındaki mânâları değerlendirecek bir alıcı, bir değerlendirici ve sayısız yeni mânâlar oluşturucu bir cihaz gibidir!. Ve bu beyin, elde ettiği tüm hâsılayı, ürettiği ruha yâni hologramik dalga bedene yüklemektedir!

Kişinin ölüm ötesi kapasitesi, bir diğer ifade ile mertebesi, derecesi, dünyada iken geliştirebildiği son beyin kapasitesi kadardır... (Ahmed Hulusi)]

11-) Kiramen katibiyn;

Kiramen Kâtibîn (muhteşem yazıcı kuvveler)! (A. Hulusi)

11 – Kiram kâtipler var. (Elmalı)

Kiramen katibiyn o kaydediciler, onlar kaliteli kaydediciler. Rahatlıkla böyle çevirebilirim, çünkü kâtibiyn; kaydediciler. Kiramen; keriym bir türün en iyisi manasına gelir. Türünün iyisine keriym denilir. Kiramen; Öyle bir kayıt ki bu en iyi kaydediciler. Yani aklımıza hemen, bugünün en iyi kaydedicileri neler? Kameralar. Ama bu günün kamerası ne ki, bunlar ahiret kamerası. Bunlar ahiret kamerası olan melekler. Yani Allah’ın sırf itaate ayarlı, emrine amade aletleri, varlıkları.

Ne yapıyorlar? Sadece ve sadece dış dünyamızı çekmiyorlar bu dünyada ki kameralar gibi. Bu gelişmiş kameraların en gelişmişi 3 boyutlu çekerler bizi. Ama bu kameralar 3.000 boyutlu, 300.000 boyutlu, 3.000.000 boyutlu. Bu kameralar sadece yüzümüzü çekiyor. Gülüyorsak güldüğümüzü, ağlıyorsak ağladığımızı gösteriyor. Fakat Allah’ın kaydedicileri, bu türünün en yüksek kaydedicileri yüreğimizi çekiyor. Bir şey yaparken yüreğimiz ne durumda, niyetimizi çekiyor. Bugün niyeti çeken kamera var mı dünyada. Böyle bir teknoloji var mı? Bu kamera bilinç altımızı çekiyor.

Namaz kılıyoruz, namaz kılarken aklımızda nereye gezmeye gittik, veya hanım lamı kavga ediyoruz veya ders mi çalışıyoruz, veya borç mu ödüyoruz, para mı sayıyoruz, veya maaşı mı denk getirmeye çalışıyoruz, veya mutfakta yemeği namazın içinde mi pişiriyoruz. Veya, veya, veya.. Evet onu da çekiyor. Ve; Kulum sen bedenini namaza bırakmışsın nereye gitmişsin böyle? Yani Allah eti kemiği ne tapsın da sen bedeni namaza bırakıp ta gitmişsin başka yerlere derse ne cevap vereceğiz.

Yine bilinç altımızı çekiyor, sevap işleriz diye işlemişiz. Dışardan öyle görünüyor, müthiş bir eylem. Herkesin alkışlayacağı. Ama bilinç altını görseler eğer herkes tükürür. Çünkü desinler diye yapmış. Hatta bambaşka beklentileri var. Alkışlanmak için yapmış, Allah bilsin diyememiş, Allah görüyor ya bu bana yeter diyememiş. İşte böyle bir kamera, böyle kayıt bu, müthiş bir kayıt. Türünün en ileri kaydı bu.

12-) Ya’lemune ma tef’alun;

Ne yaparsanız bilirler. (A. Hulusi)

12 – Her ne yaparsanız biliyorlar. (Elmalı)
Ya’lemune ma tef’alun yaptıklarınızı fark eden ve birer birer kaydeden kaydediciler.

13-) İnnel ‘ebrare lefiy na’ıym;

Muhakkak ki Ebrâr (iyiler), elbette Nimet cenneti içindedir. (A. Hulusi)

13 – Şüphesiz ki iyiler naîm içindedir. (Elmalı)

İnnel ‘ebrare lefiy na’ıym bu ilahi kaydın arkasından, ki efendimiz bu kaydın her an bilincinde olduğu için, her an kaydedildiğinin şuurunda olduğu için bu aleme, bu cihana sahip olmak için değil, şahit olmak ve şahit olunmak için geldiğimizin şuurunda olduğu için her halinde şahit ol ya rab tavrı içindeydi. Zaten bu tavrı söze döktüğü veda hutbelerinde de görüyoruz.

Allahümme feşhed diyordu; Rabbim şahit ol, rabbim şahit ol..! Yine bir dağa çıktığı zaman 2 rekat namaz kılıyor ve adına da şahadet namazı diyordu. Dağ şahit olsun. Hayatını şahit olarak yaşayan ve; fektübna ma’aş şahidiyn. (A.İmran/53) bizi şahitlerden yaz diyen mü’minler arasına katsın rabbim bizleri de inşaAllah. Burada da o.

Ve onun arkasından; İnnel ‘ebrare lefiy na’ıym eğer hayatı iyiliklere şahit olan ve hayatında ki iyiliklere şahit olunan biri ise o ebrardır. Yani iyiler arasına karışmıştır, ebrardandır. Onlar; lefiy na’ıym sonsuz nimetler diyarında olacaklar.

Bir iyilik El berru; iyi. Fıtrattaki iyiliği ahlak haline getirmiş insana denir. Hz. peygamber iyiyi nasıl tarif ediyor biliyor musunuz? Ya ResulAllah diyor bir sahabe, iyiliği ve kötülüğü nasıl anlarız. Efendimiz; Yaptığında içinde huzur ve sükun bulduğun şey birr dir diyor. Onu yaptığında içinde derin bir huzur, derin bir sükunet bulduğun şey Birr dir. Kötülük ise, sû’ ise onu yaptığında kalbini, içini huzursuz eden, darmadağın eden şeydir buyuruyor.

Demek ki aslında insan yaratılış olarak iyiyi ve kötüyü tanıyacak bir fıtratla yaratılmış. Tabii ki vicdanını öldürmemiş, vicdanının sesini bastırmamış, vicdanının üzerine küfür perdesini yaymamışsa.

14-) Ve innel fuccare lefiy cahıym;

Muhakkak ki füccar (kötüler, Hak’tan sapanlar), elbette Cahîm (ateş) içindedirler. (A. Hulusi)

14 – Ve şüphesiz ki fâcirler Cahîm içindedirler. (Elmalı)

Ve innel fuccare lefiy cahıym kötülüğü, günahı hayat tarzı, füccar. Facir değil, günahı ve kötülüğü hayat tarzı haline getirmiş her hücresine yedirmiş manasına gelir. Lefiy cahıym;İ Onlarda gözleri yuvalarından fırlatacak bir ateşte olacaklar.Cahıym in açılımı bu. Cahıym; Na’im in mukabili olarak görülüyor burada. Na’im e giren cahıymden kurtulacak, cahıyme giren Na’imden mahrum kalacak manasına gelir. Na’im gözü aydın eden nimet, Cahıym gözü yuvasından fırlatan dehşet manasına geliyor.

15-) Yaslevneha yevmeddiyn;

Din hükümlerinin yaşandığı süreçte yaslanırlar ona! (A. Hulusi)

15 – Din günü ona yaslanacaklardır. (Elmalı)

Yaslevneha yevmeddiyn O din gününde, hesap gününde oraya yaslanacak. Çok ilginçtir essalvü; ateşe yaslanmak manasına gelir. essalâ; namaz kılmak manasına gelir. Bakınız, dua etmek, ibadet etmek, davet etmek, çağırmak manasına gelir. İkisi de kökte destek manasına gelir. İkisinin de kök anlamı birdir. Suliyya; cehennemin isimlerinden biridir Kur’an da geçen onun için salleytülud örnek cümlesini verir lügatlar. Nedir? Değneği ateşe tutarak doğrulttum, fırınlayarak doğrulttum.

Aslında Salâtta doğrulmak demektir. Ekamessalâh; namazın doğrulması, aslında doğru olanı doğru kılmak demektir. Yani namazı aslına rücu ettiremek, ibadeti aslına rücu ettirmektir. Onun için essalvü aynı zamanda üzerinde dik durduğumuz, dik oturduğumuz oyluklara verilen isimdir. Yine bizi dik tutan omurgaya verilen isimdir. Yani insan bu sayede dik yürür. Onun için efendimiz destek manasına kullanmıştır. Essalâtü imadüddıyn; namaz dinin desteğidir, direğidir.

Bu aynı zamanda etimolojik köken tahlilidir, kelimenin kök tahlilidir. Yani bunlar neyi gösteriyor? Naçiz buradan yola çıkarak şu sonuca varıyorum; namazla dünyada doğrulmayan, cehennemde ateşle doğrulacak. Kökenleri bir olan bu iki kelime adeta manaları itibarıyla zıt köşelerde duruyorlar. Ey insan salât ile dünyada doğrul ki Allah seni cehennemde yoğun bakım ünitesinde doğrultmasın. Yoksa orada zorunlu olarak, mecburen doğrulursun. Oraya diker seni, ateşe diker manasına.

16-) Ve ma hüm ‘anha Biğâibiyn;

Onlar her an cehennemi müşahede eder hâldedirler! (A. Hulusi)

16 – Ve ondan gâbi olmayacaklardır. (Elmalı)

Ve ma hüm ‘anha Biğâibiyn oradan kurtulmaları asla mümkin olmayacak, kurtulma şansları yok.

17-) Ve ma edrake ma yevmüddiyn;

Bilir misin Din Günü’nü? (A. Hulusi)

17 – Ve bildin mi nedir din günü? (Elmalı)

Ve ma edrake ma yevmüddiyn sen din gününün ne olduğunu biliyor musun? Nereden bileceksin ki daha doğrusu. Din gününün ne olduğunu nasıl bileceksin ki. Yani burada dirayetle bilemezsin, düşünerek bilemezsin, fikir yolu ile bilemezsin, tefekkür yoluyla bilemezsin çünkü yer yüzünde onun bir karşılığı yok. Hesap gününü kıyaslayacağımız yer yüzünde bir durum yok ki o kelime ile izah edelim. O zaman rivayetle Allah’tan öğren.

18-) Sümme ma edrake ma yevmüddiyn;

Sonra, bilir misin Din Günü’nü? (A. Hulusi)

18 – Evet bildin mi nedir din günü? (Elmalı)

Sümme ma edrake ma yevmüddiyn sonra evet sen sahiden hesap gününün , deyn gününün, borç gününün ne olduğunu bilir misin?

19-) Yevme lâ temlikü nefsün linefsin şey’a* vel’emru yevmeizin Lillâh;

O süreçte kimse, kimse için hiçbir şey yapamaz! O süreçte hüküm Allâh’a aittir (birimin yapacak hiçbir şeyi yoktur, yalnızca yapılmışların sonuçları yaşanır)!(A. Hulusi)

19 – O gün ki kimse kimse için bir şey’e mâlik olmaz, emir o gün yalnız Allah’ındır. (Elmalı)

Yevme lâ temlikü nefsün linefsin şey’a o gün neymiş, o gün hiçbir insan bir başkasına asla fayda vermez, yarar sağlamaz, yardım edemez. Öyle bir gün. Ve o gün vel’emru yevmeizin Lillâh işte o gün tüm emir verme işi, yani talimat verme işi Allah’a mahsustur. Allah’tan başka kimse o gün talimat veremez ve kimse, kimsenin yardımına gelemez. Tüm şefaat anlayışları bu ayet ışığında yeniden tashih edilmelidir. Okuyalım Müddessir/48. ayetini;

Fema tenfe’uhüm şefa’atüşşafi’ıyn. (Müddessir/48) evet, onlara hiçbir şefaatçinin şefaati o gün onlara fayda sağlamaz.

Yine Zümer/44. ayetini okuyalım; Kul Lillâhiş şefa’atü cemiy’an (Zümer/44) şefaatin tamamı Allah’a mahsustur de.

Yine Sebe’/23. ayetini okuyalım; Ve lâ tenfa’uş şefa’atü ‘ındeHU illâ limen ezine leh. (Sebe’/23) Allah’ın izin verdiği kimse dışında hiç kimseye şefaat fayda vermez, hiç kimsenin şefaati fayda vermez. İki şekilde de anlaşılır. O zaman şefaatin gerçek sahibi Allah’tır. Şefaat birine kurtuluş karnesini, ödülünü vermektir. Rabbimiz o ödülü verendir. O ödülü ey falan zat kalk falana verdiğim kurtuluş ödülünü sen tevdi et buyurursa işte bu takdirde ona da şefaat etmiş olur, onu da ödüllendirmiş olur. Ama ödülü alan kimse eğer teşekkürü ödülün sahibi olan Allah’a değil de, ödülü kalk sen ver denilen kimseye yaparsa ödülün sahibini karıştırmış olur. Ödülün sahibine teşekkür etmek şarttır. İşte şefaat böyle anlaşılacak.

Sadakallahul azıym. Allah doğrusunu, hakikatini söyledi, en gerçeği Allah buyurdu diyoruz ve diğer suremize geçiyoruz.

 


İslamoğlu Tef. Ders. MÜTAFFİFİN SURESİ (01-36)(188-B)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

 

Mutaffifin suresi. Mutaffifin tatfif (Alırken dolgun, verirken eksik ölçmek.) mastarı aslında yolsuzluk yapanlar manasına geliyor. El mutaffifin. Tatfif; yolsuzluk diye çevirebiliriz. Aslında yontmak, kesmek. Tatfif; takfiğ dir, kısaltmak, kesmek. Hani nalıncı keseri diye bir tabir kullanılır ya Türkçede, kendine yontmak. Zaten sure de o gelecek kendine yontan mantığı ele alacak.

Surenin zamanı ihtilaflı, İbn. Mes’ud ve şakirtleri Mekke de indiğini söylüyorlar, İbn. Abbas ve şakirtleri Medine de indiğini söylüyorlar. Hatta bir üçüncü görüş daha var, onlar da Kelbî ve Cabir Bin Zeyd yolda, Mekke Medine arasında indiğini söylüyorlar. Ama surenin üslubuna, surenin belağatına, surenin konumuna ve konusuna baktığımızda Mekki surelerde ki özelliği görüyoruz. Dolayısıyla bu mutraffifin suresini Mekke de ki son sure olarak görmemizde hiçbir mahsur yok.

Surenin konusu yolsuzluğu ret. Bugünün dünyasının da en büyük problemlerinden biri olan yolsuzluğa ilişkin bir sure var Kur’an da. Çok ilginç değil mi. Yani yolsuzluk yapanlara ilişkin bir sure var Kur’anımızda demek ki yolsuzluk problemi insanoğlunun kadiym zaaflarından kaynaklanıyor ve tabi ki adalete davet emrediliyor surede, hesap günü uyarısı yapılıyor. Yani yolsuzluk yapanlar, sizin defterinizi Allah tutuyor. Yolsuzluğunuza yer yüzünde kılıf bulabilirsiniz da, Allah’a hesap gününde ne kılıf bulacaksınız. Bu sure aslında bunu söylüyor. Bu özetten sonra suremize geçelim.

[Ek bilgi; Medine'ye hicret edilince, orada da Yahudi tüccarları ticaret hilelerinde becerikli idiler. Ashabı kiram ticaret konularına İslâmî bir yaklaşımla el atınca, dürüst bir ticaret başladı. Piyasada güven sağladılar. Ekonomi ve para gücü giderek onların eline geçti. Artık ayet ve hadislerle yapılan yeni ekonomik düzenlemelerde, hilekarların güç kazanmasına imkan bırakılmıştı. Ayetlerde söyle buyrulur:
"Ölçüyü ve tartıyı adâletle yapın" (En'âm,152).

"Bir şeyi ölçerken tam ölçün, tartarken de doğru teraziyle tartın" (İsrâ,35).

Cenâb-ı Hak, ölçü ve tartıda hile yapmaları sebebiyle Şuayb peygamberin kavmini helak et-mistir. Âhirette karşılaşılabilecek sıkıntı için de; "Yoksa onlar, büyük bir gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?" buyrulur.

Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber bir gün pazar yerinden geçerken, elini bir zahire yığının içine sokmuş, alt kısmının ıslak olduğunu görünce sebebini sormuştur. Satıcının; yağan yağmurun ıslattığını söylemesi üzerine söyle buyurmuştur: "Bu ıslaklığı herkesin görmesi için zahirenin üzerine çıkarman gerekmez miydi? Hile yapan benden değildir" (Müslim, İman,164; Ebu Davud, Buyu,50) (Basâirü-lKur’an Ali Küçük)]

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, Rahıym olan. Özünde merhametli, fiilinde, ef’alinde, davranışında, yaratışında, muamelesinde merhametli Allah adına.

1-) Veylün lilmutaffifiyn;

Vay hâline ölçü ve tartıyı tam yapmayanların! (A. Hulusi)

01 – Veyl o mutaffifîne. (Elmalı)

Veylün lilmutaffifiyn yolsuzluk yapanlara yazıklar olsun, lanet olsun. Vay gele onların başına. Kendine yontanlara, haksızlık yapanlara eksik ölçüp tartanlara, yamuk ölçüp tartanlara, yamuk bir bakış açısıyla ölçüp tartanlara, yamuk bir akılla ölçüp tartanlara. Yamuk bir tasavvurla ölçüp tartanlara.

Neden geldik buraya? Çünkü burada ki mutaffifin maddi olana indirgenemeyecek kadar geneldir. Yani ille de fiili ölçülebilir ve tartılabilir, ticarette yapılan noksanlıklara ve ticarette yapılan yolsuzluklara hasredilemez, tahsis edilemez. Asıl yolsuzluk insanın zihnindedir. Çünkü zihnindeki kilo ve zihnindeki metre bozuksa, elindeki kilo ve elinde ki metrenin tam olması ne işe yarar. Zihninde ki bozukluğu eline yansıtır. En azından tartarken malı terziye hızlıca atar ki oradan 20 gr. 30 gr. Çalayım diye. Bu aslında ki zihindeki yamukluğun ele yansımasından başka nedir ki?

Ama ben en zararlı, en zarar verici yontmanın, yolsuzluğun, haksızlığın, yanlış ölçme ve tartmanın mallarda alınıp satılan emtiada olduğu kanaatinde değilim. Çünkü bizim şerefimiz, bizim değerimiz, bizim onurumuz, bizim haysiyetimiz, bizim paramızdan daha değerli olmalı. Öyle görmeliyiz.

Peki ya haysiyetimizi değerlendirirken haksızlık yapanlar? Ya şerefimize yönelik haksızlık yapanlar, yanlış tartanlar bizi değerlendirirken yanlış ve eksik ölçenler. Eksik teraziyi kullananlar, yamuk ölçenler. Cebimizdeki parayı çalmaları mı bizi daha üzer, yoksa onurumuzu ve şerefimizi çalmaya kalkmalarımı.

Demek ki Veylün lilmutaffifiyn nin kapsam alanı çok daha geniş, ticari olana indirgenemeyecek kadar geniş ve asıl bizce burada tasavvurda ki ve akılda ki yamukluğa dikkat çekiliyor. Çünkü içinde ki kilo ve metre 80 cm ise bir insanın eline 100 cm lik bir metre, bin gr.lık bir kilo verseniz de yamuk ölçer. Çünkü yamukluk içinde. İçindeki yamukluğu düzeltmeden elinde ki yamukluğu, içindeki yamukluğu düzeltmeden işindeki yamukluğu düzeltemezsiniz. İçindeki yamukluğu düzeltmeden terazisindeki yamukluğu düzeltemezsiniz. Tasavvurunda ki yamukluğu düzeltmeden ticaretindeki yamukluğu düzeltemezsiniz. İşte bu kapsam içerisinde anlarsak doğru anlamış oluruz.

2-) Elleziyne izektalu ‘alenNasi yestevfun;

Onlar ki, insanlardan haklarını tam ölçüyle alırlar da; (A. Hulusi)

02 – Ki nâs üzerinden kendilerine ölçtükleri zaman tam basarlar. (Elmalı)

Elleziyne izektalu ‘alenNasi yestevfun kendileri başkalarından alacaklar diyelim değil mi. ‘alennas İnsanlardan alacaklı oldukları zaman yestevfun isterler ki tam adalet yapsın, adilce versin, hiç noksansız versin hakkımızı isterler. İlginç bir tahlil değil mi? En hırsızını bile aldatılmayı arzu ederken göremezsiniz. Ama sen başkalarını aldatıyorsun? Hayır o herkesi aldatsın ama hiç kimse onu aldatmasın. Beni aldatsın, yar bana bir aldatıcı..! diye gezen duydunuz mu? Gördünüz mü? Var mı, olabilir mi öyle. En hırsızı, en soyguncusu, en üçkağıtçısı affedersiniz bile hayır aldanmak istemez. Hep aldatmak ister.

Neden? İşte fıtratın aslında Allah tarafından nakşedildiğinin bir göstergesi bu. Çünkü aldatmak kötüdür. Kimse kendisine kötülük yapılmasını istemez. İnsanoğlu fıtraten onun için iyidir, iyilik ister. İnsanoğlunun fıtraten kötü olduğunu ispatlamak için kendisine kötülük yapılmasını insanın istemesi lazım. Böyle bir tür bulduğumuzda insanoğlunun özü itibarıyla kötü olduğu sonucuna varabiliriz. Yoksa varamayız.

3-) Ve izâ kâlûhüm ev vezenuhüm yuhsirun;

Onların (hakkını vermeye gelince) ölçtüklerinde eksiltirler! (A. Hulusi)

03 – Onlara ölçtükleri veya tarttıkları vakit ise eksiltirler. (Elmalı)

Ve izâ kâlûhüm ev vezenuhüm yuhsirun fakat başkaları için ölçüp tarttıkları zaman hile yaparlar. Yuhsirun; azaltırlar, eksiltirler, sahtekarlık yaparlar. Nalıncı keseri gibi kendilerine yontarlar.

4-) Elâ yezunnu ülâike ennehüm meb’usûn;

Bunlar kendilerinin (ölümü tatmanın akabinde) bâ’s olunacaklarını zannetmiyor mu? (A. Hulusi)

04-5 – Zannetmez mi bunlar ki büyük bir gün için ba’s olunacaklar? (Elmalı)

Elâ yezunnu ülâike ennehüm meb’usûn dikkat, onlar, işte bu tipler diriltilmeyeceklerini mi zannediyorlar. Yan, bir daha yeniden diriltilmeyecekleri zannıyla mı böyle yapıyorlar. Buradan çıkardığımız şey nedir? Aslında şudur Bir insan ahirete iman etmiyorsa ancak başkalarını aldatma konusunda bu kadar iştahlı olabilir. Yine çıkardığımız sonuç şudur; Dünyada ki ahlaksızlık, üç kâğıt, soygun, vurgun, yolsuzlukların tamamının zemininde ahirete görür gibi bir imanın olmaması yatıyor. Yani bu meseleyi kökten çözmek istiyorsa insanoğlu, ahirete görür gibi iman etmeyi sağlamalı.

Evet, yaratan rabbimiz insanı biliyor, bildiği insanı da böyle bildiriyor. İnsan bize tefsir ediliyor. Burada tefsir edilen aslında ayet değil, ayetin tefsir ettiği insan. Allah’ın yarattığı insanı, Allah kelâmıyla tefsir ediyor. Çünkü Elâ ya’lemu men halâk. (Mülk/14) yaratan yarattığını bilmez mi. İşte böyle.

5-) Liyevmin ‘azıym;

Aziym bir süreç için. (A. Hulusi)

04-5 – Zannetmez mi bunlar ki büyük bir gün için ba’s olunacaklar? (Elmalı)
Liyevmin ‘azıym yani tekrar diriltilmeyeceğini mi zannediyor o, bu tip. Öyle bir gün ki Liyevmin ‘azıym dehşetli bir günde hesaba çekilmeyeceğini mi zannediyor. Veya dehşetli bir günde hesaba çekilmek için tekrar diriltilmeyeceği zannında mı bulunuyorlar. Evet,

6-) Yevme yekumunNasu liRabbil’alemiyn;

Rabb-ül âlemîn için insanların kıyam ettiği süreç! (A. Hulusi)

06 – O gün ki nâs rabbülâlemîn için kıyam edecekler. (Elmalı)

Yevme yekumunNasu liRabbil’alemiyn o gün insanlık, en Nas; insan türü, insan soyu Alemlerin rabbinin huzuruna çıkarılır. Yani Allah’ın huzuruna. Hakimi Allah olan bir mahkeme düşünün. Hakimi Allah, şahidi peygamberler ve sanığı insanoğlu. Böyle bir mahkemede delil karartmak ne mümkün. Böyle bir mahkeme de yalan şahit bulmak ne mümkün. Böyle bir mahkemede yalan söylemek ne mümkün. Elyevme nahtimü alâ efvahihim ve tükellimüna eydiyhim ve teşhedü ercülühüm Bimâ kânu yeksibûn. (Yasin/65) o gün ağızlarını bantlarız bize elleri konuşur, ayakları şahitlik yapar yaptıkları hakkında. Eliniz ayağınız sizin şahidiniz olduktan sonra siz nasıl hilafı hakikat beyanında bulunabilirsiniz ki. Elimiz bizi yalanlar o zaman. O zaman dilimiz bizi yalanlar. O zaman hücrelerimiz bizi yalanlar. Gözümüz, peki biz gözümüzü yalanlayabilecek miyiz? Gözüm yalan söylüyor ya rabbi, elim yalan söylüyor ya rabbi, ayağım yalan söylüyor ya rabbi. Bu mümkün mü? Evet, işte bunu hatırlatıyor.

7-) Kellâ inne Kitabel füccari lefiy sicciyn;

Hayır (asla)! Muhakkak ki füccar (Hak’tan sapanlar)’ın kayıtları elbette siccîn’dedir! (A. Hulusi)

07 – Hayır hayır: çünkü fâcirlerin yazısı siccîndedir. (Elmalı)

Kellâ Yo..! Burada dur. Artık yeter. Artık böyle yapmayın. Nalıncı keseri gibi kendinize yontmayın, yolsuzluk yapmayın. Hem insanlara tartarken, ölçerken insanların şeref ve haysiyetlerini, değerlerini kıymetlerini kıymetlendirirken, insanlar hakkında hüküm verirken. Hem mal melal satarken, yicaret yaparken, yani hangi konuda olursa olsun bir ölçme ve değerlendirme yapıyorsanız bunu adil olarak yapınız, zalimce yapmayın. Bu yeter artık bunu yapmayın.

inne Kitabel füccari lefiy sicciyn evet, ilginç bir noktaya getirdi. Günah bataklığına gömülenlerin kaydı sicciyn de arşivlenecek. inne Kitabel füccari lefiy sicciyn boğazına kadar günaha gömülmüş, füccar bu. Facirden daha öte bir şey. Fücur günah işlemek, facir günah işleyen. Ama füccar; günahı hayat tarzı haline getiren, yan hayatını günaha dönüştüren. İşte böyle birinin sicili, böyle birinin kaydı sicciynde olacak. Neymiş sicciyn?

8- ) Ve ma edrake ma sicciyn;

Siccîn’i (ne olduğunu) sana bildiren nedir? (A. Hulusi)

08 – Bildin mi siccîn nedir? (Elmalı)

Ve ma edrake ma sicciyn sen sicciyn in ne olduğunu nereden bileceksin. Yani dirayetle bilemezsin, Allah haber verecek sen bileceksin. O zaman ilahi rivayetle bil.

9-) Kitabun merkum;

Merkum (silinmesi {İngilizce’de; erase} sözkonusu olmayan) bir kayıttır! (A. Hulusi)

09 – Terkıym olunmuş bir kitab. (Elmalı)

Kitabun merkum o sayısal değerlerle korunmuş bir kayıttır. Daha güzel çevirecek kelimeler bulamıyorum. Kitabun merkum Kitap, kayıt. Eşyanın kayıt tabiatını ifade eder. Merkum; rakamlanmış, sayısal değerlerle korunmuş bir kayıttır. Nasıl anlarsanız anlayın, ama bu ayeti anlama konusunda bu çağın insanı geçmiş çağların tümünün insanından daha şanslı olduğu bir gerçek, şimdi çok daha kolay anlayabiliriz. Sayısal değerlerle kayıtların yapıldığı, her türlü kaydın korunduğu, arşivlendiği günümüz dünyasında bu ayeti; tarihte ki herkesten daha iyi anlayabilecek bir konumda olduğumuz konusunda şahsen bu acizin bir tereddüdü yok.

10-) Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn;

O süreçte (Sünnetullâh’ı) yalanlayanların vay hâline! (A. Hulusi)

10 – Veyl o gün o yalan diyenlere. (Elmalı)

Veylün yevmeizin lilmükezzibiyn veyl olsun, yazıklar olsun, vay gele o gün yalanlayın başına. Yani benim sicilim tutulmaz canım, veya benim kaydımı bir biçimde sildiririm. Veya adamını bulurum oradaki kaydı temizletirim. Veya gider sahte bir temiz kâğıdı alırım, veya bir biçimde bir kayırıcı bulur yine de işi kurtarırım. Burada zaten kurtarıyoruz orada da birilerini buluruz, yani rüşvet veririm (haşa). Bir önceki surenin sonunu hatırlayalım.

11-) Elleziyne yükezzibune Biyevmiddiyn;

Ki onlar, Din (yapılanların otomatik sonucunun yaşanacağı) süreçlerini yalanlarlar! (A. Hulusi)

11 – O dîn gününü tekzip edenlere. (Elmalı)

Elleziyne yükezzibune Biyevmiddiyn Onlar din gününü yalanlıyorlar, yani hesap günü. Din günü hesap günüdür, hesap gününü yalanlıyorlar.

12-) Ve ma yükezzibu Bihi illâ küllü mu’tedin esiym;

Onu yaşayacağını yalnızca her haddi aşan suçlular yalanlar! (A. Hulusi)

12 – Ki onu ancak her bir haddini aşkın, günaha düşkün, tekzip eder. (Elmalı)

Ve ma yükezzibu Bihi illâ küllü mu’tedin esiym ancak haddi aşan günahkârlar yalanlarlar din gününü. Onlardan başka kimse hesap gününü yalanlamaz. Demek ki günaha gömülüp gidince mahkemeyi yalanlamaktan başka çıkar yolu kalmıyor. Adamın hayatı suç olmuş. Düşünsenize böyle bir insana mahkemeyi sever misin diyorsunuz. Alacağınız cevap belli değil mi? Ömrü suç olmuş biri hiç mahkemeyi, hakimi, adaleti sever mi? Yani böyle bir insana adaleti istemez misin diyorsunuz. İstemez. Adalet olması halinde ömrü gider onun. Çünkü Adalet istemesi halinde önce kendi yakasına yapışır.

Dolayısıyla bu tipi ele veriyor. Onun için düşünün günaha gömülmüş bir toplumun içinde adalet gerçekleşir mi? Kur’an bize bunu söylüyor. Eğer adaletin yer yüzünde adaleti ikame etmek istiyorsanız, adil bir dünya kurmak istiyorsanız önce günahı engelleyin, insanı günahkar olmaktan çıkarın, insanın günahının önüne engeller koyun. İnsanı günahının içine gömülmekten kurtarın diyor, hala anlamıyor muyuz. Dinin amacı bu, peygamberlerin amacı bu, vahiylerin amacı bu. Yani yer yüzünde adil bir hayatı kurmamızı temin için olmazsa olmaz şartları bize sunmak ve nasıl yapacağımız konusunda bize yol göstermek, rehberlik yapmak.

13-) İzâ tutlâ aleyhi ayatuNA kale esatıyrul’evveliyn;

Ona işaretlerimiz bildirildiğinde: “Evvelkilerin efsaneleri” dedi! (A. Hulusi)

13 – Karşısında âyetlerimiz okunurken evvelkilerin esatîri dedi. (Elmalı)

İzâ tutlâ aleyhi ayatuNA kale esatıyrul’evveliyn bu tip, kendisine ayetlerimiz okunduğunda der ki; eskilerin masalları, eskilerin efsaneleri der. Aslında Kur’an da geldiği 9 yerde esatıyrul’evveliyn eskilerin masalları, efsanevi masallar. Esatıyrul; usture; efsane, eskilerin efsaneleri ifadesinin 9 yerde geldiği her yerde mutlaka bağlamda ahiret vardır. Demek ki yeniden dirilişe bu sözü eden adamlar yeniden dirilmeye eskilerin masalları olarak bakıyorlar.

Aslında bakıyorlardı diyebilir miyiz? Hayır. Bu günün günahkârları, günaha gömülüp gidenler, günahkâr bir hayatın içinden kendine pay çıkaranlar, onun içinde ilkeli yaşamaya düşman olanlar, sınırlara düşman olanlar, İslam’ın emirlerine düşman olanlar, Allah’ın dinine düşman olanlar, Allah’ın nebisine ve vahye düşman olanlar işte böyle bir hayat istiyorlar. Böyle düşünüyorlar. Bugünküler de aynı düşünüyorlar. Yani kadıym cahiliye ile modern cahiliye arasında bir şey fark etmiyor. Kendi günahlarını serbestçe yaşamak için yer yüzünün günaha gömülmesini istiyorlar. Eğer içinde yaşadıkları toplumda sevap işleyenler çoğalır, günah işleyenler azalırsa rahatlıkla mel’anet karıştıramayacaklarını düşünüyorlar. Yumurtalarını pişirmek için memleketi yakan tiplere benziyorlar.

Düşünün, sigaramı yakayım diye dünyayı tutuşturan bir çılgını düşünün. Bu ondan az bir çılgınlık değil, evet. Zaten ayet tam da o yerine gelmiş söylüyor.

14-) Kellâ bel rane ‘alâ kulûbihim ma kânu yeksibun;

Hayır (asla)! Aksine yaptıklarının getirileri onların şuurlarını (bir pas gibi) örtmüştür. (A. Hulusi)

14 – Hayır hayır: fakat onların kazançları kalplerinin üzerine pas bağlamıştır. (Elmalı)

Kellâ Yo..! bu tipin başka bir izahı yok. Bu tip bu noktaya kolay kolay gelmez. Yani sırf ben günah işleyeyim diye memleketi günahkârlar tarafından yönetilmesini, sırf ben günah işleyeyim diye kanunların günah işlemeyi teşvik etmesini, sırf ben günah işleyeyim diye günahın caddelere ve sokaklara hakim olmasını, sırf benim günahıma zeval gelmesin diye herkesin günahkâr olmasını isteyen bu tipin problemi nerede biliyor musunuz diyor Kur’an.

bel rane ‘alâ kulûbihim ma kânu yeksibun onların kalpleri günahtan dolayı pas bağlamıştır. Evet, Kalplerini, kazandıkları, boydan boya, baştan başa pas bağlatmıştır, simsiyah olmuştur.

Efendimiz sanki bu ayeti açıklama sadedinde; “her günah siyah bir noktadır buyururlar. Kalp ise sırça bir aynaya benzer. Günah noktası o aynaya düşer, çoğaldıkça kalp kararır ve en sonunda kalp kapkara olur. İşte buna kasvetül kalp diyor Kur’an. Kalp kararması. Nedir bu? sonuç? Kalp ölümü. Bu kalbin ölümü kan pompasının ölümüne benzemez. Kan pompası ölürse biz dünyada ki hayatımızı kaybederiz. Ama bu kalp ölürse imanımızı, yani ahirette ki ebedi hayatımızı kaybederiz.

İşte problem burada, onun için yürekte deterjanı nedir Kur’an bize onu sunuyor. Yani yüreğe dökülmüş günah kirlerini nasıl arındırırız. Allah’tan başka bu sualin cevabını alacağımız bir kapı yok. İşte Kur’an bize bu formülü sunuyor.

15-) Kellâ innehüm ‘an Rabbihim yevmeizin lemahcubun;

Hayır! Muhakkak ki onlar, o gün, elbette Rablerinden perdelidirler! (A. Hulusi)

15 – Hayır hayır: muhakkak ki onlar o gün rablerinden hicap da kalacaklar. (Elmalı)

Kellâ Yo..! hayır, burada durun, bu çok önemli bir mesele. innehüm ‘an Rabbihim yevmeizin lemahcubun elbet onlar bir gün rablerinden mahrum kalacaklar, mahcup olacaklar. Yani Türkçede ki mahcup aslında örtülme manasına gelir. Belki mahcubiyette de bir oradan telmih vardır. Allah’a karşı mahcup olmak, ama perdelenmek, Allah’tan mahrum kalmak manasına gelir kelime anlamıyla. Allah’tan mahrum kalan neye sahiptir ki, Allah’ın yok; neyin var? Allah’ın var; neye muhtaçsın. Allah’tan mahrum kaldıktan sonra bir insan neye sahip olur ki.

Düşünün yer yüzünde şöyle bir şey gelse Allah göstermesin; sevdiğimizin veya bizim başımıza. Tüm çocukların, eşin, annen, baban, akrabayı taallukatını taşıyan otobüs kaza yaptı ve sağ kurtulan olmadı haberi gelse. Yani kaybettin tüm yakınlarını. Dün; evlat, kız, oğlan, eş, anne, baba sahibi idin, bir gün sonra hiç birine sahip değilsin artık. Kaybettin. O anda elimize çakmak çaksalar duyar mıyız acının yoğunluğundan.

Ahireti düşünün; İnsan anne babasından kaçacak, öyle bir yer. Mahşeri düşünün. Allah’tan başka dost yok, herkes canı derdine düşmüş, herkes kendi hesabını vermenin peşinde. Peygamberler bile nefsiy, nefsiy diye koşuyorlar.

İşte öyle bir anda Allah’ı kaybettin. Allahuekber..! İnsan ne olur? yevmeizin lemahcubun odur işte. Allah’tan mahrum kalacaklar onlar.

16-) Sümme innehüm lesalulcahıym;

Sonra, muhakkak ki onlar ateşe gireceklerdir. (A. Hulusi)

16 – Sonra onlar muhakkak Cahîme yaslanacaklar. (Elmalı)

Sümme innehüm lesalulcahıym sonra onların gözleri fal taşı gibi açılacak. Daha doğrusu gözleri fal taşı gibi açan bir ateşe sokulacaklar. Cahıym; El aynül Cahme’; Pörtlek göze denir. gözü yuvasından fırlatan bir ateş. Nasıl bir ateşse. Öyle bir cazibesi var ki ateşin, öyle bir dehşeti var ki, gözünüz o ateşi görmeye dayanamıyor. Ya yuvasından geri kaçıyor arkaya, ya da fırlayıp gidiyor, patlıyor. Böyle bir ateş.

17-) Sümme yukalu hazelleziy küntüm Bihi tükezzibun;

Sonra: “İşte bu, yalanladığınız şeydir” denilir. (A. Hulusi)

17 – Sonra da denecek: işte bu, sizin o tekzip edip durduğunuz. (Elmalı)

Sümme yukalu hazelleziy küntüm Bihi tükezzibun sonra kendisine işte denilecek; bu sizin yalanladığınız gerçektir. Yani; hani dünyada yalanlıyordunuz ya, yalanladığınız hakikat işte bu gün tecelli etti, tahakkuk etti.

18-) Kellâ inne Kitabel ‘ebrari lefiy ‘ılliyyiyn;

Hayır… Muhakkak ki Ebrâr’ın kitabı, elbette İlliyyîn’dedir. (A. Hulusi)

18 – Hayır hayır: Çünkü ebrarın yazısı ılliyyîndedir. (Elmalı)

Kellâ Yo..! burada bir daha durun ey insanoğlu inne Kitabel ‘ebrari lefiy ‘ılliyyiyn iyilerin kaydı ‘ılliyyin de arşivlenecek. Yukarıdakinin tersi. Kötülerin kaydı cehennemde, iyilerin kaydı ‘ılliyyin de arşivlenecek. Neymiş ‘ılliyyin; tercüme etmiyorum, tercüme etmem doğru olmaz çünkü bir sonraki ayet zaten ne diye soruyor.

19-) Ve mâ edrake ma ‘ılliyyun;

İlliyyîn (-in ne olduğunu) sana bildiren nedir? (A. Hulusi)

19 – Bildin mi ılliyyîn nedir? (Elmalı)

Ve mâ edrake ma ‘ılliyyun sen ‘ılliyyun un ne olduğunu nereden bileceksin.

20-) Kitabun merkum;

Merkum (silinmesi {İngilizce’de; erase} sözkonusu olmayan) bir kayıttır! (A. Hulusi)

20 – Terkıym olunmuş bir kitab. (Elmalı)

Kitabun merkum aynısı, yukarıdaki 9. ayetinin aynısı yine 20. ayette de geldi. Sayısal değerlerle korunmuş bir kayıttır. Yani kötü kayıtlar cehennemde sayısal değerlerle, daha doğrusu bunun karşılığı şu; Hiç kimse bu kaydı bozamayacak. Bu kaydı bozmak mümkin değil. Yani şöyle düşünmeyin; Kayırt eskimiştir nasıl olsa, yani dura dura mutlaka bayatlamıştır, başına bir hal gelmiştir, 15 – 20 sene veya 300 – 500 sene geçince artık o kötü sahneleri göstermez olur. Dolayısıyla ahirete de artık kaydından kurtulmuş olurum falan diye düşünmeyin. Burada aslında zımnen bu söyleniyor.

21-) Yeşheduhul Mukarrebun;

Ona mukarrebûn (kurbiyet ehli – tecelli-i sıfat nasiplileri) şahit olur. (A. Hulusi)

21 – Ki ona mukarrebîn şahit olurlar. (Elmalı)

Yeşheduhul Mukarrebun onu, Allah’a yakın olanlar izleyebilir. O kaydı Allah’a yakın olanlar izleyecek. Yeşheduhu; Yani müşahit derler TV izleyicisine günümüz Arapçasında. Dolayısıyla onu Allah’a yakın olanlar izleyecekler.

22-) İnnel Ebrare Lefiy na’ıym;

Muhakkak ki Ebrâr, elbette Nimet cenneti içindedir. (A. Hulusi)

22 – Haberiniz olsun ki ebrar muhakkak bir naîm içindedir. (Elmalı)

İnnel Ebrare Lefiy na’ıym iyiler, sonsuz nimetler diyarında bulunacaklar. İyiler iyiliklerinin karşılığını görecekler. İyiler iyiliği kum kadar yaptılar, Allah’ta onlara karşılığını Allah’ça verecek.

23-) ‘Alel’erâiki yenzurun;

Koltuklar üzerinde nazar ediyor oldukları hâlde. (A. Hulusi)

23 – Erîkler üzerinde nezaret ederler. (Elmalı)

‘Alel’erâiki yenzurun cennet divanları üzerinde birbirlerine bakacaklar erike tekili. ‘erâik. Gelin karyolası demektir. Yani gelin ve damat karyolaları üzerinde birbirlerine bakacaklar.

24-) Ta’rifu fiy vucûhihim nadretenna’ıym;

Yüzlerinde, o nimetlerin parıltısını tanırsın. (A. Hulusi)

24 – Yüzlerinde naîmîn revnakını tanırsın. (Elmalı)

Ta’rifu fiy vucûhihim nadretenna’ıym yani cennette rabbimiz onları en güzel halleriyle misafir edecek demiyorum, çünkü rabbimizin dünyada misafiriyiz, cennette ise varis sahibiyiz. Asıl sahipliğimiz orada başlayacak. Ahirette mülkiyet var ama dünyada emanet var. Evet, emanet olan geri alınacak, mülkiyet olan geri alınmayacak. Bu böyle. Rabbim hepimizin akıbetini cennet etsin inşaAllah.

Ta’rifu fiy vucûhihim nadretenna’ıym yüzlerinde sonsuz mutluluğun tarifsiz parıltısını göreceksin. Sonsuz mutluluğun. fiy vucûhihim nadretenna’ıym sonsuz mutluluğun tarifsiz parıltısı.

25-) Yüskavne min rahıykın mahtum;

Mühürlenmiş (korunmuş) hâlis bir şaraptan içirilirler. (A. Hulusi)

25 – Onlara öyle bir rahîktan sunulur ki mahtum. (Elmalı)

Yüskavne min rahıykın mahtum kişiye özel tarifsiz bir içki ikram edilecek. Kişiye özel tarifsiz bir içki diyor. Yüskavne; Su zahmet çekecek kendini sunacak. Aslında yeşrabune; suya ulaşan kişinin suyu içmesine denir, yüskavne suyun, su içenin ayağına gelmesine denir. Onun için essükya daha farklıdır, yani şürpten farklıdır. Şürp; suyun ayağına gidip suyu içmek, üska ise su ayağınıza gelip zahmet çekmeden kendini size içirmesi. Nasıl olacak? Cenneti tarif ne mümkün, burada anlayamayız ki biz bunu. Ancak ölünce göreceğiz İnşaAllah. Onun için görseydik ölürdük, görseydik yaşayamazdık.

Fela ta’lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a’yün. (Secde/17) orada mü’mini bekleyen göz kamaştırıcı nasıl sürprizlerin beklediğini kimse bilemez, tahayyül dahi edemez. Hani efendimiz öyle tefsir ediyordu ya bu ayeti: Adettü ibadüssalihıyn salih kullarım için cennette öyle güzel nimetler hazırladım ki mâ lâ ‘aynun re’et hiçbir göz görmedi. Ve lâ üzünün semi’at hiçbir kulak işitmedi ve lâ hatara ‘alâ kalbi beşerin Hiçbir beşerin aklına öylesi gelmedi. Ne diyelim şimdi. Sözün bittiği yer.

26-) Hıtamuhu misk* ve fiy zâlike elyetenafesilmütenasifun;

Onun hitamı (sonu) misk’tir… Yarışanlar işte onda yarışsınlar! (A. Hulusi)

26 – Hıtamı misk, işte ona imrensin artık imrenenler. (Elmalı)

Hıtamuhu misk onu içtikten sonra geriye misk kokusu hissedilecek. Yani onun sonu mistir ve fiy zâlike elyetenafesilmütenasifun işte bu nedenle yarışmak isteyenler ille de yarışacaklarsa artık bu uğurda yarışsınlar. Ey insanoğlu, bir şey uğruna yarışmak mı istiyorsun. Dünya da hep yarışıyorsunuz, mal yarışı yapıyorsunuz, şöhret yarışı yapıyorsunuz, para yarışı yapıyorsunuz, yani bir şey yarıştırıyorsunuz. İlla, evlat yarıştırıyorsunuz, onun evladı benimkinden tahsilli, benimki daha iyi olacak, onun şöhreti benimkinden şöyle. Eğer ille de yarışacaksanız size bir yarış alanı göstereyim. Nedir o? Cenneti elde etmek için yarışın. Bundan daha güzel yarış mı olur.

Aslında rabbimiz daha ne desin münamese; nefislerin nefasette yarışması. Hasetçi kemâle düşmandır. Münafis ise kemâle aşıktır. Onun için hasetçiden farklıdır münafis. Yani münafis kemâle aşık olduğu için koşar, Hasetçi ise başkası sahip olmasın diye koşar. Birincisi bedduadır hasetçinin hasedi, münafisin yarışması ise duadır.

27-) Ve mizacuhu min tesniym;

Onun karışımı Tesnîm’dendir. (A. Hulusi)

27 – Hem mizacı Tensîmden. (Elmalı)

Ve mizacuhu min tesniym onun katkı maddesi cennetin zirvesinden dolacak. Allahuekber..! Bir de katkı maddesi var. Demek ki sâbikuna içirilen değil bu. Katkı maddesi katılacağına göre iyilere verilecek. Bir de iyilikte ileri gidenler var. hani yarışın dedi ya? Yarışın iyilikte?

28-) ‘Aynen yeşrebu Bihel Mukarrebun;

Mukarrebûn olarak kendisini içtiği bir kaynaktır! (A. Hulusi)

28 – Bir çeşme ki mukarrebîn onunla içerler. (Elmalı)

‘Aynen yeşrebu Bihel Mukarrebun Allah’a yakın olanların içtiği bir kaynaktan dolacak.

Ha..! burada iki zümreden bahsediliyor aslında. Yani iki ayrı cennet var, iki ayrı cennetlik var. Cennetliklerden bir kısmı öyle zirvede olacaklar ki, onlar ondan içecekler zaten, cennetin en yükseğinde ki pınardan. Ama ötekilere de o pınardan katkı maddesi olarak onların içeceğine katılacak. Burada böyle diyor.

29-) İnnelleziyne ecremu kânu minelleziyne amenû yadhakûn;

Muhakkak ki o suç işleyenler iman edenlere gülerlerdi. (A. Hulusi)

29 – Evet, o cürüm işleyenler iman edenlere gülüyorlardı. (Elmalı)
İnnelleziyne ecremu kânu minelleziyne amenû yadhakûn ne var ki günah bataklığına gömülmüş olanlar, bir zamanlar iman edenlere gülerlerdi, onlarla dalga geçerlerdi. Yani; seninkine bak, karada gemi yapıyor derlerdi. Seninki ne kadar da Müslüman derlerdi. Sofuya bak derlerdi, ipten kazıktan çıkmış dünyayı bu bağlayacak derlerdi. Sen mi kurtaracaksın anam derlerdi. Gel derlerdi bir kerecikten bir şeycikler çıkmaz derlerdi. Ve bak, bak, bak daha bizim işlediğimiz günahı ömründe hiç işlememiş diye dalga geçerlerdi ya. İşte onlar ne olacak?

30-) Ve izâ merru Bihim yeteğamezun;

Onlara rastladıklarında, birbirlerine göz kırparlar, alay ederlerdi. (A. Hulusi)

30 – Ve onlara uğradıkları zaman birbirlerine göz kırpıyorlardı. (Elmalı)

Ve izâ merru Bihim yeteğamezun ve ne zaman onlara rastlasalar, karşılaşsalar kaş göz ederlerdi dünyada. Seninkine bak, yine sofuluk yapıyor, seninkine bak yine karada gemi yapıyor. Yani günah denizinde bir sevap adası olanı hep böyle küçümserler dalga geçerlerdi. Tıpkı Nuh kavminin Hz. Nuh ile geçtiği gibi.

31-) Ve izenkalebû ilâ ehlihimunkalebû fekihiyn;

Kendi ehillerine (ailelerine, yandaşlarına) döndüklerinde, keyiflenmiş mutlu dönerlerdi. (A. Hulusi)

31 – Ve evlerine döndükleri zaman zevk alarak dönüyorlardı. (Elmalı)

Ve izenkalebû ilâ ehlihimunkalebû fekihiyn kafadarları arasına döndüklerinde de keyifle yaptıkları çirkinliği, terbiyesizliği anlatırlardı. Yani sevap adalarıyla dalga geçtik, sevap adalarını kirletmeye çalıştık derlerdi.

32-) Ve izâ raevhüm kalu inne haülâi ledâllun;

Onları (iman edenleri) gördüklerinde: “Muhakkak ki bunlar, elbette sapkınlardır” derlerdi. (A. Hulusi)

32 – Ve onları gördükleri vakit ha, işte bunlar sapıklar diyorlardı. (Elmalı)

Ve izâ raevhüm kalu inne haülâi ledâllun iman edenleri gördüklerinde onlar derlerdi ki; İşte bunlar var ya bunlar, sapıtmışlar derlerdi. Kendileri sapık oldukları halde, kendi sapıklıklarını itiraf etmek yerine doğru yolda gidenleri sapık ilan ederlerdi. Kendileri doğru yola gelmek yerine, doğru yolda gidenleri yamuk ve yanlış olarak tanıtırlardı. Böyle işlerine gelirdi.

33-) Ve ma ursilu ‘aleyhim hafizıyn;

Hâlbuki onlar (iman edenler) üzerine koruyucular olarak irsâl olunmadılar! (A. Hulusi)

33 – Halbuki üzerlerine gözcü gönderilmemişlerdi. (Elmalı)

Ve ma ursilu ‘aleyhim hafizıyn ne ki onlar mü’minlerin inancına müfettiş olarak gönderilmediler. Haydi böyle tercüme edeyim. Evet, onlar mü’minlerin inancının müfettişi olarak mı gönderildiklerini sanıyorlar kendilerine. Ki onların inançlarını değerlendiriyorlar. Böyle olmadıkları halde inanç müfettişliğine girişirlerdi. Kendileri sapık oldukları halde doğru yolda gidenleri sapık ilan ederek.

34-) Felyevmelleziyne amenû minelküffari yadhakûn;

Bu süreçte de iman edenler, o gerçeği reddeden o perdelilere gülüyorlar! (A. Hulusi)

34 – İşte bugün de iman edenler kâfirlere gülecekler. (Elmalı)

Felyevmelleziyne amenû minelküffari yadhakûn artık bugün iman edenler, küfre gömülüp gidenlere gülecekler işte. Bir gün gelecek ahirette iman edenler de o küfre gömülüp gidenlerin orada ki acıklı ve komik haline, gülünç haline gülecekler. Kim gülünçmüş bakalım, kim kâr etmiş, kim zarar etmiş, kim akıllıymış, kim ahmakmış. Yani Allah’a sırtını dönen mi, Allah’a yüzünü dönenmi. Allah’ın emrine teslim olan mı, Allah’ın emrinden kaçan mı. Kimmiş işte asıl orada kimin gülünç olduğu ortaya çıkacak.

35-) ‘Alel erâiki yenzurun;

Koltuklar üzerinde nazar ediyor oldukları hâlde. (A. Hulusi)

35 – Erîkler üzerinde nazar edecekler. (Elmalı)

‘Alel erâiki yenzurun ve onlar orada cennet divanlarında birbirlerine bakacaklar. Veyahutta; rablerine bakacaklar. Böyle de çevrilebilir.

36-) Hel süvvibelküffaru ma kânu yef’alun;

Hakikati inkâr edenler yaptıklarının sonucunu yaşıyorlar mı işte böyle! (A. Hulusi)

36 – Nasıl kâfirler ettiklerinin cezasını buldular mı? (Elmalı)

Hel süvvibelküffaru ma kânu yef’alun evet, nasıl? Şöyle bu son ayeti çarpıcılığını Türkçeye yansıtacak şekilde çevirmek istiyorum; Küffar, küfre gömülüp gidenler yapa geldiklerinin sevabına nail olmuşlar mı bakalım. Evet, hani dalga geçiyorlardı ya, rabbimizde ironik bir hitapla onlara hitap ediyor. Yaptıklarının sevabına nail olmuşlar mı. Nasıl, bugün nasıllar. oradaki sevap kinayeten tabii ki ince bir orada ironi var. Yani onlar müminlerle dünyada nasıl dalga geçtilerse, ahirette öyle bir hale girecekler ki herkes onlarla dalga geçecek.

Rabbim dünyada da ahirette de halimizi iyi hal etsin. Rabbim dalga geçilecek bir halle huzuruna çıkarmasın. Rabbim cennete layık bir ömür yaşatsın, cennetini buldursun, ebediyen yüzümüzü güldürsün inşaAllah.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

 


İslamoğlu Tef. Ders. İNŞİKAK SURESİ (01-25) (189-A)

$
0
0

231

“Euzü Billahi mineş şeytanir racim”

“BismillahirRahmanirRahıym”

El Hamdu Lillahi Rabbil’Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin, amin, amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün Kur’an ın 114 burcundan bir burcuna, hatta inşaAllah zamanımız elverirse 1.5 saatlik ders müddetimiz içerisinde 3 burcuna birden tırmanmaya çalışacağız. O burcun güzelliklerini, gizemlerini, odalarını, her biri bir mücevher dolu olan o muhteşem odalarını dolaşacağız inşaAllah.

Bugün dersimize İnşikak suresiyle başlıyoruz. İnşikak suresi adını bir çok sure gibi ilk ayetinden alıyor. İzesSemâunşakkat yarılma, parçalanma, param parça oluş anlamına geliyor. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum bir önceki derste, Tekviyr suresinin girişinde olacak yanlış hatırlamıyorsam, işlediğim kıyamet, son saat, yani kevn ve fesat, oluş ve bozuluşla ilgili tüm ayetlerin ve surelerin üslubuna dair bir takım Kur’anî kurallar serdetmiştim.

O kurallar içerisinde Kur’an ın üslubuna dair, üslub-ul Kur’an a dair o maddeler içerisinde bir tanesi de oluş ve bozuluşla ilgili, son saat ve kıyametle ilgili tüm pasajların, ayetlerin, surelerin içerisinde ki lafızların ya meçhul kipiyle, yani faili olmayan bir kiple. Ya da mutavaat kipiyle kullanıldığını söylemiştik. Kur’an ın üslubu bu, genel bir üslup. Ki Kur’an baştan sona bir üslup manzumesi, bir kurallar bütünü, belağatın şahikası.

Onun için Kur’an ın içerisinde bir örgü var. Muhteşem bir örgü. Bir dantel gibi ilmek ilmek dokunmuş adeta. Biz bu örgüyü fark etmeden, keşfetmeden Kur’an ın manalarının kalbine giremeyiz. Manalarının kalbine girmemiz için bu dantelin bütün içerisinde ki parçaların yerlerini bulmamız ve parçayı bütüne bağlayan bir takım üslup özelliklerini keşfetmemiz lazım.

İşte onlardan biri de son saat ve kıyametle ilgili tüm ayetlerin dahil olduğu bir üslup. Bu üslubun özelliklerinden biri fail yok. Ya meçhul kip geliyor, ya mutavaat. Meçhul kip belli. Faili söylenmeyen, hatta failinde mefulü olan, mefulünde faili olan. Faili mefulünün içine gizlenmiş, fiilin içine gizlenmiş olan kip. Bir de mutavaat kipi var ki, mutavaat kipi de aynı. Faili söylenmiyor. Fakat mutavaad kipini meçhul kipten ayıran şudur; Mutavaad kipinde etkiye tepki vardır. Etki eden bir şey ve ona karşılık bir tepki. Hani klasik Arapça öğrenimi görürken talebeler şu cümleyi bir model cümle olarak okurlar.

Kesertüv vücace men kesera zalikez zücacü. Bu mutavaat kipinin cümle içinde nasıl bir anlam kazandığını gösterme babından bir örnektir. Ben camı kırdım, cam da kırılmaklığı kabul etti. Yani bir etki vardır, etkiye de bir tepki vardır dolayısıyla mutavaad kipinde de etki eden söylenmemiştir. Ama tepki dile getirilmiştir.

Bunun birkaç sebebi olabilir. Klasik tefsirimizde zikredilen sebep; faili o kadar belli ki, yani gökleri, göğü, uzayı parçalayacak olan Allah’tan başka kimdir ki. Dolayısıyla fail bu kadar belli iken faili söylemeye gerek yoktur diye söylemişler, tespitte bulunmuşlar. Fakat bu tespit çok ikna edici değil, çünkü faili çok çok daha belli olan öyle fiiller var ki onlarda fail zikredilmiş. (Allahu)? halkus Semâvati vel Ard . (Şûra/29) Allah göklerin ve yerin yaratıcısıdır gibi. Mesela; Halâkahu; O yarattı. O, onu yarattı. Dolayısıyla orada, O Allah yarattı fail burada gizli de olsa ortada, fail var, hüve.

Yine nezzelel Kitabe.. (‘Araf/196) Allah kitabı indirdi. Kitabı indirenin Allah olduğu besbelli, Allah’tan başkası zaten indirmezdi. Nüzzile gelmek yerine nezzele geldi? Yani bu açıklayıcı değil. Peki nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de ilgili yerde açıklandığı gibi biz şöyle açıklamayı daha uygun buluyoruz. Son saat, kevn ve fesat, oluş ve bozuluş anında eşyanın, göklerin yerin, ayın, güneşin dürülüşü, iflas edişi. Ya da geri kâinatın alınışı. Başlangıçta olduğu gibi bir açılış ve ondan sonra dürülüşü bir yasaya bağlı olarak gerçekleşecek. Bu yasa Allah’ın; eşyanın içine yaratılıştan koyduğu, yazdığı bir yazgı, bir yasa. Yani bir takdir, Allah’ın takdiri bu. Onun için bir fail gerekmeyecek. Veyahut ta sonradan bir müdahaleye gerek duymayacak. Eşya zaten baştan kendi içine konulmuş yasalar çerçevesinde oluş ve bozuluş sürecine girecek.

Ama burada mutavaat kiplerinin şöyle bir sonucu da olabilir. Yani etkiye tepki demiştik. Yerlerin ve göklerin bozuluşunda insanoğlunun eylemleri, günahları, sevapları, amelleri, fıskı, küfrü, şirki, fücuru, sapması, isyanı, zulmü, tuğyanı sebep olacak. Bu sebeplerle yer yüzü tepki verecek. Bu etkiye insanoğlunun etkisine tepki verecek. Veya insanoğlunun çevreyi kötü kullanmasına, tabiatı tepe tepe kullanmasına, Allah’ın kendisini misafir ettiği misafirhaneyi berbat etmesine tepki verecek ve bu tepki sonucunda zincir kırılacak, Allah’ın koyduğu bozuluş yasası böylece yasa gereği harekete geçecek şeklinde anlayabiliriz.

Suremiz Mekki bir sure. 6, 13, 14 ve 20 ile 24. ayeti kerimeleri Mü’minlerin acı çektiği bir zamanda indiğini gösteriyor suremiz. Gerçekten de mü’minler acı çekerken kafirler safa sürüyor. Bu zikrettiğim ayeti kerimelerde bu ima var. Bu da muhtemelen vahyin ilk yıllarına, yani ilk yılları dedimse öyle hemen ilk yılları değil boykotun ilk yıllarına tesadüf ediyor ki 7. veya 8. yılı diyebiliriz nübüvvetin, peygamberliğin 7. veya 8. yılında İnşikak suresi inmiştir diyebiliriz.

Surenin konusu bu kâinatın bir de ötesi var, bu hayatın bir de ötesi var. Yani dünyanın bir de ruhu var; Ahiret. Hayatın bir de ruhu var. Dolayısıyla eğer ahiret siz bir dünya tasavvur ederseniz ruhsuz bir hayat tasavvur ediyorsunuz demektir. Hesap günü ilahi adalet surede işlenmekte. Yani yolların sonu Allah’a çıkar. Ey insan Allah’tan kaçma, mümkin değil. İster istemez rabbine doğru yol alacaksın. Ne yaparsan yap sen ey insanoğlu hidayet yolunda ilerlemesen dahi, batıl ve dalalet yolunda ilerlesen dahi, ne yaparsan yap hayatın yolunda son sürat ilerlerken yolların sonu Allah’a çıkar. Rabbine doğru yol alacaksın, sonunda O’na kavuşacaksın diyor bu surenin içinden berceste ayet. Dolayısıyla bu sure bize ey insan alâ külli hal öleceksin ve rabbinin huzuruna çıkıp hesap vereceksin diyen bir sure. Bu girizgâhtan sonra suremizi tefsire geçebiliriz.

BismillahirRahmanirRahıym

Rahman, rahiym olan Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına. Kâinatı rahmetiyle kuşatan ve tüm varlığa, Rahman ismiyle rahmetini tecelli ettiren ama çok özel olarak kendisine iman eden, güvenen ve imanında sebat edenlere de ayrıca rahıym ismiyle tecelli edecek olan Allah adına.

1-) İzesSemâunşakkat;

Semâ yarıldığında, (A.Hulusi)

01 – Semâ inşikak ettiği, (Elmalı)

İzesSemâunşakkat Gök, es Sema çoğul değil de tekil geldiği için bütün bir uzayı ifade etse gerektir. Bütün bir uzay, bütün bir gök, göklerin tamamı şerha şerha yarıldığı zaman. İnşakkat; infial babındandı, mutavaat için olduğunu ve mutavaatında hikmetinin ne olduğunu girizgâhta söylemeye çalışmıştım. Yani faili mefuldür mutavaatın.

Burada bozuluş ifade ediliyor. Yani son saat, yani fesat. Kevn ve fesat. Kaos değil, kaos yok. Bozuluşta kaos yok, yapılışta zaten kaos yok. Yıkılışta bile kaos yok. Çünkü yıkılışta Allah’ın yasalarına göre gerçekleşiyor. Kainatta kaos yok. Kaos iradeli varlık olan insanın içinde, insanın iç dünyasında. Allah’ın yarattığı kainatta yıkılırken de yapılırken de kaos olmaz, yok. Peki ne var? bozuluş aleminin tasviri var burada.

Bozuluş Kur’an da 3 ayrı süreçte ifade ediliyor. İnfitar suresi ile İnşikak suresi ile, bir de enbiya/104. ayetiyle. Yani kavramsal olarak İnfitar, İnşikak, tayy. Başı İnfitar, başlangıç, yarılış, açılış. Ortası İnşikak. Bozuluş. Sonu tayy; dürülüş.

Yevme natvis Semae ketayyis sicilli lilkütüb. (Enbiya/104) O gün uzayı bir kitabın rulo sayfası gibi rulo yapılan çok katlı sayfalar gibi o gün uzayı böyle spiral bir dürüşle düreriz. Samanyolunun geriden çekilmiş görüntüsü aklımıza gelsin nasıl bir dürülüş dersek eğer. Böyle çok katlı bir ruloyu dürer gibi öyle düreriz. kema bede’na evvele halkın nu’ıydüh. Tıpkı yoktan yarattığımız gibi onu tekrar vardan yaratırız. Veya tekrar yaratırız, iade ederiz. va’den aleynabu bizim üzerimize bir vaaddir. Evet, inna künna faıliyn. (Enbiya/104)biz, evet biz vaadimizi yaparız, söyledik mi yaparız. Çünkü Allah yapmayacağını söylemez. Allah’ın yapamayacağı bir şey yoktur ki. Bu ayetler, bu sureler arasında bir bağlantı var. Devam ediyoruz;

2-) Ve ezinet liRabbiha ve hukkat;

Rabbini dinleyip boyun eğdiğinde -ki Hak budur! (A.Hulusi)

02 – Ve rabbini dinleyip haklandığı vakit, (Elmalı)

Ve ezinet liRabbiha ve hukkat Burada da yine meçhul kullanılmış; hukkat gelmiş. Yani orada ki “vav” ı vavı tefsiriyye vurgusuyla okuyalım; Yani rabbine kulak verdiğinde ve sonuç alındığında. Ve ezinet liRabbiha ve hukkat rabbine kulak verdiğinde ve sonuç alındığında. Rabbine kulak verecek, rabbinin emrine kulak verecek, rabbinin kanununa, yasasına kulak verecek ve sonuç tahakkuk edecek. Hukkat; tahakkuk ettiğinde, veya haklandığında. Kadim Türkçede de kullanıldığı gibi haklandığında. İşte rabbinin emrinden kaçması mümkin olmayacak.

3-) Ve izel’Ardu müddet;

Arz uzatılıp yayıldığında, (A.Hulusi)

03 – Ve Arz meddedildiği, (Elmalı)

Ve izel’Ardu müddet devam ediyor; yine yer yüzü uzatıldığında, dümdüz edildiğinde, uçsuz bucaksız bir düzlük haline getirildiğinde Ve izel’Ardu müddet sanki burada yer yüzü büyük mahkeme için tüm, yekpare bir mahkeme salonu haline getirildiğinde der gibi, getirileceği zaman der gibi.

4-) Ve elkat ma fiyha ve tehallet;

İçinde olan şeyleri attığında ve boşaldığında, (A.Hulusi)

04 – ve içindekini atıp boşaldığı, (Elmalı)

Ve elkat ma fiyha ve tehallet içinde ki her şeyi atarak, ve tehallet; boşaldığında. Yer yüzü içinde ki her şeyi atarak boşaldığında. Ne diyor bize? Naçizane aklıma hemen yer yüzünün içindeki madenler, gazlar, cevherler, petrol, kömür ve daha ne varsa hepsi çıkarılıp adeta yer yüzü işlevini tamamladığında, doğal ömrünü tamamladığında insana vereceğini verip, vereceği başka bir şey kalmadığında der gibi. Böyle bir imayı seziyorum içinin boşalmasından.

Veyahut ta yer yüzünün içerisinde kabirlere gömülmüş olanlar tekrar iade edildiklerinde. Veyahut ta yer yüzü muhteşem bir kamera, alt kamera, ay üst kamera, güneş üst kamera. Güneş gündüzün kamerası. Ay gecenin kamerası, yer yüzü ise alt kamera. Tabir caizse insanoğlunun ayağının altından çeken bir kamera. Bu kamera kaydettiklerini sunduğunda şeklinde de anlaşılabilir. Yani gizlisi saklısı yer yüzünün kalmadığında. Hiçbir gizlisi saklısı kalmadığında.

5-) Ve ezinet liRabbiha ve hukkat;

Kendisine hak üzere Rabbini dinleyip boyun eğdiğinde! (A.Hulusi)

05 – Ve rabbini dinleyip haklandığı vakit, (Elmalı)

Ve ezinet liRabbiha ve hukkat tekrar geldi 2. ayeti kerime, 5. ayeti kerimede de tekrarlandı diyeceğim ama tekrarlandı diyemiyorum, çünkü bu ayetler hemen bir öncesine raci olarak anlaşılır, onun için de Kur’an da mutlak tekrar yoktur. Mutlaka tekrar gibi gördüğümüz cümleler bir öncesine atfen, ona vurguyla anlaşılır.

Yine burada ki emirle bir önceki kulak veriş ayrıdır. Bir öncesinde İnşikak’a kulak verdi, burada ise Ve elkat ma fiyha ve tehallet e (4) kulak verdi. Yani yine rabbine kulak verdiğinde ve sonuç alındığında, sonuç tahakkuk ettiğinde veya haklandığında. Ne olacak? Cevabı geldi; Yani bütün bunların toplamından sonra işte söylenen asıl söz şu;

[Ek bilgi; “1 - Gök, yarılıp-parçalandığı,” Kıyamet’te atmosfer, diğer yıldızlarla çarpışma ve yer çekimi etkisiyle oradaki gazlar emiliyor. Emildiğinde gördüğümüz bu mavi, gökyüzü mavi kubbe açılıyor siyahlık görülüyor. Yani normalde dışarısı siyah yani uzay siyah, koyuluk hakim yani gece gibi. Açıldığında böyle bakacaklar ki mavilik delinmiş, uzay görülüyor, siyahlık görülüyor. Bu çok harika bir durumdur. Yani hiç insanların alışmadığı bir şeydir. Mavi gök kubbenin delinmesi ve büyük bir deliğin açılıp, büyük bir boşluk meydana gelip, uzayın ve yıldızların görünmesi, gündüz gözüyle inşaAllah.

“2 - Ve 'kendi yaratılışına uygun' Rabbine boyun eğdiği zaman;” “hepsi Allah’ın emrindedir” diyor Cenab-ı Allah. Yani ne zaman yarılacak gök, ne kadar yarılacak nereden başlayacak, çapı ne kadar olacak hepsi bellidir.

“3 - Yer, düzlendiği,” yer şu an gökyüzü açıldığında yerde de bir yapı değişikliği oluyor, normalde dağlardan oluşur değil mi dağlar, tümsekler var, yedi tepe var, “dünya bir titremeye tutulacak” diyor Cenab-ı Allah, deprem etkisiyle dağlar böyle eriyen kum yığını gibi olacaklar yani gittikçe sallandıkça dağlar eriyor eriyor böyle bir toz şekerden böyle bir konik bir tepe düşünelim, onu alttan sallasa insanlar o yavaş yavaş yavaş yavaş yayılır ve dümdüz hale gelir, gittikçe düzleşir. Onun gibi “bütün yeryüzü düzleşecek” diyor Cenab-ı Allah. Yani o depremin şiddetinden.

“4 - Ve içinde olanları dışa atıp boşaldığı,” İçinde olanlar nedir? Magma. Yer kabuğu parçalandığı için, diğer çarpışan yıldızların da çekim gücüyle o karmaşa da, çünkü dünya yörüngesinde çıkıyor, diğer yıldızlara yakın geliyor, içindeki magma boşalıyor parçalanmanın etkisiyle. Ama tabi şiddetli bir boşalma, hatta ayette: “Denizlerin yandığını görürsün” (Tekviyr/6) diyor. Denizden magma fışkırıyor ve denizden alevler fışkırıyor, deniz yanıyor yani.

“5 - Ve kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman.” “Tam Allah’ın istediği gibi olur” diyor. Yani insanlar zannediyor ki öyle bir Kıyamet anında, madde başıboştur, başıboş parçalanır, başıboş yırtılmalar olur, başıboş patlamalar olur, bütün patlamalar, sökülmeler, dağılmalar hepsi Allah’ın kontrolündedir. Yani her bir atom nereye gideceğini biliyor. Bakın atomun yapısına kadar. Yani magma patladığında bir atom mesela nereye gidecek, tek tek parça, magma nereye kadar akacak, nasıl parçalanacak, hepsi 'kendi yaratılışına uygun olarak Rabbine boyun eğer” diyor Allah. (Harun Yahya)]

6-) Ya eyyühel’İnsanu inneke kadihun ila Rabbike kedhan femülakıyh;

Ey insan! Muhakkak ki sen, Rabbine (doğru) çalışıp çabalamaktasın! Sonunda O’na kavuşacaksın! (A.Hulusi)

           06 – Ey o insan! Sen cidden rabbine doğru çabalar da çabalar nihâyet ona mülâkî olursun. (Elmalı)

Ya eyyühel’İnsan rabbimi insan yöneldi ve Kur’an doğrudan insana hitap ederek, doğrudan insana nida ederek Ey insan soyu, ey insanlık ailesi Eyyuha kalıbının açılımının ailenin tamamını ifade ettiği bilindiği ve hatırlandığında tam karşılığı bu olur. Ey insanlık ailesi inneke kadihun ila Rabbike kedhan femülakıyh hayat yolunda son sürat yeldirdikçe, koştukça, ilerledikçe (ister istemez) O’nun yani rabbinin huzuruna doğru ilerliyor, sonunda rabbinin huzuruna doğru çıkıyorsun. Yani,? Yanisi açık aslında. Ey insan Allah’tan kaçamazsın. İstersen kaçmaya çalış, kaçtığın yerde de rabbin seni yakalar. Yani kaçtığın her yerde de rabbine çıkar yol. Ama enselenirsin. Rabbine doğru varanla rabbinden kaçanın hali belli olur. Rabbine doğru varanlar karşılanırlar, rabbinden kaçmaya çalışanlar enselenirler.

Ayette kedhan geçmiş. Aslında kesben diye tefsir ediliyor, yani kazanç. Kisb, kesb. Kazan. Fakat ikisi arasında fark var. Kedhan; illet, kesben; sonucu ifade eder. Yine kedhan; sahibini aşırı yoran gayret, kazanç, Kesben ise kar, zarar olarak dönen, sahibi yorulmuş yorulmamış fark etmez, bir biçimde sonuçta kâr veya zarar olarak dönen kazançtır. Onun için burada kedhan ın özellikle vurgusu çok yoran.

Hayat insanı yorar. Hayatın tabiatı bu. Hayat insanı yorar. Zaten imtihan olması da bu değil mi. yormasaydı cenneti özler miydi insan. Cenneti dünyada kurmaya çalışmak onun için abesle iştigaldir. Bu dünya hiçbir zaman cennet olmayacak. Cenneti dünyaya taşımak isteyenler, ahirette cennette yaşamak istemeyenler olacak. Dolayısıyla cennet orada. Cenneti hak etmek için bu dünyayı bir tarla, bir mezra olarak kullanın. Hasat orada, hasat burada değil. Onun için kedhan; Yani çalışıp didinip çabalasan, ne yaparsan yapsan da Allah’tan kaçamazsın.

Bu hayat zaten yorar. Ama gel yorulduğun yanına kalmasın, yorulduğunun karşılığını fazlasıyla al ey insan. Akıllı ol, Allah’ta alacağın olsun ey insan yoksa güvenmiyor musun Allah’a. Gel akıllı ol. Bu hayatı amaçsız ve anlamsız yaşayanlar da yaşıyorlar, anlamlı ve dolu yaşayanlar da yaşıyorlar. Herkes acı çekiyor. Ama bazılarının acısı hiçbir işe yaramıyor, bazılarının acısı ise ebedi saadete sebep oluyor. Sen ey insan, nasıl olsa yorulup didineceksin. Gel bu yorgunluğunu Allah için yap, Allah için yorul da ücretin cennet, ücretin rıza olsun der gibi.

7-) Feemma men ûtiye Kitabehu Biyemiynih;

Kimin ki, sağından oluşmuş bilgileri verilir ise, (A.Hulusi)

07 – O vakit kitabı sağ eline verilen, (Elmalı)

Feemma men ûtiye Kitabehu Biyemiynih fakat kitabı sağ elinden verilenlere gelince. Kitabı sağ elinden verilmek aslında kurtulmak anlamına geliyor. Ebedi saadete nail olmak anlamına geliyor. Yani karnesi ve sicilini geçer notla alanlar, haydi sınıf geçtin. Haydi ey insanoğlu hayat isimli imtihan da, dünya isimli imtihan mahallinde yaptıklarınla şimdi Allah sana geçer not verdi ve karneni de geçer şekilde verdi.

Tabii iyi de geçmektir, pek iyi de geçmektir, yıldızlı pekiyi de geçmektir, takdir de geçmektir, teşekkür de geçmektir. Allah’tan takdir almakla, haydi ortalamayla geçtin demek arasında fark olmasın mı. Cennete sürünerek gidenlerle, koşarak, hatta uçarak gidenler arasında fark olmasın mı.

Feashabül meymeneti mâ ashabül meymeneh. (Vakıa/8) diyor onlara yürüyerek veya biraz da sürünerek gidenlere. Ama uçarak gidenlere ise;

Ves sabikunes sabikun. (Vakıa/10) diyor Kur’an. sabıklar, öne geçenler.

Ülâikel mukarrebun. (Vakıa/11) işte onlar Allah’a en yakın olanlardır. Tabii ki iyiler de kendi arasında tasnife tabi tutulacak.

8- ) Fesevfe yuhasebu hısaben yesiyra;

(O), kolay bir hesap ile hesaba çekilecek, (A.Hulusi)

08 – Kolay bir hesap ile muhasebe olunur, (Elmalı)

Fesevfe yuhasebu hısaben yesiyra işte onlar karnesi, sicili sağından verilenler, geçer not alanlar; onun hesabı pek kolay görülecek.

Hısaben yesiyra ne demek? Hesabın kolay görülmesi ne demek. Kur’an dan isterseniz bakalım şöyle manasına, oradan arayalım;

1 – Şu manaya gelebilir. Ki Nur/28 (38 0lacak)ve Ahkaf/16 ayetleri yol gösterir bize. Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu. (Nur/38) Allah onları yaptıklarının en güzeli ile ödüllendirecek. Bu manaya gelebilir. Yani yapmışız. Mesela insanlara iyilik yapmışız. İyiliklerimiz tasnif edilecek. Altın iyilikler, gümüş iyilikler, bakır iyilikler, pirinç iyilikler, demir iyilikler, hatta belki, de elmas iyilikler ve dahası. Yakut, zümrüt iyilikler. Eğer iyiliklerimizin içinde bir zümrüt iyilik varsa demir iyiliklerimiz de onun içine alınacak.

Namazlar; Bakılmış namazların bir çoğu teneke namaz. Çünkü içerisinde namazdan başka her şey var. Allah’ın huzuruna eti kemiği bırakmış, aklıyla zikriyle, fikriyle gitmiş başka yerlerde başka işler yapıyor. Bunlar teneke namazlar. Kalıbına kıldırmış, kalbine kıldırmamış. Ama bir yerde, bir tane oradan içinden, namaz dosyasının içinde ıpıl ıpıl ıpılayan, böyle parıl parıl parıldayan bir namaz gözüküyor. Altın namaz.

Kulumun o namazını çıkarın oradan, diğerlerini de onun hesabına altına yazın. İşte Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu. (Nur/38) Evet, Allah’ın en güzeli ile ödüllendirmesi. Yaptıklarının en güzeliyle ödüllendirmesi. Liyecziyehümullâhu ahsene ma amilu.

2 – Yine ikinci bir şekilde şöyle anlayabiliriz leükeffirenne anhüm seyyiatihim onların günahlarının kökünü kazıyacağım. leükeffirenne anhüm seyyiatihim ve leüdhılennehüm cennatin tecriy min tahtihel enhar. (A. İmran/195) ayetinde olduğu gibi. Onların günahlarının kökünü kazıyacak veya üstünü örteceğim ve onları tabanından ırmaklar çağlayan cennetlere sokacağım. Bu da olabilir en güzeliyle ödüllendirilmek, yani hisaben yesiyra, kolay hesap nasıl olur veya ne anlamalıyız sualinin 2. cevabı da bu olabilir.

3 – Yine 3. bir ihtimal Men cae Bil haseneti felehu aşru emsaliha. (En’am/150) kim bir güzellikle gelirse, çünkü burada eyleme değil eylemin sahibine dikkat vardır, insandır önemli olan. Önce insandır. Onun için insanı merkeze alır, Arap dilinin özelliği budur. Batı dillerinde kişinin getirdiğine yoğunlaşır cümle. Arap dilinde ise getirene yoğunlaşır. Getirdiğinden çok getirene yoğunlaşır. Onun için burada olduğu gibi Men cae Bil haseneti kim bir güzellik ile gelirse felehu aşru emsaliha ona 10 katı vardır. Onun on katı. Bu da hısaben yesiyra nın açıklaması olabilir. Yani kolay hesap.

Peygamberimiz sık sık şöyle dua ederdi Allahümme hasipniy hısaben yesiyla. Allah’ım hesabımı kolay gördür. [(Orjinali)Allahumme a'tınî kitabî bi yemînî ve hâsibnî hisâben yesîrâ)] Allah’ım hesabını kolay görenlerden kıl beni diye sık sık dua ederdi.

Rad/18. ayetinde Allah’a icabet etme manasında da alabiliriz bunu. Yani Allah davet ediyor, Allah’ın davetine icabet edenler hesabını kolay verecek olanlar diyebiliriz. İşte bütün bu kapsamda anlaşılabilir Fesevfe yuhasebu hısaben yesiyra.

[Ek bilgi; İbadet hakkında" adı verilen bütün çalışmaların, tamamıyla, beynin biyoelektrik ve biyoşimik yapısıyla ilgili olduğundan söz etmiştik.

İbadetlerin bir kısmı, bilindiği üzere, bedenin ihtiyaç duyduğu biyoelektrik enerjiyi temine dönük olarak yapılmaktadır. Bu enerji beyin tarafından değerlendirilerek, dalga bedene; ilim ve güç olarak yüklenir. İşte bu sebeple de, beyin durup, devre dışı kaldıktan sonra, yani "ölüm tadıldıktan" sonra, artık ölüm ötesi yaşamda ibadetler kalmaz!.. İşte bu yüzden ölüm ötesinde şeriatın teklifleri geçerliliğini yitirir!.. Zira, zâhirle ilgili bütün bu teklifler, hep beynin biyoelektrik ve biyoşimik yapısıyla ilgili olarak düzenlenmiştir!...

Dünya'da "ibadet" adı verilen (hakikatleri olan Allâh'a ait özelliklerin kendilerinde açığa çıkması) çalışmalara gereken önemi vermiş olanlar; bu çalışmalar sonucu edindikleri NÛR ile, enerji ile, kendilerini cehennemin ve içinde yaşamakta olan canlılarının ortamından kurtarıp, cennet boyutuna geçiş yapacaklardır. Sahip oldukları NÛR oranının getirdiği hız nispetinde.

Cehennemden kaçış; Ruh bedenlerin cehennem ortamında terk edilmesi ve NÛR bedenle yeni bir boyuta geçilmesi suretinde olacaktır! Nasıl madde beden, Dünya'da bırakılıp, ruh bedenle kabir âlemi ve cehennem boyutuna geçildiyse; ruh beden de cehennem boyutunda terk edilerek, NÛR bedenle cennet boyutuna geçilecektir!(A. Hulusi-Cennet)]

9-) Ve yenkalibu ila ehlihi mesrura;

Ve mutlu olarak cennet ehlinin yapısına dönüşür! (A.Hulusi)

09 – Ve mesrur olarak ehline gider, (Elmalı)

Ve yenkalibu ila ehlihi mesrura ve o yandaşları, taraftarları, cemaati arasına, ki en güzel karşılığı bu bağlamlarda cemaattir, o kendi cemaati arasına sevinç içinde şem şakrak bir biçimde dönecektir.

10-) Ve emma men ûtiye Kitabehu verae zahrih;

Kitabı arka tarafından verilen kimseye gelince, (A.Hulusi)

10 – Ve amma kitabı «arkasında» verilen, (Elmalı)

Ve emma men ûtiye Kitabehu verae zahrih nasıl dönmesin ki aziz dostlar, düşündenize şu dari dünyada bile insan bir başarı kazandığında, bir ödül kazandığında ödülüne seviniyor ve yandaşları onunla gurur duyuyorlar da, ya ahirette hesabını geçer not alan, ahiretin yıldızı olan meleklerin omuzlarında cennete girmek üzere milyonlarca meleğin korosu eşliğinde muhteşem bir törenle cennete girişi kutlanan bir insanla onu tanıyanlar, ona eli değenler, onunla bir biçimde yolu kesişenler gurur duymazlar mı? Asıl gurur o, Asıl gurur duymakta o. Ahiretin starı, ahiretin yıldızı olmak.

Ve emma men ûtiye Kitabehu verae zahrih fakat kitabı arkasından verilenlere gelince. Diğerinin tersi. Ama ilginçtir bu Kur’an da kitabı arkasından verilenler geldiği gibi, kitabı solundan verilenler şeklinde de geçiyor.

Kitabı arkasından verilmek sanki mecaz gibi geliyor. Mesela Hakka suresinde solundan diyor. O zaman bunun mecaz olduğuna hükmedebiliriz. çünkü soldan mı arkadan mı diyeceksiniz. Ha belki, de kötüler kötülüklerine göre tasnif edilecek, bazılarınki solundan, bazıları solu bile kurtarmayacak. Yani, hani yıldızlı pekiyisi var, teşekkürü var, taktiri varsa, kötünün de kötüsü, sıfırın da altı olacak manasına gelebilir.

Arkasından verilmek mecaz ise eğer hakikat değilse zorluk ve kaybetmişliğe delalet eder de, asıl fakire de hatır olan şöyle bir şey geliyor aklıma. Karnesi sırtına yapıştırılacak yafta gibi. Karnesini sırtında taşıyacak, hakikate sırtını döndüğü için sırtı da kendisinden intikam alacak. Sırtı; beni niçin hakikate döndün. Yüzünü batıla döndün diye kendisi de kendi varlığından intikam alacak. Onun için sırtına karnesi yapıştırılacak ki herkes okusun. Yafta yapıştırılmış bir idam mahkumu gibi. Yafta, gömlek giydirilmiş bir idam mahkumu gibi.

11-) Fesevfe yed’u sübûra;

“Sübûra = yetiş ey ölüm!” diye çağıracak, (A.Hulusi)

11 – Helâk! Diye çağırır, (Elmalı)

Fesevfe yed’u sübûra artık o ne yapacak bu durumda? Israrla yol olmak için dua edecek, yalvarıp yakaracak. Ama duası tutmayacak. Yok olmak için, sübûr, ölmek değil, sübûr; yok olmak. Yani varlığının tamamen sıfırlanması yok olmak için yalvaracak. Ne diyordu Furkan suresinde; Lâ ted’ul yevme süburen vahıden ved’u süburen kesiyra. (Furkan/14) bugün bir tek yok oluşu, bir tek ölümü çağırmayın, bir ölümsüze yetmez ey cehennemlikler. Ölümleri çağırın. Bir çok ölümü çağırın, bir çok yok oluşu çağırın. Ama gelmeyecek. Çünkü sizi var eden Allah’tır. kim yok edecek. Yok olmak sizin için bir kurtuluş gibi olacak ama, yok olamayacaksınız. Çünkü anlamsız ve amaçsız yaratılmadınız ki. Hani toprak olacağınızı sanmıştınız, çürüyüp gideceğinizi sanmıştınız. Orada zannınız gerçekleşmeyince eyvah..! diyeceksiniz ama iş işten geçecek.

12-) Ve yaslâ se’ıyra;

Ve Saîr (alevli ateş)’e maruz kalacaktır! (A.Hulusi)

12 – Ve Saıyre yaslanır, (Elmalı)

Ve yaslâ se’ıyra ama çılgın bir ateşi boylayacak bu tipler. Çılgın bir ateş se’ıyr; kışkırtılmış, korkunç, insan kaçsa üzerine gelen ve kaçanın kurtulamayacağı güdümlü bir ateş, sanki güdümlü bir mermi, güdümlü bir füze gibi. Ateşe layık olana güdümlenmiş bir ateş.

13-) İnnehu kâne fiy ehlihi mesrura;

Muhakkak ki o, kendi gibiler içinde mutluydu. (A.Hulusi)

13 – Çünkü o ehlinde mesrur idi. (Elmalı)

İnnehu kâne fiy ehlihi mesrura değil mi ama0, bu tip, bu yaftası sırtına yapıştırılan, karnesi arkasından verilen ve cehennemin kendisine güdümlendiği bu tip bir zamanlar kendi cemaati içinde pek şen şakrak, pek sevinç içinde, pek hatırlıydı. Yani bir zamanlar kendi günah cemaati içinde yıldızdı, el üstünde taşınıyordu. Fakat şimdi ne oldu? İşte; İnnehu kâne fiy ehlihi mesrura mesele insanın dünyada ne olacağı değil, öldükten sonra ne olacağı. Onun için çocuklara büyüyünce ne olacaksın diye soran büyüklere bizim de bir sorumuz olmalı. Ölünce ne olmayı düşünüyorsun.

14-) İnnehu zanne en len yehure;

Muhakkak ki o, asla (Rabbine) dönmeyeceğini zannetti (ona göre yaşadı). (A.Hulusi)

14 – Çünkü hiç inkılap görmeyecek sanmıştı. (Elmalı)

İnnehu zanne en len yehure evet, o zannetmişti ki, sanmıştı ki en len yehur; asla ama asla dönmeyecek. Bir daha hiç geri çevrilmeyecek. Yehur; havr dan gelir, aslında huri de aynı kökten gelir. Havari de aynı kökten gelir. Göze ilişkin kullanılan kavramlardır bunlar. Gözün akı ak, karası kara olmak manasına gelir, bir de dönüş. Aslında dönüşle gözün aklığı ve karalığı nasıl böyle aynı yerde birikmiş. Bu iki mana birbirinin çok ayrı duruyor, ama neden aynı yerde gelmiş diye soracak olursanız aslında huri nin manasından yola çıkarak ta bulabiliriz.

Huri; hem erkeğe, hem dişiye Hûr, Bi Hûrun ‘ıyn; bakın göze nispet ediliyor. Yani gözü Hûr olanlar. Ne demek? Bakışı temiz demek. Bakışı temiz, bakışını kirletmemiş, eşinden başkasını gözü görmeyene Hûrun ‘ıyn denir. Eşinden başkasını gözü görmeyecek, gözü eşine kilitli olacak, yani gözünde yüz izi, yüzünde göz izi olmayana denir. Evet, yüzünde göz izi var, sana kim baktı yarim diyordu ya Yüzündeki göz izini görebilecek bir göz. Bizim medeniyetimiz ürettiği türküyü bile böyle üretir. Sanki ayetlerin tefsiri gibi bir türkü. Onun için yüzdeki göz izini görebilmek için göz yetmez. Feraset lâzım.

İşte burada da Hûr o. Yani eşine dönük, başkasına değil, kendine dönük, eşine dönük, içine dönük. Öyle etrafta değil. Onun içinde dönme köküne nispet edilmiş, döneceğini asla zannetmemişti, asla itimat etmemiştir döneceğine, bir daha diriliş olacağına, yeniden dirileceğine asla ve asla ihtimal vermemişti.

15-) Belâ* inne Rabbehu kâne Bihi Basıyrâ;

Hayır! Muhakkak ki onun Rabbi, onda Basıyr idi! (A.Hulusi)

15 – Hayır, çünkü rabbi onu gözetiyordu. (Elmalı)

Belâ* inne Rabbehu kâne Bihi Basıyrâ evet, öyleydi. Kûfe ekolünün verdiği manayı vereyim Belâ ya; Evet öyleydi, esinlikle öyleydi. Ama rabbi onu sürekli gözetliyordu. Yani döneceğine ihtimal vermemişti bu kesin, fakat rabbi onu gözetliyordu, bu daha da kesin.

16-) Fela uksimu Bişşefak;

Şafağa kasem ederim, (A.Hulusi)

16 – İmdi kasem ederim o şafağa. (Elmalı)

Fela uksimu Bişşefak şimdi bu pasajın arkasından yepyeni bir pasaja girdi sure, asıl söyleyeceğini şimdi söylüyor ve yeminle giriyor söze; Bütün bunların arkasından sözün özü o ki; Felâ uksimu Bisşefak. Ötesi yok, dahası yok, ben yemin ediyorum Allah olarak. Ben şahit tutuyorum. Neyi şahit tutuyorum? Bisşefak; şafağı şahit tutuyorum.

Şefak; aziz dostlar kızıllıktan sonraki beyazlığa verilen isim. Kızıllıktan sonra ki. Aslında akşama konuşul itibarıyla akşamın kızıllığından sonraki beyazlığına denilir. Ama sabah için de kullanılmış Her ikisi içinde kullanılmış. Türkçeye genellikle sabah için olan manası inkişar etmiş, yaygınlaşmış Türkçede. Yani şafağa ben yemin ediyor, ben şafağı şahit tutuyorum:

Niye şafak vaktini şahit tutuyor? Çünkü artık ağarıyor, veya kararıyor. Gün bitiyor veya başlıyor. Ya gece bitiyor, ya gündüz bitiyor. Her ikisine de delalet ettiği için. Yani hayat bitiyor bir başka hayat başlıyor. Geçici hayat bitti kalıcı hayat başladı. Geceye benzeyen dünya hayatı bitti, gerçek gündüz olan ahiret hayatı başladı. Ahiret neden gündüzdür? Çünkü her şey ortaya çıkacak, ayan açık görünecek de ondan. Onun için ahiret yakıyn olarak anılmıştır Kur’an da.

17-) Velleyli ve ma veseka;

Geceye ve toplayıp taşıdığı şeye, (A.Hulusi)

17 – Ve geceye ve derlendiğine. (Elmalı)

Velleyli ve ma vesak gece şahit olsun ve toplayıp kaydettikleri şahit olsun. Gece şahit olsun. Demek ki Bisşefak; gecenin önündeki şey, veya ardında ki şey. Onun için şafağı gecenin önünde geçtiği için gündüz olarak anlamak daha doğru. Gündüz şahit olsun, gece şahit olsun ve gecenin topladıkları şahit olsun ve ma vesak; toplayıp biriktirdikleri.

Ne demek gecenin topladıkları? Gündüz zaten şahittir. Çünkü gündüz herkes her şeyi görüyor. Ama gece? Gece kimse görmüyor zannederiz değil mi? gece de toplayıp biriktiriyor. Yani gece de kamera, gece görüş dürbünü, gece kamerası, gece çeken kamera. Gecenin kendisi bir kamera ise kim neyi örtebilir ki, kim neyi saklayabilir ki, kim hangi karanlığın arkasına sığına bilir ki.

18-) VelKameri izetteseka;

Dolunay’a ki, (A.Hulusi)

18 – Ve derlendiği zaman o Aya. (Elmalı)

VelKameri izettesak ve yine ay şahit olsun izettesak; ışığını biriktirdiğinde, ışığını çoğalttığında, ışığı en yüksek hale geldiğinde. Böyle anlarsak eğer izettesak; itteseka aslında izteseka idi ilâl ve idğam kaideleri gereğince böyle oldu, kolay söylenme babından. Ama Veseka ile akraba bir kelime. Taman; vesika o. Çünkü simle, bu ise se ile. Ama mahreçleri yakın. İştigagı ekberde üç harften ikisi aynı, üçüncüsünün mahreci yakınsa mananın da yakınlığına delalet eder. Onun için biriktirip sakladıklarına, sanki bir vesika biriktirir gibi arşivlediklerine, arşiv şahit olsun. Arşive yemin olsun veya arşiv şahit olsun. Demek ki gecenin de arşivi, gündüzün de arşivi var. Hatta ay arşiv tutuyor. Nasıl kaçacaksın ey insanoğlu. Nasıl saklayacaksın, Allah’tan neyi kaçıracaksın demektir bu başka deyişle. Ay şahitse, gece şahitse, yer şahitse, gündüz şahitse, el ayak, dil dudak, göz kulak şahitse ey insanoğlu sen Allah’tan neyi kaçıracaksın demektir.

19-) Leterkebünne tabekan ‘an tabak;

Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz! (A.Hulusi)

19 – Ki sizler binip binip geçeceksiniz elbette tabakadan tabakaya, (Elmalı)

Leterkebünne tabekan ‘an tabak ey insanlar mukadder sona doğru safha safha, adım adım, tabaka tabaka, aşama aşama, birim birim ilerleyeceksin. Ne demek? Bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde bir miktar durmamız lazım.

Tabekan ‘an tabak; Ya ismi mürfet veya tabakattan türetilmiş isim olarak anlayabiliriz. Manası bir şeyin hacim ve miktar olarak bir diğerine denk olması demektir. Sıralılık, katlılık, aşamalılık ifade eder. Tabakta oradan gelir zaten üst üste dizildiği, konduğu için. Tıpkı tıbak gibi, Uyumluluk, mutabakat, uygunluk manasına gelir tıbak. Tabakanın cemisi de olabilir. Bir ikinci ihtimal. Tabakanın çoğulu. Bu durumda bir mekanın üstündeki mekan demektir. mekandan mekana ilerleyerek geleceksiniz. Yani bu dünyadan önceki mekanınız alemi ervah idi, oradan anne karnına, hatta oradan babanın sulbüne, oradan rahmi mabere, anne rahmine, oradan dünyaya, dünyadan berzah alemine, alemi berzahtan da alemi ukbaya ahirete gireceksiniz. Tabakadan tabakaya böyle ilerleyeceksiniz.

Ya da leterkeden okuyanlara göre, kasemden sonra muzari geleceğini gösterir genellikle mana; halden hale geçeceksiniz. Ahiret, dünya ve alemi ervah. Halden hale. Yani ..zidnahüm azâben fevkal azâb.. (Nahl/88) onlara azab üzerine azab artıracağız diyordu ya rabbimiz. Belki bu bağlamda cehennemde de tabakadan tabakaya geçeceksiniz manasına gelir.

Ebu Naiym; ölüm diriliş, haşr, saadet, şekavet, cennet cehennem demiş bu tabakalara. Yani her bir tabaka ayrı ayrı dünyada ki bir hali işaret eder. Yine tennin i tür olarak görürsek mana şu olur; hesaba bölük bölük getirilen bir tür olacaksınız. Allah’ın huzuruna hesaba bölük bölük, tabaka tabaka, yani herkes kendi bölüğün, kendi taburunun, kendi ordusunun, kendi kolordusunun, kendi tugayının içinde gelecek. Herkes içinde geldiği yerde hesaba çekilecek manasına gelebilir ki buna şöyle bir itiraz yapabiliriz. Ahiret ayetleri muzari le değil, mazi ile gelir. Dolayısıyla bu ayet ahirete değil dünyaya delalet eder. itirazımız haklıdır. Bu dünyadır.

Yine İbn. Atıyye nasıl anlamış; Fetihten fethe koşacaksınız. Yer yüzünü Müslümanlar fethedecekler, her bir coğrafyayı tabaka olarak görmüş, kıtadak kıtaya, coğrafyadan coğrafyaya. Güzel bir nükte doğrusu bir müjde olarak anlaşılabilir.

Yine fakir ise şöyle anlıyorum; boyuttan boyuta. Dünya bir boyut, ahiret bir boyut. Alemi ervah bir boyut, alemi mülk bir boyut. Alemi misal bir boyut, alemi ulvi bir boyut. Dolayısıyla fizik uzaydan metafizik uzaya geçeceksiniz şeklinde anlayabileceğimiz gibi, göklerin tabakalarına açılacak atmosferin tabakalarını geçeceksiniz bir gün gelecek. Ey insanoğlu göğün tabakalarını, yani tratosferi, stratosferi, izonosferi, biyosferi geçeceksiniz ve onun da ötesine aşacaksınız manası da çıkarılabilir.

Bütün bu manalar hepsi bu ayetin içine sığar mı? Sığar. Kur’an ın beleğatı gerçekten mucizevidir.

20-) Femalehüm lâ yu’minun;

Böyleyken onlara ne oluyor da iman etmiyorlar (bunlar gerçek)! (A.Hulusi)

20 – O halde onlara ne var ki iman eylemezler? (Elmalı)

Femalehüm lâ yu’minun ne oluyor da onlara iman etmiyorlar. Femalehüm lâ yu’minun bu benim aklıma lev kânû ya’lemûn. (Bakara/103) ayetini getirdi. Keşke bilselerdi. Rabbimiz derse bunu içiniz sızlamaz mı? Cızz..! etmez mi. Alemlerin rabbi olan Allah keşke ne olurdu bilselerdi diyorsa eğer, Allah karşısında utançtan erimez misiniz. Evet, Femalehüm lâ yu’minun ne oluyor da onlara iman etmiyorlar veya ahlaki manasıyla Allah’a güvenmiyorlar.

21-) Ve izâ kurie ‘aleyhimülKur’ânu lâ yescüdun;

Onlara Kur’ân okunduğunda secde etmiyorlar (benliklerini yok edip Hakk’a boyun eğmiyorlar)? (21. âyet secde âyetidir.) (A.Hulusi)

21 – Ve karşılarında Kur’an okunduğu vakit secde etmezler? (Elmalı)

Ve izâ kurie ‘aleyhimülKur’ânu lâ yescüdun kendilerine Kur’an okunduğu zaman Kur’an a uymazlar, Kur’an ın önünde yerlere kapanmazlar, Kur’an a tam teslim olmazlar. Lâ yescüdun; burada ki secdeyi namaz secdesi olarak anlamak mümkin mi? Hayır. Ayete bakarsak burada ki secdenin şer-i namaz secdesi ile alakası yok. Burada ki secde Kur’an a uymaktır. Secde Ku’an a uymak, Kur’an a uymak secdedir. Zaten secde Allah’a teslimiyetin bir sembolüdür. Yani logosodur. Secdenin açılımı; Allah’ım ömrüm boyunca senin emirlerine teslimim manasına gelir.

Burada secde olduğunu söyleyenler olmuş. Mesela Ebu Hanife ve Şafiye göre burada secde var. Çünkü onlar Kur’an ın 14 yerinde tilavet secdesi olduğuna kaildirler. Fakat Ebu Hüreyre den gelen sahih bir rivayette Kur’an da 11 yerde secde var. O rivayete göre -Ki İmam Malik o rivayetle amel etmiş- O rivayete göre Ebu Hanife’nin ve Şafi’nin Necm, İnşikak ve ‘alak surelerinde gördüğü secde o rivayette geçmez. Zaten rivayet şöyle;

Kur’an da 11 secde vardır, Mufasal da bunlardan hiçbiri yoktur. Mufassal Kur’an ın kısa sureleri, Yani ayetlerinin fazla bölündüğü, veyahut ta ayetlerinin kıs olduğu sureler manasına gelir. Kısar-ı Mufassal, Evsat-ı Mufassal, Tıval-ı Mufassal şeklinde üçe ayırmışlar kendi içerisinde. Fakat Kur’an ın kısa surelerinin tamamına verilen isimdir. İbn. Hambel e göre ise 15 yerde var, Hac suresinde 2 kere, Hac suresinin son ayetinde de secde var. Dolayısıyla biz bu ayette ki secdeyi eğer namaz secdesi değil de Kur’an a insanın tam uyumu, Kur’an ı hayatına geçirmesi olarak göreceksek ki öyle, o zaman burada tilavet secdesi olmadığını söyleyen Ebu Hüreyre hadisi daha isabetli görünmektedir.

22-) Belilleziyne keferu yükezzibun;

Üstelik yalanlıyorlar o hakikat bilgisini inkâr edenler! (A.Hulusi)

22 – Hattâ o küfr edenler tekzip ederler. (Elmalı)

Belilleziyne keferu yükezzibun Bilakis küfürde direnen kimseler yalanlamakta ısrar etmektedirler. Elleziyne keferu yerine belhum yükezzibun gelebilirdi. Neden gelmedi derseniz, bunun cevabı inkarı sıfat haline getirdiklerini beyan için böyle geldi. Onlar inkarı hayat tarzı haline getirdiler. İnkarı ahlak ve huy haline getirdiler. Ayet böyle gelmekle bunu söylemiş oluyor. Yalanlamayı, hakikati inkarı.

23-) VAllâhu a’lemu Bima yû’un;

Oysa Allâh (içlerinde) ne toplayıp yığdıklarını (düşünce ve itikatlarını) daha iyi bilir. (A.Hulusi)

23 – Halbuki Allah içlerindekini biliyor. (Elmalı)

VAllâhu a’lemu Bima yû’un ama Allah içlerinde biriktirdiklerini, içlerinde topladıklarını çok iyi bilmektedir. Bima Yû’un Bima kap demektir, aynı zamanda kapta toplanmak demektir. bir kapta toplamak. Yani içlerinde topladıklarını çok iyi bilmektedir, kalplerindekini çok iyi bilmektedir. İnsanın açıkladıkları vardır, bir de açıklamayıp gizledikleri. Allah insanın yaptıklarını dışarıdan görünene bakarak değil, içinde gizledikleri sebeplere, niyetlere, bilinç altına, tasavvura, bilincin daha daha altına bakarak karar verecek. Onlara notunu öyle verecek.

24-) Febeşşirhüm Bi’azâbin eliym;

Artık onları feci azapları ile müjdele! (A.Hulusi)

24 – Onun için onlara elîm bir azâb müjdele. (Elmalı)

Febeşşirhüm Bi’azâbin eliym onları, içlerinde gizlediklerini Allah’ın görmediğini zanneden bu küfürde direnen, yani vicdanlarının üstünü örten, vicdanlarının sesini dinlemeyen, dolayısıyla hakikati duymayan bu insanları elim bir azab ile müjdele.

25-) İllelleziyne amenû ve ‘amilussalihati lehüm ecrun gayru memnun;

Sadece iman edip imanın gereğini uygulayanlar müstesnadır! Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. (A.Hulusi)

25 – Ancak iman edip Salih ameller yapanlar başka onlara tükenmez bir ecir var. (Elmalı)

İllelleziyne amenû ve ‘amilussalihati lehüm ecrun gayru memnun fakat iman eden, imanında sebat eden ve imanını salih amel ile taçlandıran, Salih amel ne idi? Salihat; Hasenattan farklıdır. Hasenat namaz kılmak, zekat vermek hasenat olarak zikredilir Kur’an da. Fakat salihat ıslah edici ameldir. Mutlaka toplumsal bir boyutu vardır. Yani bozulmuş bir şeyi düzelten amele salih amel denir. İman eden ve bozuk bir işi, bozuk bir şeyi düzelten, bozukluğu düzelten, yanlışı doğrultan, kötüyü iyileştiren ve kötüye razı olmayan kimseler, mü’minler için ecrun gayru memnun kesintisiz, minnet edilmeyecek, yani başa kakılmayacak bir ecir, bir karşılık, bir ödül vardır.

Rabbim hepimizi bu kesintisiz ödüle mazhar kılsın inşaAllah.

Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


Viewing all 114 articles
Browse latest View live